73) ZİYA GÖKALP’IN FOLKLOR OLGUSUNA BAKIŞI

Yayin Tarihi 13 Ekim, 2008 
Kategori KÜLTÜREL

 

Ziya Gökâlp’ın Folklor Olgusuna Bakışı

image00115.jpg

Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından 10 Mayıs 2006 tarihinde Kayseri‘de düzenlenen
“Doğumunun 130. Yılında Ziya Gökalp” isimli panelde sunulan bildiri


Yazıda; önce “kimlik”, “halk” ve “millet” kavramları ele alınacak, sonra Ziya Gökalp’ın “folklor”dan ne anladığı ortaya konacak, daha sonra da onun “folklor”dan hareketle edebiyat alanında yaptığı “uygulamalar”ın Türk kimliğinin inşası bağlamındaki rolleri tespit edilmeye çalışılacaktır.

Kimlik kavramı, gerek “ulus devletler çağı”nda ve gerekse “çok kültürlülük” ve“küreselleşme”nin hakim olduğu çağımızda, bireyler ve toplumlar için önemini korumaya devam etmektedir. “Kimlik” bir tanımlamadır ve kimlik özellikle insanın ve insan topluluğunun diğerleriyle olan benzerliklerini ifade etmekte kullanılır. Bireylerin genellikle bir tek kimliğe sahip oldukları ilk başta düşünülebilir; fakat bu düşünce doğru değildir. Çünkü bireyler her zaman çok sayıda kimliğe sahip olmuştur. Bu durumu “soğan” benzetmesiyle açıklayabiliriz: Önemli olan bireyin çok sayıdaki kimliğinden hangisini “öncelediği” ilk sıraya yerleştirdiği, “özne” olarak aldığıdır. Yani siz sırasıyla “Türk” “Müslüman” Kayserili” ve“öğrenci” kimliklerine sahip olabilirsiniz. Bu sıralamada “özne” yani birinci sırada olan“Türk” kimliğidir. Kimliğin üç temel işlevi vardır: Kimliğiniz sizin seçim yapmanıza yardımcı olur, ötekilerle ilişki kurmanızı sağlar ve size güç verir. Kimliği tanımlayan en önemli kriterler“farklılık” ve “süreklilik”tir. Sonuç olarak, kimliğin tanımlanmasında “özne” öznenin belirlenmesindeyse “öteki” önemli dayanak noktasıdır. Yani “öteki” olmadan kimlik oluşmaz. “Öteki” sadece öznel ve anlık bir durumu değil, tarihsel sürekliliği de ifade eder (Vatandaş 2004: 16-19).

“Halk” ise, “en az bir ortak faktörü paylaşan grup” karşılığında kullanılmaktadır. Bu faktörlerden öncelikli olanın hangisi olduğu çok önemli değildir. Asıl önemli olan “halk”dediğimiz topluluğun “kendine ait kabul ettiği bir geleneğe sahip olmasıdır.” “Halk”denilen grubun büyüklüğü hakkında şu söylenebilir: Halk, bir aile kadar küçük ve bir millet kadar büyük bir kitle olabilir (Dundes 2003). “Halk”ın “ulus” ya da “millet” niteliğini kazanabilmesi için türdeş (benzer) bir yapı arz etmesi gereklidir. Bu türdeş özellikler; kültür, dil, soy, ortak vatan ve ortak tarih birliği olarak beş grupta toplanabilir (Vatandaş 2004: 30). Bu beş özellikten en az birisi temel alınarak, “millet” dediğimiz organizasyon oluşturulabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan bazılarının “Türkiye halkı” “Türkiye vatandaşları” ve“Türkiye halkları” dediği “topluluk”ta, az önce zikredilen beş özellikten -yani kültür, dil, soy, vatan ve tarih birliğinden- en az kaçının ortak olduğunu, özellikle bu bağlamda yeniden düşünmek yararlı olacaktır.

Ziya Gökalp’ı ve ortaya koyduğu fikir ve düşünceleri doğru olarak anlayabilmek için, onu yaşadığı dönemin olaylarından soyutlayamayız. Osmanlı Devletinin “Batılılaşma siyaseti”çerçevesinde sırasıyla ortaya koyduğu üç siyasal oluşum, “Osmanlıcılık” “İslâmcılık” ve“Türkçülük” akımları olmuştur. Gökalp’ın da fikir ve düşüncelerinde bu siyasî seyri görmek mümkündür. Onun Türkçülük düşüncesine tam olarak dönüşünü, Balkan Savaşları’ndan sonra Türklerin Rumeli’yi kaybetmesi, tayin edici olmuştur denebilir. Osmanlıcılık, imparatorluk içerisindeki gayrimüslim unsurların ayrılmasıyla, İslâmcılık ise, Müslüman tebaadan olan Arnavutlar (1912) ve Hicaz Arapları’nın (1916) ayaklanmaları üzerine iflas etmiştir.

Gökalp, acaba “millet” kavramından ne anlıyordu? Bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade ediyor: “[M]illet, ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafî, ne siyasî, ne de iradî bir zümre değildir. Millet, dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir topluluktur.” (Ziya Gökalp 1970: 22). “Türk”kavramından ne anladığını ise şöyle anlatıyor: “Türk olmak için yalnız Türk kanı taşımak, Türk ırkından olmak kâfi değildir. Türk olmak için her şeyden evvel Türk harsı [=kültürü] ile terbiye görmek ve Türk mefkûresi [=ülküsü] için çalışmak şarttır. Bu şartları haiz olmayanlara, kanca ve ırkça Türk olsalar bile [onlara] “Türk” unvanını veremeyiz.” (Ziya Gökalp 1923: 35). Alıntılanan cümlelerde Gökalp, bir “kültür milliyetçisi” olarak görünmektedir. Yukarıda kaydedilen görüşlerle, Gökalp’ın günümüzde kamuoyunda takdim edilişinin ne kadar çeliştiği de ortadadır.

Gökalp’ın “folklor” konusundaki görüşlerinin şekillenmesinde J. G. von Herder’in (1744-1803) felsefî düşünceleri etkili olmuştur. Herder insanların, yemeğe, içmeye, güvenliğe ve hareket özgürlüğüne ihtiyaç duydukları gibi, aynı şekilde “bir gruba ait olma ihtiyacını” da duyduklarını kaydetmektedir. Bunu gerçekleştiremeyen insanların kendilerini soyutlanmış, yalnız, zayıf ve mutsuz hissettiklerini belirtir. Dolayısıyla her grubun, “o gruba ait bir dizi anlayış ve davranış biçiminden oluşan kendi Volgeisti (halk ruhu) ya da Nationalgeisti (ulusal ruhu) vardır.” Herder için “ırk” ve “kan birliği” diye bir şey yoktur; o sadece “toprak, dil, ortak geçmiş”, “vatan” ve “âdetler”e vurgu yapmaktadır (Vatandaş 2004: 23-24). Dolayısıyla, her ulusun kendine özgü bir ulusal karakteri ve ortak bir ulusal ruhu vardır (Wilson 1990′dan Çobanoğlu 2002: 96).

Almanya‘da folklor disiplini, Herder’in ortaya koyduğu “romantik milliyetçilik” bağlamında gelişmiş ve Alman millî kimliğinin inşasını başarmıştır. Grimm Kardeşler ve diğer folklor derlemecilerine Herder’in fikirleri âdeta yol gösterici bir ışık olmuştur. Avrupa’daAlmanya‘nın gerçekleştirdiği folklordan yararlanarak millî kimliğin inşası atılımını, XIX. yy.da İskandinav ve Slavlar milletleri de uygulayacaktır. XIX. yy.da henüz Osmanlı toprağı olan Balkanlarda Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar ve Arnavutlar da aynı yolu izleyerek birer birer bağımsızlıklarını kazanırlar (Wilson 1990′dan Çobanoğlu 2002: 2).

Balkanları kaybetmemizde en etkili olan şeyin, bu milletlerin kurduğu “İslav Araştırma Merkezleri” olduğunu isabetle belirten Mustafa Kemâl Atatürk, folklor araştırmalarının o günkü milletlerin hayatında oynadığı rolü şöyle açıklamaktadır:

“Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki akvâm-ı muhtelife [=çeşitli kavimler] hep millî âbidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu, sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimiz zaafa uğradığı anda bizi tahkîr, tezlîl ettiler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış.” (Akt. Yıldırım 1998a: 47).

Köprülüzâde Mehmed Fuad Bey de 1914 yılında kaleme aldığı “Yeni Bir İlim: Halkıyât “Folk-lore” (İkdam, 24 Kanunusani [=Ocak] 1329) başlıklı makalesinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

“Tarihi olmadan, lisan ve edebiyatı bilinmeden nasıl bir milliyet teşekkül edeceği cidden cây-i sualdir. Balkan milletleri Rumeli’yi kendi aralarında taksim için münakaşa ederlerken yalnız silâhla değil, bir takım delâil-i tarihiye, lisaniyye ve insaniye ile mücehhez idiler; “folklor” tedkikatı onlara bir çok noktalarda delil ve rehber oluyordu.” (Akt. Yıldırım 1998a: 47).

İşte Balkan Savaşı yenilgisi sonrasında Türk aydınlarının, başta Ziya Gökalp olmak üzere temel gayeleri “kolektif kimliğin inşası”ydı. “Bir kolektif kimlik, bazı semboller, anılar, sanat eserleri, töreler, alışkanlıklar, değerler, inançlar ve bilgilerle yüklü bir gelenekten, geçmişin mirasından, bir başka deyişle kolektif bellekten beslenir. (…) Fakat şu da önemlidir ki, kolektif kimlik bir nesne olarak değil, bir simgeler ve ilişkiler sistemi olarak düşünülmelidir.” (Vatandaş 2004: 25-26).

Herder’in tarih felsefesinin temel kavramının “gelenek” (tradition) olduğu görülmektedir. O,“dil”in insanları toplum haline getirdiği kanısındadır. Dolayısıyla dil, “her türlü kültürün temelidir” (Gökberk 1997: 141-142). Herder gibi Gökalp’ın da kolektif (ortak) kimliğin inşası sırasında folklordan yararlanmayı gerekli görmesi, doğru bir davranış tarzıdır.

Gökalp, Batıda “folk-lore/volkskunde” olarak adlandırılan kavramı “halkıyyât” terimiyle karşılamıştır. Gökalp,

“Medenî milletler içinde de “halk” nâmı verilen şifahî an’anelere mâlik bir kısım vardır. Bu zümrenin bütün an’aneleri satırlara geçmemiş [=yazıya aktarılmamış] sadrlarda [=yüreklerde/gönüllerde] kalmıştır. İptidaî cemiyetler gibi bu halk zümreleri de kavmiyâtın mevzuunu teşkil ederler. Fakat kavmiyatın [=etnolojinin] bunlardan bahseden kısmına, Avrupalılar ayrı bir isim takarak “[f]olklor” derler. Biz de bu kelimeyi “halkıyyât” kelimesiyle lisanımıza nakleyledik” diyor (Ziya Gökalp 1982).

Gökalp’ın “folklor”u “şifahî an’ane” biçiminde tanımladığını biliyoruz. Çünkü “folklora aitlik sorununda, her iki özelliğin de (sözlü olma ve geleneğe bağlılık) bir arada bulunması gerekmektedir. Ziya Gökalp, bunu fark etmiş ve folkloru “şifahî an’ane” olarak tarif tanımlamıştır” (Yıldırım 1998b: 69). “Kültür”lerin “tarihî”ve “sürekli” oldukları da bilinen bir husustur. Tarihîliği temin eden “dil” sürekliliği temin eden şey ise “töre”dir.

Gökalp, Türk Yurdu tarafından ilk sayısı 11 Nisan 1913′te çıkarılan Halka Doğru mecmuasıyla, Türkçülük düşüncesinin halk katında yayılması düşüncesini benimsemiştir. Derginin ilk sayısında yer alan “Halkın Dedikleri” başlıklı başyazıda özetle şu ifadeler yer almaktadır:

“Biz sekiz on yazıcı birlikte bir rüya gördük: Yeşil bir ova içinde idik. Ötede beride bataklıklar yapan küçük göller, su birikintileri vardı. Yamalar giyinmiş zayıf bir ihtiyar kadın irili ufaklı yavrularıyla bir tarlada başak topluyordu. Kadın yanlarına gelip bu sekiz kişiye kendisini tanıyıp tanımadığını sorar. Onlar susarlar. Yaşlı kadın, kendisini tanımalarının mümkün olmadığını, kendisinin yüzyıllardır unutulan “halk” olduğunu söyler. Halkı temsil eden kadın, aydınları kendisinden uzak kalmakla suçlar. Onların yabancılaşma tavırlarına karşı, öz değerleriyle kendisini korumuştur. Halkın bugün de aydınlardan umudu yoktur. Yine kendi kendini ıslah edecektir. Halkı temsil eden kadın daha sonra bu gaye için yapacaklarını sıralar. Bu sıralananlar Türkçülük hareketinin programında yer alan ilkelerdir: Önce bir dil ve edebiyat; sonra dinî, ahlâkî, iktisadî, içtimâî bilgiler. Bunları kendi kendisine edinecektir. (…)Aydınlar da onun evlatlarıdır. Onları da yanına çağırır. Bu noktada uyanırlar ve rüyayı tabir ederler. Bu sekiz yazıcı, o kadına yardım maksadıyla haftalık gazete olarak “Halka Doğru”yu çıkarmaya karar verdik derler.” (Doğan 1981: 65-66).


Bu derginin 10 Temmuz 1329/1913 günlü 14. sayısında Gökalp’ın “Halk Medeniyeti-I: Başlangıç” başlıklı bir makalesi yayınlanacaktır. Bu makalede yazar, doğrudan folklor meselelerine girmiştir. Bu yazıdan birkaç alıntı yaparak, Gökalp’ın düşüncelerini aktarabiliriz:

“Fakat şunu da unutmayalım ki, bir milletin şifahî an’aneleriyle [=sözel kültürüyle] tahrirî maarifi [=yazılı kültürü] arasında bu kadar –yani Osmanlı’daki kadar- derin bir ayrılık açılırsa, resmî medeniyet halkın bütün zekâlarını emerek halk medeniyetini büyük bir kansızlığa düşürür. Başka milletlerde halk ile resmî seçkinler arasında daimî bir fikir ve duygu alışverişi vardır. Türklerde bu iki sınıf arasındaki münasebetler inkıtâa [=kesilmeye] uğramış olduğu için, ne resmî âriflerde millî bir hassasiyet, ne de halk irfanında usulî bir intizam ve irtika [= yüksek derecelere erişme] mevcut olabilmiştir. Bu sebepten dolayı Türk halkı da yavaş yavaş gerilemeye, Sartlaşmaya [=Türklükten uzaklaşmak] mecbur olmuştur. O halde Türk halkıyatını tetkik ederken, bu inhitatî hadiseleri de tetkik olunmak iktiza eder.” Milletin ruhunu “halk”bedenini ise “hükümet” teşkil eder. “[K]üçük Balkan devletleri ruhlu milletler halinde çalıştılar, yükseldiler. Biz ise gittikçe inhitata sürüklendik: Çünkü bizim ruhumuz uyuşmuştu. Milletler uzviyetler [=organ/canlı/organik] gibi değildir. Bir uzviyet ihtiyarlarsa bir daha gençleşmez. Halbuki bir millet halk teşkilatını yeniden diriltebildiği için gençleşmek iktidarına maliktir.” (Z. Gökalp 1913).


