893) Rus Teğmen ve Horasanlı Bir Türk

Yayin Tarihi 14 Aralık, 2016 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

Rus teğmen ve Horasanlı bir Türk

image001
Değerli dostlar, Horasan eski belediye başkanı değerli insan Dursun Şen beyefendiden dinlemiş olduğum yaşanmış bir olayı anımsadığım kadarı ile anlatmaya çalışacağım sizlere: 
93 harbi de denilen 1876-1877 Osmanlı, Rus savaşlarında, Rus ordusu Horasanı işgal eder. Asayişi temin maksadı ile işgalci ordunun askerleri ev ev dolaşıp arama tarama yapmaya başlarlar. Teğmen rutbeli bir Rus subayı girdiği evin sahibi adamın, oturduğu seccade de ellerini semaya açmış ve kendisinden geçmiş bir halde “Allahım şu Moskof askerlerinden bizi koru! Allahım sen onları kahr-u perişan eyle! Vatanımızı Rus çizmelerine çiğnetme Yarabbi” gibi beddualar etmektedir. Teğmen seslice yapılan bu bedduaları dinledikten sonra iyice hırslanır ve kendisinin içeriye girdiğini bile fark edememiş olan bu adamın sırtına sağlam bir tekme atarak onu oturduğu seccadesine uzatır ve ona ironi yaparak derki: “bak ulan şerefsiz, ben bir Moskof askeriyim ve işte senin evindeyim; vatanında çizmelerimin altında! Benim cezamı Allaha havale edeceğine, kalk eline bir balta, bir kazma ya da bir orak al da beni evinden kovmaya çalış ki onurunu, namus ve şerefini kurtarmış olasın” der!

Bu Rus teğmen, aslen bir Tatar Türküdür ve bu anısını daha sonra esir edilmiş bir Türk subayı ile paylaşır.
Bu vakıadan mülhem, günümüzdeki terör olayları karşısında toplumumuzun tutum ve tavrını yorumlamak istedim.
Son 8 ayda ülkenin çeşitli kentlerinde 20 bombalı saldırı yapıldı ve 443 kişi bu saldırılarda can verdi! Biz toplum olarak saldırıları kınadık, telin ettik ve bunların cezalandırılmasını beddualarımızla Allahtan istedik! 
10 Aralık, 2016 tarihinde, dünyanın günümüze kadar görebildiği en kahpe terör örgütü olan, emperyalistlerin bir türlü vazgeçemediği PKK, kalleşçe ülkemizi kana buladı yine!
Ihtiyar-genç, kadın-erkek, çoluk-çocuk ve sivil-asker gözetmeden dik yurüyen her varlığın kanını içmekten zevk alan bu caniler sürüsüne, bu kalleş-kanı bozuk canavar takımına hak ettikleri cezayı birtürlü veremedik! Bırakınız crza verebilmeyi, birde vatandaşımızın sofrasından eksilttiğimiz lokmasından oluşturulan mali bütçemizi onları yaşatmak için harcayarak yüreklerin daha çok yanmasına yardımcı oluyoruz! Onlar için adına “hapisane” dediğimiz malikaneler yaparak, yaşadıkları mağaralarında çektikleri çilelerine son veriyoruz!
Ülkemizin her köşesinde sahneledikleri gayrimeşru hayat düzenlerini biliyoruz, ama sesimizi çıkaramıyoruz!
“Aman bir pisliğine muhatap olmayalım, zira devletin desteği arkalarında” şeklinde düşünüyor ve külahımızı başımıza çekerek ortalardan kayboluyoruz!
Durum karşısındaki çaresizliğimiz, bizi başka bir kapıya yönlendiriyor: TANRI’ya!
7’den 70’e kadar toplumumuzun tamamı ellerimizi semaya açıp Horasanlı’nın yaptığı gibi yalvar-yakar onları cezalandırmasını istiyor Tanrı’yı göreve (!) davet ediyoruz! Daima işin kolay olan bu yönünü tercih ediyoruz eskiden de olduğu gibi! Bu biz Türklerin daima tekrarladığımız ve birtürlü vazgeçemediğimiz alışkanlığımız haline geldi!
Anlayamadık bir türlü; Tanrının, kulları arasındaki sorunlarını çözmek gibi bir görevinin olmadığını ve zaten olmaması da gerektiğini anlamadık.
“Dua”nın ne anlama geldiğini öğrenemedik.
Rab’den, para-pul, mal ve çeşitli dünyevi materyaller istemememizin gerektiği gibi, sevmediklerimizi yok etmesini, düşmanlarımızı kahruperişan etmesini de O’ndan isteyemeyiz.
Gücümüzün yetmediği her konuda Tanrının devreye girmesini beklememeliyiz! Bunlar Allahın görevleri arasında yok! Tanrıdan isteyeceğimiz herşey ahiret alemiyle ilgili olmalıdır! O, yaşadığımız sürece bu dünyamızı dizayn etmemiz gerektiğini bize bıraktığının mesajlarını zaten veriyor!
Bahşettiği cuz-i irade ve beynimize yerleştirdiği akıl ile bu tür meselelerimizi halledebileceğimizi bildiriyor bizlere!
Dua, beşeriyet adına menfaat temin etmek için yapılamaz! Allah’ı, kulları arasında ayırım yapmaya teşvik etmek, O’nu “Adl” sıfatının dışına çıkmaya zorlamak gibidir(!) Ve “Adl” sıfatı yokluğunu zımnen vurgulamak anlamına gelir ki, bu tam anlamı ile şirktir-küfürdür!

Kısacası: Dualar dünyevi meseleler için değil, uhrevi meseleler için yapılmalıdır! Dünyevi meselelerimizi, kendi kabiliyet ve yeteneklerimizle, Allahın verdiği aklı kullanarak çözebilmeliyiz. Bulunduğumuz dünya imtihan alanı ise, bu imtihan alanında imtihanı yapandan torpil istememeliyiz!
Terörü ve teröristi kınamakla, terör yapanların Allah tarafından cezalandırılmalarını istemekle hiçbir sonuç elde edilemez! Terörü bitirmesi gerekenler bizatihi ülke idarecilerin kendileridir! İdarecilerin tutum ve davranışlarıdır! Hiçbir hafifletici gerekçeye itibar etmeden, iç ve dış hiçbir telkine kulak vermeden ciddiyetle olayların üzerine gidilmelidir! 
Elbette toplumun da katkıları olmalıdır; ama bu dualarla değil, fiili eylemlerle yapılmalıdır! Halk amatörce istihbarat sağlayabilir. Sokaklara milyonlarca insan çıkarak terörist faaliyetlerin karşısında olduklarını gösterebilirler! Daha birçok yöntemi vardır terörü telin etmenin. Artık insanlar vazgeçmelidir her zor durumda kalındığında, bir vurucu güç ya da herhangi bir kolluk kuvvetiymiş gibi Tanrıyı sahaya inmeye davet etmekten!
Benim ne demek istediğimi anlayamayan bazı gerizekalı salaklar, eminim hemen saldırıya geçip “kafir” olduğumu ilan edeceklerdir! Hiç de umurumda değil; ben dinimi de, o dinin sahibini de onlardan çok daha iyi biliyorum. Dileğim onların da bu mütekamil dini iyi öğrenmeleridir! Herkese selam ve saygılar!

Lütfi Şentürk

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap