849) Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı-3
Yayin Tarihi 5 Mart, 2015
Kategori TÜRK DÜNYASI
Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı
D. İdarî Yapı ve Özellikleri
Türk devlet teşkilâtının temeli, Türk kozmik (evrenin yaratılışı) düşüncesine dayanmaktadır. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, Türkler devletlerini, evrenin yaratılış düzenine uygun bir tarzda şekillendirmişlerdir. Göktürk Yazıtlarına yansıyan Türk kozmogonisine göre, “Üstte gökyüzü, altta yağız yer, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmıştır. İnsanoğlunun üzerine de (Tanrı tarafından) Türk Kağanları (Bumin ve İstemi) oturtulmuştur”. Görüldüğü gibi, “gökyüzü ve yeryüzü”, yani bütün dünya Türk devletinin mekânını oluşturmaktadır. Türk Kağanları ise, “üniversal” (cihânşümul), yani bütün dünyanın hükümdarı durumundadırlar.
Hiçbir ayrım yapılmaksızın bütün insanlar da (kişioğlu), onların halkıdır. Türk hükümdarları siyasî iktidarı da (kut), doğrudan doğruya Tanrıdan almaktaydılar. İlâhî bağış (kut) yoluyla Türk hükümdarlarına geçen siyasî iktidar, yukarıdan aşağıya doğru inmekte, yeryüzünde ikiye ayrılarak sağa ve sola doğru, yani doğu ve batı ekseni istikametinde yayılmaktaydı. Böylece Türk devletlerinde ülke, halk, teşkilât ve memuriyetler, genellikle “doğu-batı, sağ-sol, iç-dış, ak-kara, büyük-küçük” şeklinde ikiye ayrılmaktaydı.62 Bunlardan “doğu”, yani “sağ” taraf daima üstün vaziyetteydi. Başka bir deyişle hâkimiyet ve üstünlük doğu taraftaydı. Batı, yani sol taraf, doğuya, yani sağ tarafa tâbi durumdaydı.63
Devletin idare merkezi olan “ordu” (çadır kent), doğudaydı. “Ordu”nun tam ortasında da Türk Kağanının “otağ”ı yer almaktaydı. Türk Kağanı burada oturmaktaydı. O, aynı zamanda ikili teşkilâtın tam merkezinde bulunmaktaydı. Güneyinde ve kuzeyinde de yüksek rütbeli beyler (Şadpıt ve Tarkat buyruk beyleri) sıralanmaktaydı.64 Diğer taraftan Türk hükümdarı, tahtına da doğuya dönük bir tarzda oturmaktaydı. “Otağ”ın kapısı ise, yine doğuya açılmaktaydı. Türk hükümdarı, her sabah otağın kapısından çıktığında kutsal kabul edilen güneşi selâmlamaktaydı.65 Öte yandan, sol, yani ülkenin batı tarafına “yabgu” unvanı ile hükümdarın kardeşlerinden biri tayin edilmekteydi.66 Meselâ 552 yılından Göktürk Devleti’ni kuran Bumin Kağan, devletin batı bölgelerini “Yabgu” unvanı ile kardeşi İstemi’ye bırakmıştır. Kardeşinin emrine de on bey vermiştir.67
Devletin batı bölgelerinin başında bulunan yabgu, doğuda oturan hükümdarın yüksek egemenlik haklarını daima tanımakta, iç ve dış işleri hep onun adına yürütmekteydi. Fakat, karar ve icraatında tamamen serbestti. Tıpkı bir devlet başkanı gibi, o da elçiler gönderebilir, elçiler kabul edebilirdi; başka devletlerle anlaşmalar yapabilirdi; savaşa ve barışa karar verebilirdi. Öte yandan, bütün devleti ilgilendiren meseleler söz konusu olduğu zamanlarda ise, devletin sağ ve sol bölgelerindeki beyler (şadlar ve yabgular), hükümdarın başkanlığındaki mecliste toplanmakta ve bu mecliste alınan kararlara göre hareket etmekteydiler. Ortak hareket edilecek seferlerde ise, bütün ordu hükümdarın başkomutanlığında birleşmekteydi. Ordu düzeni de ikili sisteme göre şekillenmekteydi. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, herkes mensup olduğu yöne ve yere göre ordunun sağ ve sol kanatlarında yerlerini almaktaydı.68
Türk devlet teşkilâtındaki bütün yüksek memuriyetler de Türk kozmogoni anlayışına göre düzenlenmiştir. Türkler, devletin mekânını oluşturan dünyayı “dört köşe” (dört bulung) olarak düşünmüşlerdir. “Dört köşe” de doğu, batı, güney ve kuzey olarak dört ana yön ile ifade edilmiştir. Bunlardan doğuya “ileri”, batıya “geri”, güneye “beri”, kuzeye de “yukarı” denmiştir.69 Öte yandan Türk hâkimiyet anlayışına göre, Tanrı, bütün insanların idaresini Türk hükümdarına vermiştir. Bu durumda, Türk hükümdarı “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar bütün ülkeleri ve milletleri hâkimiyeti altına alması” gerekiyordu. İşte en eski devlet teşkilâtı da bu anlayışa göre kurulmuş ve düzenlenmiştir.
Hun Devleti’nde “tan-hu” veya “şan-yü” unvanı ile anılan hükümdardan sonra “dört köşe veya boynuz” ile “altı köşe veya boynuz” adlarıyla anılan yüksek memuriyetler geliyordu. Bunlardan “dört köşe”, dünyanın dört ana yönü, “altı köşe” de altı tali yönü esâs alınarak oluşturulmuştur. “Dört köşe” ve “altı köşe” memuriyetler de, kendi içlerinde sağ ve sol olmak üzere iki kısma ayrılıyordu.70 Her iki grupta yer alan memuriyetlere başta hükümdarın oğulları ve küçük kardeşleri olmak üzere hanedan ile akraba boyların başkanları tayin edilmekteydi. Meselâ, “dört köşe” grubuna bağlı memuriyetlerden ilk ve önemli mevkii, “sol bilge tigin” (Tso Hsien Wang) unvanı ile veliaht işgal etmekteydi. Her iki grupta bulunan görevlilerden her birinin idaresine de ayrı ayrı sahalar ve müstakil askerî birlikler verilmekteydi. Bunlardan sol grupta olanların sahaları devletin doğu bölgesinde, sağ grupta olanların sahaları da devletin batı bölgesinde bulunmaktaydı.71
Ayrıca, yüksek rütbeli “24 komutan” (chang=başbuğ) da askerî birliklere komuta etmekteydi. Komutanların emrinde ise, büyük birer askerî birlik (bir tümen=on bin) bulunuyordu.72 Her komutan, büyük bir ihtimalle, tanınmış birer boyun başkanıydı. Bu duruma göre, Türklerde halk, tamamen devlet teşkilâtı içine alınmış demekti.
Göktürklerin, Uygurların ve diğer Türk devletlerinin teşkilâtları da esâs olarak Hun Türklerininki ile aynı idi. Çin Yıllıklarının bildirdiğine göre, Göktürklerde 28 çeşit unvan ve memuriyet vardı.73 Diğer Türk devletlerinde görülen değişik unvan ve memuriyetlerle bu sayı şüphesiz daha da artmaktadır. Bu unvan ve memuriyet adlarının bir kısmını Türkçe kaynaklar vasıtasıyla öğrenebilmekteyiz. Bunlar; “yabgu, şad, kündür, ayguçı (devlet danışmanı), üge/öge (devlet danışmanı), yuğruş (bakan. Karahanlılarda vezir), il-teber (hükümdara bağlı bir topluluğun idarecisi), irkin/erkin (hükümdara bağlı bir topluluğun idarecisi), köl-erkin (Oğuzlarda hükümdar vekili), apa tarkan, tarkan, baga tarkan, boyla, buyruk (bakan, nazır, komutan), buyruk çor, köl çor (büyük komutan), inançu/inanç/inal/inak, ataman, babacık (Atabeg=şehzâde mürebbisi), tudun (vergi toplamaktan sorumlu görevli), tutuk (askerî vali), sü-başı (ordu komutanı), alpagu (subay), sengün/şengün (komutan, general), çabış/çavuş, kalabur (kılavuz, lider), yula, elçi, tilmaç (tercüman), agıçı (hazinedâr), alumçı (tahsildâr) tamgaçı (Tuğracı=mühürdâr), bitikçi (katip), yargan/yargucı (yargıç), emçi (otaçı=tabip)” gibi idarî, askerî unvan ve memuriyetlerdir.74 Hemen belirtelim ki, bu rütbe ve dereceler boş bir unvandan ibaret değildi; her biri belirli bir yetki ve sorumluluğu göstermekteydi.75 Fakat, bu unvan ve memuriyet sahiplerinin bir kısmının görev ve sorumluluklarını, daha da önemlisi devlet teşkilâtındaki yerlerini kaynaklar vasıtasıyla tespit etmek mümkün olmamaktadır. Öte yandan, bu unvan ve memuriyetlerin bir kısmı (Yabgu, Şad) hanedan üyelerine verilmekteydi. Hanedan üyelerine verilen unvan ve memuriyetler de irsiydi, yani babadan oğula geçmekteydi.76
