47) CEHENNEM ADASI : NARGİN

Yayin Tarihi 10 Aralık, 2007 
Kategori TÜRK DÜNYASI

CEHENNEM ADASI : NARGİN

image00134.jpg

——————————————————————–

 

Tam 92 yıl sonra, Sarıkamış Dayanışma Grubu’nun uzun çalışmalarıyla ortaya çıkan kayıtlarda, 1914-1915 yıllarında, Sarıkamış Harekatı’nda Anadolu köylerinden esir alınan sivil ve askerlerin görüntüleri yer alıyor. Tarihi kaynaklarda, Türk esirlerin çoğunun, susuzluktan, yılanların zehirlemesi ve Rusların kurşuna dizmesiyle şehit olduğu yazıyor.

ÇOCUKLAR VE YAŞLILAR DA KAMPTA ÖLDÜ

KGB tarafından propaganda amaçlı çekilen kayıtlarda, 10-15 kişilik gruplar halinde ortada bulunan bir tencereden yemeklerini yiyen, açlık ve ağır kış şartlarına dayanamadıkları için hafızalarını ve sağlıklarını kaybettiği anlaşılan ve sağa sola sallanarak yürüyen esirlerin görüntüleri var. Esir düşenlerin çoğunun şehit olduğu bilinen adada çekilen görüntüler arasında, çoğu anne ve babasız kalan bebek ve çocukların toplu halde denize girmeleri de kaydedilmiş. Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Nargin Adası’nın bir kısmının tamamen mezarlık olduğunu ve bu mezarlıktan getirdikleri kemikler üzerinde yapılan incelemelerde aralarında Türkler’in de olduğunun ortaya çıktığını belirterek, Ada’nın Türk şehitliği yapılması için çalışacaklarını da ifade etti.

Bir adı da cehennem adası

Ruslar tarafından ağır suçluların konulduğu ada, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Prens Oldenburg’un talimatıyla esir kampına dönüştürüldü. Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün karşısında Hazar Denizi’nde bulunan Nargin Adası, yaklaşık 900 dekarlık yüzölçümüyle bölgenin en büyük adası. Su kaynağı ve bitki örtüsü bulunmayan, yılanlarıyla ünlenen ada, bu nedenle tarihte Yılan Adası olarak anıldı. Rusların uzun yıllar hapishane olarak kullandığı Nargin Adası, içinde bulundurduğu azılı esirler ve zehirli yılanlarıyla ‘cehennem ada’ olarak da adlandırılıyordu.

image00310.jpg

Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası, diğer adıyla Yılanlı Ada. Nargin Adası, 3.1 kilometre uzunluğu, 900 metre eni ve yaklaşık 900 dekarlık yüzölçümüyle bölgenin en büyük adası.

image00410.jpg

O dönemde Ruslar’la işbirliği içinde olan Ermeni askerler ve subayların da Türkler’e işkence yaptığı belirtiliyor.

image0058.jpg

Rusların uzun yıllar hapishane olarak kullandığı Nargin Adası, içinde bulundurduğu azılı esirler ve zehirli yılanlarıyla ‘cehennem ada’ olarak da adlandırılıyordu

image0067.jpg

Ruslar tarafından ağır suçluların konulduğu ada, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Prens Oldenburg’un talimatıyla esir kampına dönüştürüldü.

image0076.jpg

15 kişi bir kaptan yemek yiyor. Esirlerin, açlıktan beden ve akıl sağlıklarını kaybettiği anlaşılıyor.

image0085.jpg

1914-1915 yıllarında, Sarıkamış Harekatı’nda Anadolu köylerinden esir alınan sivil ve askerlerin tamamına yakını açlıktan ve yılan sokmasından şehit oldu.

HAZIRLAYAN: YILMAZ KARAHAN

PROF. DR. BİNGÜR SÖNMEZ’İN NARGİN ADASINDA YAPTIĞI ARAŞTIRMA ÇALIŞMALARI:

dsc04046.jpg

dsc04099.jpg

dsc03128.jpg

Paylaş:

Yorumlar

“47) CEHENNEM ADASI : NARGİN” yazisina 27 Yorum yapilmis

  1. Samet Acar yorum tarihi 10 Aralık, 2007 19:10

    Sayın Yılmaz Bey,bildiğiniz gibi Ruslar ajan ve istibarat taktiklerinde,KGBsiyle ,Sia’dan daha uzmandır.Azerbaycan’ı konisleştirmek için adayı kullanmışlardır.Aynı benzer olay Bulgaristan da yaşayan Türkler içinde şaptılar.BELENE ADASI,VARŞOVA PAKTI ülkelerin KGB’de yetişmeleri bildiğiniz gibi MOSKOVA DOSTLUK LÜMÜMBA ÜNÜVERSİTESİ,bu amaç üzerine kurulmuş olup,dünya ülkelerinden öğrrrenci alır ,KGB de yetiştirilirdi.Türkiye’de bile halen bu yandaşları görmek zor değil.Çok önemli bir konuya parmak bastınız.Sizi kutluyorum.Acaroğlu

  2. Nuriye Özdinçer yorum tarihi 10 Aralık, 2007 21:59

    Vahşet…İnsanlık dışı …Ne yorum yapacağımı bilemiyorum…ABD Iraklı esirlere,terörist diye topladıkları kişilere günümüzde bu vahşeti uygulamıyor mu? 21.yy da değişen bir şey var mı?

