98) YUSUF AKÇURA
Yayin Tarihi 10 Mart, 2015
Kategori KAHRAMANLAR VE BİLGİNLER
YUSUF AKÇURA
————————————————————-
YUSUF AKÇURA’NIN HAYATI
Yusuf Akçura, 1876 yılında Volga kıyısında bulunan Simbir şehrinde dünyaya geldi. Babası Hasan Beye ait çuha fabrikaları Rus ordusuna kaputluk kumaş imal ettiğinden varlıklı bir aileye mensup idi. Yusuf, çocuk yaşta babasını kaybetti. Bu yüzden fabrikaların ağır yükü annesinin omuzlarına yüklendi. Yusuf, altı yaşındayken annesi kızakla kaza geçirince yatalak oldu. Doktorların tavsiyesi ile 1883 yılında annesi ile birlikte Odesa üzerinden İstanbul’ a geldiler.!
İlk okulu ve bunun ardından ” Askeri Rüşdiye”yi bitirdikten sonra Pangaltı’ndaki Harbiye Mektebi’ne yazılan Akçura, 1897 yılında Kurbay Subay oldu. Jön Türklerle ilişkileri yüzünden tutuklanıp Harp Divanının kararı ile askerlikle ilişkisi kesilerek Fizan’ a sürüldü. Ancak bir süre sonra Trablusgarp’ta rütbeleri geri verilerek göreve başladı. Bir yıl aradan sonra, 1899’da kaçarak Fransa’ya yerleşti. Yusuf Akçura ve arkadaşı Ahmet Ferit, birlikte Paris’e geldikten sonra “Serbest Ulfimu Siyasiye Mektebi”ne kaydoldular. Her ikisi de burada ünlü tarihçi Albert Sarel ve Emil Bautmey’den ders alarak batı kültürünü de yakından inceleme imkanı buldular. Yusuf Akçura, bitirme tezi olarak hazırladığı “Osmanlı İmparatorluğu Müesseselerinin Tarihine Ait Bir Tecri.fue” adlı çalışmasıyla 1903 tarihinde üçüncülükle bu okuldan mezun oldu.3
Öğrenimini tamamladıktan sonra Kazan’a amcasının yanına giderek, burada Muhammediye Medresesi ‘nde tarih edebiyatı derslerinde öğretmenlik yaptı. 1905 Rus Parlamentosunda Duma’nın kurulması üzerine, Türklerin burada nüfusları oranında temsil edilmesi için çalışmalar yaptı. Türk ileri gelenleri ile temas kurarak, “Rusya Müslümanları İttifakı” adlı siyası bir partinin kurulmasına öncülük etti. Daha sonra bu Partinin ileri gelenlerinden olan Yusuf Akçura, Türkçülük konusundaki görüşlerini, Türk toplulukları arasında yaymaya başladı. Türklerin gazete çıkarmasına izin verilmesinden sonra, Kazan’da “Kazan Muhbiri”ni çıkarmaya başladı. Aynı zamanda, Türkiye de Abdülhamit yönetimine karşı çalışanlarla da irtibat halindeydi. 4
Akçura,”Üç Tarz-ı Siyaset” isimli ünlü eserini Kazan’da yazmasına rağmen, Rus idaresinden çekindiği için, Kahire’de çıkan “Türk Gazetesi”nde yayımladı. Bu makalede; Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük tahlil ediliyor ve sonuçta en uygun siyaset tarzının “Türkçülük” olduğu vurgulanıyordu.
1.Meşrutiyet’in (1908) ilanından sonra, diğer Türk düşünürleri ile birlikte İstanbul’a geldi. Harp Akademisi, Darü’ş-şafaka, Medresetü’l- Va’izın ve Darü’I-mu’allimın okullannda siyası tarih öğretmenliği yaptı. 1909 da İstanbul Darü’l-fünun Edebiyat Fakültesinde, 1914 Mülkiye Mektebinde tarih dersleri verdi. Mülkiye’deki görevi, 1915’de okulun kapanması üzerine sona erdi. 1916’da ise, Darü’l-fünun’un yeniden yapılanması sebebi ile kadro dışı kaldı. 6
Türk milliyetçiliği temelinde ilmı alanda önemli çalışmaları bulunan “Türk Derneği”, 1908 yılı sonlarına doğru Mülkiye Mektebinde Müdür Celal Beyin nezaretinde kuruldu. Kurucuları; Ahmet Midhat Efendi, Emrullah Efendi, Necip Asım Bey, Tahir Bey, Dağıstanlı Celal Korkmazoğlu, Veled Çelebi, Yusuf Akçura, Müverrih Arif Bey, Musa Akyiğit, Fuat Raif, Filozof Rıza Tevfik, Ahmet Ferit Beydir. Köprülü Fuad Bey, Mehmet Emin Bey gibi ünlü yazarlar ve düşünürler de bu derneğe üye idi. 7
“Türk Derneği Dergisi”nin ilk sayısı 1911’de çıktı, 7 sayı yayımlandıktan sonra, yerini” Türk Yurdu”na bıraktı. 18 Ağustos 1911 ‘de kurulan “Türk Yurdu Cemiyeti”nin kuruculan; Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet, Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali ve Akil Muhtar Beydir. Mecmuanın imtiyaz sahibi olarak Mehmet Emin Bey, murahhaslığına Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet Bey ve Ziya Gökalp seçildi. Dergi, eski yazı ile 17 yıl çıkmıştır.8
12 Mart 1912 de “Türk Ocağı” kuruldu. 20 Haziran 1912 tarihinde, program genişletiterek 231 tıbbiyeli adına gelen temsilciler ile Mehmet Emin Bey, Yusuf Akçura, Mehmet Ali Tevfik, Emin Bülent, Dr. Fuat Sabit ve Ağaoğlu Ahmet Bey tarafından cemiyetin adı “Türk Ocağı” olarak kabul edilerek çalışmalarına başladı. “Türk Yurdu” dergisi, Türk Ocağının yayın organı oldu. Akçura, 1931 de Türk Ocaklarının kapatılmasına kadar dergiyi yönetti. 1917 Bolşevik İhtilali ile Rusya, 1. Dünya Savaşı’ndan çekilince Akçura, Türk esirlerinin yurda dönmeleri için Kızılay tarafından Rusya’ya gönderildi. Burada, esirlere yardımcı olabilmek için tehlikeli şartlarda görev yaptı. İstanbul’un Kurtuluş Savaşı sırasında işgali ile tutuklandı. Ancak daha sora bir yolunu bularak “harp yüzbaşısı” unvanıyla Anadolu’ya geçti. Yaşına rağmen verilen görevleri başarıyla sürdürdü. 10 Akçura, Anadolu harekatına katıldıktan birkaç ay soma, Sakarya muharebelerine girdi. Ankara’da birçok görevlerde bulundu. Önce Maarif Vekaletine girerek Çeviri Bürosu’nda vazife aldı, ardından “doğu sorunları” danışmanı olarak Hariciye Vekaletinde çalıştı. Ankara’da Serbest Halk Dersleri Kursu’nda (1921-1922) ve daha sonra “Ankara Hukuk Mektebi”nde dersler verdi. 1924’te “Türk Yurdu” dergisi yeniden yayımlanmaya başlayınca buradaki çalışmaları, dergi 1931 yılında kapanıncaya kadar sürdü. 1923’te İstanbul milletvekili olarak meclise girdi ve yasama çalışmalarına katıldı. 1934′ e kadar Mecliste İstanbul’u temsil etti. Ölümünden bir yıl önce de Kars milletvekili oldu. Türk Tarihi kurucu üyesi olarak görev aldı. 11 Mart 1935’te, İstanbul’da vefat ederek Edirne Kapı Şehitliği’ne defnedildi. 11
YUSUF AKÇURA’NIN FİKİRLERİ
Yusuf Akçura’nın Türkçülük ile ilgili düşüncelerinin İstanbul’da, Rusya’da ve Fransa’da geliştiği görülür. Harp Okulu yıllarında, Necip Asım Beyin, Veled Çelebi Efendinin ve Tahir Beyin Türkçülük ile ilgili yazılarını okumuş ve etkilenmiştir. Ayrıca, İsmail Gaspirinski (Gaspıralı) tarafından basılan “Tercüman” gazetesi de İstanbul’da dağıtılmakta idi. Bu yazarların fikirleri, onu derinden etkilemiştir. Harp Okulu’nda öğrenci iken tatil aylannda Rusya ile ve oradan da orta Asya Türkleri ile temasa geçerek, buradaki Türklerin sosyal yaşamını incelemiştir. Bu ziyaretleri sırasında, Osmanlı Türklüğü ile Kuzey Türklüğü arasında kültürel bir ‘köprünün kurulmasını istemiştir. 12
Onu, en çok etkileyen şüphesiz İsmil Gasprinski (Gaspıralı) olmuştur. Kırım’da Rusya’nın baskısına rağmen Müslüman halklarla sıkı ilişkiler kuran Tatarların varlıklannı sürdürebildiğini örnek gösteren Gasprinski (GaspıraIı)’ye göre, bu usulle çeşitli bölgelerde yaşayan Türkler de varlıklarını koruyabilirdi. Akçura, Gasprinski (Gaspıralı)’nin fikirleri ile çok erken tarihlerde tanışma fırsatı buldu. Onunla Rusya’ya yaptığı seyahat sırasında karşılaştı. Uzaktan da akrabalığı vardı. Gasprinski (Gaspıralı), 1883’ten sonra Kırım Bahçesaray da yayımlamaya başladığı “Tercüman” gazetesi ile Türkler arasında; ” dilde ve fikirde iş birliği” düşüncelerini yaymaya çalışmıştır.
İstanbul’ da Akçura ve diğer aydınlar bu düşüncelerden etkilenmiştir. Çarlık Rusyasının sansürüne rağmen, Tercüman’ın yayın hayatında kalmasının sebebi; siyasal alanda ılımlı tutum, doğayı gözlemleme, gerçekliğin incelenmesini temel alma, laik düşünce yapısı olmuştur. 13
Akçura’nın hayatı boyunca yazmış olduğu yazılar, üç bölüme ayrılmaktadır: 14
- Genel Türk Tarihi, özellikle, Türkçülüğe ilişkin yapıtlar,
- Osmanlı Tarihi konusundaki yapıtlar,
- Avrupa’nın Yakın Çağ tarihinin siyasal, sosyal ve ekonomik konulan ile ilgili yazıları.
