52) HARÂBAT EHLİNİ HOR GÖRME…
Yayin Tarihi 6 Mayıs, 2012
Kategori ÖYKÜ
HARÂBAT EHLİNİ HOR GÖRME…
“Hakkı gel sırrını eyleme zahir,
Olmak ister isen bu yolda mahir,
Harâbat ehlini hor görme şakir,
Defineye malik viraneler var.”
(Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri)
Vaktiyle Bağdat’ın eşrafından hali vakti yerinde, zengin Müslümanlardan oluşan bir kafile, Hacca gitmek niyetiyle yol hazırlıklarına başlamışlar. Yine o civarda oturan fakir, son derece saf, çok temiz, salih bir zat yaşamaktaymış. Ve Hacca gitmek üzere hazırlık yapan bu kafileyi haber alır alınca kendi kendine:
“Madem Hacca giden bir kafile var, ben de onlarla birlikte gideyim” diye düşünmüş. Böylece o da Hac yolculuğu için hazırlıklara başlayıp, kendine göre gerekli ihtiyaçlarını temin etmiş ve vakti gelince de bu hacı kafilesine katılarak yola çıkmış.
Tabi kafilede bulunan kendini beğenmiş zenginlerden bazıları, bu fakir adamın da kafileye katılmasından pek memnun olmamışlar. Haftalarca sürecek bu hac yolculuğunda, onu yanlarında pek istememişler, fakat yinede kimse kalkıp ona “Sen gelme” dememiş. Öyle ya kim, kimi Allah’ın evini ziyaret etmekten men edebilir ki? Fakat yinede bu hazımsızlıklarını başka türlü izhar etmişler. Her fırsatta onu küçümseyerek, onun saflığından istifadeyle onunla eğlenmişler ve dalga geçmişler.
Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra, Mukaddes topraklara ulaşmışlar. Mekke-i Mükerreme’ye varıp, Kabe-i Muazzama’yı tavaf etmişler. Arafat’ta vakfeye durup, Müzdelifeye inmişler, daha sonrada şeytanı taşlamışlar. Kurbanlarını kesip tıraşlarını olmuşlar. Böylece şartlarına riayet ederek, görevlerini ve ziyaretlerini yapmışlar. Artık herkes hacı olmuştur.
Memleketlerine dönmek için hazırlıklara başladıkları sırada, akıllarına bir muziplik gelmiş. Şeytan ve nefis atına binen durur mu? Zaten başından beri işleri gır gır şamata olan, benlik hastalığından kurtulamayan bazı kimseler, kendileriyle beraber hacca gelen saf ve temiz, fakat ihlaslı olan o fakir hacı arkadaşlarına bir oyun oynamaya karar vermişler. O yanlarında değilken kendi aralarında anlaşmışlar ve “şöyle diyelim, böyle edelim” diye bir plan kurmuşlar.
Böylece yaptıkları plan doğrultusunda hareket etmeye başlamışlar. O temiz ve ihlaslı fakir Hacı bunların yanına gelince, bakmış ki hararetli hararetli bir şeyler konuşuyorlar. Merak etmiş tabi. Ve yanlarına sokulmuş. Zaten öbürlerinin de istediği onun merakını celb ederek, sohbete katılmasını sağlamak. İçlerinden uyanık geçinen kendini beğenmiş biri, başından beri küçümsediği o fakir Müslüman’a sormuş:
-Eee komşu! Bu kadar yol geldin, bari Hac görevlerini hakkıyla yerine getirebildin mi?
Gönlünde en ufak bir fesat taşımayan ve hiç kimse hakkında kötülük düşünmeyen saf, katıksız, temiz Müslüman hemen cevap vermiş:
-Elhamdülillah! Rabbime hamdü senalar olsun ki, benim gibi fakir ve aciz bir kuluna, Hac ziyareti gibi en mühim bir ibadeti yapmayı nasip etti, demiş. Tabi diğer adamın derdi alay edip eğlenmek olduğu için tekrar sormuş
-Madem Hac ibadetini ifa ettin, öyleyse sen de beratını almışsındır sanırım? Tabi adam şaşırmış “Bu nasıl bir berat?” diye merakla ve üzüntüyle sormuş. Alaycı adam:
-Ne beratı olacak, buraya gelip Hacc İbadetini hakkıyla yapanlara, Hacc’ın kabul olduğuna ve cehennemden azad olduğuna dair bir belge veriliyor, işte bunu soruyorum. Bizler bu belgeyi aldık da, aramızda bunu konuşuyorduk. Ne o, yoksa sen almadın mı?