  3. Metin YILMAZ yorum tarihi 10 Aralık, 2007 23:36

    Şanlı ecdadımız aman diyene kılıç kaldırmamış, esirlerine misafir muamelesi yapmış iken Rus köpeklerin yaptığı alçaklığı ifade edecek kelimeyi bulmakta zorlanıyorum. Sarıkamış hakikaten Türk Milletinin büyük acılarından biri olarak tarihte hep tazeliğini koruyacak.
    Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez’den Allah razı olsun…Bu konuda aslında devletin yapması gerekeni yaptı ve yapmaya devam ediyor.

  4. sedat ergenç yorum tarihi 11 Aralık, 2007 01:47

    Bunlar bize ısrarla ve inatla GUANTANAMO’yu hatırlatmalıdır.
    Bu namussuzların biri kötü de öbürü iyi değildir. Bu yılanların bu soysuzların hepsi aynıdır ve Müslüman-Türk’e düşmandır.

    Bu bilgi ile bilenip BİRLİK VE DİRLİK İÇERİSİNDE GÜÇLÜ OLMAYI BECERMEMİZ ve bunu devam ettirmemiz GEREKİYOR.

  5. Gerekli Kitap Yayın yorum tarihi 21 Aralık, 2007 12:52

    Sarıkamış’tan Sibirya’ya NARGİN

    20. Yüzyılın başlarında tarihin bizim açımızdan dibe vurduğu dönemleri tüylerimizi diken diken olmadan okumak herhalde çok soğukkanlılık gerektirir. Dönemin yazgısına damgasını basan pek çok olayın ne adı konmuş, ne bu olaylara kurban olanların hesabı tutulmuştur. Çekilen acılardan yükselen çığlıklar, Sarıkamış’tan Sibirya’ya Nargin belgesel romanının sayfalarında yazılı olarak görünmek olanağı bulabilmiştir.
    Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük bedeni çökertilirken, kolunu, bacağını, kulağını, yüreğini, ciğerini, kısaca kendini o yapan uzuvlarını bir bir yitirişinin, parçalanışının, yutuluşunun destansı öyküsüdür Nargin’de anlatılanlar.
    Kuzeyde Rus, batıda İngiliz, Fransız ve bunların uşaklarının ortaklaşa yayılmacılığının önündeki Selçuklulardan bu yana en büyük aşılmaz engeli oluşturan Osmanlı Türk İmparatorluğu yakılıp yıkılmalıydı, yutulmalıydı. Bu düşüncenin eyleme geçirilmesi ise eşzamanda gerçekleştirilmeliydi, dört bir yandan işgal edilmeliydi.
    Selçuk Kızıldağ, Romanının asıl kahramanı Alptekin’in gerçek ve eksiksiz öyküsünü, onun tarihsel izlerini sürerek kesintisiz biçimde ortaya koyuyor. Yazar, Nargin romanında süreci, 1880’lı yıllarda kendi halinde yaşayan Kafkasyalı Adigelilerin doğu yönlü Rus yayılmacılığı sonucunda Osmanlı’ya sürgünüyle başlatıyor.
    Tarihi, özellikle de çok belirgin kimi kesitlerini anlatmak, uzun ve yorucu araştırmaları gerektirir. Selçuk Kızıldağ da zaten böyle yapmış. Bu bakımdan Nargin, kendisini hem ilginç hem de önemli kılmış bir belgesel roman.
    Ailesi Çarlık Rusya’sının askerlerince katledilmiş olan Maze, küçük oğlu Guşan, yüzlerce Adigeli bir gemiye doldurularak Anadolu’ya sürgün edilir. Uzun ve çileli yolculuktan sonra yağmurlu, soğuk bir günde, dilini bile bilmediği, kendisine yabancı Bandırma kasabasına iner. Burada yaşadıklarını sandığı akrabaları Suriye’ye göçmüşlerdir. Öz topraklarından koparılmış bu kimsesiz, dul, genç ve güzel kadının çaresizliğini gemide bulunan orta yaşlı, şık görünümlü Bahri Efendi görür. Maze’yi çiftliğinde çalıştırmak ve barındırmak üzere götürür, oğluna da sahip çıkar. Bahri Efendinin yatalak eşi bir süre sonra ölür. Aradan uzun zaman geçer. Maze Hanımla evlenip İzmir’e yerleşirler. Çocukları dünyaya gelir. Mutluluk içinde yaşam sürerler. Guşan’dan olan torunu Alptekin, mülkiyeyi bitirdikten sonra Teşkilat-ı Mahsusa’da çalışır. Sarıkamış Harekâtı sırasında Saidi Nursi’yle birlikte Çarlık Rusya’sının askerlerine esir düşer. Tutsaklık yılları Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’nda ağır koşullar altında geçer. Bir gün kaçmak isterken yakalanır. Yine günlerce işkence görür. Sibirya’ya, ardından İrkutsk’a, oradan da Vladivostok kentine sürülür. Bolşevikler iktidara geldiklerinde anlaşma gereği Türk tutsakları Japon kaptan Çomora’ya teslim ederler. Kaptan, Heymeymoro gemisiyle 1030 Türk tutsağını İstanbul’a getirmek üzere yola çıkar. Yaklaşık 45 gün süren yolculuk Ege Denizi’nin Cunda Adası açıklarında bu kez de Anadolu’yu işgal etmiş Yunanlıların gemiye el koymasıyla yeni bir boyut kazanır. Türkler bir kez daha tutsaktır. Çomora’nın ustalıklı girişimiyle Yunan subay giysisi edinen Alptekin gizlice Anadolu toprağına geçer. Kurtuluş Savaşı’nın son günleri, İzmir yangını, Buyan’la Ermeni kız Talya’nın göz yaşartan aşkları…
    Selçuk Kızıldağ, tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış, gün yüzüne çıkmak olanağı bulamamış kimi olayları roman kurgusu içerisinde okuyucularına sunuyor. Nargin, gerçek yaşanmış olayların acı sahneleriyle doludur. 1880 yılında Osmanlı topraklarına Çerkeslerin sürgünüyle başlayan çılgınlık, binlerce Adigelinin ölümüyle sonuçlanmıştı. İzmir’in Türk-Rum-Ermeni-Levanten karışımlı atmosferi, Teşkilat-ı Mahsusa, Hazar Denizi’ndeki romana adını veren tutsakların bulunduğu Nargin Adası…
    Tarihimizin karanlıkta kalan kimi olaylarını açığa çıkartmak için verilen uğraşılar Nargin’in doğumuna yol açmıştır. Bir sır gibi saklı tutulmuş, aslında unutulmuş 1.Dünya Paylaşım Savaşı’nın gerçekte ‘Osmanlı İmparatorluğu’nu Parçalamak Savaşı’ olduğunu yine tarihin kendisi kanıtlamıştır. İşte bu olaylar dizisinin uzunca bir kesiti, Nargin’de kendisine yer bulabilmiştir. Sarıkamış Harekâtı her nedense uzun yıllar bir bilinmez olarak kalmıştır. Çarlık Rusya’sı askerlerine esir düşen on binlerce Türk’ün Rusya kamplarındaki durumları tarih kitaplarında ne yazık ki yeterince yer alamamıştır. Türkler, yüzyılın başlarındaki tarihleri açısından bilgisiz bırakılmışlardır. Sağ kalabilenlerin çok azı yurtlarına dönebilmişlerdir.
    Yaşanan gerçek kesitler Selçuk Kızıldağ’ın kaleminden Nangin’de bir anlatı efsanesine dönüşüyor. Film sahneleri gibi insanın gözü önüne gelen Osmanlı’nın tarihsel yıkılış süreci, binlerce Türk askerinin de ağır işkenceler altında ölümüyle sonuçlanmıştır. Tarihten silinmekte olan Osmanlı İmparatorluğu doğal olarak tutsaklarına da sahip çıkamamıştır. 1912’den 1920’ye dek cepheye giden her 13 kişiden ancak birisi sağ dönebilmiştir. Bugün üstünde yaşanan toprakların varlığı, o gün yurdu için bütün varını yoğunu, malını, canını ortaya koyan insanlarımızın tarihsel özverisine borçludur. Dünya bir şiddet sahnesi olmayı sürdürdükçe insanlar daha çok acı çekecektir. Günün, geleceğin kuşakları, yurdu için varlık yokluk kavgasına girişmiş atalarını unutmamak sorumluluğundan asla kaçınamazlar.
    Sarıkamış’tan Sibirya’ya NARGİN/Selçuk Kızıldağ/Gerekli Kitap Yayın 272 sayfa.

  6. FikirYolu.com » Blog Arşivi » ERGENEKON SİTESİNDE TÜRK DÜNYASI yorum tarihi 10 Mart, 2008 11:49

    […] 47) CEHENNEM ADASI : NARGİN […]

  7. kayhan yedibela yorum tarihi 9 Aralık, 2008 20:04

    Rusların ve ermenilerin bize yaptıkları soykırım değilde,bizim yaptıklarımıza soykırım diyorlar. Bu fotoğrafları gördükten sonra acaba ne diyecekler.

  8. hayati piyi yorum tarihi 10 Mayıs, 2009 23:51

    hocam bizleri aydinlatiginiz icin ALLAH sizden razi olsun

  9. gökhan yılmaz yorum tarihi 14 Haziran, 2009 18:46

    arkadaşlar yazınızı beyenerek okudum dedelerimiz ne sıkıntılı yıllar geçirmişler.şu an bu rahatlığımızı onlara borçluyuz.onları rahmetle anıyorum.ve diyorum ki dostumuzu düşmanımızı iyi billim bir ermeni yazar öldürüldü.sokağa hepimiz ermeniyiz pankartlarıyla çıktılar ulan ermenilker neler etmiş türk milletine ayrıntılı bir şekilde okuyun bakalım daha dün be yazıklar olsun.

  10. Prof Dr Bingür Sönmez yorum tarihi 21 Ekim, 2009 01:10

    Elinize sağlık,
    tüm şehitlerin ruhları şad olsun.
    İsterseniz adaya yaptığım ziyaret sırasında şehit kemiklerini toplarken çektiğim resimlerden gönderebilirim. Sanırım adaya bu şekilde çıkıp inceleme yapan tek Türk benim. Adayı gördüm diyenlerin tamamı adayı uzaktan görmüştür. Şu anda ada askeri olması nedeni ile çok özel izin ile ziyaret edilebilmekte ve çok dalgalı bir deniz olması nedeni ile de ulaşım zorluğu çekilmektedir.
    Saygılarımla

  11. ÜMİT ÇEKİRGE yorum tarihi 5 Nisan, 2010 14:11

    DEDEM HEP ANLATIRDI O YILLARI…YAŞIM KÜÇÜKTÜ AMA TEYBE SESİNİ KAYDETMEYİ BAŞARMIŞTIM.O ZAMANDAN BERİDE ARAŞTIRIYORDUM.YILLAR SONRA SİZLERİN GÜN IŞIĞINA ÇIKARDIĞINIZ BELGELER BENİ FARKLI YERLERE GÖTÜRDÜ.TEŞEKKÜRLER…
    EVET… DEDEM;HAMİLE EŞİNİ BIRAKIP,SARIKAMIŞ CEPHESİNE GİDEN,ARDINDAN DONMAKTAN KURTULUP,BU SEFERDE RUSLARIN ELİNE ESİR DÜŞÜP,NARGİN ADASINA GETİRİLEN,ORADAN KAÇIP,YÜRÜYEREK BATUM’A GELİP,İNGİLİZLERİN ELİNE DÜŞMEMEK İÇİN YAPTIKLARI SALLA AZGIN KARADENİZDE DALGALARLA BOĞUŞARAK,TRABZON’A GELEN.ATATÜRK’TEN ALDIĞI EMİRLE KUVAY-I MİLLİYE’YE KATILIP,KIRK KATIR YÜKÜ TIBBİ MALZEMEYLE ERZİNCAN ASKERİ HASTANESİNİN İLK ÇADIRLARINI KURAN,SEFERBERLİK NEDENİYLE EŞİNİN VE GÖREMEDİĞİ ÇOCUĞUNUN İZİNİ KAYBEDEN,AMA YILLAR SONRA O ÇOCUĞU TARAFINDAN TESADÜFEN BULUNAN,ASKERLİK ŞUBESİNDE;ÖLÜ KAYDI BULUNDUĞU İÇİN İSTİKLAL MADALYASINA DAHİ LAYIK GÖRÜLMEYEN ENVER PAŞA’NIN AŞÇI MEVLÜT DİYE HİTAP ETTİĞİ BİR GAZİNİN TORUNUYUM.RUHLARI ŞADOLSUN…

  12. Songul OZDEMIR yorum tarihi 8 Eylül, 2011 03:32

    Bingur hocam,

    Arastirmalar yapip ve bu bilgileri bizimle paylastiginiz icin sagolun..
    Atalarimiz ne zalimlikler gormus,ne sartlarda yasama savasi vermisler ve nasil sehid olmuslar. Ruhlari sad olsun. Hepsini saygiyla aniyorum..
    Songul OZDEMIR

  13. Ali kerem çiftçi yorum tarihi 8 Eylül, 2011 03:43

    Hocam tarihe ayna tutuyorsunuz. O yörenin bir insanı olarak tıpkı ermeni soykırım diye batılı güçlerin bilinçli dayatması ile karşı karşıyaken, sizin rus zülmini insanlık dışı olayı ortaya çıkarmanız. İçimizi rahatlatıyor. Yüreğinize sağlık.

  14. MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ yorum tarihi 8 Eylül, 2011 08:24

    TÜRK MİLLETİ BU CENNET VATANIN VATAN OLUŞUNDA MÜBAREK KANLARI BULUNAN ŞEHİTLERİNİ HİÇ BİR ZAMAN UNUTMAMALIDIR. BU KONUDA BÜYÜK BİR ÖZVERİ İLE ÇALIŞAN VE ESERLER ÜRETEN PROF.DR. BİNGÜR SÖNMEZ HOCAMAZININ ÇABALARIDA CİDDEN TAKDİRE ŞAYAN BİR HADİSEDİR. HOCAMA MİNNET VE ŞÜKRANLARIMI ARZ EDİYORUM.

  15. MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ yorum tarihi 8 Eylül, 2011 08:29

    SARIKAMIŞ’TA O GECE
    —————————————
    Dedem anlatıyordu… Ak saçlı Gazi Dedem,

    Sarıkamış’ta gazi, Rusya’da esir dedem…

    ******
    Derdi –‘‘Oğul, Sarıkamış neredir bilir misin…?’

    Ölüm kalım savaşı nicedir bilir misin…?
    ******
    Yıl, Bin Dokuz Yüz On Dört, yirmi iki Aralık,

    Sırtımızda bir yazlık, ayağımızda çarık.
    ******

    Tahin yok… Taam yok… Ot bulsak ot yiyeceğiz.

