525) PAX’LAR

Yayin Tarihi 25 Aralık, 2010 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

PAX’LAR

Lâtince “pax” barış demek, Kadim Roma mitolojisinde Barış Tanrıçası, Yunan’daki Eirene eşdeğeri…

image00120.jpg 

Tarih boyunca büyük imparatorlukların dirlik ve birliklerini korumak, yâni içlerindeki ve istilâları yâhut nüfuz alanları arasındaki bölgelerdeki dengeleri ve sûlhu korumak için pek çok strateji kullandıklarına bir bakalım…

Pax Romana (MÖ 27-MS 180), yâni Roma Barışı… Roma yönetimi ve Roma Hukuk Sistemi altında, aralarında kavga eden rakip liderlerin ve eyâletlerin, bâzen de çok sert bir şekilde barıştırılmasından neş’et etmiştir. “Pax Romana’yı” da, tabiatıyla Augustus Caesar tesis eder.

image0028.jpg

Roma İmparatorluğu

Pax Ottomana ise bizimki, 1500 – 1700 arası hükmetmişiz “Osmanlı Barışı” ile… Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerindeki dünyanın diğer bölgelerine nazaran istikrarı ve barışı tanımlamak için kullanılan bu tâbir, tabii ki Pax Romana’dan türetilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. Yüzyıl’larda, bütün Balkanlar’ıOrtadoğu’nun büyük bölümünü, Kuzey Afrika’yı ve Kafkaslar’ı kapsar. Osmanlı yönetiminin ayrılmasıyla birlikte, özellikle Dünya Savaşları’nın ardından, son olarak da Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra bu bölgeler toplumsal, ekonomik ve politik bir takım istikrarsızlıklar yaşadılar. Bu sebeple, birçok modern Türk tarihçisi, Osmanlı İmparatorluğu dönemine bir bakış açısı olarak, bu ülkeler üzerinde var olduğu düşünülen Osmanlı Yönetimi’ne âit olumlu etkilerinin altını çizmek için bu terimi tercih ederler.

image0034.jpg

image0041.jpg

Çöküş Dönemi

Pax Britannica (İngiliz Barışı), 1815 Waterloo Savaşı’ndan sonraki İngiliz emperyalizminden denizaşırı İngiliz yayılması kadar giden döneme atfedilir ve bu dönemde Avrupa’da teşekkül eden izâfî barış ve Büyük Britanya İmparatorluğu’nun önemli deniz ticaret yollarını kontrol etmesini ve karşı konulamayan deniz gücünün keyfini çıkarmasını ihtiva eder. İngiltere denizaşırı ticarete hâkimdi ve gayri resmî sömürgecilik stratejisi olarak, Çin gibi piyasaları doğrudan sömürge yönetimi kurmadan kontrol ediyordu. İngiliz Ordusu’nun global üstünlüğü ve ticarî egemenliği, Avrupa’da güçlü millî devletlerin eksikliği ve İngiliz Kraliyet Donanması’nın bütün dünya okyanusları ve denizlerinde bulunmasıyla garanti altına alınmıştı. 1905’te Kraliyet Donanması dünyada birleşmiş herhangi iki donanmadan daha üstündü. Bu, korsanlık ve köle ticaretini durdurmaya yardım ediyordu. İngiltere aynı zamanda denizlerin ötesine gitti ve cihanşümûl posta sistemini kurdu ve geliştirdi.

Pax Britannica, Viyana Kongresi’nde tesis edilen kıtasal düzenin bozulması ve Fransa-Prusya Hârbi’nin ardından İtalya’da ve Almanya’da yeni millî devletlerin kurulması neticesinde zayıfladı. Almanya ve ABG’nin endüstrileşmesi de aynı zamanda 1870’lerin ardından İngiliz endüstriyel üstünlüğünün zayıflamasına katkıda bulundu. 1. Dünya Hârbi ise Pax Britannica’nın sonu getirdi ve kesinlikle dönemin sonu oldu.

