919) Afganistan Devleti’nin Kuruluşunda Türk Kültürünün Etkileri

Yayin Tarihi 24 Ocak, 2016 
Kategori TÜRK DÜNYASI

Afganistan Devleti’nin Kuruluşunda

Türk Kültürünün Etkileri

Afganistan devletinin üzerinde yükseldiği topraklar, geçmişte Saka, Yüe-çi, Kuşan, Akhun (/Eftalit), Gazneli, Selçuklu, Harizmşah, İlhanlı, Timurlu, Baburlu, Safevî ve Afşarlı gibi pek çok Türk boy ve devletine vatan olduğundan, bölgede Türk hâkimiyeti kesintiye uğramadan Abdalîler (/Dürrani) dönemine kadar ulaşmıştı. O sebeple Herat, Kandahar, Gazne, Kâbil gibi önemli vilâyetlerde Türk nüfusu ve nüfûzu hiçbir zaman eksik olmamış, siyasî üstünlük sayesinde kültürel devamlılık da kesintiye uğramadan sürmüştü. XVIII. yüzyılın ortalarına doğru İran ve Hindistan’daki siyasî gelişmeler neticesinde meydana gelen otorite boşluğundan faydalanan Afgan aşiretleri bir araya gelerek Kandahar’da yeni bir devlet kurdular. Ahmed Şah Abdalî liderliğinde kurulan bu yeni siyasî güç, kısa sürede sınırlarını batıda Horasan’dan, güneydoğuda Dekken yaylasına kadar genişletti. Ahmed Şah’ın 1747’de kurduğu bu devlet, coğrafyaya atfen “Afgan Devleti ya da Afganistan” olarak tarihe geçmiştir. Oysa hem kurucu boyların menşei, hem de hâkimiyet alametleriyle devlet idaresinde kullanılan idarî ve askerî ünvanlar, bu devletin kendinden önceki Türk devletlerinin bir devamı olduğunu ve Türk kültürünün yeni kurulan bu devlet üzerinde çok önemli tesirler yaptığını göstermektedir.

Afganistan’daki aşiretlerden Gılcayların,1 1722 yılında Isfahan’ı ele geçirmesiyle başlayan süreç, İran’da Safevî hâkimiyetinin sona ermesi ile neticelendi. Afgan aşiretlerinin İran’daki idaresine ise 1726’da Şah Tahmasb’ın hizmetine giren Afşar Türklerinden Nadir Kulu Han son verdi. Kısa sürede Safevî ordularını toparlayan Nadir, önce Afganları, ardından da İran topraklarının bir bölümünü ele geçiren Rusları ve Osmanlıları, ülkeden çıkarmayı başardı.2

1736 yılında kendisini İran Şahı ilan ettiren Nadir, 1738’de Kandahar’ı ele geçirmek suretiyle, ülkesinin sınırlarını Safevîler döneminde olduğu gibi Hindistan’a kadar uzattı.3 Böylece Afganistan tekrar bir Türk devletinin hâkimiyeti altına girmiş oluyordu. Kandahar’ı ele geçiren Nadir Şah, özellikle Afganistan’ın önemli aşiretlerinden olan Abdalîlerden önemli bir kuvveti ordusuna aldı. Nadir’in 1739 yılında çıktığı Hindistan seferinde cesaret ve sadakatleri ile kısa sürede kendilerini gösteren Abdalîler, batıda Osmanlı ve kuzeyde Ruslarla girişilen bütün mücadelelerde onun yanında yer almış, ülke içindeki muhalefetin ve meydana gelen isyanların bastırılmasında da en büyük desteği vermişlerdi.

Safevîler döneminde Herat valiliği de yapmış olan Abdalî reislerinden Muhammed Zaman Han’ın oğlu Ahmed Han, bu kuvvet içerisinde kendisini göstermemişti. Henüz on altı yaşında iken emireri olarak Nadir Şah’ın hizmetine giren Ahmed Han, onun Hint,4 Osmanlı ve diğer seferlerine iştirak ederek, büyük tecrübe kazanmıştı.5 Ahmed Han’ın seferlerde gösterdiği gayret ve kahramanlık, Nadir Şah’ın takdirine mazhar olmuş6 ve dürüstlüğü sayesinde sandukbaşı7 görevine getirilmişti.8 Bir müddet sonra da yasavulluğa9 terfi etmiş ve emrindeki seçilmiş dört bin Abdalî süvarisi ile Nadir Şah’ın harem çadırının ikinci kapısını korumakla vazifelendirilmişti.10

1746 yılından itibaren İran’da Nadir Şah Afşar’a karşı gelişen muhalefet, kısa sürede ülkenin değişik bölgelerinde isyana dönüştü.11 Bu isyanların ve muhalefetin bastırılması için büyük gayret sarf eden Nadir, sürekli teyakkuz halindeydi. O sebeple ruh hali gittikçe bozulmuş ve en yakınında bulunan beylere dâhi güvenmez olmuştu. Böyle bir halet-i ruhiye ile 11 Haziran 1747’de Kabuşhan’da başlayan isyanı bastırmak üzere Fethâbâd’a ulaştı. Hareminde eyerlenmiş ve gemi vurulmuş bir atı sürekli hazır bekleten Nadir, 19-20 Haziran gecesi kendisini korumakla mükellef Abdalî ve Özbek liderleri huzuruna çağırarak,12 çevresinde ve orduda bulunan bazı hanların hâl edilmelerini istedi. Ancak bu istekten haberdar olan Kaşıkçıbaşı Muhammed Kulu Han Afşar, Salih Han Kırklu, Muhammed Han Kaçar, Musa Beg Afşar ve Koca Beg Gündüzlü gibi ordunun ileri gelen beyleri, hayatlarından endişeye düşerek, Şah’ın tahttan indirilmesi hususunda fikir birliğine vardılar. Nadir ile görüşmek bahanesiyle 20 Haziran 1747 gecesi saltanat çadırına giren Salih Han ve Muhammed Han Kaçar, kısa bir arbededen sonra Nadir Şah’ı öldürdüler.13