    Her dudakta bir tevhit… İnandık… Öleceğiz.
    ******
    Yüz yirmi bin Mehmet, yüz yirmi bin çıplak nefer,

    Karşıda Rus askeri, arkada Ermeniler.
    ******
    Acımasız bir kış bu, dünya dondu donacak,

    Ne bilsin Mehmet, bu yer ona, mezar olacak.
    ******
    Kelime-i Şahadet dudaklarda son hece…

    Akıl dondu, fikir dondu, bu nasıl bir gece?
    ******
    O gece sabaha kadar kar, yağdı da yağdı.

    Yüz yirmi bin Mehmet’ten otuz bini ancak sağdı.
    ******
    Sabah ezanı… O gün, bir Harputlu okudu

    Tabiat ilmik ilmik kardan kefen dokudu
    ******
    Kalanlar hep bir ağızdan getirdiler tekbir…

    Kar altında kaldı doksan bin kimsesiz kabir…
    ******
    Bu namaz Meleklerin kıldığı bir namazdı,

    Şehitlik mertebesi, onlarda birer hazdı
    ******

    Kalanlar da sakattı, yarım adam oldular,

    Onlar ki bölük bölük, Rus’a esir oldular.
    ******
    Kangren olmuştu dizim, acımadan kestiler,

    Götürdüler Rusya’ya, orda esir ettiler.
    ******
    İşte o zaman dedim ‘Keşke ben de ölseydim,

    Bunca yıl esareti, yaşayıp görmeseydim.
    ******
    Ne olurdu o gün Mustafa Kemal olaydı,

    Allahü – Ekber dağlarından güneş gibi doğaydı
    ******

    Boş yere demediler oğul, ona Atatürk,

    O büyük asker, o bir dahi, o en büyük Türk…

    ***///***

    MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ – ELAZIĞ

  16. MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ yorum tarihi 8 Eylül, 2011 08:33

    VATAN BAYRAK VE SANCAK
    ———————-
    ———————-
    Vatan, bayrak ve sancak,
    Bu isimlerden üstün…
    Allah ismidir ancak.
    *
    Vatan bayrak ve sancak,
    Bu sevgilerden yüce…
    Allah sevgisi ancak.
    ***
    Mehmet Şükrü Baş – ELAZIĞ

  17. MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ yorum tarihi 8 Eylül, 2011 08:39

    VATAN SEVGİSİ
    *************
    Bu vatan sevgisi var ya, vatan sevgisi,
    Hiçbir şeye benzemiyor.
    Bazen ana oluyor Anadolu’da
    Bazen baba oluyor ata yurdunda.
    ******
    Ah bu vatan sevgisi,
    Hep ileride hep önde,
    Bir bakarsınız bir yetimin,
    Bir bakarsınız şehidimin gözlerinde.
    ******
    Bu vatan sevgisi var ya vatan sevgisi,
    Ana kuzusu gibi, kınalı kuzular,
    Bu yüzden ki, Sakarya’da Çanakkale’de
    Yedi düvele karşı koydular.
    ******
    AH BU VATAN SEVGİSİ
    SEVGİLERİN EN İYİSİ…
    CAN İÇİNDE CAN
    ÖNCE VATAN ÖNCE VATAN.
    ***///***
    MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ – ELAZIĞ

  18. Ersin HAKAN yorum tarihi 8 Eylül, 2011 11:09

    Bingür haocam keşke sizin bu çalışmaları, Bosna, Arnavutluk, Makedonya gibi batı bölgelerini çalışarak Doğu ya da Güney Doğu Anadolu’yu çalışmayı istemeyen Neo-Osmanlı tarihçilere yapsa… Savaşın ne kadar acımasız olduğunun bir kanıtı… Yanlız şunu da belirtmekte yarar var Ruslar bize on-onbeş kişilik kablarda yemek verirken biz kendi askerimize çanakkale de yemen de onu bile veremedik. I. Dünya paylaşım savaşının trajik yani KAfkas Cephesinde Şehit olan askerlerimizin gıda ve kıyafet ve de sağlık sorunları nedeniyle öldüğüdür. Her şeye rağmen Herkese Allah Rahmet etsin… Sarıkamış Dayanışma gurubunun çalışmaları bize ışık tutsun… saygılarımla.

  19. İlhami DEMİRCİ yorum tarihi 8 Eylül, 2011 17:28

    Değerli hocam sizinle iftihar ediyoruz.İnsanların geçmişlerini unuttuğu bir dönemde siz geçmişin izlerini arıyorsunuz.geleceğimize ışık tutacak çalışmmlar ortaya koyuyorsunuz.Umarım sizi anlayanlar sayıca fazladır.Aynı kültür ve bölgenin bir ferdi olarak çalışma ve bilgilerimle yanınızdayım.Rusça terceme ve danışmanlık hizmetinde bulunarak katkı sağlayabilirim.Sarıkamışla ilgili daha birçok bilgi üzerinde çalışmaya başlıyorum.Dün bu adada yapılan baskı ve zulümler bugünde guantanamo vs yerlerde yapılıyor.Çalışma ve şevkinizin artması dileği ile teşekkürlerimi sunarım.Selamlar

  20. İlhami DEMİRCİ yorum tarihi 8 Eylül, 2011 17:32

    Hocam eski bir şiirimi yolluyorum.Selamlar
    SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ
    Şubat ayının soğuk gecesi
    Pusu kurar dağlarında zemheri
    Alır ellerden
    Saklar bağrında
    Doksan bini.