Acaba Gökalp, “dil-millet ilişkisi”ni nasıl değerlendirmektedir? Gökalp’ın üzerinde en çok durduğu husus “dil”dir. O, dili milliyetçiliğin en önemli unsurlarından ve millî kimliğin temel dayanağı olarak görmektedir. Onun Türkçeye ilgisi, sadece “dilin sadeleştirilmesi” sorunu çerçevesinde gelişmemiştir. Ziya Gökalp Yeni Hayat isimli şiir kitabında  yer alan (İst. 1334/ 1918, s. 11): “Turan’ın bir ili var/ Ve yalnız bir dili var/ Başka dil var diyenin/ Başka bir emeli var” ve “Türklüğün vicdanı bir/ Dini bir vatanı bir/ Fakat hepsi ayrılır/ Olmazsa lisanı bir” ifadelerinde, millî kimliğin inşasında “dil”in önemini vurgulamaktadır. O, Türk diline tamamıyla “ulusal kimlik”bağlamında bakmış ve dil alanındaki egemenliğin siyasal egemenliğin ön şartı olduğunu kabul etmiştir (Vatandaş 2004: 186-187).

Gökalp’ın sadece Türk folkloruna vurgu yaptığı, folklorik ürünlerin derlenmesiyle yetindiği düşünülmemelidir. O, aynı zamanda “halk klasikleri” adını verdiği folklorik eserlerden nasıl çağdaş “metinler” üretileceğini de, döneminin edebiyatçılarına göstermiştir. Türkçülüğün Esasları kitabında bu hususu “Halk Klasiklerinin Tezhibi” başlığı altında izah etmiştir (Ziya Gökalp 1970: 137).

Gökalp, folklorla ilgili bu görüş ve düşüncelerini “İçtimâî İlimler ve Marifetler” (1916),“Türkçülük Anlayışı Nedir? Millî Harsımızı Nasıl Geliştirmeliyiz?”(1919), “Tarih ve Kavmiyat” (1922), “Millet Nedir?” (1922), “Halkıyat ve Masallar” (1922), “Tandırname”(1922) “Türk Kimdir?”(1923) başlıklı yazılarında açıklamış, daha sonra Türkçülüğün Esasları isimli kitabında bu görüş ve düşüncelerini daha sistematik hâle getirmiştir (Filizok 1991).

Türk folklor araştırmalarının 1908-1920 yıllarını kapsayan dönemi “Türkçü Dönem” olarak adlandırılmaktadır (Yıldırım 1998a). XVIII. yüzyılda Alman filozofu J. G. von Herder’in Alman millî kimliğinin inşasında “dil”e dayalı “folklor” malzemelerini kullanmış olmasını, Gökalp kendisine “örnek” almıştır. Türkçü dönemde Gökalp ve arkadaşları, Türkçe “üretilen” ve kuşaktan kuşağa aktarılarak “yaşatılan” folklor ürünlerini, Türk kimliğinin inşa edilmesinde yararlanılacak önemli bir kaynak olarak düşünmüşlerdir.

Türkçe yaratılmış bu folklor malzemesi ile ilgili olarak Gökalp, hem teorik düzlemde önemli fikirler ileri sürmüş, hem de bizzat “sözel kültür”e ait folklor malzemesinin “yazılı kültür”ortamına aktarılmasında bir öncü vazifesi görmüştür. “Millî Edebiyat” dönemi sanatkârlarının “Türk Halk Edebiyatı”ndan yararlanarak yeni eserler ortaya koyma projesinde, Gökalp hem “teorisyen” hem de “uygulamacı” olarak önemlidir.

Türkçüler; -Dursun Yıldırım’ın deyişiyle (1998b: 66)- Türk milletine ait özelliklerin tanınması,“Millî Edebiyat”ın oluşturulması, milliyet kavramının sınırlarının belirlenmesi, yeni Türk devletinin kurulması, bağımsızlığın korunması, ayrıca Türk milletinin varlığını devam ettirmesi ve korumasında çok önemli kaynak olarak “folklor”u görmüşlerdir. Gökalp’ın folklora önem atfetmesi ve ona Türk kimliğinin inşası bağlamında bakması, önce “Kuvva-yı Milliye ruhu”nun “aydınlar” düzleminde ateşlenmesinde, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel temellendirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Yazımızı, Türk tarihçiğinin duayeni, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın Ziya Gökalp ile ilgili tespitlerini aktararak bitirmek istiyoruz:

“Türk toplum ve siyasetinin, saltanat döneminden Türk millî devletine geçiş döneminde radikal hızlı değişimleri bir sosyolog olarak gözlemlemesi, onun sosyolojik analizlerine ve hükümlerine kuşkusuz orijinallik kazandırmıştır. Yeni Türkiye doğarken, millet, devlet, hukuk, kadın hukuku, devlet-din ilişkileri, modern ekonomi ve millî eğitim, Türk kültür tarihi ve sosyolojisi, özellikle millî devletin ideolojisini formüle etmekte Ziya Gökalp gibi bir düşünür-sosyologa sahip olmak, Türkler ve Türk dünyası için gerçekten bir şans eseri olmuştur.” (İnalcık 2005: 91).

Prof. Dr. İsmail GÖRKEM


KAYNAKÇA:

ÇOBANOĞLU, Özkul (2002) “Türk Halkbilimi Çalışmaları Tarihinde Türk Ocaklarının Yeri ve Önemi Üzerine Tespitler”, Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu (3-5 Mayıs 2001), (Yay. Hzl: Mithat Kerim Arslan- Asiye Mevhibe Coşar- Kemal Üçüncü), II. cilt: Dil-Edebiyat, Trabzon: T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yay., s. 1-9.
DOĞAN, D. Mehmet (1981) “Halka Doğru” maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c. IV, İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 65-66.
DUNDES, Alan (2003) “Halk Kimdir?”, (Çev.: Metin Ekici), Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar içinde, (Yay. Hzl.: Gülin Öğüt Eker vd.), Ankara: Millî Folklor Yayınları, s. 1-30.
FİLİZOK, Rıza (1991) Ziya Gökalp’ın Edebî Eserlerinde Halk Edebiyatı Tesirleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
GÖKBERK, Macit (1997) Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları, (Sunuş: Ülker Gökberk), (2. baskı), İstanbul: İletişim Yay.
İNALCIK, Halil (2005) “Ziya Gökalp: Yüzyıla Damgasını Vuran Düşünür”, Doğu Batı: Makaleler-I, Ankara: Doğubatı Yay., s. 85- 110.
VATANDAŞ, Celalettin (2004) Ulusal Kimlik: Türk Ulusçuluğunun Doğuşu, İstanbul: Açılım Kitap.
WILSON, A. William (1990) “Herder, Folklore and Romantic Nationalism”, Folk Groups and Folklore Genres, (Ed.: Eliot Oring), Logan: Utah State University, s. 21-37.
YILDIRIM, Dursun (1998a) “Türkiye’de Folklor Araştırmalarının Gelişme Devreleri”, Türk Bitiği: Araştırma/İnceleme Yazıları içinde, Ankara: Akçağ Yay., s. 43-60.
YILDIRIM, Dursun (1998b) “Türk Folklor Araştırmalarının Problemleri”, Türk Bitiği: Araştırma/İnceleme Yazıları içinde, Ankara: Akçağ Yay., s. 65-75.
ZİYA GÖKALP (1913) “Halk Medeniyeti-I, Başlangıç”, Halka Doğru, S. 14, 10 Temmuz 1329 (1913).
ZİYA GÖKALP (1923/1980) “Türk Kimdir?” (1339/1923), Makaleler-IX : Yeni Gün-Yeni Türkiye-Cumhuriyet Gazetelerindeki Yazılar, (Hzl.: Şevket Beysanoğlu), Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., s. 32-37.
ZİYA GÖKALP (1970) Türkçülüğün Esasları, (Hzl.: Mehmet Kaplan), İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yay.
ZİYA GÖKALP (1982) “Halkıyyat I. Masallar” (1922), Makaleler VII (Küçük Mecmua’daki Yazılar) içinde, (Hazırlayan: M. Abdülhalûk Çay), Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., s. 267-270

 

Paylaş:

Yorumlar

“73) ZİYA GÖKALP’IN FOLKLOR OLGUSUNA BAKIŞI” yazisina 2 Yorum yapilmis

  1. ZÜHAL ASMA yorum tarihi 13 Ekim, 2008 11:23

    SİZE SONSUZ SAYGI,SEVGİ NADİDE İNSANIMIZ SN.Y.KHAN
    *TAMDA BU DÖNEMDE BU YAZININ ÖYLE COK GEREGİ VARDIKİ!BUNU TÜM TÜRKİYENİN OKUMASINI SAGLASAK BİZİ HİCKİMSE YIKAMAZDI.
    -BİLDİRİ OLARAK DAGITILMALI.İNANIN ÖYLE BİR DERLENMİSKİ;TÜM KİTAPLARI OKUNSA BÜYÜKLÜGÜ DÜNYALARA SIGMAZ SN.ZİYA GÖKALP’İN, BİR ÜLKEDEKİ İNSAN TOPLULUKLARINA BUNDAN DAHA AYDINLATICI OLUNAMAZDI.
    -DİLERİM, SAPLA SAMANI KARISTIRANLAR, BURAYI OKURLAR!
    -BEN;ANNE TARAFINDAN RUMELİ TÜRKÜ, BABA TARAFINDAN KAYSERİ KEYKUBATLARDAN!OLAN BİR İNSAN OLARAK BUGÜNLERİ DAHA GENCKEN YASAMAYI DİLERDİM.
    *BU BÜYÜK İNSANIMIZIN ZAMANINDA YASAYIP, ONU TANIYIP,BUGÜN ÖLMÜS OLMAYI YEGLERDİM.
    -BAKIYORUMDA BUGÜNKÜ HALİMİZE;AKLIMA TEK KELİME GELİVERİYOR:( BALCIK..BATAKLIK GİBİ..
    -NASIL KURTULACAK BU YANLIS DÜSÜNCE BATAKLIGINDAN YURDUM İNSANI, BİRDE BUNUN İCİN ÜNİVERSİTELERDE KONFERANS VEREBILSENIZ?ÖNCE BELEDİYELERDEN BASLANMALI,CALISANLAR AYDINLATILMALI!İSCİ,MEMUR SINIFI ÖYLE ÖNEMLİKİ!BU BİLGİLER ONLARA MUTLAK ULASMALI!BİR DÜSÜNÜNÜZ LÜTFEN.
    ‘KESKE KAYSERİDE BULUNABİLSEYDİM’

  2. Samet Acar yorum tarihi 13 Ekim, 2008 18:51

    Yazarın “Ziya Gökalp’ın”Türk kavramlarındaki sosiyolojik gelişimini mükemmel bir uslüpla açıklaması kayda değerdir.Atatürk’ün çok önemli özdeğişiyle bağdaşmaktadır:”Birkimse ,yükset Türk kültürü ile (dilini,folklörünü,genek-göreneğini,yaşam tarzını ,tarihi duygularını)bağdaşıyor,geleceğini de o kültür çerçevesinde devam ettiriyorsa obirey Türk’DÜR DİYOR.Ya da o topluluk Türk kültürüyle,dilini devam ettiriyorsa,O toplulut Türklüğün parçası olmuştur.Tersini de düşünmek mümkündür..Acaroğlu

Yorum yap