Nadir’in katledildiği haberini haremde vazifeli Bibi Sahiba adlı bir kadından öğrenen Ahmed Han Abdalî, emrindeki askerlerle Şah’ın çadırına girip, Nadir’in cansız bedeniyle karşılaşınca onun intikamını almak üzere, bu sırada çadırı yağmalamakla meşgul olan Kızılbaşların üzerine hücum etti.14 Kısa süren bir çatışmadan sonra Kızılbaşlar ile baş etmelerinin mümkün olmadığını anlayarak geri çekilme kararı alan Ahmed Han, tekrar çadıra girerek, Nadir’in parmağındaki mührü, Kûh-ı Nur ve Derya-ı Nur adlı muhteşem elmasları15 ve bulabildiği diğer hazineleri aldı.16 Çadırı yağmalamaya çalışan Kızılbaşlarla Kabuşan yakınlarındaki Koçan tepesine kadar savaşarak geri çekildi.17

Türk tarihinin yetiştirdiği büyük cihangirlerden Nadir Şah’ın ölümü ile İran ve Asya tarihinde yeni bir dönem açıldı. Bu dönemin baş oyuncularından birisi bölgede yeni bir devlet vücuda getirecek olan Abdalî ve Gılcay aşiretlerinin başını çektiği Afganlardı. Nadir’in öldürülmesi ile artık bu aşiretlerin İran’da bulunmalarını gerektiren sebep ortadan kalkmış, onlar da bölgeyi terk etmek üzere harekete geçmişti. Gidebilecekleri yegâne yer ise asıl yurtları olan Kandahar’dı.18

Kandahar’a gitmek üzere İran’dan ayrılan Afgan birliklerinin başında Nadir Şah’ın gözdelerinden Nur Muhammed Han Alizay bulunmaktaydı.19 Ferah civarına ulaşan Afgan birlikleri, yer yer yolları tutan İran kuvvetlerini bozguna uğratarak Kerşek kasabasına kadar ilerledi. Burada birkaç nefer Kandahar’a gönderilerek, Nadir’in katledildiği haberi ulaştırıldı.20 Nadirâbâd yakınlarındaki Şir-i Sorh türbesine ulaşıldığında ise yeni bir lider seçme mecburiyetinde olduklarını dile getirerek burada bir toplantı yapılmasına karar verdiler.21 Şayet güçlü bir liderden mahrum şekilde Kandahar’a vasıl olunursa Kandahar’daki idarecilerin husumetine uğrayabilirlerdi.22

Önce liderlik meselesini halletmek üzere Şir-i Sorh’ta Cirke (Jirga/Kurultay)’yi topladılar.23 Cirke’de Afgan aşiretlerinin çok önemli ve nüfuzlu liderleri vardı. Aralarında bir lider seçmek üzere yapılan bu toplantıda her kabile, kendi hanlarının “Şah” seçilmesi arzusundaydı. Hararetli tartışmalarla geçen sekiz gün sonunda bir netice elde edilememişti. Tartışmalar neticesinde hakeme gitmeye karar verildi. Hakemin her hangi bir kabileye mensup olmaması, herkesçe itimat edilen ruhanî biri olması şartı arandı. Nihayet bu şartları haiz, Kâbil ahalisinden Pir Sabır Şah adındaki derviş, hakem tayin edildi.24

Ahmed Han Abdalî, büyük tartışmalara sahne olan bu Cirke’yi bir köşede sükût içerisinde, tartışılmış olan en önemli meselelerde bile tek kelime söylemeden, dikkatle ve sabırla dinlemişti. Ahmed Han’ın bu halini gözlemleyen Pir Sabır Şah, onu liderliğe layık görerek, şahlığa önerdi.25 Sabır Şah’ın bu teklifi karşısında diğer hanlar, kendi adaylıklarını çekerek, Ahmed Han’ın lider seçilmesini destekledi.26

Derviş Pir Sabır Şah tarafından Afgan aşiretlerinin liderliğine aday gösterilen henüz yirmi beş yaşındaki Ahmed Han, ısrarlar üzerine bu görevi kabul etti. Ahmed Han’ın şahlığı kabul etmesi üzerine Sabır Şah, “Bu şahlığınızın tahtıdır.” diyerek, onu yüksek bir makama oturttu. Sonra eline aldığı bir avuç buğday tanesini de başına saçarak “bu da şahlığınızın ilânıdır.” dedi.27 Burada ananevî Türk töresinde yer alan “tahta oturtma” ve “saçı saçma” geleneği aynen tatbik edilmişti. Şahlığın, halka uğur ve bereket getirmesi maksadıyla tatbik edilen bu gelenek en eski Türk adetlerindendi.28

image001

Şekil 1: Ahmed Han Abdalî’nin Şir-i Sorh’daki “taç giyme töreni”ni simgeleyen bir gravür.*
* Bu resim M.J. Hanifî, “Colonial Production of Hegemony Thourgh the “Loja Jerga” in Afghanistan”, Iranian Studies, XXXVII/2 (June 2004), s.316’dan alınmıştır.

Yapılan bu sade törenden sonra Pir Sabır Şah, “Şimdi sen Padişâh Dürr-i Dürrân (inciler incisi)’sın” dedi.29 Bundan sonra Ahmed Han, Ahmed Şah Dürranî adını aldı.30 Ahmed Han’ın “Şah” olarak Afgan kabilelerinin başına getirilmesinden sonra Cirke’de önemli bir karar daha alındı. Bu karara göre artık Kızılbaş İran’a ve büyük bir buhran içerisine itilmiş Dehli Sultanlığı’na hizmet etmeyecek, kendi toprakları olan Herat ve Kandahar’da bağımsız bir devlet tesis edeceklerdi.

Görüldüğü üzere Afgan kabileleri bir araya toplanıp uzun istişarelerden sonra kendi liderlerini seçim yoluyla göreve getirmişlerdi. Han’ın kurultayda seçilmesi eski ve köklü bir Türk geleneğiydi. Bu tavır Hun, Göktürk ve Uygurlardan sonra pek fazla görülen bir davranış şekli değildi.31 Afgan aşiretlerinin, liderlerini kurultayda seçmiş olmaları, onların geçmişteki Türk adetlerini devam ettirdikleri hususunu gözler önüne sermektedir.

Cirke’de “Şah” seçildikten sonra Kandahar’a hareket eden Ahmed Han, önden tellallar gönderip, Nadir Şah Afşar’ın öldüğünü ve kendisinin şahlığa seçildiğini ilân ettirdi.32 Herhangi bir zorlukla karşılaşmadan Kandahar’a giren Ahmed Han’ı, şehrin ileri gelenleri ve aksakallıları büyük bir coşkuyla karşıladı. Ahmed Han, Kandahar’da ilk iş olarak Nadir Şah’a giden bir hazine kervanına el koydu.33  Kervan’daki filleri ve diğer malları orduda ve hükümette yer alan memurlar arasında dağıttı.34 Bu hareketiyle adeta cülûs bahşişi35 töreni icra eden Ahmed Han’ın bu tavrı büyük bir cömertlik gösterisiydi. Bu davranışı, ona karşı gelişebilecek muhalefeti ortadan kaldırmaya yetmiş, ayrıca pek çok aşiret reisi de kendisine bağlılıklarını bildirmişti.36

Artık sıra klasik Türk-İslâm devletlerinde görülen tahta çıkma merasiminin icrasına ve hâkimiyet sembollerinin tatbikine gelmişti. Bu hususta 1747 yılı Ekim ayının sonlarında Kandahar’da bir camide, bir kez daha şehrin ileri gelenlerinin huzurunda yapılan törende, şehrin en yüksek mevkiindeki dinî lideri, eline aldığı bir avuç buğdayı Ahmed Han’ın başına saçmış ve dualardan sonra onun Tanrı ve milletin seçimi neticesinde bu makama ulaştığını söylemişti37 Bu merasim esnasında, ortaçağ Türk devletlerinde takip edilen hâkimiyet sembolleri sırasıyla uygulanmış, yeni Şah’a hilât38 giydirilmiş, başına sorguç39 ile süslü tâc40 konarken, beline de kılıç kuşatılmıştı.41

Tahta çıkma merasiminden hemen sonra Ahmed Şah, yeni kurulan devletin merkezi olarak Kandahar’ı payitaht42 ilân etti. Ahmed Şah adına ilk sikke43 de burada bastırıldı. Bastırılan altın ve gümüşten sikkelerin üzerinde “Hükm-ü şod ez kadr biçün be Ahmed Padişâh / Sikke-i zen ber sim ve zer ez puşt mâhi ta be mâh” ibaresi yer alıyordu.44 Sikkeler üzerinde, sadece Ahmed Şah’ın adının yer alması, onun herhangi bir devlete tâbi olmadığını gösteriyordu.

Devletin resmî işlerinde kullanılmak üzere Ahmed Şah için bir de mühür45 kazdırıldı. Hatem (/yüzük) üzerinde kadeh şeklinde kazdırılmış mühürde “Allâhü’l-hâkim ba hû, Ahmed Şah ya fettâh dürr-i dürrânî” ibaresi yer almaktaydı.46 Ayrıca mührün üzerindeki yazının altına hâkimiyet sembolü olarak bir de tavus kuşu resmi işlenmişti.47

Ahmed Şah Dürranî adına ilk hutbe48 Kandahar’da Cuma namazında okutuldu.49 Böylece Türkistan, İran ve Hindistan’da hâkimiyet tesis etmiş olan Gazneli, Selçuklu, Harezmşah, İlhanlı, Timurlu, Babûrlu ve Safevîler gibi Türk-İslâm devletlerinde uygulandığı görülen hâkimiyet sembollerinden kurultay, taht, payitaht, hilat, tâc, kılıç kuşanma, cülûs bahşişi, sikke, mühür ve hutbe gibi unsurların tamamı, Ahmet Han’ın iktidara taşınmasında da uygulanmıştı.

Nadir Şah’ın hizmetine girdiği andan itibaren, onun bütün seferlerine iştirak ederek Hindistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Irak-ı Acem’de onunla birlikte bulunan Ahmed Han, Afşarlı sarayında bulunmak ve Şah’ın korumasını üstlenmesi hasebiyle devlet erkânına ve adabına malik olmuş, devlet idaresinde gerekli olan hususiyetler kendisinde tebarüz etmişti. Alınan karar gereğince, devletin temellerini atmak üzere harekete geçen Ahmed Şah, İran’daki Safevî ve Afşarlı idarî yapılanmasını örnek alarak oluşturduğu memuriyetlere, aşiret reislerinden tayinler yapmaya başladı.

Eşrefü’l-vüzera Şah Veli Han lakabıyla Begi Han, Kaşıkçıbaşı;50 Şah Pesend Han lakabıyla Abdullah Han, Divanbegi;51 Hacı Navab Han, Sahib-i Cem-i Sandukhâne;52 Berhurdar Han, Kapucubaşı;53 Muhammed Han Beluç, Zabit Begi;54 Cafer Han, Kollaragası55 ve Cihan Han, Hân-ı Hanân56 (Sipahsalar57/Serleşker58) ünvanlarıyla tayin edildi.59 Ayrıca Eşikagası60 ünvanı verilen Abdullah Han Keşmir’in fethiyle görevlendirildi.61 Görüldüğü üzere yeni tesis edilen idareye atananların aldıkları ünvanlar ve vazifeler Türk-İslâm devletlerinde kullanılan idarî /askerî unvan ve terimleriydi.

Ahmed Şah, merasimler ve tayinlerin ardından dokuz Afgan kabilesinin liderlerinden oluşan bir kurul oluşturdu.62 Bir yandan idarî ve askerî yapılanma devam ederken, öte yandan hâkimiyet altındaki mevcut toprakların taksimatını yeniden düzenleme kararı alan Ahmed Şah, Nadir Şah zamanında tahriri yapılmış olan Kandahar vilâyetindeki toprakları yeniden tahrire tabi tutarak, altı bin sabana böldü. Yayınladığı fermanla bu toprakların büyük bir bölümünü Abdalîler arasında taksim ederek, yeni toprak sahiplerini savaş zamanında on iki bin beş yüz nefer vermekle mükellef kıldı. Yeni tımar sahipleri savaş zamanında sipahileriyle birlikte orduya katılacak ve askerî bir unvan olan serdar adını alacaktı.63

Savaş zamanında tımarlardan ve aşiretlerden orduya katılan askerlerin yanı sıra, tamamı Afgan kabilelerinin dışından, özellikle Nadir Şah’ın ordusunda harp tecrübesi kazanmış Kızılbaş ve Özbeklerden seçilen atlı birliklerden teşekkül edilmiş kapıkulu ocağını kurdu. Bunlar payitahtta Gulaman-ı Şahî veya Gulamhâne adıyla bilinen yerde iskân edilmişti.64 Savaş zamanında “leşker-i kalb” yani ordunun merkezini bu birlikler tutuyor, savaş dışında da Şah’ın emniyetini sağlıyorlardı. Ordunun teşkilatlandırılmasında tamamen Türk askerî teşkilatının unsurları kullanılmıştı. Tımarlı sipahiler, gulamlar, savaş zamanında orduya katılan gönüllüler ve ittifak halindeki bölgelerden sağlanan birlikler yeni Afgan ordusunun unsurlarıydı. Özellikle 1761’de Marathaların büyük bir hezimete uğratıldıkları Panipat savaşında,65 Ahmed Şah’ın ordusu, klasik Türk ordu düzenindeydi. Yaklaşık altmış bin kişiden mürekkep ordu, leşker-i kalb (/merkez), meymene (/sağ cenah), meysere (/sol cenah), pişdar (/öncü) ve saka (/artçı) şeklinde dizilmişti.66 Burada uygulanan savaş taktiği ise büyük bir maharetle uygulanan “Turan taktiği”nden başka bir şey değildi.

Kandahar’da Afgan devletinin temellerini atan Ahmed Şah, ülke bütünlüğünü sağlamak maksadıyla Gazne, Kâbil ve Herat’ı ele geçirdi. Böylelikle bugünkü Afganistan’ın genel sınırlarına ulaşmış oldu. Daha sonra kendinden önceki fatihlerin yaptığı gibi Hindistan’a indi.67 1749’dan 1770 yılına kadar toplam sekiz defa Hindistan’a sefer yapan Ahmed Şah, bu seferler esnasında Baburlu devlet teşkilatından da etkilenmişti. Yaptığı tayinlerde emri altındaki görevlilere Türkistan ve Baburlu saray teşkilatlarında kullanılan Yasavul,68 Karavul,69 Kutval70 ve Daruga71 gibi ünvanları vermişti.

Sonuç olarak milattan önceki dönemlerde Sakalarla başlayan ve sırasıyla Yüe-çi, Kuşan ve Eftalitlerin hâkimiyetine giren Sicistan, Toharistan, Huttal, Zabulistan ve Kabulistan gibi Afganistan’ın tarihi bölgeleri Heptal(/Abdal) ve Kalaçlar gibi Akhunların iki önemli boyuna vatan olmuştu.72 İslamîyetten sonra Gaznelilerin73 adeta mührünü bastığı bu topraklar, onların inkırazından sonra sırasıyla Selçuklu, Gurlu, Harezmşah, İlhanlı, Timurlu, Babûrlu, Safevî ve Afşarlı hâkimiyetine girmişti. Dolayısıyla bölgede Türk hâkimiyeti kesintiye uğramadan Abdalîler dönemine kadar ulaşmıştı. O sebeple Herat, Kandahar, Gazne, Kâbil gibi önemli vilayetlerde Türk nüfusu ve nüfuzu hiçbir zaman eksik olmamış, dolayısıyla siyasî üstünlük sayesinde kültürel devamlılık da kesintiye uğramadan sürmüştü. Dolayısıyla Ahmed Şah’ın kurduğu bu devlet, her ne kadar coğrafyaya binaen “Afgan devleti” olarak tarihe geçmiş olsa da gerek kurucu boyların menşei, gerekse hâkimiyet alametleri ile devlet idaresinde kullanılan idarî ve askerî ünvanlar, bu devletin kendinden önceki Türk devletlerinin bir devamı niteliğinde olduğunu göstermektedir.

Orhan Yazıcı* ve Numan Durak Aksoy**
İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Programı
(Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi)

Dipnotlar
——————————————————————-
* Yazışma Adresi: İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Kampus/MALATYA e-mail: oyazici@inonu.edu.tr
** Yazışma Adresi: İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Programı Kampus/MALATYA e-mail: ndaksoy@inonu.edu.tr
1 Kalaçların bakiyeleri olan Gılcayların menşei ile ilgili geniş bilgi için bkz. O. Yazıcı, “Gılcayların Menşeî”, Ortadoğu Araştırmaları Dergisi IV/1, (Elazığ, Ocak 2006), s. 31-49
2 Nadir Kulu Han’ın, Şah Tahmasb’ın hizmetine girmesi ve elde ettiği başarılar için bkz. Mirza Mehdi Han Esterabadî, Tarih-i Cihangüşâ-yı Nadirî, Tahran 1377; L.Lockhart, Nadir Shah, London 1938
3 Tarih-i Cihangüşâ-yı Nadirî, s.290 vd.
4 Nadir Şah’ın Dehli’yi zabtı ile ilgili bkz. Hoca Abdulkerim Han Keşmirî, Beyan-ı Vâki; The Memoirs of Khojeh Abdulkurreem, (nşr. F. Gladwin), Calcutta 1788, s.1-8; Tanburî Arutin, Thamas Kulu Han’ın Tevârihi, (nşr. E. Uras), Ankara 1942; Nadir Şah, 9 Mart 1739’da Dehli Sultanı Muhammed Şah’ı mağlup edip, Dehli kalesini ele geçirmesinden sonra Divan’ı Am’da vezir-i azam Nizamü’l-mülk Çin Kılıç Han’ı kabul etmişti. Bu sırada bir fizyonomi uzmanı olan vezir, Nadir’in yanında bulunan Ahmed Abdalî’yi görünce, onun ileride büyük bir sultan olacağı kehanetinde bulunmuştu. Bunun üzerine Nadir Şah, Ahmed Han’ı yanına çağırarak, belinden çıkardığı hançer ile onun kulaklarını kanatmış ve ona “bir şah olduğun zaman bu sana beni hatırlatacak” demişti. Bkz. Ali Kuli Mirza, Tarih-i Vâka-yı ve Sevânih-i Afganistan, Tahran 1376, s.35; M. Afşar, Afgan-nâme II, Tahran 1341, s.12 vd.
5 Mirza Muhammed Sadık, Tarih-i Giti Güşâ: der Tarih-i Hanedan-ı Zend, (nşr. Said Nefisî), Tahran 1317, s.51
6 Nadir Şah, bir gün sarayın avlusunda devletin ileri gelenlerine Ahmed Abdalî’den bahisle “böyle övgüye değer kabiliyetli birine ne İran, ne Turan, ne de Hindistan’da rastlamadım. O ileride büyük bir adam olacak” demişti. [Bkz. Feyz Muhammed Han, Siracü’t-tevarih I, (nşr.M.İ.Şeriati), Tahran 1372, s.11; Ali Kuli Mirza, a.g.e., s.35; M.Afşar, a.g.e.II, s.12]; Yine bir gün Nadir, “Senin kesinlikle bir Şah olacağını biliyorum. Nadir’in soyundan biri gibi ol.” diyerek sözlerini tekrarlamıştır. Bkz. G. Singh, Ahmad Shah Durrani, New York 1959, s.19
7 Baburlularda zamanında hazine memurluğuna verilen addır. Bkz. Zahirü’d-din Muhammed Babur, Vekâyi: Babur’un Hatıratı II, (nşr. R.R. Arat), Ankara 1987, s.666
8 Bkz. G.Singh, a.g.e., s.18
9 Saray muhafızlarının başı manasına gelen Yasavul terimi, aynı zamanda tanzim edici, emirber manasına da kullanılıyordu. Bkz. Vekâyi II, s.666
10 Siracü’t-tevarih I, s.11 vd; M.S.Ferheng, Afganistan, der Penc Karn-ı Ahir I, Meşhed 1371, s.114
11 Nadir Şah’ın yeğeni Ali Kulu Han ve Kabuşhan Kürdlerinin isyanları ile ilgili bkz. Bkz. L.Lockhart, a.g.e., , s.260 vd.
12 Nadir, huzuruna gelen Saray muhafızlarına “Cesaretiniz ve sadakatiniz tarafımdan biliniyor. Yarın sabah bütün memurlarımı tutuklamanızı ve zincire vurmanızı emrediyorum. Eğer size karşı direnme cesareti gösterirlerse onların hiç birini sağ bırakmayın. Benim canım tehlikededir ve ben sadece hayatımı size emanet edebilirim” demişti. Bkz. L.Lockhart, a.g.e., s.261; Nadir Şah’ın huzuruna gelen muhafızları arasında Nur Muhammed Han Gılcay ve Ahmed Han Abdalî de bulunmaktaydı. Bkz. Cihangüşây-ı Nâdirî, s.426; Muhammed Emin Gülistanî, Mücmilü’t-tevarih, Tahran 1344, s.8 vd.
13 Cihangüşây-ı Nâdirî, s.427; L.Lockhart, a.g.e., s.262; Muhammed Kâzım Mervî, Alam Aray-ı Nadiri III, (nşr. M.E. Riyahi), Tahran 1369, s.1191 vd; A.D. Pour, Nadir Şah Devrinde Osmanlı-İran Münasebetleri, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1977, s.161; P.Sykes, Persia, London 1922, s.350
14 Siracü’t-tevarih I, s.12; M.S. Ferheng, a.g.e.I., s.114; L.Lockhart, a.g.e., s.263
15 Nadir Şah bu elmasları Hindistan seferinde Dehli Sultanı Muhammed Şah’ın hazinesinden ele geçirmişti. Bkz. Siracü’t-tevarih I, s.12
16 L.Lockhart, Nadir Shah, s.263; M.Şemiî, “Ahmed Şah Dürranî”, Dairetü’l-Maarif-i Bozorg-i İslâm VII, s.64
17 Cihangüşây-ı Nâdirî, s.432; Mücmilü’t-tevârih, s.19; H.Beveridge, A Comprehensive History of India I, London 1858, s.401
18 Kandahar ve çevresi, sürekli Türk hâkimiyeti altında XVIII. yüzyılın ortalarına kadar ulaşmıştı. Burada mukim olan aşiretler, özellikle son iki asrı Baburlu ve Safevîlerin hâkimiyetleri altında geçirmişlerdi. 1709-1726 yılları arasında Gılcay ve Abdalîlerin, Kandahar merkez olmak üzere, bir dönem İran’ı da içine alacak şekilde müstakil bir idare tesis etmeleri, onlarda istiklâl arzusunu ortaya çıkarmıştı. Dolayısıyla Nadir Şah’ın ölümü ile buhranlı bir devreye giren İran’dan bağımsız bir idare tesis etme şansı yakalayan Afgan aşiretleri, bu fırsatı değerlendirmek arzusundaydı. Bkz. Siracü’t-tevarih I, s.12
19 A. Fletcher, Afghanistan Highway of Conquest, New York 1966, s.41 vd; Kandahar’a hareket eden ordu, dört bin Gılcay ve oniki bin Abdalî ve Özbek’ten mürekkepti. Bkz. G.M. Gubar, Afganistan der Mesir-i Tarih, Tahran 1374, s.354; G.B. Malleson, History of Afghanistan, London 1879, s.273 vd.
20 Bkz. M.S.Ferheng, a.g.e.I, s.116 vd.
21 Gubar, Afganların Şir-i Sorh (/Kızıl Aslan)’da yaptıkları toplantının tarihini Ekim 1747 olarak verir. Bkz. G.M.Gubar, a.g.e., s.354 vd.
22 İbn Muhammed Amin Gulistanî’ye göre bu toplantıda “Bu uzun seferde kendi içimizden birinin liderliğinde birleşmeliyiz. En yüksek rütbeli bir lider olmaksızın Kızılbaş tehlikesiyle yüz yüze olan askerlerimiz tek vücut halinde Kandahar’a yürümezse başarı imkânsız ve zor olur. Bununla beraber gideceğimiz yere varmadan önce her ne olursa olsun bir lider seçmeliyiz.” şeklinde bir karar alınmıştı. Bkz. Mücmilü’t-tevarih, s.60
23 “Büyük Halk Meclisi” manasına kullanılan Cirke ya da Jirga [Bkz. Bkz. M.J. Hanifi, “Colonial Production of Hegemony Thourgh the “Loja Jerga” in Afghanistan”, Iranian Studies, XXXVII/2 (June 2004), s.303] “Kurultay”ın karşılığıdır. Devletin önemli meselelerinin oturulup konuşulduğu ve tartışıldığı meclis olarak günümüzde de faaldir.
24 G.M. Gubar, a.g.e., s.355
25 Pir Sabır Şah: “Bu kadar gereksiz konuşma niçin? Allâh hiç birinizde olmayan özelliklerle Ahmed Han’ı büyük bir insan olarak yarattı. Onun soyu, bütün Afgan kabilelerinin en soylusudur. Bundan sonra devam edilirse, Allâh gazâbıyla sizleri imtihân edecektir.” diyerek Ahmed Han’ı şahlığa önermişti. Bkz. G. Singh, a.g.e., s.24 vd.
26 Ali Kuli Mirza, a.g.e., s.35
27 Bkz. G.M. Gubar, a.g.e., s.355; Ali Kuli Mirza, a.g.e., s.35
28 Bkz. B. Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Ankara 1982, s.69 vd.
29 Bkz. Siracü’t-tevarih I, s.12; G.M.Gubar, a.g.e., Tahran 1374, s.355; Dürr-i Dürrân “Lûlûlalâ” (parlayan inci) olarak da tesmiye edilmiştir. Bkz. M.S.Ferheng, a.g.e.I, s.121; Bazı batılı tarihçiler, Dürr-i Dürran ismini “Dürr-i Dovrân” yani “devrin/zamanın incisi” şeklinde yanlış ifade etmiştir. Bkz. D.N.Wilber, Afghanistan, New Haven 1962, s.18; M. Ewans, Afghanistan: A New History, Curzon 2001, s.23
30 Bu hadiseden sonra Ahmed Şah, davullar çaldırarak Abdalîlerin de Dürrani adını kullanmalarını istedi. Böylece bu tarihten itibaren Abdalîler Dürrani adını aldılar. Bkz. G.B. Malleson, a.g.e., s.276; L. Dames, “Ebdali”, İ.A.IV, s.4; H.W. Bellew, An Inquiry into the Ethnography of Afghanistan, Karachi 1977, s.22
31 Hükümdarın Kurultay’da seçilmesi ile ilgili geniş bilgi için bkz. B. Ögel, a.g.e., s.68 vd.
32 Bkz. G.Singh, a.g.e., s.29
33 Nadir Şah’ın Sind ve Pencâb Beglerbegi olan Muhammed Taki Han Şirazî [Bu kişinin adı Siracü’t-tevarih I, s.9’da “Takî Han Ahtabegi” olarak geçer. “Ahtabegi” ya da “Ahtaçı” “Mir-i Ahur’un karşılığıdır. Bkz. Vekâyi II, s.577] komutasında bir Afgan muhafız birliği, üç bin deve ile taşınan şallar, değerli taşlar ve iki korur rupiden oluşan hazine ile Kandahar’a ulaşmıştı [Bkz. Siracü’t-tevarih I, s.12 vd; Tarih-i Giti Güşâ, s.51]; Yaklaşık 2.600.000 rupi değerindeki bu hazine [Bkz. Y.H. Bayur, a.g.e.III, s.102] Nadir Şah adına Pencâb, Lahor ve Kâbil civarından toplanan vergileri ihtiva ediyordu. Ahmed Han, Kızılbaşların önemli bir siması olan Muhammed Taki Han Şirazî’ye oldukça iyi davranıp, hizmetine almış, böylece Kâbil ve Pencâb’da yerleşmiş olan Kızılbaş Türklerin de devlete bağlanmasını temin etmişti. Bkz. Mücmilü’t-tevarih, s.60
34 Bkz. M.Şemiî, a.g.m., s. 64
35 Tahta çıkan padişahın, askerî ve idarî vazifelileri memnun etmek üzere dağıttığı atiyyenin adıdır. Bkz. M.Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, İstanbul 1993, s.312
36 Mücmilü’t-tevarih, s.61; M.S.Ferheng, a.g.e.I, s.121
37 J. P. Ferrier, History of the Afghans, London 1858, s.69 vd.
38 Ortaçağ Türk-İslâm devletlerinde hakimiyet sembollerinden sayılan hilât, Arapça “elbisesini çıkarmak” manasını ifade eden hal’ kökünden gelir. Halife, hükümdar ve ümerânın taltif etmek istediği kimseye verdiği kıymetli libas, zinet veya silah manasına kullanılırdı. Bkz. H. Palabıyık, Valilikten İmparatorluğa Gazneliler, Devlet ve Saray Teşkilatı, Ankara 2002, s.140
39 Tâc veya imâme üzerine takılan Ukar (Tepeli Balıkçıl) kuşunun tüylerine sorguç deniliyordu. Bkz. Vekâyi II, s.641
40 Hakimiyet sembollerinden olan tâc, genellikle değerli madenî eşya ile yapılır ve kıymetli taşlarla süslenirdi. Ağırlığı sebebiyle başa zahmet vereceğinden genellikle tahtla irtibatlandırılırdı. [Bkz. H. Palabıyık, a.g.e., s.170] Ahmed Şah’ın giydiği tacın muhtevası ile ilgili fazla bilgi yoktur. Ancak tahta çıkma törenini tasvir eden bir gravürde, başında sorguçlarla süslü bir sarık (imâme) görülmektedir. Bkz. M. J. Hanifi, a.g.m., s.316
41 Bkz. G. Singh, a.g.e., s.31; Kılıç kuşanma, Padişahlara biatten sonra yapılan merasim münasebetiyle kullanılan tabirdir. Tahta çıkma merasiminde hilât giydirmeyle birlikte uygulan bu merasim çok eski Türk adetlerindendir. Bkz. M.Z. Pakalın, a.g.e.II, s.266
42 Devletin mevcut olduğu yerde, devletin idare edildiği bir merkezin olması şarttır. Türk-İslâm devletlerinde “darü’l-mülk”, “hadrat”, dergâh” olarak da adlandırılan payitaht önemli hâkimiyet alametlerindendir. [Bkz. H. Palabıyık, a.g.e., s.161] Kandahar’ın payitaht seçilmesi ile hakimiyet alametlerinden bir daha gerçekleştirilmiş oluyordu.
43 Tahta çıkan her hükümdarın bağımsızlık alameti olarak adına sikke bastırması Türk devlet geleneğinde hâkimiyet sembollerindendir. Bkz. H. Palabıyık, a.g.e., s.129
44 Bkz. Mücmilü’t-tevarih, s.449; Siracü’t-tevarih I, s.13
45Resmî yazışmalarda hükümdarın nişanı olarak kabul edilen mühür, önemli hâkimiyet alametlerindendir. Bkz. H.Palabıyık, a.g.e., s.150
46 Bkz. Mücmilü’t-tevarih, s.449
47 Bkz. Siracü’t-tevârih I, s.13; Bir hâkimiyet sembolü olarak tavus kuşu motifinin kullanılması ile ilgili geniş bilgi için bkz. T. Thankappan Nair, “The Peacock Cult in Asia”, Asian Folklore Studies, XXXIII/2, (1974), s.93-170
48 İslâm devletlerinde meşruiyetin şartlarından biri de şüphesiz ki, hâkim olunan sahalardaki camilerde Cuma namazları esnasında hükümdarın adının, ünvanlarının ve lakablarının mimberde zikredilmesidir. Bkz. H. Palabıyık, a.g.e., s.134 vd.
49 Bkz. Mücmilü’t-tevarih, s.61
50 “Muhafız alayı kumandanı” manasına kullanılan Türkçe bir terimdir. Bkz. Siracü’t-tevarih I, s.12
51 Halkın istida ve arz-ı hallerini divana takdim eden ve divanın tertip ve düzenini muhafazayla görevli kişiye verilen addır. Bkz. M.Z. Pakalın, a.g.e.I, s.457; Babûr zamanında Serkâtip, Nedim, Kâhya, Kapı Kethüdası manasına kullanılıyordu. Bkz. Vekâyi II, s. 603
52 Karahanlı, Gazneli ve Selçuklularda Hazinedârlık görevinin karşılığıdır. Bkz. Vekâyi II, s. 666
53 Saray kapıcılarının âmiri ve büyük zâbiti hakkında kullanılan bir tâbirdir. Bkz. M.Z. Pakalın, a.g.e.II, s.167; Karahanlı saray teşkilatında Hükümdar ve Ulu Hacib’den sonra gelen en büyük makam sahibi olarak Kapucubaşı’nı görmekteyiz. Sarayda çeşitli hizmetler için adam almak, saray hizmetlilerinin tayin ve terfilerini tanzim etmek, onların sevk ve idarelerini yapmak ve gerek saray içinde gerekse dışında, her türlü tehlikeye karşı Hükümdarın korumasını sağlamak, Kapucubaşı’nın göreviydi. Bkz. R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara 2002, s.138 vd.
54 Zabıta işleriyle alakalı askerî teşekkül ve bu teşekkülün başında bulunan kişiye verilen isimdir. Bkz. M.Z. Pakalın, a.g.e.III, s.644
55 Kollaragası ya da Kullar Agası terimi askerî bir terim olup, saray muhafızlarının komutanı manasına kullanılmıştır. Bkz. Y.H. Bayur, a.g.e.II, s.206
56 Hân-ı Hânan ünvanı “ordu komutanı” manasına kullanılmıştır Bkz. Siracü’t-tevârih I, s.12
57 Gulam Muhammed Gubar, a.g.e., s.360’da Cihan Han, yine ordu komutanı manasında kullanılan Sipahsalar ünvanı ile anılmaktadır.
58 Bazı kaynaklarda ise bu ünvanın Farsça karşılığı olan “Ser-i Leşker ve Emir-i Leşker” tâbirleri kullanılmıştır. Bkz. M.S. Ferheng, a.g.e.I, s.121
59 Bkz. Siracü’t-tevarih I, s.12; M.S. Ferheng, a.g.e.I, s.120
60 Eşikagası “Saray Hacibi” karşılığında kullanılan Türkçe bir terimdir. [Bkz. Siracü’t-tevârih I, s.23] Baburlular zamanında sarayın önemli görevlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eşik Agası ve Eşik İhtiyarı ile ilgili bkz. Vekâyi II, s.606
61 Bkz. Siracü’t-tevârih I, s.23
62 Dokuz sayısının ve dokuz kabilenin Türk mitolojisindeki yeri ve önemi ile ilgili geniş bilgi için bkz. B. Ögel, Türk Mitolojisi I, Ankara 1993, s. 63,110, 298
63 Bkz. M.S. Ferheng, a.g.e.I, s.122
64 Bkz. M.S. Ferheng, a.g.e.I, s.124
65 Tarihe III. Panipat savaşı (14 Ocak 1761) olarak geçen Afgan-Maratha savaşı ile ilgili geniş bilgi için bkz. Muhammed Cafer Şamlu, Tarikh-i Menazilu’l-Fütûh, (nşr. Eliot-Dowson, The History of India, As Told By Its Own Historians VIII) Delhi 1990, s.148 vd; J.P. Ferrier, a.g.e., s.87
66 Abdalî ve Maratha ordularının dizilişi ile ilgili bir kroki için bkz., V.A. Smith, The Oxford History of India, London 1920, s.463; Ahmed Şah’ın Panipat savaşında meydana sürdüğü ordunun sayısı ve teçhizatı ile ilgili geniş bilgi için Bkz., Seyyid Ghulam Ali, Nigâr-nâme-i Hind, (nşr. Eliot-Dowson, The History of India, As Told By Its Own Historians VIII, Dehli 1990), s.398 vd; G. Macmunn, Afghanistan, From Darius to Amanullah, Edinburgh 1929, s.70; W.K.Fraser-Tytler, Afghanistan: A Study of Political Developments in Central Asia, New York 1950, s.63; R.W. Frazer, British India, London 1918, s.123 vd.
67Ahmed Şah Abdalî’nin Hindistan seferleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. O. Yazıcı, Ahmed Şah Abdalî ve Millî Afgan Devleti’nin Kuruluşu (1747-1772), (Basılmamış Doktora Tezi), Malatya 2003
68 Yasakçı, muhafaza memuru, saray muhafızlarının başı, tanzim edici, emirber gibi vazifeleri ihtiva eden Yasavul, Türkistan hanlarının sarayında hazine nazırı olarak görev yapıyordu. Bkz. Vekâyi II, s.666
69 Gözcü, bekçi, ordunun anî bir baskına uğramaması için ordugâhın etrafına çıkarılan müfreze görevlileridir. Bkz. Vekâyi II, s.615
70 Kale muhafızı, garnizon komutanına verilen addır. Bkz., Vekâyi II, s.629 vd.
71 Vâli, askerî vâli, bir bölgenin idare ve inzibatını sağlayan memura verilen ünvandır. Bkz., Vekâyi II, s.601
72 Bugünkü Afganistan sınırları içerisinde kalan bu bölgelerde Türk boyları İslam ordularına karşı büyük mukavemet göstermişlerdi. Bu hususta bkz. H.A.R. Gibb, Orta Asya’da Arap Fetihleri, (çev. H. Kurt), Ankara 2005, s.106 vd.
73 Gaznelilerin bölge tarihinde oynadıkları mühim rolün tesirleri günümüze kadar ulaşmaktadır. Özellikle takip edilen dinî siyaset sayesinde bölge ahalisi Sünnî İslâm inancına sahip olmuş ve Hanefî mezhebini benimsemişti. [Bkz. M. Habib, Sultan Mahmud of Ghaznin, Delhi 1951, s.7]; Gazneli devleti ile ilgili geniş bilgi için ayrıca bkz. E. Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, Ankara 1989

Kaynakça
AFŞAR, M., Afgan-nâme II, Tahran 1341
ALİ KULİ MİRZA, Tarih-i Vâka-yı ve Sevânih-i Afganistan, Tahran 1376
BELLEW, H.W., An Inquiry into the Ethnography of Afghanistan, Karachi 1977
BEVERIDGE, H., A Comprehensive History of India I, London 1858
DAMES, L., “Ebdali”, İ.A.IV, s.4
EWANS, M., Afghanistan: A New History, Curzon 2001
FERHENG, M.S., Afganistan, der Penc Karn-ı Ahir I, Meşhed 1371
FERRIER, J. P., History of the Afghans, London 1858
FEYZ MUHAMMED HAN, Siracü’t-tevarih I, (nşr.M.İ.Şeriati), Tahran 1372
FLETCHER, A., Afghanistan Highway of Conquest, New York 1966
FRASER-TYTLER, W.K., Afghanistan: A Study of Political Developments in Central Asia, New York 1950
FRAZER, R.W., British India, London 1918
GENÇ, R., Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara 2002
GIBB, H.A.R., Orta Asya’da Arap Fetihleri, (çev. H. Kurt), Ankara 2005
GUBAR, G.M., Afganistan der Mesir-i Tarih, Tahran 1374
HABİB, M., Sultan Mahmud of Ghaznin, Delhi 1951
HANİFİ, M.J., “Colonial Production of Hegemony Thourgh the “Loja Jerga” in Afghanistan”, Iranian Studies, XXXVII/2 (June 2004), s.295-322
HOCA ABDULKERİM HAN KEŞMİRÎ, Beyan-ı Vâki; The Memoirs of Khojeh Abdulkurreem, (nşr. F. Gladwin), Calcutta 1788
LOCKHART, L., Nadir Shah, London 1938
MACMUNN, G., Afghanistan, From Darius to Amanullah, Edinburgh 1929
MALLESON, G.B., History of Afghanistan, London 1879

https://guneyturkistan.wordpress.com/

 

Paylaş:

Yorumlar

“919) Afganistan Devleti’nin Kuruluşunda Türk Kültürünün Etkileri” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Mojekler Mekany: Turkmenistan yorum tarihi 30 Ocak, 2016 10:29

    turkmenler için dönemin en daginik devrini yaşiyan o devirde yašiyan yüce turkmen şairi Mahtumkulı Fıraginin Ya Ahmet Şa yerde yayilmiş ün’ün diye başliyan şiiri var ve Iranin yagmalayci harekatlerinden bikmiş türkmen aşiretleri afgan hükümdari Ahmet Handan yardim istemeye birtakim atli delege göndermiş ve o atli delege yolda belirsiz sebeplerden kayiplara karişiyor. Şairin iki Abdullah ve Mehmet Safa diye kardeşleri hem o atli delegenin içindeymiş, Mahtumkulunun kardeşlerini özleyip yazan birtakim şiirleri ve Afganistana onlarin izinden gitmek için babasi Devlet Mehmet Azadi ile yazişan duello şiiri hem var. Ahmet Han turkmen literaturunde sempati ilr yad ediliyor..

Yorum yap