    Acı bir ıslık çalar
    Canları süpürür nefesi
    İklim vahşileşir,
    Bu kanlı gecede karlara düşer
    Bir cemre olur
    Eritir buzdan dağları
    Mehmedimin nefesi.

    Dünyaya sığmayan Mehmedim
    Bin iken bir olur o an
    Açar kardelenler
    Bir hayatı,
    Bir sevdayı müjdeler.

    Kefenin kandır Mehmedim
    Yorganınsa kar
    Okşar Melekler
    Güler Peygamber
    Uçan bir kuşsun Mehmedim
    Açan bir gülsün
    Sonsuza kadar.

    İlhami DEMİRCİ
    Sarıkamış

  21. emre ışıkcı yorum tarihi 8 Eylül, 2011 23:49

    hocam yaptıgınız arastırmalar genclıyımızı ve geleceyımızı aydınlatıyor bu yuzden cok tesekkur ederı ellerınızden operım ecdadımız sızınle gurur duyuyor

  22. Hasan İzzet Altınanıt yorum tarihi 9 Eylül, 2011 09:34

    bugüne kadar niye sustuk veya nıye susturulduk?. Olaylara bu kadar tepki niye yoktu?Niye aldatılmalara, yalanlara karşı baş kaldırış yoktu? niye hakkı aramak yoktu? Anlamış değilim.
    Bunların hepsini SEN yaptın, SEN yaptırdın, SARIKAMIŞ’ın doğrularını öğrettin sağolasın Bingür Sönmez Hoca.
    Hasan İzzet Altınanıt

  23. MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ yorum tarihi 16 Ocak, 2012 13:15

    HASBİHÂL MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
    [email protected]

    TORUNUMLA HASBİHÂL
    ASIM’IN NESLİ İLE AGOP’UN NESLİ

    İlköğretim dördüncü sınıftaki torunumla birlikte kahvaltı sofrasındayız. Torunum “Dedeciğim Robin Hood bir kahraman mıdır? Değince boğazımdaki lokmanın düğümlendiğini hissettim.
    Bir an durakladım…
    Tarihime bir göz attım!..
    Lise öğrencisi iken okuldan kaçarak Çanakkale’ye giden kınalı kuzularımı ve bunlara “Ben size ölmeyi emrediyorum” diyen cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, çağ açıp kapayan Fatih Sultan Mehmet Han’ı ve onların silah arkadaşlarını hatırladım.
    215 Okkalık son mermiyi tek başına omuzlayarak namluya süren ve “Ya Allah Bismillah” diyerek yaratanın aşkıyla fitili ateşleyerek İngiliz’lerin en büyük savaş gemisini Çanakkale boğazının serin sularına gömen Seyit Onbaşı’yı hatırladım…
    Elinde lokması ile sorduğu suale cevap bekleyen torunumun pür dikkat bana baktığını görünce:
    “Tarihinde Fatih Sultan Mehmet gibi, Yavuz sultan Selim gibi, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk gibi, Seyit Onbaşı gibi, kınalı kuzular gibi kahramanları olmayanlar Robin Hood gibi haydutları kahraman yaparlar” cevabını verdim. Çünkü Robin İngiliz Halk hikâyelerinde yer alan bir hayduttur. Dedim.
    ***
    Torunum adeta nefes almadan beni diliyordu…
    Devam ettim:
    “Bak yavrum” dedim. “Ne yazık ki bizdeki batı hayranları “ASIM’IN NESLİ” olma yerine “AGOP’UN NESLİ” olmalarını tercih etmekte zaman zaman meydanlara ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ sloganları ile çıkmaktadırlar. Bununla da yetinmeyip şanlı tarihimizin yetiştirdiği kahramanlarımıza soykırım ve katliam yaptıkları iftirasını atmakta, onların aziz ruhlarını incitmektedirler. Daha da ileri gidip şanlı tarihime dil uzatmaktalar. İşte bunlar Asım’ın nesli olmaktan uzak bir nesil”… diyecektim ki torunum “Dede ne demek Asım’ın nesli…?” deyince elimde titreyen çay bardağını masaya koydum ve….
    ***
    Dinle oğul dedim!..
    “Yıl 1915, aylardan Ocak. Yer Çanakkale.
    Denizde sayısız İngiliz ve Fransız filosu, karşıda İtilaf Devletlerinin, bir ulusu tarihten silmek, can damarı olan boğazlarını ele geçirmek adına bir araya gelmiş yarım milyondan fazla askeri gücü. Akif’in dediği gibi hayâsız bir akın, hayâsız bir ordu. Ve hayâsız bir savaş. O dönemin en modern silahı ile donatılmış savaş gemileri. Ve bu gemiler içerisinde her milletten, her devletten bir araya gelmiş haçlı askerleri. Söz konusu bu gemiler o dönemin en büyük savaş gemileri en son silah ve mühimmatla donatılmış. Güvertesinde İki taraflı mübarek toprağımıza çevrili ateş kusan, kan kusan, ölüm kusan topları.
    ***
    Karşı cephede sabah üzüm hoşafı öğlen yok akşam yine şekersiz üzüm hoşafı ve elinde çakaralmaz tüfeği ile üste yok, başta yok. Yokluklar içerisinde on beş – on yedi yaşlarında lise öğrencileri kınalı kuzulardan meydana gelmiş bir nesil. Akif’in dediği “Asım’ın nesli….”

