926) Başkurtların Tarihi
Yayin Tarihi 4 Mart, 2016
Kategori TÜRK DÜNYASI
BAŞKURTLARIN TARİHİ, BAŞKURT DESTANLARI VE BUNLARIN ÜZERİNE KISA BİR DEĞERLENDİRME
Başkurtlar, güney ve Orta-Ural Dağlarının doğu ve batı taraflarındaki bozkırlarda ve ormanlık alanlarda yasayan bir Türk boyudur. Baskurtların lehçe ve ırk bakımından Kıpçak grubuna girdikleri söylenmekte ve asıl yurtları olarak Türkistan’ın batı kısımları gösterilmektedir. İslam cografyacılarından Gerdizi, Hazarların altında 2000 askeri bulunan Baskurt (Bascurt) adlı bir beyden bahsediyor ki; bu durum, Kök Türkler dagılınca batıdaki Bulgarların yükseldigi ve Bulgar beylerinden birinin adının “Kurt” oldugu, Baskurt isminin de bundan gelmis olabilecegi seklinde açıklanmaktadır1. Kasgarlı Mahmut’un meshur eserinde de zikrolunan Bşskurtlar; Yemeklerle, Basmılların arasında gözükmektedirler2.
Baskurt adının manası hakkında birkaç rivayet daha vardır. Bunlara göre; “Peygamber İslamiyeti ögretmek için üç kisiyi Ural bölgesine göndermis ve bu sahabelere Ural Daglarına kadar bir Bozkurt rehber olmustur. Ural Daglarında bulunan kavimde, İslamiyeti kabul ettikten sonra Baskurt diye adlandırılmıstır”.
Yine buna benzer bir efsane daha anlatılmaktadır: “Uzak Doguda, karlı dagların oldugu bir yerde Baskurt, Nogay, Kazak, Kırgız gibi boylar birlikte yasarlarken, birgün aralarında anlasmazlık çıkar. Bunların içinden bir bey ayrılarak ava gitmis, önüne bir kurt çıkarak, ona yol göstermis. Bu kisi de kurtu Tanrı’nın gönderdigine kanaat getirerek, geri dönüp, kendi ailesini alarak, Ural Daglarına getirmistir. İste bunlara Baskurt, yani kurdun bas oldugu kavim denmistir”. Hatta 17 ve 18. yüzyılda Ruslarla mücadele eden Baskurtların kurt baslı sancak kullandıkları söylenmektedir.
Eger dikkat olunursa, bu destan varyantlarının benzerleri Oguz-nâmelerde de görülebilir. Oguz Destanı’ndan ögrendigimize göre; Baskurtlar Oguz Han’a düsman olarak görünmektedirler. Bilindigi gibi meshur Oguz Kagan İdil-Ural ve dolayısıyla Baskurt taraflarına da seferde bulunmustur. Burada anlatılanları söyle bir hatırlayacak olursak; “Baskurtlar önceleri Oguz Han ile iyi geçinirlerdi. O, devirde yaslılara saygı gösterilir ve onlara “aka” denirdi. Oguz sefere çıkmadan evvel; “kim yolda geri kalırsa, yasa geregi cezalandırılsın”, seklinde ferman yayınladı. Ama onların arasında hayli yaslılar ve hastalar da vardı. Onların savasmaları artık mümkün degildi. Ordusunun pesinden gelen adamlarına geride kalanları toplayıp, getirmesi için buyruk verdi. Bunlar, arkada kalan evli bir kisiyi hanın huzuruna getirdiler. Oguz, “niye geri kaldın”, diye sordu. O da; “binegim yoktu ve yiyecegim az oldugundan askerlerin pesinden geliyordum. Karım da hamileydi ve dogum yaptı. Açlık yüzünden anasının sütü ogluma yetmedi. Yola devam ediyordum ki, su kıyısında bir çakal, bir sülünü yakalamıs gördüm. Sopa ile çakala saldırdım, o da sülünü bırakıp kaçtı. Sülünü pisirip, hatunuma yedirdim. Adamlarınız da beni tutup, getirdiler”, seklinde cevapladı. Han, bu adama at, azık ve bir miktar mal verip, kendisine de “kal aç” dedi. Bütün Kalaç halkı o adamın neslindendir. Onlara simdi Halaç diyorlar.
İhtiyarlar arasında gün görmüs, Yusı Koca adında bir ak-sakal bulunuyordu3. Koca (hoca), Türk dilinde “yaslı adam” demektir. Onun Kara Sülek adında bir oglu mevcuttu. Babası, ogluna dedi ki; “siz bilinmeyen bir yola gidiyorsunuz. Aranızda bilge bir ak-sakal yok. Eger zor durumda kalırsanız, ne yaparsınız? İyisi mi beni yanınıza alın, bir gün isinize yararım”. Oglu da, ona; “ey babacıgım, Oguz Kagan’ın buyruguna nasıl karsı gelirim”, dedi. Sonunda onu bir sandıgın4 içine sokup, devenin üzerine bindirdi ve birlikte Baskurt iline götürdü. Baskurtlar, savasçı bir kavimdirler. Basbuglarına da Kara Sad deniyordu5. Kara Sad esir edildi ve Baskurtlar hakimiyete alındılar, vergi vermeleri saglandı.
Arap elçisi İbn Fadlan 922’de, Bulgar ülkesini ziyaret ettigi sırada Baskurtlarla da tanısmıs ve onlar hakkında bilgiler aktarmıstır. Bulgarların hakimiyeti altında kaldıkları bu yıllarda İslamiyet Baskurtları da etkiledi. Yine Arap kaynaklarından ögrendigimiz malumata göre; Oguz, Karluk ve Kimekler bir ittifak meydana getirerek, Aral Gölü mıntıkasında yasayan Peçenek, Baskurt ve Nugerdelere saldırıp, onları yerlerinden ettiler ve bunlar Hazarlar ile Alanlar arasında yer tuttular. İbn Fadlan’ın Baskurtların içinde rastladıgını belirtigi Peçeneklerin onlarla karısıp, eridigi söylenmektedir6. 10-13. asırlar arasında bazı Peçenek, Kuman ve Baskurtların Orta Avrupa’ya, Macarların yanına gittikleri ve burada Macarlastıkları zikredilmekle beraber, Macarlar ve birtakım Baskurtların 1270’deki Haçlı ordusuna katılarak, Sultan Baybars’a karsı savastıkları da bilinmektedir. 10. asır cografyacılarından baska, 13. Yüzyıl seyyahlarından Plano Carpini ve Rubruquis Baskurtlarla, Macarları aynı halk gibi gösterirler7.
Eski inanıslara baktıgımızda Baskurt boy birligi oniki urugdan meydana gelmistir ki, buna on iki bag denir (Altı Bag Bodun gibi)8. 18. yüzyılda tesbit edilen secerelerde bu boyların sayısı 25’i geçmektedir. Belli baslı Baskurt boyları ise sunlardır: Tabın, Kıpçak, Yurmatı, Bürçen, Ming, Usergen, Tüngevür, Türkmen, Katay, Koylı, Tokuzlar, Kırgız, Büler, Uran, Uvanıs, Karsı, Salcuvut, Beketin, Gerey (Kirey). Dikkat olunursa bu aile adlarının hemen hemen hepsine diger Türk boylarının arasında da rastlamak mümkündür9.
Çingizliler devrinde Baskurtlar kendiliklerinden Cuci’ye baglanmıslardı. Bu yüzden onlara dokunulmadı. İslamiyetin Baskurtlar arasında tamamen yayılması ise, 14. yüzyılın ilk yarısında Öz-Bek Han (1313-1340) zamanında oldu. Çünkü daha evvelki bilgiler onların bir dinleri ve putları olmadıgını, çifçilikle ugrastıklarını, misafirperver ve savasçılıklarını haber veriyor. Yine bu devirde onların bir kadıları vardı ve Altun Orda Hanlıgı da birkaç ulusa bölünmüstü. Bu sırada Baskurtların da ayrı bir ulus teskil ettigi malumdur. Altun Orda hanedanlıgı dagıldıktan sonra, Baskurtların yerlestigi bölgenin Ak-İdil ve Kama Nehrinin dogusunda kalan kısmı, Çingizli soyundan Siban Han ogullarının idaresine, güney bölümü de, Nogay beylerinin hakimiyetine girdi. 15 ve 16. asırda Baskurtlar, Siban-Tura hanlarının egemenliginde kaldı10. Bu beyler Ural’ın dogusundaki Tura bölgesinde karargâh kurmuslardı. 1552’de Korkunç İvan tarafından Kazan sehri isgal edilince, sehrin ahalisinin % 75’ine yakını öldürüldü. Kazan ve Astarhan’ı alan Ruslar, İdil ve Yayık’ta 1584 ve 1586’da yeni kaleler kurdular, eskilerini de onardılar ve Baskurt topraklarına dayandılar. Ruslar hem Baskurt Türklerinden vergi almaya, hem de erkekleri askere çagırmaya basladılar. Bir dizi kanlı mücadelelerin sonunda Türk toprakları zapt olundu11.
Baskurtlar, Türkistan sahasına daha yakın olmaları sebebiyle benliklerini ve kültürlerini korumada daha sanslı sayılırlardı. İsgalden sonra bu Türk yurdunun içerisine dagılan Rus memurları agır vergileri toplarken, Türk halkına büyük bir baskı yapıyorlardı. Ufa çevresindeki Baskurt arazisinin mevcut kanunlara aykırı olarak Ruslar tarafından zaptedilmesi üzerine, 1645’te Baskurtlar kitle halinde ayaklandılar. Ruslara karsı ilk büyük isyan Seyyid Batur’un önderliginde Batı Baskurtistan’da basladı. Bu hareketi yöneten Sadıroglu Seyyid Batur, bir Baskurt aksakalı idi. Bir-iki sene aralıklarla süren ayaklanmalar sırasında Baskurtların zaman zaman Macaristan’a kadar ilerledikleri bilinmektedir12. 1672 yılında bir Baskurt isyanı daha çıktı. Bu ayaklanmaya Kazak Türkleri de katıldı. Özellikle 1671 tarihine ait bir vesikada Kara Kalpak hanı Küçüm’ün aynı zamanda Baskurt hanı olarak anıldıgı, 1709’da Kara Kalpak mirzalarından birinin Baskurtistan’a geldigi ve Ruslara karsı beraber saldırmak için Baskurt liderleriyle müzakerelerde bulundugu görülmektedir. Bundan sonra Ufa ve bazı kalelerde Ruslar öldürüldü. Bunun üzerine Rus hükümeti tarafından Türklerin demircilik yapması idamla yasaklandı. Çünkü Türkler kendi silahlarını kendileri imal ediyorlardı13.
Demircilikle ugras Türkler açısından diger Asya topluluklarına karsı bir üstünlüktü. Demir madenlerini isletmek ve bundan çesitli araç-gereçler yapmakla Türkler ögünüyorlardı. Bu durum Bizanslı ve Çinli elçilerle, seyyahların notlarına yansımıs ve hatta zaman zaman hayrete düsmüslerdir.
1710 senesinde Baskurtlar, İstanbul’a Pehlivan Kul adında bir elçi gönderdiler. Bu arada Terek Kalesinde 40.000 Rus öldürüldü. Hareket yayıldı ve Kazan Türklerinin katılmasıyla, Kazan’ın merkezine kadar yürüdüler. Fakat 17 sene süren bu ayaklanmayı Çar Deli Petro kanlı bir sekilde bastırdı. Nihayet 1728’de Baskurt beyi Yançura, Moskova’da bir barıs andlasması imzaladı. Ufa sehri vilayet merkezi oldu. Ama dogudaki Baskurtlar, kendilerini Kara Kalpak hanlarına baglı sayarak, istiklal mücadelelerine devam ettilerse de, bundan da bir sonuç çıkmadı. 1749 yılındaki baskaldırı iki sene sürdü, ama zaferi Ruslar kazandı. 1755’de Rusların, Türk topraklarına yerlestirilmeleri üzerine bir ayaklanma da Batır Sah-Abız tarafından baslatıldı. Daha sonra yakalanan bu lider St. Petersburg’da idam olundu14. 1798’den, 1864 yılına kadar Baskurt Türkleri, Rus ordusuna suvari vermek zorunda kaldılar. Oniki ulusa bölünen topraklar, Orenburg’daki Baskurt- Miser Askeri İdaresi’ne baglandı.
19. yüzyılın ortalarından beri Rusya’da endüstri faaliyeti hızla gelismis, fabrikaların sayısı çogalmıs, demiryolları büyük bir hızla insa edilmis, dıs ve iç ticaret artmıs ve de Rusya, Batı Avrupa ülkeleri gibi, kapitalist devlet olma yolunu tutmus ayrıca fabrikalarda çalısan oldukça yüksek bir isçi sınıfı meydana gelmisti. Bu sırada Avrupa’daki sosyalist akımlar Rusya’ya da sıçradı. Rusya’nın basında bulunan Çar III. Aleksandr ise, Rusya’yı tek bir devlet, tek bir millet ve tek bir görüs (Ortodoksluk) halinde bir araya getirmeye çalısıyordu. Bunun için Rusya’nın içindeki gayri-rus kavimler ya yok edilecekler veya Ruslastırılarak eritileceklerdi. Hükümet ve Rus politikasına yön veren sovenist alimler tarafından projeler üretildi. Bunlardan biri, her Türk boyuna ayrı alfabeler ve ayrı edebi diller öngören İlminsky’nin fikriydi. Neticede bu plan gerçeklesti ve Türkler kültürel açıdan kısmen de olsa parçalandılar.
Rusya’da I. ve II. Bolsevik ihtilalleri sırasında Türkler iki kısma ayrılmıslardı. Bir bölümü Rusya ile beraber hareket edip, komünizm yoluyla esenlige çıkmayı hedeflerken, bir kısmı da tamamen kendi baslarına Türkistan’ın istiklalini kazanması için çalısıyorlardı. Turar Rıskulov ve Sultan Galiyev gibiler birinci grup içerisinde yer aldı. Komünizmin ilkeleri ve Lenin’in vaatleri diger komünistler gibi onlara da cazip gelmis, komünizm gerçeklesince Rusya halklarının kendi geleceklerini kendileri belirleyecekleri aldatmacasına kanmıslar ve komünizmin yerlesmesiyle, basarıya ulasması yolunda ellerinden gelen gayreti göstermislerdir. Aslında ihtilalin öncüleri tarafından ortaya atılan vaatler pek çok Türk’ün bilmeden komünizme meyletmesinin sebebiydi. Bir yandan Rusların baskısı, öbür taraftan zenginlerin sıradan Türkleri ezmesi, Türkistan genelinde insanları bıktırdıgından, onlar Bolsevizme bir ümit olarak bakıyorlardı. Buna karsılık birtakım Türkçüler daha isin baslangıcında Türkistan ve İdil-Ural’ı çok karanlık günlerin bekledigini anlayarak, komünizme cephe aldılar. Fakat onların da eksik yönleri, belli bir programlarının olmayısı, birlik ve beraberlikten yoksunlukları, bölge ve kabile toplulukları halindeki bir hareket içinde bulunmalarıydı. Türk cografyasında Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek vs. Türk boyları arasında bir tesanüt saglanmadıgı gibi, ileriyi gören liderleri de yok denecek kadar azdı. Meydana çıkanlar da, kendi kabileleri ve toprakları dısında olup-bitene bigane kalıyorlardı ki, zaten iç savası kaybetmelerinin ana nedenlerinden birisi de buydu. İdil-Ural ve Kafkas cephesinde de degisen bir seye rastlanmıyordu. Bölgesel faaliyetlerin hiçbirinin büyük Rusya karsısında basarı kazanmasının mümkün olamayacagını kavrayamadılar.