Artık, haydutların ve kaatillerin torunlarının kurduğu Pax Americana dönemi başlıyordu… 2. Dünya Savaşı’nın ardından 1945’ten günümüze kadar Batı dünyasında süregelen ve ABG’nin dünyanın en büyük askerî ve diplomatik gücü olduğu döneme rastlayan görece barış dönemini tanımlamak için kullanılmaya başlanır bu terim ve ABG’ye İngiliz İmparatorluğu’nun ardından askerî ve diplomatik olarak modern zamanların Roma İmparatorluğu rolünü yükler.

image005.jpg

Hani, Roma reenkarne oluyor!

ABG sık sık 1. Dünya Savaşı’nda ve öncesinde Pax Britannica’nın çözülmesini takip eden dönemde içe dönük izolasyoncu politikalarına bağlı olarak sorumluluk almadığı için eleştirilir. Bu dönem boyunca, büyük Batılı devletlerin kendi aralarında herhangi bir silâhlı çatışma çıkmadı ve nükleer silâhlar, ABG ve bütün müttefikleri değişik bölgesel savaşlarla kuşatılmış olsa da (Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Falkland Savaşı (İngiltere), Afganistan Savaşı ve Irak Savaşı gibi) hiç kullanılmadı ve casusluk ve çeşitli bölgelerde gizli harekâtlarla korundu.

Pax Americana “ABG Dış Politikası’nı” desteklemek için de, eleştirmek için de her iki tarafça kullanılır ve bu sıfatla, duruma göre farklı yan anlamlar taşır. Meselâ, “Yeni Muhafazakâr” (Neocon) düşünce kuruluşuna âit Eylül 2000 tarihli “Yeni Amerikan Yüzyılı projesi” adlı rapordakiAmerika’nın Savunmasının Yeniden İnşaası belgesinde sık sık göze çarptı ama aynı zamanda Amerikan egemenliğini tanımlanmasında ve “işlevsel ve ilkesel emperyalist süper güç” olarak eleştirilmesinde de kullanıldı. Pax AmericanaPax Romana’daki döneme benzer. Her iki durumda da barış dönemleri “izâfî barış” dönemleridir. Her iki “barış” sırasında da savaşlar oldu ama medeniyet için hâlâ elverişli zamanlardı. Bu dönemde ve barışın diğer dönemleri için şunu belirtmek lazım ki, bahsedilen barış tam anlamıyla asla bir barış değildir. Barışla kastettikleri tek şey askerî, ziraî, ticarî ve üretimsel gelişmelerdir.

İngiliz egemenliği sırasında ABGİngiltere ile aralarında “özel ilişki” olarak bilinen sıkı bağlar geliştirdi. İki millet arasında bir çok ortak payda (lisan ve tarih gibi) onları müttefikliğe sevk etti; meselâ Amerikan İç Hârbi aslında “İyi İngiliz’le Kötü İngiliz’in” mücadelesidir, “İyi” olan da -tabii ki- kazanandırPax Americana’nın kısmen çöken Pax Britannica’nın parçalarından yapıldığı âşikârdır. Yıllar boyunca, her ikisi de Kuzey Amerika, Ortadoğu ve Asya ülkelerinde faâldiler. Hâlen de dünyanın “öteki” tarafına tepeden bakarak, “aynı kaba işeyip dururlar”.

ABG’nin uzun izolasyoncu tarihi sâdece büyük şoklardan sonra, İspanyol-Amerikan SavaşıI. Dünya SavaşıII. Dünya SavaşıSoğuk Savaş ve devlet olmayan aktörlerle soğuk savaş sonrası çeşitli çatışmalarla ilişkili olarak azalmıştır. Bir eleştiri olarak Howard Zinn ve Noam ChomskyABG’nin süper güçlü statüsüne dayanarak sözde-Emperyalist rolünü kendi kendine aradığını veya bulduğunu tartışırlar. Her halükârda “izolasyoncu” terimi bu bağlamda küresel arenada uygulanır; ABG, Batı Yarımküre’ye olan saygısından dolayı onun etki alanında kalarak ve dünyanın bu bölgesindeki çatışmalarda arada kalarak asla izolasyoncu olmamıştır!

