90) SÖMÜRGE YARATMA STRATEJİSİ-2

Yayin Tarihi 26 Şubat, 2009 
Kategori SİYASİ

IMF ve Dünya Bankası Aracılığıyla

Sömürge Yaratma Stratejisi -2

image00145.jpg

KÜRESELLEŞME

IMF’ye göre Küreselleşme; ülkeler arasında mal, hizmet, uluslararası sermaye akımları ve teknolojik gelişimin hızlı bir şekilde artmasını ve serbestleşmesini ve bunlar sonucu ortaya çıkan ekonomik gelişmeyi ifade eder.(2) Friedman ise küreselleşmeyi; dünyada birçok ekonomik, finansal, politik, ulusal güvenlik, çevresel, sosyal, kültürel ve ulusal eyaletler arası teknolojik bağlantılar, piyasalar ve bireyler yoluyla kıtalararası mesafeleri birbirine bağlayan bir ağ olarak tanımlanmaktadır.(3)
Gerçekte küreselleşme; tüm dünyada kapitalizmin-piyasa ekonomisinin egemen kılındığı bir dünya düzeni tanımlamakta ve piyasa ekonomisi uygulamayan tüm rejimlerin değiştirilmesi, buna izin vermeyen ülke liderlerin, aksi düşüncelere sahip siyasal, toplumsal oluşumların yok edilmesini hedeflemektedir. Uygulamada küreselleşme; bir taraftan Irak ve Afganistan’da olduğu gibi hak ve özgürlük dağıtma maskesi altında askeri işgal zoruyla piyasa ekonomisini dayatma, işgal edilen ülke ve ulusunca yaratılan ekonomik güce, doğal kaynaklara toprağa el koyma, diğer taraftan; daha çok demokrasi, daha çok özgürlük masalıyla devşirerek sınırsız destekle devlet yönetimine getirdikleri liderler ve onların siyasi partileri vasıtasıyla ekonomik, mali, askeri kültürel olarak kendilerine bağımlı devletler yaratma sürecidir.

Küreselleşme; dün medeniyet götürdüğü iddiasında olan klasik emperyalizmin özgürlük, demokrasi gibi umut vaad eden kavramlarla makyajlanmış IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlarla ayakta tutmaya çalıştığı yeni halidir. Ancak; silah teknolojilerindeki gelişmeler, sömürgeci sermayedeki büyümeler doğrultusunda vahşiliği ve yok etme yeteneği sınırsız hale gelmiş, kara hava ve deniz taşımacılığında gelişen teknolojiler aracılığıyla maddi sömürü kapasitesi de olabileceği üst seviyeye ulaşmıştır.

Küreselleşme, hedefleri açısından klasik emperyalizmden farklılık göstermez. Sınırların kalktığı, sermaye, mal, hizmet ve işgücünün uluslararası sistemde serbestçe dolaştığı kaynakların üretiminin, dağıtımının, tüketiminin, pazarlamasının ülke ölçeğinden çıkarak uluslararası ölçeğe dönüştüğü, tüketim alışkanlıklarının değiştiği tüketim hızının arttığı, gibi hayal ürünü bir gerçek dışılıkla kendisini dayatır. Oysa gerçek; emperyal merkezlerdeki üretim fazlalarının az yada hiç gelişmemiş ülkelerin borçlandırılmak yoluyla eritilmesi ancak bunun karşılığında bu ülkelerin kaynakların üretiminin, dağıtımının, tüketiminin, pazarlaması ve insanın gücünün ucuz işgücü olarak ele geçirilmesidir. Serbestçe sınırları aşarak dolaşan ise sömürgeci küresel sermaye ve o sermayenin üretimde kullandığı hammadde, ürettiği mal ve hizmettir.

Küreselleşme daha çok özgürlük ve demokrasi vaadiyle ulusları etnik kökenlerine; etnik kökenleri dinine, mezhebine diline, rengine; bireyi cinsiyeti siyasi düşünce ve felsefi inancına göre ayrıma tabi tutarak, yerelleştirerek yok eder. Coğrafyalarda yeni sınırlar yaratarak yeni sömürge vahaları oluşturur. Sınırların kalktığı, sermaye, mal, hizmet ve işgücünün uluslararası sistemde serbestçe dolaştığı, Refahın ve gelirin arttığı daha çok özgürlük ve demokrasiye ulaşıldığı sahte cennet rüyası gördürülen toplumlar, uyandıklarında; sahip oldukları toprakların, doğal kaynakların ve ekonomik gücün ellerinden alınarak sömürgeci sermayenin eline geçtiği ve ülkelerinin bir sömürgeye kendilerinin de bir köleye dönüştüğü, gerçek bir cehennemle karşı karşıya kalmaktadır.