1905 ihtilalinde Baskurtların fazla bir rolleri yoktur. Fakat 1917 inkılabı, bütün Rusya Türklerini oldugu gibi, Baskurt Türklerini de harekete geçirdi. Mayıs ayında yapılan Rusya Müslümanları Umumi Kurultayının, Rusya Türk ülkelerinin otonomisini isteyen kararına karsı, kongrede yer alan Baskurt temsilciler, üç kisilik bir komite kurup, ayrı hareket ettiler. 28-29 Agustos 1917’de II. Baskurt Kongresi toplanmıs, bu kongre Tatarlarla-Baskurtların mücadelesi seklinde geçmisti. Sultan Galiyev gibi Türkçülerin sözleri dinlenmedi. Kazaklarla anlasarak ilk Baskurt Kongresini biraraya getirdiler. Merkez ve sancak şuraları olusturdular. Milli bir hükümet kurdular. 29 Kasım 1917’de açıklanan hükümetin baskanlıgına bir hukukçu olan Yunus Bekhov seçildi. 15 Ocak 1918’de ise, Sovyet-Rus birlikleri Orenburg’a girdi. Baskurtistan Hükümetinin azaları tutuklandı15. 1918’de gaflet içinde bulunan Baskurt hükümeti ve kıtaları dagıtıldı. Halbuki bu sırada ortak görüs olan İdil-Ural Türk Cumhuriyetinin kurulması gerçeklestirilseydi, belki de durum bundan çok farklı olacaktı. Ama kabilecik ruhu ile hareket eden ve Rus komünistlerin telkinlerine kanan ileri gelenler, beraber yürüyemeyince, Türk milletinin yıllarca esaret altında yasamalarına sebep oldukları için tarih önünde suçlu duruma düstüler.
Türkler bir ara toparlandılar ve milli Baskurt kıtalarını yeniden meydana getirdiler. Ancak Almanların Avrupa’da ilerlemesinden korkan İngilizler, Ruslara emir vererek milli Türk ordularının mutlaka dagıtılmalarını istediler. Bunun üzerine harekete geçen General Kolçak idaresindeki Rus askerleri bu hükümetleri ve orduları tanımadıgını açıkladı. 1919’da ise Beyaz Rusların yenilgisiyle biten iç savastan sonra, Türk topraklarına Kızıllar yerlesti. Merkezi yönetimler de koministlerin eline geçti. Baskurt askeri teskilatları ve birlikleri mahalli Sovyet komutanlıklarının emrine verildi. Tarihi fırsatı kaçıran Türkler, bir ara Kazak-Baskurt birlesmesini gündeme getirdiler, fakat bu da Rus hükümeti tarafından reddolundu16. Artık Baskurtistan’a tamamen Ruslar yerlesmisti. Koministlerin dısında kalan Türkçüler daha sonra Türkistan’da devam eden Basmacı hareketine katıldılar.
23 Mart 1919’da Muhtar Baskurt Cumhuriyeti, 27 Mayıs 1920’de de Muhtar Tatar Cumhuriyeti kuruldu. Bu arada 1920-1921 yıllarında bas gösteren açlık, özellikle İdil-Ural bölgesinde çok müthis oldu. Hükümetin müsaadesiyle Ufa müftülügü felakete ugrayanlar için bir yardım kampanyası baslatmıstı. Müftülügün bazı görevlileri Türkistan’a, Avrupa’ya, Litvanya ve Türkiye’ye kadar gittiler. Ancak toplanan yardımlar onlara ulasmadı17. 1919’da Baskurt Muhtar Cumhuriyetinin kurulmasından bu yana, Baskurt Türkleri Moskova ile pazarlık edecek bir duruma gelemediler. Önemli bir Baskurt nüfus kendi yurtlarının dısına çıkmak zorunda kaldı.
143.600 km² yüzölçümü olan Baskurdistan Muhtar Cumhuriyeti’nin olusumu 1934’te tamamlanmıstır. Kuzeyinde Rusya Federasyonu’na baglı Perm, güneyinde Orenburg, dogusunda Çelyabinsk, batısında da Tataristan-Türk Muhtar Cumhuriyeti vardır. Kolhozlastırma ve yeniden iskan yıllarında milliyetçilerin basarısız oldugu bugünkü Baskurdistan bes rayona ve 17 sehre bölünmüstür. Suni bir plan ile ortaya çıkarılan Baskurt yurdunun 1989’daki nüfusu 1.449.462’dir. Baskurtların % 59.6’sı kendi cumhuriyetlerinde yasamaktadırlar. Tatar ve Çuvas Türkleriyle birlikte, cumhuriyetteki toplam nüfusun % 53.32’si Türk’tür18.
Zengin petrol ve dogal-gaz kaynakları mevcut olup, rafineriler ve petrokimya fabrikaları bölgenin ekonomisinin temelini meydana getirir. Yılda takriben 40.000.000 ton petrol ve 3.500.000 m³ ton dogal-gaz çıkmaktadır. Baskurdistan, yer-altı zenginlikleri bakımından Rusya Federasyonunun önemli bir bölümünü olusturur.