19. Yüzyıl sonlarında emperyalist ve izolasyoncu gruplar arasındaki ateşli müzakereler yapıldı. O zamanlar emperyalist grupların en gözde ülkeleri ABG kontrolündeki Hawaii ve Filipinler’di. O zamanlar “emperyal” destekçileri için olumlu, muhalifleri içinse olumsuz bir anlam içerirdi.Theodore Roosevelt, 1901’de William McKinley’nin garip bir şekilde öldürülmesinden sonra Başkanlığa geldiğinde, McKinley’in izolasyon taraftarı ABG politikasını küresel dış müdahaleye eksenine doğru hızlandırdıErmeni’lere bağımsızlık sözü veren de oydu!

ABG, artık saldırganlığa ve her türlü ahlâksızlığa tevessül edecekti ve bunun bilimsel bir alt-yapısının da teşkili icap ediyordu; yoksa oraya buraya “demokrasi” götürmelerinin kılıfını nasıl bulacaklardı?

***

İşte, bu noktada Ezelî Profesör Rudolph. J. Rummel’i bir hatırlayalım: http://www.keremdoksat.com/2010/08/24/demosid-politisid-ve-hakiki-demokrasi/Demokrasi için Eflatun (Platon) ve Aristo ne demiş, o ne demiş, bu ne demiş, meritokrasiymiş, klerikalizmmiş, avamın havâsı yönetmesi miymiş, Aysun Kayacı’nın oyuyla köydeki çobanınki bir miymiş? Tartışıp duruyoruz… MÖ 4. yüzyılda yaşayan ikiliden, asil bir âileden gelen Eflatun, Yunanistan’ın kuzey kesiminden olan Aristo’nun hocasıydı… En büyük eseri olarak kabul edilen Devlet’te ideâl bir toplum portresi sunmuştu. Sokrates, yazılı bir kaynak bırakmamıştı. Demokrasi de aldı başını gitti… Ne olduğu belirsiz bir şey oldu!

Sosyal Demokratlar, Liberal Demokratlar, Komünist Demokratlar, Dindar Demokratlar… Mefhum-ı muhalif hâttâ oksimoron hâlini aldı kavram, tebahhur etti! 1795’te Kant bile doğrudan demokrasi fikrine ciddi bir şekilde hücum ederek, bunu aynen Aysun Kayacı’nınki gibi bir avam despotizmine dönüşmemesinin imkânsızlığını vurgulamıştır!

Gene de, hiç biri de Eflatun’un ütopik Filozof Krallar Yönetimi’ni aşamamıştır…

Bir yandan dünyaya demokrasi götüren ABG ve DDD, öbür yana memleketimizde cereyan eden acâyip süreç… Yaptıklarını “haklı ve hukuka uygun” görüyorlar! Kimse de bir şey diyemiyor!

Nereden çıktı bu yâhu?

Bakalım…

1932 doğumlu Rudolph Joseph Rummel diye bir zât-ı muhterem var. Hawaii Üniversitesi’nde politik bilim konusunda “emeritus profesör”, yâni dâima şerefle profesör kalacak önemde bir âlim… Almadığı bir tek Nobel ödülü kalmış! 24 kitap, yüzlerce makale kaleme almış. İtirazlara hiç kulak asmamış! Bütün kariyerini dünya tarihindeki vahşet, savaş suçları, jenosit (soykırım) vak’alarını tetkike adamış.

Akabinde de bir kavram icat etmiş: Demosid (democide)Demosid, bir kişinin veya kişilerin bir devlet yâhut hükûmet tarafından genoside,politiside ve / veya katliama mâruz bırakılması demek. Bunun katilden (homisid) farkı, kaatilin nedamet getirmesine ve pişmanlık duyabilmesine mukabil, demosidde sâdece katil değil, temerküz kamplarında insanlara fenâlık etme, tıbbî deneylerde kullanma, ırza geçme, zorla çalıştırma ve kolayca ölmelerine zemin hazırlamanın da yer alması… Ezelî Profesör Rudolph Joseph Rummel hükûmetlerin yol açtığı 8000 raporu tetkik etmiş ve son asırda demoside bağlı 262 milyon ölüm mağdurunun mukabilinde, hükûmetlerin (devletlerin) elinde çalışan insanların hârplerdeki vefat oranının bunun altı misli olduğunu görmüş. Bir bakmış ki 1937 ilâ 1945 arasında Japonlar 3.000.000 ilâ 10.000.000, pek muhtemelen 6.000.000 kişiyi Çinli, Endonezyalı, Koreli, Filipino ve İndoçinli demeden kâtletmişler. Ezelî Profesör Rudolph Joseph RummelLiberal Demokrasi’nin yılmaz bir müdâfii ve bir ülkenin diğerini sırf diktatörlük amacıyla istilâ etmesine tamamen muhalif! Sağcı diktatörlükleri de, komünizmi de, kolonializmi de bu nokta-i nazardan acımasızca eleştiriyor.

ABG’nin Filipinler’de2. Dünya Hârbi’nde yaptıklarına çok kızıyor ve Woodrow Wilson’a da domestik tiran diyor. Hâl-i hazırda Irak’ta teröre karşı yürütülen hârbi ise gönülden destekliyor. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı hâricindeki devletlerarası organizasyonlarla barış, insan güvenliği, insan hakları ve demokrasi için müdahale edilmesinin elzem olduğuna inanıyor ve buna Demokrasi İttifakı diyor. Başkan Barack Obama’yı da küresel ısınmayı kullanarak, insanları kandırarak güç peşinde olmakla suçluyor! Liberal Demokrat Ezelî Profesör Rudolph Joseph Rummel’ın temel paradigması ve inancı ise Demokratik Barış Teorisi, gerçek demokrasilerin asla birbirleriyle hârp etmeyeceğine yürekten inanıyor…

“Peki, neden demokratik ülkeler de savaşıyor” diye itiraz edildiğinde de “onlar hakiki Liberal Demokrasiler değil; konuşma, din ve organizasyon hürriyeti, hükûmetin vatandaşlarına eşit haklar temin ve tesis ettiği memurlar olduğu ülkeler en hakiki demokrattır” diye cevabı bastırıveriyor.

Bir de http://www.keremdoksat.com/2010/08/25/rummel%e2%80%99e-devam/ ve yazdıklarım: Bakınhttp://www.orthodoxytoday.org/articles4/RummelKorea.php adresinde kendi orijinal makalesi mevcut. Kore’yi mercek altına almış ve politisid(politicide) kavramını da bir hükûmet (devlet) tarafından politik sebeplerle bir kişinin veya kişilerin öldürülmesi (fiilen, işlevsel olarak veya karmaşığı) demek… Silivri’de senelerdir yapılan şeyin uluslararası nomenklatürdeki adı da “politisid” oluyor bu durumda.

Meğer Ezelî Profesör Rudolph. J. Rummel şu bize dayatılan Ermeni Soykırımı’nı da tasdik ve teyit etmişmiş ve “The Ataturk democide 1919-23, The Pontian genocide…”: İyi de, http://www.tallarmeniantale.com/GS-rummel.htm mekânında da yazıldığı gibi, 2.1 milyon Ermeni katledildiyse, hayatta kalan Ermeni sayısının 0 (sıfır) olduğu çıkıyor bundan! Yâni Ezelî Profesör Rudolph. J. Rummel Turkophobia’yehizmetle diyor ki, Osmanlı ve Atatürk döneminde karıncaların bile suyunu kırmışız biz!