Küreselleşmenin hayasızlığı William Greiderin yaptığı lirik tanımla daha da bir anlam kazanır. küreselleşme, olağanüstü bir makineye benzer. yok ettiklerinin karşılığını alır. Modern tarım makineleri gibi büyük, hareketli, karmaşık ve güçlüdür. Koşarcasına sahalar açar ve sınırları önemsemez. Arkasında geniş tahribat izleri bırakırken, büyük miktardaki refah ve zenginliği beraberinde götürmekte, Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaktadır. Fakat makinanın direksiyonunda hızını ve yönünü kontrol eden kimse yoktur. Olabildiğince özgür ve de sınırsız makine, dünyayı yeniden yapılandıran, kendi kendine işleyen, bir ekonomik sistem draması oluşturan, küresel endüstriyel devrimin zorunlulukları tarafından yönetilen modern kapitalizmdir.(4)

O halde küreselleşme, kapitalizm, piyasa ekonomisi; ulusun ve ulus-devletin ve bu devletin temel amaç ve görevlerinin karşısındadır. Çünkü Ulus devlet kendisini kuran halkın egemenliğine dayanır. Bu egemenlik hakkına dayanarak ulusal menfaatler doğrultusunda kurallar koyar. Ulusu oluşturan bireylerin sahip olduğu , temel hak ve özgürlükleri, toplumun sağlığını, toplumun temeli olan aileyi korur. Toplumun sağlıklı bir çevrede yaşamasını sağlar Milli ekonominin yararlarını dikkate alır. ulusal mülkiyet altında bulunan ve devletin hüküm ve tasarrufuna bırakılan kıyıları, madenleri ormanları milli menfaatler gözetilerek korur geliştirir işletir. Ulusun ve devletin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını planlar, sosyal güvenliği sağlar, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; tekelleşme ve kartelleşmeyi Piyasaların yabancı hakimiyetine girmesini önler…

 


DEĞİŞİM ARDINDAN BORÇ VE YAPISAL UYUM (KOLONİZASYON)