    Asım’ın nesli… Diyordum ya… Nesilmiş gerçek:
    İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
    Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar…
    O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,

    Asım’ın nesli “Çanakkale Geçilmez” dedi ve Çanakkale geçilmedi. Baba ocağından, Ana kucağından, yar kucağından cepheye koşan 253 bin kınalı kuzudan hiç birisi geri dönmedi. Hepsi Şahadet şerbetini içti böylelikle Çanakkale geçilmedi….”
    İşte devasa bir güce, koca bir Haçlı ordusuna Çanakkale’yi geçirtmeyenler ASIMIN NESİLLERİ idi.
    Hiç merak etme oğul bu neslin mübarek ruhu bu cennet vatanı ilelebet koruyacaktır. Çanakkale Ruhu dünya durdukça duracaktır dedim.
    Torunum iskemlesini bana doğru çekti ve “Dede onlar ne mübarek ne kahraman bir nesilmiş” cevabını verdi.
    Rahmet olsun o mübarek ve kahraman nesillere, ruhları şad, mekânları cennet olsun.
    ***///***
    Mehmet Şükrü Baş 09 Ocak 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi ile Malatya Hakimiyet Gazetesi

  24. MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ yorum tarihi 16 Ocak, 2012 13:20

    HASBİHÂL MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
    [email protected]

    SARIKAMIŞ’TA O GECE – IV-
    (Yıldönümü Sebebiyle)

    Tarih 11 Aralık 2011…
    Yıllar sonra, bir gece yarısı lapa lapa yağan bir kar görüyoruz.
    Dışarıda eksilerde seyreden soğuk bir hava… Odamın kapısı açılıyor ve ilköğretim dördüncü sınıfında okuyan torunum Metehan odama giriyor. Belli ki böylesine pelte pelte yağan bir kar yağışını ilk defa görüyor. Birlikte pencereye yöneliyor, dışarıya bakıyoruz.
    Torunum sıcak odamızdan yağan karı seyrederken dışarıdaki soğuk havayı tahmin etmiş olacak ki;
    — Dede dışarıda kalsak donar mıyız? diye bir soru soruyor.
    Pencereden dışarı şiddetini gittikçe artıran kara bakıyorum; ama hiç gitmediğim, görmediğim SARIKAMIŞ’I görür gibi oluyorum. Sanki sıcacık odamda değil de 22 Aralık 1914 senesinin o talihsiz gecesini, “SARIKAMIŞ’TA O GECE”Yİ yaşıyorum.
    Dedemi hatırlıyorum, cennetmekân gazi dedemi. Ömrünün dokuz senesini serhatlarda vatan hizmetinde geçirmiş topal kalmış dedemi.
    Torunum sorusunu yeniliyor, beni de daldığım bu rüyadan uyandırıyordu. Bu kez cevap veriyorum torunumun sorduğu soruya:
    — “Evet, yavrum, donarız.” diyorum.
    Sıkı sıkıya sarılıyorum torunuma. Onu üşütmemeye çalışıyorum sıcacık odamda. O geceyi yaşamış gibi, görmüş gibi başlıyorum anlatmaya.
    ***
    Gayri ihtiyari dedemin bana hitap ettiği gibi ben de torunuma “oğul” diye hitap ediyorum ve o geceyi yani 22 Aralık 1914 yılının o kâbus dolu gecesini dilim döndükçe anlatmaya çalışıyorum. Torunumun adeta nefes almadan beni dinlediğini görünce doksan bin Mehmet’in, doksan bin çıplak neferin düşmana tetik çekmeden nasıl kara kışa yenildiğini, o gece sabaha kadar yağan o amansız karın, o gecenin sabahında bu şühedalara nasıl beyazdan bir kefenlik oluşturduğunu anlatıyorum.