E. Hukuk
Bilindiği gibi Türkler, pek erken çağlarda, Orta Asya’da geniş sahalara hükmeden ve büyük teşkilâtlar kuran bir millet olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Burada hemen şu hükme varmak mümkündür: Devlet kurmak, hiç şüphesiz kamu hukuku meydana getirmek demektir. Türklerin, sağlam ve değişmez hükümler ihtiva eden hem kamu hukukları hem de özel (aile) hukukları vardı. Hemen hemen bütün Türk topluluklarında, gerek kamu gerekse özel hukuka dair bütün kanunlara “töre” (törü) denmekteydi. Fakat onlar, töreyi hiçbir zaman yazılı hale getirmemişlerdir. Bundan dolayı, eski Türk hukukuna dair net, kesin, sağlam ve ayrıntılı bilgilere sahip değiliz.
Biraz yukarıda zikrettiğimiz gibi, eski Türk devletlerinin merkez ve taşra teşkilâtlarında görev yapan çok kalabalık bir memur kadrosu buluyordu. En büyüğün den en küçüğüne kadar her memur, belirli bir unvan taşıyordu. Bu unvanlar sahibine sadece onur ve saygınlık değil, belirli bir görev ve sorumluluk da yüklemekteydi. Her memur, unvanın gösterdiği görev ve sorumluluğu yasalara (töre) uygun bir şekilde yerine getirmek durumundaydı. Daha doğrusu, başta Türk devlet başkanları olmak üzere devlet idare etme görev ve sorumluluğunu üzerinde taşıyan herkes (ehl-i örf), yasaları uygulamakla görevliydiler. Bütün devlet görevlileri ve halk da, yasalara uymakla yükümlüydüler. Zira, gerek devlet, gerek toplum hayatında hâkim ve geçerli olan güç, töre hükümleriydi. Eski Türk toplumunda töre hükümlerine aykırı hareket edenler, cezadan başka ayıplanmak ve dışlanmak gibi ağır manevî bir baskıya maruz kalıyordu ki, bunu kolay kolay kimse göze alamıyordu.
Eski Türklerde, devlet ile hukuk (töre), birbirinden ayrılmayan, birbirini tamamlayan, daha önemlisi birbirlerinin varlık sebebi olan iki temel unsur idi. Bunun için eski Türk yazıtlarında devlet ile töre genellikle birlikte zikredilmiştir.77 Özellikle Bilge Kağan (716-734), hem Türk devletinin hem de töresinin ölmezliğine inanmaktaydı. O bu inancını ve düşüncesini, “Üstte gök basmasa, altta yer delinmese (yani kıyamet kopmazsa), Türk milleti, devletini töreni kim bozabilir?” şeklinde ifade ile ortaya koymuştur. Fakat Bilge Kağan, bu inancında ve düşüncesinde kısmen yanılmıştır. Zira, ölümsüzlüğüne inandığı Göktürk Devleti, onun ölümünden kısa bir süre sonra yıkılmıştır.78 Halbuki Türk milletinin bu husustaki inancı ve düşüncesi ise, daha gerçekçi ve doğru olmuştur. Ona göre, devlet yıkılabilmekteydi. Töre ise kalıcı idi (El kaldı, törü kalmaz=Devlet gider töre kalır).79
Yeni bir Türk devleti kuran veya tahta çıkan her Türk hükümdarı, ilk iş olarak atalarından kalan töreyi düzenlemek ve yürürlüğe koymakla, yani kanun hâkimiyetini sağlamakla icraatına başlıyordu.80 Çünkü, eski Türklerde töreyi, devletin temeli sayan bir hukuk anlayışı hâkimdi. Başka bir ifade ile söylememiz gerekirse, eski Türk devletlerinde hükümdarın şahsî idaresine kalmış keyfî bir idare hiçbir zaman söz konusu olmamaktaydı (bu hususta bkz. Türk devlet başkanının görev ve sorumlulukları).