Bugün Baskurtistan’ın baskenti olan Ufa, 18. yüzyıldan itibaren Rusya Türklerinin dini merkezi olmustur. II. Katerina tarafından kurulan müftülük 1943 yılında yeniden organize edilmistir. 1990’da bagımsızlık isteginde bulunan Baskurtistan’da 1993 yılında cumhurbaskanlıgı seçimleri yapıldı. 1990 senesi içerisinde cumhuriyetin ismi Baskırya’dan Baskurtistan’a çevrildi.
Aralık 1993’te parlemento, cumhuriyetin egemen bir devlet ve bütün dogal kaynaklarının Baskurtistan halkına ait oldugunu vurgulayan bir anayasayı kabul etti. 1990’larda bütün Rus imparatorlugunda oldugu gibi, Baskurt Türklerinde de milli uyanıslar oldu. Basta Ural olmak üzere milli cemiyetler kuruldu. Çesitli toplantılarda Baskurt nüfusu üzerinde sıkça durulmaktadır. Ruslar tarafından da Tatar-Baskurt kıskırtması yapılmaktadır ki, bu gelecek için çok tehlikeli bir hadisedir. Baskurtlar herne kadar birtakım faaliyetler içerisine de girseler, su anda Rusya’dan kopma riskini göze alamamaktadırlar19.
Baskurtların tarihte ve günümüzdeki vaziyetlerini bu sekilde özetledikten sonra, simdi de yukarıda kısmen degindigimiz iki Baskurt destanın üzerinde durmaya çalısacagız ki; bunlarda İslamiyet öncesi dönemin izleriyle karsılasmaktayız. Aslında iki destanda da hikayeler ana motif olan kurtun etrafında cereyan etmektedir. Destanlardan birisi onların İslamiyeti kabulüyle alâkalıdır, o da söyledir: “Hz. Muhammed, İslamiyeti ögretmek amacıyla üç din görevlisini Ural Dagları bölgesine göndermisti. Bunlar yola çıktıktan sonra, Ural Daglarına kadar onların önüne bir “Bozkurt” çıkarak, rehberlik yaptı. Ural’ın etekleri etrafında yasayan bu Türk kavmi de, Müslümanlıga girmesinin ardından kendisine Baskurt adını aldı”20.
Burada üzerinde durulması gereken konu, destandaki kurtun durumudur. Bilindigi gibi “Kök Börü” ya da “Boz Kurt” Türk kültürünün vazgeçilmez unsurlarından oldugu gibi, eski Türk destanlarının da birinci kahramanıdır. Onlarda kurt zaman zaman bize ana, bazan kılavuz, bazan sancaklarımıza amblem, yeri gelince kaganın ordusu, ara-sıra savas uranı, bazan Oguz Kagan Destanı’nda oldugu üzere hükümdarın kendinde topladıgı özellikler, yer yer Ergenekun’dan Türkleri çıkaran kaganın adı, bazan da Tölöslerin Türeyis Destanı’ndaki gibi hükümdarın kızlarının evlendigi kutlu varlık oluyordu. Ona izafeten Asya’nın çesitli yerlerinde kurt dagları mevcuttu. Attila’nın yüzünün bile kurta benzedigini söyleyenler vardır. Bozkır hayatında herne kadar kurttan korkulsa da Türk milleti, onda kendisini yansıtan birseyler bulmustur. Öyle ki bu durum Türkler hakkında bilgi veren yabancıların eserlerinde bile vurgulanmaktadır.
O yüzden biz daha önce yaptıgımız bazı çalısmalarda da degindigimiz disi kurtun Türklere gönderilen bir yalavaç, yani peygamber olması ihtimali üzerinde durmaktayız. Semavi dinlerin kitaplarında zikredilen kayıtlara baktıgımızda, bütün kavimlere bir peygamber yollandıgını görüyoruz. O takdirde Türklere de gönderildigini düsünebiliriz. Dolayısıyla ismini bilmedigimiz söz konusu elçi, pek tabiî bu kurt olabilir21.
Baskurtların menseiyle ilgili bir destandan daha bulunmaktadır ki, onun da konusu kısaca sudur: “Çok eski zamanlarda, doguda yüksek karlı daglarla çevrili bir bölgede Baskurt, Kazak, Kırgız, Nogay gibi, aynı baba ve anadan olma bazı Türk boyları beraberce yasıyorlardı. Ama o sıralarda bu gibi isimler henüz yoktu. Gel zaman, git zaman bir gün bunların arasında ihtilaf çıktı ve bu yüzden de birbirlerine düsman olarak mücadeleye basladılar. Günlerden bir vakit, yine bu kabilelerden birisinin beyi, ava gittigi sırada önünde bir kurt peyda oldu. Bey bu kurdu takip ede, ede içerisinde cennet misali ormanları ve nehirleri bulunan, etrafı yüce daglarla kaplı bir yere geldi. Tam bu esnada kurt da ortadan kayboldu. Bey anladı ki, bu kurt kendisine klavuzluk yapsın diye, Tanrı tarafından gönderilmisti. Bey bunun üzerine, geriye akrabalarının oldugu yere döndü. Onları da alarak, Ural Daglarının yanına getirdi. İste diger kardeslerden ayrılan bu kabileye Baskurt denildi ki, “kurdun bas olup, getirdigi” kavim demektir”22.
Bu rivayette geçen Kazak, Nogay gibi isimlere baktıgımızda, destanın çok geç bir vakitte tesekkül ettigi anlasılmakla birlikte, ana muhteva Ergenekun ve Türklerin Türeyisi Destanı’yla benzerlik göstermektedir. Bildigimiz gibi orada da kurt yok olacak bir millete öncülük yaparak, yeniden güçlenmesine ve çogalmasına aracılık etmektedir. Eski Türkler kendilerinin kurttan türediklerine inanıyorlardı. Elbette fiziki manada bir insanla hayvanın birlesmesi mümkün degildir. Ancak buradaki disi kurtun bizce baska bir fonksiyonları vardır. Bozkır hayatında herne kadar kurttan korkulsa da Türk milleti, onda kendisini yansıtan birseyler bulmustur. Öyle ki bu durum Türkler hakkında bilgi veren yabancıların eserlerinde bile vurgulanmaktadır. Kurt ile Türk milleti adeta özdeslesmis gibidir. Ondan türedigine inanmakla beraber, içtimai ve dini hayatında da önemli bir yere sahiptir. Eskiden dogum yapacak kadına “al basmaması” için yastıgının altına bir parça kurt derisi konurdu. Kırsal kesimlerde ebelerin mutlaka kurt kafası olurdu. Hamile kadınlar bazı yerlerde yanlarında kurt disi tasırlardı. Hıdırellez’de atesin üzerindeki sekiller kurt izine benzerse mutluluga yorumlanırdı. Köpegin kurt gibi uluması ise ölüme isaretti vs23.
Kurt, herhalde Türk ırkını besleyip, büyüten ve de koruyan kahraman bir Türk anası ya da kadınıdır. Belki de Kök Türk yazıtlarında geçen Umay’ın bizatihi kendisidir. Daha önceki bazı çalısmalarımızda Umay’ın eski Türk dininin bir melegi veya Türk tarihinde kahraman bir kadın olabilecegini ortaya koymustuk24. Umay’ın bütün Türk milleti tarafından bilinmesi ve geçmis çaglardan beridir Türkler arasında yasaması, ona sonsuz bir saygı duyulması, ayrıca soyun devamı olan çocukları koruduguna inanılmasının altında farklı bir anlam yatıyor olmalıdır.
Netice olarak sunu söyleyebiliriz: Tarihlerine ve destanlarına baktıgımız Baskurtlar, geçmiste bir il gibi görünüyorlarsa da, maalesef bagımsızlık ve etkinlik açısından varlık gösterememislerdir. Bugün de bulundukları bölge ve nüfus yapıları itibarıyla, dünya cografyasında pek agırlıkları yoktur. Sadece Baskurt Türkleri degil, bütün İdil-Ural Türklügü için geçerli olan husus, birlik ve beraberlige dayanan bir güç kazanımıdır. Kültürel ve siyasi hürriyetler bunun arkasından gelecektir.
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ
Makalenin aslı dosya (pdf) halinde sunulmuştur:
Yorumlar
Yorum yap