Bu tasniften anlaşılacağı üzere, onun çalışmalarının önemli kısmını tarih çalışmaları ve tarih öğretım üyeliği oluşturmaktadır. Yusufun Türkçülüğünün temelinde tarihin anlamına ilişkin düşünceler egemen olmuştur. 15
1904 yılında Rusya’da kaleme aldığı “Üç Tarz-ı Siyaset” isimli makalenin tamamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş ve parçalanmasını önlemeye yönelik çarelerin neler olduğuna dairdir. 16 Bu makale, Mısır’da Abdülhamit yönetimine karşı savaşan “Türk” gazetesinin 24-34’üncü sayılarında yayımlanmış olup daha sonra Mısır ve İstanbul’ da iki kez basılmıştır. Yusuf Akçura’nın makalesinden başka Ali Kemal’in ve arkadaşı Ferit (Tek)’in Ali Kemal’e cevabı olan bir mektubu da yayımlanmıştır.
“Üç Tarz-ı Siyaset”te üzerinde durduğu üç ana konu şunlar olmuştur: 17
- Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek (Osmanlılık),
- İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak (İslamcılık),
- lrka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek (Türkçüıük).
Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük görüşlerinin karşılıklı olarak mukayesesini ilk defa Yusuf Akçura yapmıştır.
Osmanlılık: Akçura’ya göre bu fikir, ll. Mahmut döneminde başlamış, Abdülmecit döneminde gelişmiş, Sadrazam Ali ve Fuat Paşalar döneminde en üst noktaya ulaşmıştır. “Osmanlılık” anlayışına göre asıl gaye, “Osmanlı memleketindeki Müslim ve gayrimüslim halka aynı siyasal hakları tanımak ve vazifeleri yüklemek; böylece aralarında tam bir eşitlik meydana getirmek; fikir ve din bakımından tam bir serbesti vermek, bu eşitlikten ve serbestiden faydalanarak söz konusu ahaliyi aralarındaki din ve soy farkma rağmen yekdiğerine karıştırarak ve temsil ederek Amerika Birleşik Hükümetlerindeki Amerikan milleti gibi, müşterek vatanla birleşmiş yeni bir millet, Osmanlı milleti meydana çıkarmak ve bütün bu zor ameliyenin neticesi olarak da “Devlet-i Aliye-i Osmaniye” yi asli şekliyle, yani eski sınırları ile muhafaza eylemekti… Osmanlı hududu haricindeki Müslümanlar ve Türkler bununla o kadar meşgul olamazlardı. Mesele mahalli ve dahili bir mesele idi”.19
Akçura’ya göre; Almanların 1870-71 tarihinde milletlerin esasında ırkın önemli bir yer tuttuğunu iddia ederek Fransa’yı mağlup etmelerinden dolayı bu fikir dayanağını kaybetmiş oluyordu20
İslamcılık: Bütün Müslümanların bir halife etrafında toplanarak fikir ve eylem birliğine varmasıdır,21 Akçura’ya göre İslamcılık, başlangıçta Osmanlı halkını Müslim-gayrimüslim olarak ayıracak, fakat daha sonra bütün dünyadaki Müslümanlan bir fikir etrafında toplayarak büyük bir birlikteliğe sebep olacaktı.
Osmanlılık fikrinin zayıflaması üzerine, Abdülaziz devrinde “Panislamizm” düşüncesi, yaygınlaşmaya başlamış ve diplomatik görüşmelere de yansımıştır. Midhat Paşa’nın düşmesinden sonra II. Abdülhamit döneminde bu fikir, eylem haline dönüşmüştür. Eğitimde, sarayda, sosyal ve kültürel alanda dinsellik ön plana çıkmıştır. Müslümanlann kalabalık olduğu Afrika ve Çin diyarına elçiler göndererek, Hicaz demir yolu inşasını devam ettirerek İslamiyet’teki hilafet nüfuzu kullanılmaya çalışılmıştır.22
Türkçülük: Niyazi Berkes’e göre; Rusya’daki Müslümanların uluslaşma akımı ile Osmanlı topraklarındaki Müslüman ve Türk olmayan grupların uluslaşma eğilimi arasındaki paralelliği ilk gören kişi Yusuf Akçura olmuştur. O, aynı zamanda Türkiye’de Türkçülüğün geleceğini, Ziya Gökalp’tan çok önce kavrayan kişidir,23
Yusuf Akçura, milliyetçi akımın bünyesinde birinci derecede rol oynamış kişilerden biridir. 24 Akçura’nın milleti tarifi şu şekildedir: “Millet, ırk ve lisanın esasen birliğinden dolayı ictimai vicdanında birlik hasıl olmuş bir insan topluluğudur” 25. Tarifte de görüldüğü gibi, ırk ve lisan birliği esas alınmış olmakla beraber kültürel bağlardan olan ve Ziya Gökalp’ın dahil ettiği din faktörü bu tarife konulmamıştır. Bu da, Mustafa Kemal’in kurduğu laik devlet anlayışına paralellik göstermektedir.
1908 Temmuzunda, Türkiye’de Jön Türk Devrimi meydana geldiğinde ülkede Türk milliyetçiliği henüz kökleşmemişti. Hiçbir basın-yayın organı bu düşünceyi savunmuyor ve siyasiler bu konuda açık bir tutum takınmıyordu. Siyasal sahnede,”Batıcılar, Osmanlıcılar ve İslamcılar” rol alıyordu. Yusuf Akçura, 1908 Devrimi’nden sonra İstanbul’a gelerek Türk milliyetçiliği konusunda yoğun çalışmalar yaptı ve 1911’de “Türk Yurdu” dergisinde yazılar yazmaya başladı ve 1912 de Türk Ocağının çalışmalanna katıldı. 1912 Ağustos ayından sonra, “Türk Yurdu Mecmuası”nın ilk nüshasından itibaren basım ve yayımını Yusuf Akçura yürütmüştür. Bu dergi ile Türkçülüğün esasını şekillendirmiş ve bütün düşüncelerini yirmi yıl süreyle bu dergide yayımlamıştır. Yusuf Akçura’nın “Türk Yurdu Mecmuası”nın kuruluş ve çalışma ilkelerine Türklükle ilgili düşünceleri şu şekilde yansımıştır. 26
- Türk Yurdu, Türk ırkına mensup halkın ekseriyeti tarafından okunup istifade olunacak bir tarzda ve lisanda yazılacaktır. Binaenaleyh lisanı sade olacak, muhteviyatı bu mevzulan Türk ırkı ekseriyetinin istifadesine yarayacak şeylerden intihap olunacaktır.
- Türk Yurdu, umum Türklerce makbul olabilecek bir mefkfıreyi meydana çıkarmağa çalışacaktır.
- Türk Yurdu, umum Türklerin kendi aralarında tanışmalarına çalışacak, gerek ahlaki gerek iktisadi cihetten yükselmelerine hizmet edecektir.
- Türklerin birbirleri ile tanışmalannı kolaylaştırmak için “Türk Yurdu Mecmuası”, Türk dünyasının her tarafında olup biten işlerden ve kardeşler arasında sevinç veya kaderi mucip olacak vakıalardan ve muhtelif Türk illerindeki fikir hareketlerinden ve edebi inkişaflardan haberdar edecektir.
- Dahilde ancak Türklük ve Türk unsurunun siyasi ve iktisadi menfaatlerini müdaf’aa edecektir.
- Mefküresizlikten münbais tembellik ve rehavetin ve ümitsizliğin önüne geçmeğe çalışacaktır.
- Türk Yurdu’nun beynelmilel siyasette takip edeceği istikamet Türk aleminin menfaatlerini müdafaa olacaktır.
Türk Yurdu dergisi, İttihat ve Terakki ‘nin kontrolünde olmayan ender yayın organlarından biri idi. Akçura, Talat Paşanın ve Ziya Gökalp’ın bütün ısrarlarına rağmen ittihatçıların merkez komitesinde yer almadı. Bunun başlıca sebebi, yemin metninde bulunan, “Osmanlı, İslam” gibi kayıtların bulunması idi. Ayrıca Mustafa Kemal gibi, askerlerin siyasete müdahale etmemeleri gerektiği fikrine sahipti. Türk Ocağında, “Türk’ün Dünü ve Bugünü” konusunda çok sayıda konferans verdi. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na girildiğinde, Türk milliyetçiliği sağlam bir biçimde kök salmış bir düşünce akımı olarak yer aldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1913’ten itibaren Türkçü çevrelerin ifade ettiği, ekonomik ve kültürel görüşmelerden yoğun bir şekilde etkilendi ve politikalarına yön verdi.27 Bunda Akçura’nın önemli bir yeri olduğu muhakkaktır.
Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde; Türklük siyasetinin İslam siyaseti gibi yeni olduğunu, Osmanlı sınırları ile kısıtlı olmadığını ifade ettikten sonra şu düşüncelere yer verrniştir: 28
“Osmanlı Devleti’nin menfaati, bütün Müslümanların ve Türklerin menfaatlerine aykırı değildir. Zira, tebaası olan Müslümanlar ve Türkler onun kuvvetlenmesiyle kuvvetlenmiş demek olduğu gibi, diğer Müslüman ve Türkler de kuvvetli bir destek olurlar, Fakat İslamın menfaati, Osmanlı Devleti’nin ve Türklüğün menfaatlerine tamamen uymaz. Zira, İslamın kuvvet kazanması, Osmanlı tebaasından bir kısmının (gayrimüslim olanlann) sonunda kaybını ve bu cihetle Osmanlı Devleti’nin günümüzdeki topluluğundaki bir parçasının yok olmasını mucip olacağı gibi, Türklüğün Müslim ve gayrimüslim dini anlaşmazlığıyla bölünmesine ve binaenaleyh kuvvetsizleşmesine sebep olur.
Türklüğün menfaatine gelince o da ne Osmanlı Devleti’nin ve ne de İslamın menfaatine büsbütün uygun gelmez. Zira, İslam toplumunu Türk ve Türk olmayan kısımlarına bölerek zayıflatır ve bunun neticesi olarak Osmanlı tebasının Müslümanları arasına da nifak salıp Osmanlı Devleti’nin kuvvetsizleşmesini mucip olur.
