738) Kalem, Kelam ve Kılıç İmparatoru BABÜR ŞAH
Yayin Tarihi 8 Şubat, 2014
Kategori TÜRK DÜNYASI
Kalem, kelam ve kılıç imparatoru
GÜRGANİYE KAPLANI, TÜRK HİND HAKANI BABÜR ŞAH
16 yy Türklerden sorulur. Osmanlı İmparatorluğunun yüz ölçümü 8 milyon kilometrekareyi bulurken bir başka Sünni Türk Devleti Gürganiye 5 milyon kilometrekareyi aşar
Babür Şah, 47 yaşında vefat eder (1530). Onu Kâbil’e defnederler. Torunlarından Şah Cihan kabri üzerine bir türbe yaptırır daha sonra.
Maveraünnehr… Hicri 9 asır. Havalide Timur hanın torunları hüküm sürmektedirler. Semerkand’a biri, Buhara’ya biri bakar. Hive, Badahşan ona keza…
Fergana emiri Ömer Şeyh Mirza geniş ufuklu bir liderdir, dedesi Timur’un yaptığını yapar. Evet, Barlas gibi güçlü bir kabilenin mensubudur ama kafi bulmaz, yuvasını Çağatay Hanedanından Kutlug Nigar Hanımla kurar. Cengiz’in de mirasını üstlenir bir bakıma…
Bu çok ince sratejidir ama mahal kalmaz. Güvercinliklere tırmandığı bir gün tuttuğu taş elinde kalır, uçuruma uçar…
Koca Fergana beysiz kalacak değillerdir ya, koltuğa 11 yaşındaki (1483 Andican doğumlu ) Zahiriddin Muhammed’i oturturlar. Genç emir üzerine gelen rakiplerinden ürkmez, gelecek için ümit vaadetmeye başlar. Cengaverdir, kavganın hakkını verir, belki de bu yüzden Babür derler, yani “kaplan!”
Hasımlarından birinin ordusu bataklık geçerken dağılır, diğeri örtü döşek hasta yatar. Allahü tealanın kendine yardım ettiğine inanır ve bu büyük bir güç verir ona…
O günlerde Asya küçük küçük beyliklerle doludur, alayı da birbirleriyle nizalıdırlar. Manasız didişmelerle güçlerini tüketir, hiç yoktan yorulurlar. Kaldı ki Acem şiir ve musikisi Türkleri pışpışlamaya başlamıştır, debdebe şaşaa bünyeyi sarar. Erkekler de süse düşer, allı güllü libaslar kuşanırlar. Mine, çini ve gümüş işi biriktirir, kozalaklarla oyalanırlar. Bazı zenginler yatağının iki yanına iki ayrı sofra kurdurur, sağına yatarken uyanınca pilav kaşıklar, soluna yatarken uyanınca hoşaf yudumlar… Meyveler, çörekler, tatlılar…
Uyuşmuşturlar, icabında haraçlarını vermeli, işlerine bakmalıdırlar. İstilaya açık yaşarlar ki yanıbaşlarında mimli İran vardır ve sabıkasıyla tanınan Moğollar!
KIZIL ELMAYA HEY!
Babür ceddi Timur ve Uluğ Beyin yolunda yürür, “Türkü titretmeyi” kafasına koyar.
İyi de parası pulu yoktur, eldeki kıt kaynaklarla peşine üç dört bin süvari bile takamaz. Halbuki komşu beylerin kışlalar dolusu askeri vardır, altınla oynarlar. Zeminin gitgide ayakları altından kaydığını hisseder, iyi de bu böyle nereye kadar?
Ninesi Devlet Hatun gün görmüş bir kadındır, onu sinsi saldırılardan korur, suikastçıların tuzaklarını bozar. Babür’ü kardeşine (Çağatay Hanı Mahmud’a) yollar. Evet dayısıdır ama Moğol Moğoldur, sağı solu belli olmaz. Mahmud Han, genç hükümdarın bilgisine, görgüsüne, zerafetine hayran kalır, “bizden yana için rahat olsun” der, sırtını sıvazlar.
Belki bundan güç alır, ata yurdu Semerkand’ı sıkıştırmaya başlar. Ancak Semerkand Hanı Şeybani, Babür’ü öyle bir yener ki etrafında kimsecikler kalmaz. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olur. Fergana şehri de elinden çıkar.
Birkaç sadık adamı ile Pamir Dağlarına çekilir, göçebe bir Türk kadını onları evinde saklar. Kadıncağızın ağabeyi yaşlı bir gazidir, Timur Hanla birlikte Hind seferine katılmıştır zamanında. Aksakal, Babür’e bıkıp usanmadan Hindistan’ı anlatır. “Kısır sınır kavgaları ile uğraşacağına yürü git ülkeler feth et” der, “İslam sancağını uzak diyarlara taşı, Şeriat-i Muhammediyi duyurmaya çabala!”
Her işte bir hayır vardır derler ya… Babür can kaygısı ile saklandığı kulubeden hedef sahibi bir cihangir olarak çıkar.
Babür; baharla birlikte (Hicri 909) yollara düşer, oba oba, avul avul dolanır ve Horasan İllerinden 20 bin mücahid toplar. Bu ordu ile bir anda Hindikuş Dağlarını aşar ve Afganistan’ın kalbini (Kabil’i) alırlar.
Civardaki şakileri, asileri dağıtır, yörenin emniyetini sağlar. Sonra Özbek istilasından kaçan kalabalıklara kucak açar. Bunlar gördükleri iyiliği unutmaz, Babür’e bila kayd-ı şart tabi olurlar.
İşte tam o günlerde Maveraünnehr’de taşlar yerinden oynar. Özbek Hanı Şeybani, Şah İsmail tarafından yenilip öldürülünce havalide bir boşluk doğar. Babür ata topraklarını kurtarmak için fırsatı kullanmaya kalkar, (biraz da Safevilerin yardımı ile) Buhara ve Semerkand’a el koyar. Ancak bu arada Yavuz Sultan Selim Şah İsmail’i yenmesin mi? Özbeklerin üzerindeki İran baskısı kalkar, döner dolaşır başa sararlar. Şeybani’nin akrabaları bu saatten sonra Babür’ü buralarda barındırmazlar. Genç bahadır girdiği işe bin pişmandır, önünde Hindistan gibi bir coğrafya dururken, ne işi vardır Buhara’da Semerkand’da? Kaldı ki Özbeklerin nasıl sert ve ters olduklarını bilir, hesap sorar, bedel ödetirler adama! Şii İran’la aynı safta görünmek de hiç şık olmamıştır ayrıca.
Babür Şah o günden sonra sadece Hindistan’a odaklanır, nitekim Badehşan, Sriderya ve Sind (İndus havalisini) ele geçirmekte zorlanmaz. Ancak Delhi’ye girmek kolay değildir, bu defa İbrahim Ludi gibi bir hükümdar ve Bahar Han gibi bir komutan vardır karşısında…
HİND KAPISI “PANİPÜT”
Babür Şah’ın savaş için bir bahanesi hazırdır, ülkenin kendisine Timur Han’dan miras kaldığını bildirip “gel teslim ol bize katıl” çağrısı yapar.
“Teslim ol ve bize katıl…” Bu söylenecek en son sözdür sultana… Kaldı ki Babür’ün 13 bin askeri vardır, Sultan İbrahim’in kuvvetleri 100 bini aşar. Bin talimli fil de caba…
Babür komutasındaki Türkler Hayber geçidinden Pencap’a girer, Sind ırmağı ile birlikte Hindistan içlerine akarlar. İki ordu Panipüt mevkiinde karşılaşır…
Babür Şah, özellikle fillere karşı çare düşünür, bin fili durdurmak kolay değildir zira. Bu yüzden ön saflara arabalar dizdirir, aralarına toplar saklar. Bu tedbir müessir olur, filler ürker, kaçışırlar. Hem de Hind güçlerini eze eze, dağıta dağıta.
Net bir zaferdir bu, Babür Şah, Delhi’ye girer, Ulu Cami’de cemaatla namaz kılar. Ve tarihin defterine “Gürganiye İmparatorluğu” gibi bir sayfa açar.
Bu arada Babür’ün oğlu Humayun Agra’yı ele geçirmiş ve Sultan İbrahim’in ailesini esir almıştır. Ancak onlara fevkalade nazik davranır, incitmemeye çalışır. Düşünebiliyor musunuz Sultan İbrahim’in hanımı sakladığı yerden mücevherlerini çıkarır ve elceğizi ile Humayun’a sunar. Humayun tok gözlüdür dönüp de bakmaz. Ancak Begüm mücevherler içinden bir tek taş pırlantayı çıkarıp uzatır, kabul edilmesini arzular. Bu taş Hind Türk padişahlarının giydiği taca konur ki Avrupalı kuyumcular 880 bin İngiliz altını kıymet biçerler ona…
Şüphesiz Babür Şah’ın eline de hayli mal para geçer ama o bunları askerlerine dağıtır, gönüllerini hoşça tutar. Türkler doğuya ve güneye yürür, Bengal’e doğru uzanırlar.
MENZİL UZAK GÖNÜLLER YAKIN
Ki aynı yıl (1526) Osmanlılar Mohaç Meydan Muharebesini kazanmış, iki saat içinde Kral Layoş’u öldürmüş, köklü Macar devletini yıkmıştırlar. Kanuni bu müthiş zaferi neredeyse kayıpsız kazanır, bataklıklarına sürülen 230 bin Haçlıdan pek azı sağ çıkar. Bunlar arasında yalnız Macarlar değil, Lehler ve Flemenkler de vardır. Papalık güçleri, Avusturyalılar, İtalyanlar, İspanyollar, Fransızlar…
Osmanlı adeta Orta Avrupa’ya el koyar. Akdenizi Türk gölüne çevirir, Avusturya’yı Venedik’i vergiye bağlar. Kafkas dağlarından Yemen’e uzanır, Habeş ellerinde, Mısır’da, Fas, Cezayir ve Tunus’ta ferman okuturlar.