image006.jpg 

Ezelî Profesör Rudolph. J. Rummel’in çok daha ilginç görüşleri de var;http://www.capitalismmagazine.com/culture/education/academia/4766-Are-Academic-Elites-Communists.html adresinden neler öğreniyoruz neler! 20. Asır’da kendi devletlerince katledilenlerin sayısı muazzam: 170 milyon! 1917 ilâ 1991 arasında SSCB’de 62 milyon kişi öldürülmüş. Mao Zedung rejiminde 35.236 milyondan fazla Çinli ebediyete intikal etmiş. Hitler’in Naziler’i de 2 milyon canı almışlar. ABG’nin solcu elit akademisyenleri ve onların uzantıları da aslında anti-anti-komünistlermiş!

***

Bunları özetle hatırladıktan sonra, Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaptıklarını fazla uzatmadan gözden geçirelim:

Her iki Dünya Hârbi’ni de ABG ve DDD çıkarmıştır. Sonuçta da İsrail kurulmuştur (bunun kararının alındığı yer de, Gülümüz’ün ödül aldığı Chatnam House Teşkilâtı’dır).

-Neredeyse bir folie a nation hâlinde inandıkları Vaat Edilmiş Topraklar’ı ele geçirmek için İsrail Hükûmeti 2013’ten önce bu işi “bitirmeye” karar vermişlerdir.

Bunun için de en uygun piyonları, Kürt’leri kullanmaktadırlarAB ile de tam bir akomodasyon içerisindedirler çünkü Yahudi’lerin ABG ve DDD’deki asla inkâr edilemeyecek maddî ve yaptırımcı gücünün faâlleşmesi için onlara ihtiyaç vardırKürt Yahudisi Barzani’nin işin başına geçivermesi gâyet plânlıdır.

-Tamamen bir ABG Projesi olan AKP de, diğer bütün partiler de ABG’den icâzetle hareket etmektedirler

-30 sene zarfında sırf Türkiye’de 20 milyonu bulan, tamamen feodal, câhil ve antisosyal kültürle bezenmiş Kürtler aslında 2020 civarında çoğunluk hâline gelecekken, alelacele çift lisan, iki bayrak ve nihâyetinde BOP’la, yâni Büyük Yahudi Kürdistanı ile birleşmek için muazzam bir atağa geçtiler

AKP’liler dahi korkuyor, çünkü bu dönemde çıkacak ve artık örtbas edilemeyecek bir iç savaş durumunda, pasifize etmek için yapmadıkları operasyon kalmayan TSK’nın ölüsü dahi dirilir, bir kere halk sokaklara dökülürse ne Fethullahçı polisler, ne de PKK militanları onları durdurabilir! Emâreler kabak gibi ortada…

-Buralara nükleer bomba da atamazlar, çünkü o takdirde ne İsrail kalır ne de BOP!

image007.jpg 

image008.jpg

-Bütün dünyada kültürel veya fiilen sürdürülen Türk soykırımını en azından Türkiye’de şimdilik beceremezler.

   Bu aralar KKTC’ye çok dikkat!

      Şimdilik bu kadar!

         Gerisi kısa bir aradan sonra…

Mehmet Kerem Doksat – İstinye – 21 Aralık 2010 Salı

Kaynak: http://www.keremdoksat.com/2010/12/21/pax%E2%80%99lar/

Paylaş:

Yorumlar

“525) PAX’LAR” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. ahmet şakir vurucu yorum tarihi 25 Aralık, 2010 13:44

    Kürtler denen topluluklar şu an 11 milyon civarında ve hiç bir zaman da çoğunluk haline gelemeyecekler. Eğer Türkler hiç durmadan azalırsa ve kürtlerde tam tersi durmadan çoğalırsa 2080 yılında falan nüfus olarak belki öne geçebilirler. Buna gözden kaçırmayın ve kürtçü hainlerin asılsız iddialarını yem gibi yutmayın…

Yorum yap