Bunun içindir ki, her üç cemiyete şahıs, Osmanlı Devleti menfaatine çalışmalıdır. Lakin, Osmanlı Devleti’nin menfaati, yani kuvvet kazanması, şimdiye kadar mevcut olup bahsimizin mevzuunu teşkil eden Üç Tarz-ı Siyas’i’den hangisini takiptedir? Ve bunlardan hangisi Osmanlı ülkelerine tatbiktir?”
Akçura, asıl mühim mesele olarak çeşitli din ve ırka mensup olan çok uluslu Osmanlı Devleti’nde bulunan milletlerin menfaatleri gereği kaynaşmalarının mümkün olamayacağını ileri sürüyordu. İslam birliğinin ve Türk birliğinin Osmanlı Devleti’ne yararlı olup olmadığını da şu şekilde izah etmektedir: 29
“İslam, siyası ve ictimai işlere pek çok ehemmiyet veren dinlerden biridir. İslamın esas kaidelerinden biri “din ve millet birdir”, düsturuyla ifade olunur. İslam, mümin olan kimselerin cinsiyet ve milliyetlerini bitirir; lisanlarını kaldırmaya çalışır, mazilerini, ananelerini unutturmak ister: İslam, kuvvetli bir değirmendir ki, farklı cins ve din müntesiplerini öğütüp, dinen, cinsen bir, aynı haklara sahip, yekdiğerinden hiç farksız Müslümanlar çıkarır…
İslamın meydana çıkışında, güçlü, muntazam siyası teşkilatı vardı. Kanun-u esasisi Kur’an idi. Resmı dili Arapça idi. İntihap edilmiş bir reisi, mukaddes bir riyaset merkezi vardı.
Lakin, diğer dinlerin tarihinde görülen değişmeler, İslam da dahi bir dereceye kadar müşahede olunur: Irk tesirleri ve muhtelif vakalar neticesi, dinin teşkil ettiği siyası birlik kısmen bozuldu. Hicretten henüz bir asır geçmemiş idi ki, Arap ve Acem milliyetleri zıddıyeti, Emeviye ve Haşimiye hanedanlan arasındaki nefret tarzında tecelli ile, İslam birliğine kapanına bilmez bir yara açtı, Sünnı ve Şii büyük ihtilafını ortaya çıkardı.
Bir zaman geldi ki, İslamın kuvveti en aşağı noktasına doğru inmeye başladı. İslam ülkelerinin bir kısmı, gitgide büyük kısmı, dörtte üçünden fazlası, Hristiyan devletlerinin hakimiyeti altına geçerek İslamiyetin birliği delik deşik oldu.
Kuvvetine halel veren bunca vakalar ile beraber, İslam hala pek güçlüdür. Müslimin arasına, dinlerinde şüphelilik veya daha beteri olan imansızlık henüz girmemiş denebilir. İslamın hemen bütün tabiIeri, din yolunda her fedakarlığı göze alacak, muti, dini ile heyecanlı, dini bütün kimselerdir.
Hala her Müslüman’ım, Türk ve İranıyim demekten evvel “elhamdü- lillah Müsıüman’ım..” diyor. Hala İslamiyet dünyasının büyük kısmı, Osmanlı Türkleri hakanını İslamın halifesi tanıyor. Hala bütün Müslümanlar, günde beş defa Mükerrem Mekke’ye yüz çeviriyor ve Kabe’ye yüz sürüp Hacer-i Esved’i öpmek için, büyük bir heyecan ile kürenin her tarafından muhtelif sıkıntıya katlanarak koşuyorlar. Hiç korkmadan tekrar olunabilir ki, İslam henüz pek güçlüdür. Bunun üzerine tevhid-i İslam siyasetinin tatbikinde, dahili maniler az güçlük ile katlanılabilecek surettedir. Lakin haricı maniler pek kuvvetlidir. Gerçekten, bir taraftan İslam devletlerinin hepsi Hristiyan devletlerinin nüfuzu altındadır. Diğer taraftan bir iki müstesnası dışında, bütün Hristiyan devletleri Müslüman tebaaya maliktir.
Tabiyederinde bulunan Müslümanların, hatta kuvvetlice manevı bir vasıta ile olsun, hudutları haricindeki siyası merkezlere bağlılıklarını istikbalde, mühim neticeleri çıkabilecek umumi bir fikre hizmetlerini menfaatlerine aykın gördüklerinden ortaya çıkmasından her suretle karşı koymak isterler, ve bütün İslam devletleri üstündeki nüfuz ve iktidarları sayesinde bu istediklerini icra da edebilirler. Binaenaleyh, zamanımızda en kuvvetli İslam devleti olan Osmanlı Devleti’nin bile ciddı bir surette İslam birliği siyasetini tatbike kalkışmasına , belki de muvaffakiyetle, karşı koyarlar.
Türk birliği siyasetindeki faydalara gelince, Osmanlı ülkelerindeki Türkler hem dini, hem ırki bağlar ile pek sıkı, yalnız dinı olmaktan sıkı birleşerek ve esasen Türk olmadığı halde bir dereceye kadar Türkleşmiş sair Müslim unsurlar daha ziyade Türklüğü benimseyecek ve henüz hiç benimsememiş unsurlar da Türkleştirilebilecekti.