Osmanlı İmparatorluğunun yüz ölçümü 8 milyon kilometrekareyi bulurken bir başka Sünni Türk devleti olan Babürler de 5 milyon kilometre kareyi aşar, Hind Okyanusuna dayanırlar. İki dost güç, iki ayrı coğrafyada… Ah bir sırt sırta verebilseler var ya…
Arada “İran” gibi bir “fitne” olmasa.
Olmakla ölmek arasında
Evet Paniput savaşını kazanmak da çok önemlidir ama Hindistan tek savaşla fethedilemeyecek kadar büyüktür aslında…
Babür Şah’ın Delhi’ye girişi bir yıl olmamıştır ki (1527) güçlerini kaybeden racalar Hinduları ayaklandırırlar. Çitor Hükümdarı Rânâ Sangâ’nın etrafında toplanır ve 100 bin kişilik bir ordu ve yüzlerce fille saldırırlar. Vaziyet hayli vahimdir, eğer Babür yenilecek olursa Ganj Vadisinde beş asırdır süren Türk hakimiyeti son bulacak, Müslümanlar hedef olacaktırlar.
Babür’ün adamları becerikli ve gözü karadır. İyi de 13.500 nefer, bu öfkeli kalabalığa ne yapar? Babür Şah, Osmanlı Türklerinden Mustafa Rumi’nin kumanda ettiği topçu birliğine oynar, Hindularda top ve tüfek yoktur zira. Dahası bambu kamışları üzerinde çalışır, onları barutla doldurup roket gibi savururlar.
Muharebe öncesi planı masaya yatırır, kılı kırk yararlar, her kes vazifesini bilmelidir, işi şansa bırakamazlar. İki ordu Biyâne yakınlarında (Hânüvâ’da) karşılaşır (Mart 1527). Babür Şah usta manevralarla düşmanı istediği yere çekmeyi başarır. Toplar tam zamanında patlar, Hindular çok kayıp verir, perişan olurlar. Babür Şah ön saflarda vuruşur, genç sipahilerle omuz omuza kılıç sallar. Zaten bu zaferden sonra adı Gazi’ye çıkar.
KURU BİR CİHANGİR DEĞİL
Babür Şah, iyi bir edip, şair ve hattattır. Ancak en çok “Babürname” isimli hatıratıyla tanınır.
Babür Şah kuru bir cihangir değildir, muazzam bir devlet ve muhteşem müesseseler kurar. Sadece Türkler ve Müslümanlar değil, diğerleri de huzur ve refah içinde yaşar. Hindistan baştan ayağa imar edilir, şehirler gelişir, güzelleşir, yollar açılır, köprüler yapılır, ticaret ayan beyan canlanmaya başlar.
Babür Şah, iyi bir ediptir. Sulh günlerinde birbirinden kıymetli kitaplar yazar. Berrak bir Çağatay Türkçesi kullanır ki üç aşağı beş yukarı Anadolu insanı da anlar.
Şüphesiz onun en önemli eseri Babürnamedir. “Beş ramazan 899’da on iki yaşında Fergana vilayetinde padişah oldum” cümlesi ile başlayan bu hatırat samimi bir üslubla sürer gider. “Bunları yazmaktan maksadım şikâyet değil, hakikatleri söylemek, yaşananları beyan etmektir. Her sözün doğrusunu ve her işin aslını aktardım. Ne kusur, ne de meziyet aradım. Okuyan mazur görsün, işitenler de kınamasın” der adeta içini açar…
Babür, Ömer Şeyh Mirza, Sultan Hüseyin Baykara ve Nevâî gibi simaları bilinmeyen yönleriyle anlatır. Gittiği ve gördüğü yerleri de tasvir eder. Bitki örtüsü, meyveler, yemekler, gelenekler…
‘Baburnâme’ “tarih”ten ziyade hayatı kaydetme çabasındadır, o yılları, o insanları ve o coğrafyayı anlatır. Keyifle okunur, akıcıdır. Edebiyatçılarımız onu “Türk tarihinin en değerli hatırat eseri” olarak tanıtırlar.
Hanefî fıkhına ait “Mübeyyen” isimli bir mesnevisi, Aruz üzerine yazdığı Risalesi ve şiirlerini topladığı bir “divan”ı da vardır. Babür Şah, güzel sanatların her dalına ilgi gösterir hatta Hatt-ı Babürî adlı bir yazı çeşidine öncülük yapar.
Hâce Ubeydullah-ı Ahrar Hazretlerinin muhiplerindendir, salih bir mümin olmaya bakar. Ancak bazıları onun şiirlerindeki aşk, şarap (şerbet, şurup, meşrubat gibi şerebe kökünden gelir ki müskirat mânâsında kullanılmamıştır burada) gibi kelimeleri kasıtlı olarak saptırır adını alemciye çıkarırlar. Yazık…
Mahşer meydanında yüzüne nasıl bakacaklar acaba?
İRFAN ÖZFATURA
Yorumlar
Yorum yap