Tabi o da, biraz saf olduğu ve böyle şeylere hemen inandığı için, son derece üzülmüş, mahzun olmuş ve:
-Ben zaten nakıs bir adam olduğumu biliyordum. Elbette böyle bir belge almaya layık değilim. Rabbimin Zatına yakışır bir Hacc yapmak benim gibilerin haddine mi? Ama madem Hacc’a geldim ve böyle bir belge de veriliyor, Allah’a yemin ederim ki, bu belgeyi almadan memleketime dönmeyeceğim, diyerek hıçkırıklarla ağlamaya başlamış.
Arkadaşlarının son derece müteessir olduğunu gören diğerleri, şakanın dozunu biraz fazla kaçırdıklarını anlamışlar ve oynadıkları oyuna artık son vermeleri gerektiğini düşünerek demişler ki:
-Hakkını helal et. Biz bir oyun yapalım dedik, fakat seni bu kadar üzeceğimizi tahmin etmemiştik. Gönlünü ferah tut, böyle bir belge verildiği falan yok.” demişler. Fakat bu sefer onu, doğruya inandıramamışlar.
-Hayır, demiş. Esas şimdi oyun yapıyorsunuz. Ben üzülmeyeyim diye böyle bir belge filan yok diyorsunuz. Az önce aldık demiyor muydunuz?”… Hadi bakalım şimdi gel de çık işin içinden. Böyle bir olay olmadığına, onu nasıl inandıracaklarını şaşırmışlar.
-Böyle bir şey yok, istersen gel çantalarımıza tek tek bak. Böyle bir belgeyi kim almış ki biz de alalım, demişler, ama nafile.
-Bu mübarek beldede Allah’a yemin ettim, o belgeyi almadan dönmem. Ya burada ölürüm, ya da o belgeyi alırım, diyerek Beytullah’a geri dönmüş. Diğer uyanıklar. “Eyvah biz ne yaptık, dertsiz başımızı derde soktuk, zira bu adam gelmeden kafile gitmez. Berat almadan da bu adam dönmez. Berat ise kesinlikle gelmez, dolayısıyla burada kaldık” diye ne yapacaklarını şaşırmışlar.
O ise onlardan ayrılınca doğru Kâbe’ye gidip, Mültezem’e yapışmış. Yalvarmış yakarmış, ağlayıp sızlamış. Orada saatlerce dua etmiş, yorulup takati kesilmesine rağmen oradan ayrılmamış. Dizleri üstüne çöküp, başı önünde içi yana kavrula sessiz sessiz ağlayarak yalvarmaya devam etmiş. Bir ara dalmış, kendisine hafif bir geçkinlik hali geldiği esnada, kucağına bir kağıt parçası düştüğünü hissetmiş. Birden irkilip bakmış ki, gerçekten de üzerinde bazı yazılar olan bir kağıt parçası… Ama öylesine parlıyor ki göz kamaştırıyor. Onu alıp sevinçle yerinden fırlayarak arkadaşlarının yanına koşmuş “Hele bir bakın bakalım, benimki de size verilenden mi acaba?!” diye sevinçle haykırmış. Arkadaşları bu işe çok şaşırmışlar. Merakla o kağıdı alıp bakmışlar ki, ne görsünler. Aman Ya Rabbi!!! Ne kağıt dünya kağıdına benziyor, ne de yazı dünya kalemiyle yazılmış yazıya benziyor. Hepsi hayrete düşmüşler. O kağıdı alıp, bu neyin nesidir diye büyük bir alime göstermişler. İlim Ehli olan zat, hürmetle o kağıdı alıp bakmış ve onu öperek yüzüne gözüne sürmüş. Onlara demiş ki:
“Bu yazı Mevlâ tarafından kudret kalemiyle yazılmış olup, cehennemden kurtuluş beratıdır. Bunun sahibini getirin de o mübareğin ayağının altını öpeyim.” Bunun üzerine uyanık geçinenler tutuşmuşlar. Fakir diye küçük ve hakir gördükleri, saf diyerek dalga geçtikleri, adam samimiyeti ve ihlası sebebiyle İlahi belgeyi alanlardan olmuş.
“Harâbat ehlini hor görme şakir, Defineye malik viraneler var.”
NOT: Bu öykü, http://forum.islamiyet.gen.tr sayfasından alınmıştır.
Yorumlar
Yorum yap