Lakin asıl büyük fayda; dilleri, ırkları, adetleri ve hatta ekseriyetinin dinleri bile bir olan ve Asya kıt’asının büyük bir kısmıyla Avrupa’nın şarkına yayılmış bulunan Türklerin birleşmesine ve böylece diğer büyük milliyetler arasında varlığını muhafaza edebilecek büyük bir siyasi milliyet teşkil eylemelerine edilecek ve iş bu büyük toplulukta Türk toplumlarının en güçlü ve en medenileşmişi olduğu için Osmanlı Devleti en mühim rolü oynayacaktı. Son vak’aların fikre getirdiği uzakça bir istikbalde, meydana gelecek beyazlar ve sarılar alemi arasında bir Türklük cihanı husule gelecek ve bu orta dünyada Osmanlı Devleti, şimdi Japonya’nın sarılar aleminde yapmak istediği vazifeyi üzerine alacaktı.
Bu faydalara mukabil Osmanlı ülkelerinde meskun, Müslim olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesi de mümkün bulunmayan kavimlerin Osmanlı Devleti elinden çıkması ve İslamiyetin Türk ve Türk olmayan kısımlarına ayrılarak, artık Osmanlı Devleti’nin Türk olmayan Müslümanlar ile ciddı bir münasebeti kalmaması mahzurları vardır.
Bugün ekseri Türkler mazilerini unutmuş bir halde bulunuyorlar. Lakin şu da unutulmamalıdır ki, zamanımızda birleşmesi muhtemel Türklerin büyük bir kısmı Müslüman’dır. Bu cihetle, İslam dini, büyük Türk milletinin teşekkülünde mühim bir unsur olabilir.”
Makalenin sonunda Akçura; “Müslümanlık ve Türklük siyasetlerinden hangisi Osmanlı devleti için daha yararlı ve kabil-i tatbiktir?” diyerek cevabı okuyucularına bırakmıştır.
Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde Türk birliği konusunda söylemleri ile bu birliğe eğilimli olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Türkiye’de “Türk Ocağı”nın kuruluşunda ve “Türk Yurdu” dergisinde çıkan yazılarında ne Osmanlılık, ne İslamcılık fikirlerini savunduğu sadece Türkçülüğü savunduğu görülmektedir. Bu yüzden yabancı yazarlar, Yusuf Akçura’yı Türkçülük hareketinin lideri olarak görmüşlerdir.3o
Mustafa Kemal, Afet İnan’ın hazırladığı “Medenı Bilgiler” kitabında milleti şu şekilde tanımlar: “Millet, dil, kültür ve mefküre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyası ve ictimai heyettir..” 31 Bu tanımdan sonra, Türk milletinin teşekkülünde esas olan unsurlar içerisinde Türk milletinin halk idaresi olan cumhuriyetle idare edildiğini Türk Devleti’nin laik olduğunu, her reşit olan kimsenin kendi dinini seçmekte serbest olduğunu, Türk milletinin siyasi, dil, yurt, ırk, tarih ve ahlak birliğine sahip olan büyük bir milletten meydana geldiğini misallerle izah etmiştir.
Yusuf Akçura’nın millet tarifinde dini birlik aranmadığı gibi, ana unsurun ırk ve dil olduğu, bu tanımla da Atatürk’ün görüşüne paralellik olduğu görülmektedir. Günümüzde de bu tanım, geçerliliğini muhafaza etmektedir. 1919’da İstanbul Türk Ocağında verdiği bir konferansta, Türk milliyetçiliğinin emperyalist ve demokratik özelliklerinden bahsetmiştir. O, kendi ifadesine göre demokratik Türkçülüğü savunmuştur. Bu açıdan da İttihatçıların önemli simalarından olan Enver Beyin benimsediği emperyalist Türkçülük düşüncesini reddetmiştir.32 Çağımızda, özellikle 1989’da Sovyet Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni Türk devletleri ile Türkiye arasında demokratik bir siyasi bağ meydana gelmiştir. Bunda Yusuf Akçura’nın ve Atatürk’ün milletlerin haklarına saygı gösteren, emperyalist düşünceleri reddeden, demokrasi yanlısı görüşlerinin önemli etkileri olmuştur.
1932 yılında toplanan Birinci Tarih Kongresi ‘nde33 Atatürk’ün de katılımı ile J. A. Gobineau’nun Arileri üstün sayan ırkçı görüşleri; Dr. Reşit Galip, Şevket Aziz Kansu ve Sadri Maksudi Arsal’ın bildirileri ile tartışılmıştır. Yusuf Akçura, tartışmalardan çıkan sonucu şu şekilde izah etmiştir:
“Bir haftadan beri huzurunuzda söz söyleyen arkadaşlarımız ispat ettiler ki, Avrupalıların hükmetmek amacını gözeterek ortaya attıkları ırk kuramının bilimsel bir kıymeti yoktur… Biz, bütün dünyada yaşayan insanları, Avrupalılar gibi ve onlar derecesinde hukuka sahip adam evlatları sayıyoruz”. 34
Atatürk de “üstün ırk kuramı” ile ilgili çeşitli eserler okumuş ve böyle bir teoriyi destekleyen herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu sebeple de Yusuf Akçura ve diğer konuşmacıların fikirlerine katılmıştır. Almanların “üstün ırk” iddiaları yüzünden çıkan II. Dünya Savaşı, milyonlarca insanın canına malolmasının yanı sıra ekonomik kayıplara da yol açmış, dünyaya büyük bir felaket yaşatmıştır. Dolayısıyla, bu teorinin çok zararlı olduğu görülmüştür.