Devletin ve bütün teşkilâtın başı olan Türk hükümdarları, aynı zamanda adâlet teşkilâtının da başıydı. Şahsına ve devlete karşı suç işleyenler için en büyük yargıç sıfatıyla bizzat yargıda bulunabilir ve ölüm dahil her türlü cezayı verebilir ve uygulatabilirdi. Meselâ Attila, şahsına suikast düzenleyen Bizans elçisinin sorgusunu bizzat kendisi yapmıştır. Attila bu sorgulamada sadece Bizans elçisi değil, aynı zamanda bu olayın asıl müsebbibi olan Bizans imparatorunu da gıyaben yargılamıştır.81
Göktürk kağanlarının zaman zaman başkanlık yaptıkları yüksek devlet mahkemesinde, “yargu” veya “yargan” (yargucu=assesseur=yargıç veya savcı yardımcısı) unvanını taşıyan bir yargıç bulunmaktaydı. Ünlü Göktürk veziri ve devlet danışmanı Ton Yukuk bir ara (705-716) bu yüksek mahkemede görev yapmıştır.82 Hunlarda yargıçlık görevi belirli ailelerin reislerine verilmekteydi.83 Hazarlarda ise, her dinî cemaat için ayrı yargıç tahsis edilmiştir. Buna göre, Hazar ülkesinde Yahudilerin davasına iki, Hıristiyanların davasına iki, diğer din mensuplarının davasına da bir yargıç bakmaktaydı.84
Eski Türklerde, toplumunun hoş karşılamadığı suçlar oldukça ağır bir şekilde cezalandırılmaktaydı. Daha doğrusu bu hususta kanunlar, son derece sert ve tavizsiz idi. Adam öldürmek, barış zamanı kılıç çekmek, zinada bulunmak, hayvan kaçırmak, soygunculuk ve hırsızlık yapmak gibi fiiller kesinlikle yasak idi. Bu suçları işleyenler idam edilir, malları devlet hazinesine alınır ve aile fertlerinin hürriyetleri kısıtlanırdı. Irza tecavüz de ağır suçlardan sayılırdı. Bu da bazen idamı gerektirirdi. Hafif suçlar ise, 10 günü aşmamak üzere hapisle veya bedel ödetmekle cezalandırılırdı.85
Büyük ölçüde yerleşik hayata geçen Uygur Türkleri, besiciliğin yanında ziraat ve ticaret de yapmaktaydılar. Yerleşik hayat ve bu hayata dair çeşitli faaliyetler, Uygurlarda özellikle hukuk kültürünün gelişmesinde başlıca rol oynamıştır. Uygurlardan günümüze, fertlerin birbirleriyle, toplumla ve devletle olan ilişkilerini gösteren çok miktarda belge ulaşmıştır. Bu sözleşmeler, hiç şüphesiz belirli ve yazılı kanunlara dayanmaktaydı. Aksi takdirde bu belgelerin bir anlamı ve geçerliliği olamazdı. Uygurların zamanına göre çok ileri ve medeni bir toplum olduklarını gösteren bu belgeler, mal edinme, satış protokolü, malı ve eşyayı kiraya verme, parayı faize verme, ortaklık kurma, evlâtlık verme, iş sözleşmesi, köle satışı, vakıfnâme, vasiyetnâme, ipotek senedi gibi son derece çeşitli hukukî konuları kapsamaktaydı. Üstelik bu belgeler, tarafların hak ve hukukunu en iyi şekilde koruyabilecek bir hukuk anlayışı ile yazılmıştır ki, hiç kimse mağdur olmamaktaydı.86
Prof. Dr. Salim Koca
62 Oğuz Kağan’ın devlet ve boy teşkilâtı da “Bozok” (sağ), “Üçok” (sol) olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Hâkimiyet ve hükümdarlık ise “Bozok”larda, yani sağda idi.
63 Hun Türklerinde doğu “sol” taraf olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Hunlarda üstünlük sol tarafta olmuştur.
64 Orhun Abideleri 1973: 17.
65 De Groot 1921: 60. “Morgens verlaesst der Tan-hu das Kriegslager, um sich vor dem tagesanbruch ehrerbietig zu verbeugen. Bei der Geburt des Neumondes (im Vesten) verbeugt er sich gegen den Mond”. Taşağıl 1995: 113.