IMF ve Dünya Bankasında küreselleşmeyi liberalleşme birlikte ele alma yönündeki çarpıcı değişim,1980‘lerde Ronalt Reagan ve Margaret Thatcher, ABD ve İngiltere’de serbest piyasa ideolojisi vaazları verirken gerçekleşti. IMF ve Dünya Bankası verecekleri borç ve bağışlara fena halde ihtiyacı olan, serbest piyasa ekonomisine geçmeye gönülsüz fakir ülkelere bu fikirleri dayatmak için yeni misyoner kuruluşlar haline geldi. Fakir ülkelerde hükümet yetkililerinin çoğunluğu ve daha önemlisi bu ülkelerdeki halk kuşkulu baksa da maliye bakanlıkları fonları alabilmek için gerekiyorsa gönüllü olarak siyasal görüş değiştiriyorlardı. 1980’lerin başında Dünya Bankası’nda banka’nın düşünüşünü ve doğrultusunu yönlendiren araştırma departmanında bir temizlik yapıldı… Eski başkan Chenery ve ekibi gelişmekte olan ülkelerde piyasaların nasıl başarısızlığa uğradığı ve devletlerin piyasaları iyileştirmek ve yoksulluğu azaltmak için ne yapabileceği üzerine yoğunlaşırken, yeni başkan sorunun devletler olduğunu düşünüyordu. Bu döneme kadar IMF ve Dünya Bankasının görevleri ayrıyken bu dönemde faaliyetleri gittikçe birbiri içine girmeye başladı. 1980’lerde Dünya Bankası sadece projelere (yol, baraj projeleri gibi) kredi vermekten öteye geçti ve yapısal uyum kredileri adı altında daha geniş kapsamlı destek sağlamaya başladı. Ama bunu yalnızca IMF onay verince yapıyordu; tabi bu onayla birlikte IMF’nin ülkeye dayattığı şartlar geliyordu. IMF’nin krizler üzerine yoğunlaşması gerekiyordu ama gelişmekte olan ülkelerin her zaman yardıma ihtiyacı oluyordu; dolayısıyla IMF gelişmekte olan ülkelerin yaşamlarının kalıcı bir parçası haline gelmişti.” (5)ABD Maliye Bakanı James Baker, Üçüncü Dünya Ülkelerini borç yükümlülüklerini yerine getirmek üzere ekonomilerini radikal bir biçimde “yeniden yapılandırma”ya zorlayan bu yeni stratejiyi resmileştirdi. “Baker Planı” IMF ve Dünya Bankasının 1985 toplantısında açıklandığında, her iki kurumun da borçlu ülkelerin ekonomik politikalarına daha köklü “düzenlemeler” dayatması istendi. IMF ve Dünya Bankası bu yeni manivelayı sonuna kadar kullandılar. Beraberce ekonomideki para arzını azaltarak ve hükümetin sadece kamu işletmeciliğinden değil, en savunmasız durumda olanlara ulaştırılan temel sağlık ve refah hizmetlerinden de geri çekilmesini talep ederek, Üçüncü Dünyayı “yapısal olarak uyumlulaştırma” politikasını uygulamaya koydular. IMF ilk “resmi” Yapısal Uyum Hizmetini 1986’da başlattı Dünya Bankası onu izledi.1989’a gelindiğinde banka, bu süre içinde IMF’den benzer krediler almış ülkelerin %75’ine uyum kredileri vermişti. Bankanın koşulları IMF’nin mali “liberalleşme” ve açık piyasalar reçetesini hem genişletti hem güçlendirdi. Bunların arasında kamuya ait işletmelerin “özelleştirilmesi”, kamu sektöründe kitlesel işten çıkarmalarla devletin küçültülmesi ve giderlerinin azaltılması temel toplumsal hizmetlerde kesinti yapılması temel gıda maddelerine sübvansiyonun kesilmesi ve ticaretin önündeki engellerin azaltılması yer alıyordu.(6)

Oysa serbest piyasa yada neo-liberal emperyalizm her zaman bir mitti; Emperyal devletler pazarlarını hiçbir zaman tam olarak açmadılar, tüm sübvansiyonları kaldırmadılar ya da kah siyasal kah toplumsal nedenlerden ötürü stratejik ekonomik sektörleri desteklemek ya da korumak üzere müdahale etmekten geri durmadılar. Neo-liberal emperyalizm daima seçmeci ürün sektörlerinde, seçilmiş ülkelere, belirli zaman dilimlerinde seçmeli açıklık anlamına geldi. Deniz aşırı ülkelerdeki piyasalar, ABD bağlantılı şirketlerin ürettiği ürünlere, ABD hükümeti eliyle açıldı. Emperyal ülkede “serbest ticaret”, ekonomik değil siyasi kriterlere dayanıyordu. Diğer taraftan Avrupa-ABD’li politika yapıcılar ve onların IMF ve Dünya Bankası’ndaki memurları Üçüncü Dünya’ya “piyasa fundamentalizmi”ni yani tüm sektörlerdeki tüm ürün ve hizmetler için ticaret engellerinin, sübvansiyonların ve kuralların hepsinin kaldırılmasını vaaz ediyorlardı. Emperyal devletlerin seçmeci serbest piyasa uygulamaları, yurtiçinde önemli siyasi seçmen çevrelerini kapsayan ekonomik sektörler korunurken, çokuluslu şirketlerine de, piyasa fundamentalizmini uygulayan hedef ülkelerdeki piyasa fırsatlarından yararlanmalarına olanak sağlıyor(du).(7)

 