SAYİM TüRKMAN
Gnkur. SAREM Uzmanı.
Makalenin aslı dosya(pdf) halinde sunulmuştur: 1088-4292-1-PB
ESERLERİ:
Yusuf Akçura’nın kendi kaleminden çıkan hâl tercümeleri şunlardır:
1 — 1905 de Osmanlı türkçesi ile “‘Mevkufiyet Hatıraları” (I. Duma’ya (Parlamentoya) seçilmesini önlemek için bahane ile tevkifi).
2 — 1911 de “Başımdan geçenler” O renburg’da Matbaai Hüseyiniye’de basılmıştır.
3 — “Defteri A’malim” Harbiyede I. defa tutuklu iken yazılmıştır. Birinci defter çocukluk hatıralarını kapsar. II. defter kaybolmuştur. Rahmetli yazar ve millet hadimi Muharrem Feyzi Tugay, Akçura’nın rahmetli eşi Selma Hanımefendiden I. defteri alarak “Yusuf Akçura’nın Hayatı ve Eserleri” adlı kitabını yayınlamıştır (1937 de hazırlanan eser, Akçura’nın vefatından on yıl sonra 1944 de Zaman Kitabevi tarafından yayınlanmış olup 141 sahifedir).
4 — Türk Yılı’nda kısa bir hâl tercümesi. M. F. Togay zikri geçen eserinde Akçura’yı şu cümlelerle tanıtır: “Yusuf Akçurayalnız Türkiye’nin değil, bütün Türk dünyasının malı olmuş bir varlıktır. Dahilde ve hariçte Türklüğü hayatım her zaman tehlikeye koyarak zindan ve mahbeslerin her türlü izdir ap ve işkencelerini göz’önüne alarak son nefesine kadar çalışmış fedakâr bir Türk müverrihi idi”.
Akçura, “Şeyhuhet = ihtiyarlık” sayılmayacak, topu altmış yıllık ömründe yalnız Osmanlı İmparatorluğunu değil bütün dünyayı sarsan vak’aların tanığı olmuştur.
1877 (1293) Osmanlı Rus Harbi, 1897 Yunan Harbi,
1904 Rus Japon Harbi, 1911 Trablus Harbi,
1912 Balkan Harbi,
1914 18 I. Cihan Harbi,
1919 21 İstiklâl Harbi, arada isyanlar ve inkılaplar.
Akçura, kendisini Akçura yapan gerçek benliğini bu mücadeleli devirde bulur. O, Türkiye’nin son kale olduğunu ve Türklüğün bir bütün teşkil ettiğine çoktan inanmıştır. Bu yalnız duygusal bir düşünce olmayıp, ilmî kanaat düzeyine ulaşmıştır. O, son nefesine kadar milletinin savunucusu olmuştur.
Yusuf Akçura’nın makalelerini de içine alan tam bir bibliyografyası henüz yoktur. M. F. Togay’ın da veciz bir şekilde ifade ettiği gibi “Türk Yurdu, Akçura; ve Akçura Türk Yurdu” demektir. Onun “Kazan Muhbiri”, Orenburg da çıkan “Vakit”, Kırım’da çıkan “Tercüman” gazeleri ile Orenburg “Şura” ilmî dergisi v.b. çıkan makelcleri ile Türkiye’deki, Mısır’daki, Fransa’daki yayınlarının bibliyografyasını, genç kütüphanecilerimiz bir tez olarak hazırlayabilir. Biz burada eserlerinden bir kısmını hatırlatmakla yetineceğiz:
— İlk Büyük Türk Tarihçisi, Kazan’h Sahabettin Mercanî, Musavver Malûmat Gazetesi, 2 Ocak 1897.
— Osmanlı Saltanatı Müessesatının Tarihine Dair Bir Tecrübe, 1903. Paris Ulûmu Siyasiye Mektebi Doktora Tezi, Fransızca, (Üçüncü mükâfatı kazanan bu eserin medhal kısmı 1914 de Bilgi Dergisi I. ve 2. sayılarında yayımlanmıştır).
— Üç Tarzı Siyaset, Türk Gazetesi, Kahire, 1905. P. Krisal’in 1912 yılı Mayıs 14 de çıkan Fransız Mecmuası “İslâm âlemi” tanıtır.
— Ulûm ve Tarih, Kazan 1906 (Kazan’daki “Medresei Muhammediye” de okuttuğu dersler).
— Alimcanel Barudi Tercümei hali (eski harflerle), Kazan, Şeref Matbaası, 1907. 64 sahife.
— Kazan Muhbiri’ndeki Makaleleri, 1908.
— 3 Haziran Vak’ai Müessifesi, Kerimof ve Hasimof Matbaası, Orenburg 1907.
— Defteri A’mal (Muharrem Feyzi Togay; Yusuf Akçura ve Hayatı, 1944 İstanbul’da elyazmasından aynen yayımlandı).
— (Paris’te Ahmed Rıza Bey tarafından Türkçe yayınlanan “Şurayı Ümmet” ve fransızca “Meşveret” gazetelerindeki makaleleri).
— Eski Şurayı Ümmet de çıkan makalelerinden (Eski harflerle), Tanin Matbaası, 17 Ekim 1329 (1913).
— Kader, 9 Mayıs 1902.
— Glohofski’nin Nutku Üzerine Mütalâa, 21 Haziran 1902,
— Bir Tavsiye, 3 Kasım 1902,
— Şark Meşelerine Dair, 7 ve 31 Aralık 1902,
— Nur ve Zulmet, 29 Ocak 1903,
— Rusya İhtilâline Dair,
— Türk, Cermen ve İslav Halkları Arasındaki Tarihî Münasebetler, Kadir Matbaası 1330 (1914).
— Rusya’daki Türk Tatar Müslümanların şimdiki Vaziyeti ve Emelleri, 1916 Lusanne, İsviçre (Fransızca).
— Muasır Avrupa Siyasî ve İçtimaî Fikirler ve Fikrî Ceryanlar, Büyük Millet Meclisi Hükümeti Maarif Vekâleti Yayınları, 1339 (1923) (İslâv ittihadı pek vakıfane tahlil edilmiştir. Hürriyet, müsavat, ve adalet islâmiyetin esaslarıdır. Sosyalizm de yeni birşey değildir).
— Siyaset ve îktisad, Hilmi Kitabevi, İstanbul 1924, 221 s. (İstiklal Harbine ve kurtuluşa tesadüf eden günlerdeki hitabe ve makaleleri): Cihan harbine iştirakimiz ve istikbalimiz (nutuk). İlk Ankara tahassüsatından bir mülakat, Celâdet gösterdiğimiz, Vazifemiz ve bir vazifeniz, İktisadiyat ve fırkalar, Cihadı Ekber’e dair, Milliyetçilik ve halkçılık, Türk Milliyetçiliğinin iktisadî menşeleri, Milliyet ve maişet.
— Türk ve Tatarlar birdir ve medeniyete hizmet etmişlerdir, Altın Armağan I. sayı.
— Türklük, Altın Armağan, Sayı. II.
— Türk Yılı, 1928. (Türkocakları adına neşredilmiştir).
— Tarih Yazmak ve Okutmak Usulleri, I. Tarih Kongresi, 1932.
— Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri (Eser 15 Şubat 1934 de yazılıp bastırılmış, bir sene sonra da hayata veda etmiştir. Eserin ikinci baskısı Maarif Vekâletince yapılmıştır). 174 sah. ve resimler, planlar.
— Şark Meselesine Ait Tarihî Notlar, (Erkânı Harbiye Mektebinin ikinci sınıfındaki takrirleri) Erkânı Harbiye Mektebi Külliyatı, No. 12, Kasım 1936.
Kaynak: Türk Tarih Kurumu: Kuruluş Amacı ve Çalışmaları / Fahri Çoker. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1983. (Türk Tarih Kurumu Yayınları XVI.DiziSa. 48)
DÜZENLEYEN: YILMAZ KARAHAN
Yorumlar
“98) YUSUF AKÇURA” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
Hocam Kaleminize Yüreğinize Sağlık Teşekkürler.Hayrlı Günler Diliyorum
bizdeki yazarlar ve şairlerden bolşeviklere ve ingizlere karşi kahramanca mucadele sürduren Aziz Hanin katibi olmuş buyuk yazar Berdi Kerbabayev, diger ünlü yazarlar Ata Govşudov, Hıdır Deryayev, Karaca Burunov, Oraz Taçmammedov gibi birçok aydinlar 20-30’lı yillarda gizli örgüte mensup olduklari ve Turkistan devletini kurmaya yardim etdikleri suçundan birçok yargilamalarla ayiplandilar, Berdi Kerbabayev once idama mahkum edilip sonra bürokrat kesimdeki dostlarinin gayretiyle Sibiryaya sürgün edilerek orada 6 yil surgunde oldugu hakkinda, Abdulhekim Gulmuhammedov gibi Istanbulda egitim alip yetişen ve Buhara Halk Cumhuriyeti kuruldugunda ilk egitim bakani olmuş buyuk şahsin sonra halk düşmani hain ilan edilerek devlet sinirinda vurularak kendini atdi diye millete bildirilmesi…. Turkmen basmaçilarinin önderi ve Hivenin son hanı yomut boyundan Cuneyit Han lakabli Gurbanmammet Serdarla gizli ilişkisi var diye şu anki bagimsiz Turkmenistanin omurgasini oluşduran ve 1924’de ilan edilen Turkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin ilk başkani Gaygusuz Atabayevi Moskovaya çagirip diri kayip etmeleri… bütün bunlara Osmanlinin ve o zamanda yeni ilan edilen genç Turkiyenin tutumu ne olmuş… yeni araşdirmalar yapsaniz ne güzrl bilgilerin üstünden varirdiniz.. tabiki buna desteggimizi verecegiz bizde… gardaşlik bagimiz kuvvetlense ve buna bizim payimiz olursa bundan buyuk hizmet olamaz bize..