    Kelime-i Şahadet dudaklarda son hece…
    Akıl dondu, fikir dondu, bu nasıl bir gece? *
    O gece sabaha kadar kar, yağdı da yağdı.
    Yüz yirmi bin Mehmet’ten otuz bini ancak sağdı.
    *
    İşte o gün ezanı bir Harputlu okudu,
    Tabiat ilmik ilmik, kardan kefen dokudu.
    *
    Bir ara dudaklarımın titrediğini hissettim. Torunuma baktım o da kollarımın arasında adeta o gecenin soğuğunu yaşamış gibi ısınmaya çalışıyordu. Oysa evimiz kaloriferli, odamız sıcaktı; ama biz üşüyorduk. Çünkü biz üç kuşak “SARIKAMIŞ’TA O GECE”Yİ yaşıyorduk.
    ***
    Dedem anlatıyordu, ak saçlı gazi dedem,
    Sarıkamış’ta gazi, Rusya’da esir dedem…
    ***
    Derdi –‘‘Oğul, Sarıkamış neredir bilir misin?
    Ölüm kalım savaşı nicedir, bilir misin?”
    ***
    Yıl, bin dokuz yüz on dört, yirmi iki Aralık,
    Sırtımızda bir yazlık, ayağımızda çarık…
    ***
    Tahin yok… Taam yok… Ot bulsak ot yiyeceğiz.
    Her dudakta bir tevhid… İnandık… Öleceğiz.
    ***
    Yüz yirmi bin Mehmet, yüz yirmi bin çıplak nefer,
    Karşıda Rus askeri, arkada Ermeniler…
    ***
    Acımasız bir kış bu, dünya dondu donacak,
    Ne bilsin Mehmet, bu yer ona mezar olacak.
    ***
    Kelime-i Şahadet dudaklarda son hece…
    Akıl dondu, fikir dondu, bu nasıl bir gece?
    ***
    O gece sabaha kadar kar, yağdı da yağdı.
    Yüz yirmi bin Mehmet’ten otuz bini ancak sağdı.
    ***
    Sabah ezanını o gün bir Harputlu okudu,
    Tabiat ilmik ilmik, kardan kefen dokudu.
    ***
    Kalanlar hep bir ağızdan getirdiler tekbir,
    Kar altında kaldı doksan bin kimsesiz kabir…
    ***
    Bu namaz meleklerin kıldığı bir namazdı,
    Şehitlik mertebesi, onlarda birer hazdı.
    ***
    Kalanlar da sakattı, yarım adam oldular,
    Onlar ki bölük bölük, Rus’a esir oldular.
    ***
    Kangren olmuştu dizim, acımadan kestiler,
    Götürdüler Rusya’ya, orda esir ettiler.
    ***
    İşte o zaman dedim ‘Keşke ben de ölseydim,
    Bunca yıl esareti, yaşayıp görmeseydim.
    ***
    Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale’de sayıları iki yüz elli üç bini bulan daha on altı-on yedi yaşlarındaki kınalı kuzulara “Ben size ölmeyi emrediyorum!” dediğinde Sarıkamış’ta hiç tetik çekmeden donarak şehit olan şühedalar sayesinde vatanın kurtulduğunu ve o ruhun Çanakkale ruhu ile bütünleşerek destanlar yazdıracağını biliyordu.
    İşte bu bilgi ışığında doğan Çanakkale ruhu Sakarya’yı, Dumlupınar’ı ve Sarıkamış’ı bütün gerçeği ile bir bütün olarak anlatıyordu. Bu anlatım Türk’ün yeniden var oluşunun gerçek bir özeti idi.
    İşte bu gerçek, yedi düvel tarafından kuşatılmış bulunan Çanakkale’yi geçilmez kılan gerçekti. Tarihlerin yalan söylemediği ise, bu realitenin içerisinde gizliydi.
    Rahmet olsun Çanakkale’yi geçilmez kılanlara…
    Rahmet olsun Sarıkamış’ta ruhları ile savaşanlara…
    Mekânları cennet, kabirleri nurla dolsun.
    ***///***
    MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ ELAZIĞ NURHAK GAZETESİ

  25. Yılmaz Karahan yorum tarihi 24 Ağustos, 2014 23:41
  26. Yılmaz Karahan yorum tarihi 25 Ağustos, 2014 12:06
  27. lahika yorum tarihi 27 Ağustos, 2018 11:23

    BİN YILDIZLI OTELDE BİR SAAT
    Selam dünyanın şahanesi,
    Rüyaların en güzel durağı, en güzel bahanesi…
    Rüzgârında savrulurken, Hazar denizine düşerek sönen…
    Işık cümbüşlerinde alev topuna dönmüş sevdaların şehri…
    Bakü… Biliyor musun? Duyuyor musun beni?
    Yılları beni eskiciye satarken yakaladım bu sabah…
    Kırık bir aynanın kirlenmiş, puslanmış camında…
    Kış güneşi dökerken sonbahar yapraklarımı…
    İlkyaz kokan saçlarımı yoluyordu kader…
    Şirvan Şahlar sarayında İstanbul kokan bir oda istemiyorum senden…
    Yâda İstanbul’daki kız kulesiyle seninkini değiş tokuş yapmak…
    Çok şey değil ki istediğim…
    Zaten benim hiç olmadı öyle büyük düşlerim…
    Sadece Hazar denizine nazır bir otel düşledim…
    Şöyle bin yıldızlısından sadece bir saatliğine…
    Bir küçük tatil… Bir küçücük mola…
    Ömrümde bir kere… Bir küçücük müsaade…
    Sonra bırakırım sana, ne istersen yap ister yık, ister yak…
    Benden sana miras…
    Ya da bin bir gece masallarına kat…
    Yüreğimden sürgün sevdalarımı ağırlamak istiyorum…
    Son kez görmek bu gece… Yâd etmek anıları…
    Sonra uğurlamak istiyorum onları yeniden sonsuza…
    Hazar Liman’ından bir bir son vapurla…
    O meşhur dönülmeyen yola…
    Veda makamında… Sahilden yükselen bir müzikle…
    Küçük bir törenle ve el sallayarak, sessizce…
    LEYLA ŞAHİN.

Yorum yap