66 Chavannes 1900: 21.
67 Chavannes 1900: 38.
68 Kafesoğlu 1980: 206.
69 Eski Türkçede ana yönleri belirtmek için 37, ara yönleri belirtmek için de 4 kelime ve kavram bulunmaktadır. Bu hususta bkz. Arat 1987: 182-196. Öte yandan, Türk kültüründe yönlerin hem renklerle hem de hayvan isimleriyle belirtilen sembolleri vardı. Meselâ bunlardan doğuyu renk olarak “gök” (mavi), hayvan olarak da “ejder” (gök luu=gök ejder); batıyı renk olarak “ak”, hayvan olarak da “pars” (beyaz benekli pars); kuzeyi renk olarak “kara”, hayvan olarak da “yılan” (kara yılan); güneyi ise, renk olarak “kızıl”, hayvan olarak da “saksağan” (kızıl sagızgan) temsil ediyordu. (Esin
1978: 47; Gabain 1968: 108).
70 “Dört köşe” (Ssû Chiao): 1. Tso Hsien Wang (Sol Bilge Tigin), 2. Yu Hsien Wang (Sağ Bilge Tigin), 2. Tso Lu-li Wang, 4 Yu Lu-li Wang. “Altı Köşe” (Lui Chiao): 1. Tso Jih-chu Wang, 2. Yu Jih-chu Wang, 3. Tso Wen-yü-ti Wang, 4. Yu Wen-yü-ti Wang, 5. Tso Chan-chiang Wang, 6. Yu Chan-chiang Wang.
71 Mori 1978: 213.
72 De Groot 1921: 59.
73 Liu Mau-tsai 1958: I, 9, 41. “Insgesamt waren es 28 Klassen. Alle (Aemter) waren erblcih”. Eberhard 1943: 86; Julien 1864: 6/3, 333. “Ces fonctionnaires publics forment en tout vingt-huit classes distinctes. Toutes ces charges sont hereditaires”. Taşağıl 1995: 97.
74 Eski Türk devletlerindeki memuriyet ve unvanlara dair geniş bilgi için bkz. Donuk 1988; Giraud 1999: 113-127.
75 Nemeth 1982: 93.
76 Liu Mau-tsai 1958: I, 9.
77 Giraud 1999: 109 vd.
78 Bilge Kağan’ın düşüncesini ve inancını geniş anlamda ele alırsak, onun bu hususta yanılmadığını söyleyebiliriz. Zira, Türk milleti tarihin hiçbir devrinde devletsiz kalmamışlardır. Bir Türk devleti yıkılırken yerini başka bir Türk devleti almıştır.
79 Kaşgarlı Mahmûd 1940: II, 25. Buradaki “kalmak” fiili “geride bırakmak” anlamında kullanılmıştır.
80 Orhun Abideleri 1973: 22, 33, 36, 69, 77, 79.
81 Kafesoğlu, 1977: 239; Nemeth 1982: 92.
82 Liu Mau-tsai 1958: I, 171; II, 614. “Daraufhin ernannte (P’i-kia=Bilge) den Tun-yu-ku (Ton Yukuk), der unter Mo-tsch’o (Kapgan Kağan) “Ya-kuan” (yargan) gewesen war, zum Hauptratgeber”.
83 Mori 1978: s. 217, 218.
84 Şeşen 1985: 46, 156, 165, 174.
85 De Groot 1921: 60; Kafesoğlu 1977: 239; Taşağıl 1995: 98, 112; Ligeti 1986: 46.
86 Bu hususta geniş bilgi ve bazı örnekler için bkz. Arat 1987: 506-572; Caferoğlu 1934; Arsal 1947.
İLGİLİ YAZILAR:
http://www.yenidenergenekon.com/847-eski-turklerde-devlet-gelenegi-ve-teskilati-1/
http://www.yenidenergenekon.com/848-eski-turklerde-devlet-gelenegi-ve-teskilati-2/
http://www.yenidenergenekon.com/850-eski-turklerde-devlet-gelenegi-ve-teskilati-4/
Yorumlar
“849) Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı-3” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
[…] 849) Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı-3 […]
[…] 849) Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı-3 : Yeniden Ergenekon yorum tarihi 5 Mart, 2015 15:56 […]