GATT, WTO VE MAI


Imf ve Dünya Bankasının değişen rolüne GATT-WTO’da dahil olmuş durumdadır. ABD ve OECD ülkelerinin girişimiyle Dünya Ticaret Örgütü’nün mal ve hizmet ticaretini konu alan benzer bir oluşum uluslararası sermaye hareketlerinin düzenlenmesi içinde başlatılmıştır. Daha GATT Uruguay görüşmeleri sürerken Dünya Bankası çerçevesinde yürütülen Çok Taraflı Yatırım Garanti Anlaşması (MIGA-Mutuel Investment Guarantee Agreement) 1988 yılında imzalanmış daha sonra da MAI görüşmelerine geçilmiştir. MIGA ile yabancı yatırımların çeşitli risklere karşı 15 yıl süreyle sigortalanması ve imtiyaz sözleşmeleriyle tahkim kurumunun getirilmesi söz konusu olmaktadır. 1995 yılında Çok taraflı Yatırım Anlaşması (MAI-Multilateral Agreement on Investment) adı altında başlatılan müzakereler ise 28 Nisan 1998 tarihinde Fransız delegasyonunun diretmesi üzerine ertelenmiştir. Sermayenin anayasası olarak nitelendirilen MAI sermaye önündeki tüm engelleri kaldırarak (8), ulusal ekonomiyi yok etmeyi, ulusal hukuk sistemini işlevsizleştirerek sömürgeci sermayenin önündeki nihai ve tek engel olan Ulus Devletleri ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu suretle; emperyal devletlerin ve bu devletler merkezli çok uluslu şirketlerin ulusal şirketleri satın alarak ulusal piyasalara nüfuz ve ele geçirilmesi sağlanmış olacaktır.Çokuluslu şirketlere madencilik, tarım, sağlık, kültür, eğitim alanlarından, özelleştirmelere, hukuka kadar akla gelen her alanda neredeyse sınırsız ve ulusal sermayenin, ulusal güvenlik ve çıkarların aleyhine yatırım serbestisi sağlayacak şekilde düzenlenen MAI özetle;

Yabancı yatırımcılara, gittiği ülkede o ülke yurttaşlarının sahip olduğu haklara eşit veya daha fazla hak ve yetkiler talep edebileceği, En Çok Kayrılan Ülkelere tanınan tüm ayrıcalıkların MAI sonrasında, anlaşmaya taraf olan bütün yabancı ülkelerin yatırımcıları ile bu ülkelerde yatırımı bulunan ve aslında MAI’ye taraf olmayan ülkelerin yatırımcılarına da tanınması,

“Yatırım” kavramının, portföy yatırımları, fikri mülkiyet (patent-telif) ve maden haklarını da alacak kadar geniş tutulması, Yabancı yatırımcıların yatırımları ile ilgili her kademedeki elemanı, istedikleri ülkeden yatırım yapacakları ülkeye getirebilmeleri,

Yabancı yatırımcının, gittiği ülkede emek standartlarına, çevre yasalarına uymak ya da belli düzeyde istihdam yaratmak, ihracata ve GSMH’ya katkıda bulunmak, üretim sürecinde yerli girdi kullanmak, teknoloji transferinde bulunmak gibi kısıtlamalara tabi tutulmaması,

Her türlü Kamulaştırma, Dolaylı Kamulaştırma veya kamulaştırma ya da dolaylı kamulaştırmaya benzer sonuç yaratabilecek her türlü devlet girişiminin yasaklanması, Uyuşmazlıkların çözümü için Uluslararası Tahkime gidilebilmesi, her türlü sivil itaatsizlik, grev, tüketici boykotları v.b. hareketlerin Ulus Devletler tarafından engellenmesi, düzenlemeler içermektedir.

 


HEDDAM

DİPNOTLAR

1 Küreselleşme, Derleyen Alkan Soyak, Finansal Küreselleşme: Devletin Düzenleyici Rolü Üzerine etkileri, Nadir Eroğlu s,26-27, Om Yayınevi, İstanbul 2002
2 Joseph E.Stiglitz Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, S.32-33, Ter: Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural Plan B Tic.San Ltd Şti, İstanbul-2002
3 Robert Went, Küreselleşme, s.22,Yazın Yayıncılık İstanbul-2001,
4 IMF World Economic Outlook 1997
http://aol.countrywatch.com/@school/globalization.htm
5 http://aol.countrywatch.com/@school/globalization.htm
6 Joseph E.Stiglitz Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, S.34-35Ter: Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural Plan B Tic.San Ltd Şti, İstanbul-2002
7 Küreselleşmeyi Anlama Kılavuzu, Wayne Ellwood , sf, 45 , çeviren Betül Dilan Genç, Metiş yayınları, İstanbul-2002
8 James Petras, Küreselleşme ve Direniş, S, 49, Adonis Reklam ve Yayıncılık İstanbul 2002

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap