722) Bilinmeyen İnsanlık Tarihinden…
Yayin Tarihi 18 Eylül, 2014
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
Bilinmeyen İnsanlık Tarihinden…
Mısır, Dendera’da ki Hathor tapınağında göze çarpan ampuller. Bu ampuller kıvrımlı kablolar ile bir jeneratöre veya açma kapama düğmesine bağlıdırlar. Ampul şeklindeki cismin içine bir yılan tasviri konulmuş. Bu da ampulün içindeki ince teli gösteriyor olabilir.
Rudolf Gantenbrink tarafından Büyük Piramitte keşfedilen bakır kulplu kapı. Resim UPUAUT 2 adlı bir araştırma robotu tarafından çekilmiştir.. Hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen gizemli kapı, kraliçe odasından başlayan güney kanallarında yer almaktadır. Bu kapının arkasında başka bir kapı daha bulunmuştur. Yapılan bazı araştrmalar sonucunda içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir oda veya odalar bu ikinci kapının arkasında bulunmaktadır.. Aynı kapıdan kral odasından başlayan kuzey kanallarında da bulunmuştur. Burada sorulan en önemli soru şu: Görünüşte hiçbir amaca hizmet etmeyen bu kapılar Neden buralara kondu?
Bu kaya parçasının üzeri doğal kristallerle kaplanmıştır. İçinde bir boşluk bulunmuştur. Bu boşlukta, malzemesini metal ve porselenin oluşturduğu garip bir cisim bulunmuştur.
Resim A: Kaya parçasının iki parçaya bölünmüş hali.
Resim B: Taşın her iki yarısının iç kısmını görüyoruz.
Resim C: Radiography tekniğiyle içindeki cismin resmi çekiliyor. Cisim o kadar eski olmasına rağmen metal bir yapıdadır. Bu cismin üzerinde meydana gelen ve onu kaplayan kristal oluşumlu kabuğun oluşabilmesi için 500.000 yıl (beş yüz bin yıl) geçmesi gerekiyor!
Resim D: Yan taraftan çekilen radiography resminde metal cismi daha ayrıntılı bir şekilde görüyoruz.
Sonuç olarak bu garip cisim 500.000 yıl yaşındadır. Günümüzde bir şeye ait bir parça olsaydı, çoktan ne olduğu tespit edilirdi.
Japonya’nın Yonaguni adasının yakınında, denizin 23 metre altında insan yapısı olduğu apaçık belli olan piramitler bulunmaktadır. 183 metre genişliğinde ve 27 metre yüksekliğindeki bu piramitler yaklaşık, 8000 – 10.000 yıllıktırlar.
Peru’daki bu duvarlar, Bimini adasındaki esrarengiz su altı yapıları ile kesin bir benzerlik göstermektedir. Bu arkeolojik duvarlar bir gizem taşımaktadırlar çünkü ,antik çağlarda yapılmalarına rağmen, bu kadar kusursuz bir şekilde işlenip yerlerine koyulana kadar ki aşamalar için yüksek bir teknoloji ve bilgi gerektirmektedirler. İnsanın açıklayamadığı, garip iç ve dış açılara sahip bu duvar taşları hakkında cevabını bilmediği sorular ise şunlar: Nasıl taşındılar? Nasıl ölçülüp nasıl kesildiler? Nasıl bu kadar doğrulukla yerleştirildiler? Hemde ilkel insanlar tarafından.
Bazı Nazka (Nazca) çizgileri, yukarıdaki resmin orta kısmında görüldüğü gibi, birbirine paralel kilometrelerce ve hatta dağları, vadileri aşarak uzanmaktadırlar. Bu çizgileri kim takip ediyordu ve ne amaçla?
Mısır ‘daki Abydos tapınağındaki hiyerogliflerde, helikopteri, tankı, kargo uçağını ve planörü çağrıştıran şekiller vardır. Bu hiyeroglifler başka hiyerogliflerin altına gizlenmişlerdi. İlk tabaka hiyerogliflerin yerinden kopup düşmesiyle bu esrarengiz şekiller gün yüzüne çıkmıştır.
1900’lü yılların başlarında 250 civarında hiyeroglif Sydney ‘in 100 km. kuzeyindeki Hunter Valley ulusal parkında keşfedilmiştir (Avustralya). Bunlar antik Mısır hiyeroglifleridir. Kuşkuya yer bırakmayacak olan Eski Mısır Tanrısı “Anubis” çizimi ile birlikte hiyeroglifler şu soruyu akla getiriyor: Acaba Eski Mısırlılar Avustralya ‘ya mı gitmişlerdi?
Kafatası Peru’da (Ica) bulunmuştur. İlk bakışta günümüz insanının kafatasına benzemektedir, ancak soru işaretlerine yol açan bir kaç etken öne çıkmaktadır. Göz boşlukları günümüz insanının göz boşluklarından %15 daha büyüktür. Beynin yer aldığı boşluk ise 2600 ccm ile 3200 ccm arasında değişmektedir. Şu andaki insanın kafatasında ki beyin beyin boşluğu kapasitesi 1450 ccm‘dir …
Yukarıda Alban Dağına kazınmış pervaneli bir uçağı hatırlatan eski devirlere ait bir resim görüyorsunuz. Olmek topluluğunun inanılmaz ve çözümlenemeyen örneklerinden birisidir.
Bu altın maket Kolomb öncesi döneme ait bir mezarda bulunmuştur. Yaklaşık 1800 yıllıktır. Görünüşe göre bir uçağın doğru ölçekli maketi gibi duruyor. (Delta kanatlı, motor yerine sahip, pilot kabini var, kuyruk kanatları bile doğru şekilde tasvir edilmiş.) Güney Amerika ‘da buna benzer bir çok eser bulunmuştur.
Peru ‘daki Ica çölünde bulunan ve binlerce yıl öncesine ait Ica taşları akılları karıştırıyor. Dr. Javier Cabrera büyük bir sabırla bu taşları koleksiyonunda toplamış ve binlerce taştan oluşan bir müze açmıştır. Bu taşlara kazınmış olarak , kalp naklini göstern ameliyatlardan dinozorları avlayan insanlara kadar bir çok olay gösterilmektedir. Hatta evcilleştirilmiş dinozorların üzerinde oturan insanlar bile tasvir edilmiştir.
Alışıldık olmayan bu spiral cisimler 1991 – 1993 yılları arasında Rusya’daki Ural dağlarının doğusunda bulunan küçük bir dere olan Narada ‘da bulunmuşlardır. Boyları en fazla 3 cm. olan bu cisimlerden (inanılmaz ama) 0,003 mm olanları da bulunmuştur. Büyük olanları bakırdan , küçük ve çok küçük olanları ise çok ender rastlanan “tungsten” ve “molybdenum” maddelerinden yapılmıştır. Mikroskopla yapılan incelemeler sonucunda spiraller kusursuz bir biçimde “altın oran” tekniğiyle yapılmıştı. Dahada şaşırıcı olan şey ise: bütün bilimsel incelemelerin gösterdiği gibi bu cisimlerin yaşlarının 20.000 ile 318.000 yıl arasında değiştiğidir. Bu yaş farkı cisimlerin bulundukları derinliğe göre değişmektedir.
1932 yılında Pedro Dağlarında bulunmuş bir mumya. (ABD, Wyoming eyaleti, Casper şehrinin 60 mil güney batısı). Mumya koyu bronz renginde ve oldukça buruşmuş vaziyettedir. Hayattayken boyu 35 cm’ yi geçmiyordu !!! Röntgen ışınlarıyla yapılan incelemede bu canlının ağırlığının 5,5 kg olduğu ortaya çıkarıldı. Cinsiyeti erkek ve bütün dişleri yerinde. Öldüğünde aşağı yukarı 65 yaşında idi. Mumya 350 gr ağırlığındadır. Alnı çok aşağıdadır. Ezik bir burnu ile büyük ve geniş burun delikleri vardır. Çok geniş ağzı ile incecik dudakları bulunmaktadır. Bu yaratık bilinen insan türlerinden çok daha küçüktü. Bazı araştırmacılara göre bu çok küçük boyutlarda olan bir ırkın üyesiydi.
Lübnan ‘ın Baalbek şehri yakınlarındaki işlenmiş dev kaya blokları. Bu taşlar binlerce yıl öncesinde buraya getirilmişti. Resimde gördüğünüz parça 1050 ton ağırlıkta ve 25 metre uzunluğundadır. Bu ” momolit ” takma adlı yekpare blok dünya üzerindeki işlenmiş en büyük taş bloktur. Soru şu: Bu taşları kimler ve nasıl buraya getirebilmişti?
Peru ‘daki bronz dişliler. Modern dişlilerden farkı yok gibi. Tek farkı çok uzun zaman önce yapılmış olmaları…
Ünlü ” Kiev Astronotu ”. Bu heykelcik Avrupa ‘da bulunan “uzay adamı” özelliklerini gösteren tek buluntudur. Yaşı çok eskidir.
Tarih öncesine ait küçük japon heykelcikleri. Yakalarında civata taşıyan bu heykelcikler bir tür uzay başlığı ve elbisesi taşımaktadır. Hatta bunlardan biri çok büyük gözlük takmaktadır. Sanki güneş ışığından korunmak ister gibi.
Filippo Lippi tarafından yapılan “La Madonna e san Giovannino” tablosu. (15. yüzyıl) Yukarıdaki koyu renkli ve ışık saçan cisim sanki haraket ediyor gibi. Çünkü seyredenler var. Tablodaki adam ve köpek. Ressamın tablosuna aksettirdiği bu cisim hiç bir inanç ve dinsel anlatımla alakalı görünmüyor. Roma döneminde olduğu gibi günümüzde de ”ufo” fenomenleri aynı şekilde gözlemlenmektedir.
Bu resimde Antikythera makanizmasını görmektesiniz. Sağ tarafta ise teknik şeması yer almaktadır. 1900 yılında Girit adasında bulunmuştur. M.Ö. 1.yüzyıla tarihlenmektedir. Bu antik bronz mekanizma bize eski uygarlıkların düşündüğümüzün aksine daha ileri bir teknik bilgiye sahip olduğunu kanıtlıyor. Astronomik takvim olduğu düşünülen bu mekanizma da (ya da bir makinanın parçası) içinde başka dişlilerde bulunmaktadır.
1895 yılında İrlanda’da Dyer tarafından mineral araştırmaları sırasında bulunan bir dev fosili. Boyunun karşılaştırılması amacıyla bir tren vagonunun önüne koyulmuştur. Yüksekliği 3 metre 70 santimetre ve ağırlığı 2050 kg.dır.(taşlaşmış olduğu için daha ağır geliyor herhalde) Sağ ayağı 6 parmaklıdır. Ancak daha sonra bu dev fosiline ve sahibine ne olduğunu kimse bilmiyor.
Kafaları karıştıran bir şehir daha. Lübnan ‘daki Baalbek şehri. 20 metreden daha büyük taşlarında kullanıldığı bu antik şehir Roma imparatorluğundanda eski. Hatta Sümerlilerin bilgilerine göre bile burası antik bir şehirdi o zamanlar. Taşların büyüklüğünü göstermek amacyla 2 kişi yapıların arasında dikiliyor. Bugün kimse burasını kimlerin yaptığını, nasıl yaptığını, ne amaçla ve ne zaman yaptığını bilemiyor. Modern bilim ise Baalbek ‘i görmezlikten gelmeye devam ediyor.
Yapımı bitirilmemiş bir Obelisk (dikilitaş). Şu anda dikili bulunan en büyük obeliskten 2 kat daha büyüktür. Yapımında bir çok Mısır tapınağının inşasında olduğu gibi kırmızı granit kullanılmıştır. Yaklaşık 40 metre yüksekliğinde ve 1150 ton ağırlığındadır. (Eğer bitirilmiş olsaydı)
1945 yılında Waldemar Julsrud adlı deneyimli bir arkeolog El Toro dağı (Meksika) eteklerinde gömülmüş vaziyette kilden yapılmış küçük heykelcikler buldu. Daha sonra El Toro şehri yakınlarında ve şehrin diğer tarafında Chivo Dağ yakınlarında poselenden yapılmış 33.000 ‘den fazla heykelcik bulundu.
Buluntular Chupicuaro, klasik kültür öncesine aitti. (M.Ö. 800 ‘den M.Ö. 200 ‘e kadar olan dönem) Bulunan heykelcikler , 65 milyon yıl önce yok oldukları düşünülen çeşitli türlerdeki dinozorları kusursuzca tasvir ediyordu. Modern bilim döneminde, neye benzedikleri ancak çözümlenen tarih öncesi bu yaratıkları, nasıl oldu da böyle eski bir uygarlık kusursuzca sanat eserlerine yansıtabilmişti? İnsan görmeden gerçeği tasvir edemez.
Yeni Zellanda ‘da bulunan çok eski bir uygarlığa ait kusursuzca yerleştirilmiş taşlardan oluşan duvarlar bulundu. Bu duvarları yapan uygarlık hakkında en ufak bir bilgi yoktur.
Genel soru olarak şunu sorabiliriz: Bizlere öğretilen tarih yanlış mı yoksa bizler hayal mi görüyoruz.? Acaba, aynı UFO olgusunda olduğu gibi bir takım gizli yapılanmalar gerçek tarihimizi bizden saklıyorlar mı?
http://insanveevren.wordpress.com/
Antik çağların kaybolmuş 7 teknolojik harikası
Geçmiş, hala gizemlerini çözmeye çalıştığımız bir bilinmezlik girdabı. Her gün kazıların altından ve araştırma dosyalarından şaşırtıcı bilgiler gelmeye devam ediyor. Bildiğimiz kadarıyla, teknolojiden uzak ve ilkel kalmış toplumların omuzlarında yükselen bir dünyada yaşıyoruz. Peki sandığımız gibi mi? İşte sizi şaşırtacak, antik çağların kaybolmuş 7 teknolojik harikası!
Günümüzde elektriği ve elektrikle çalışan bir çok aracı hayatımızın her alanında kullanıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla geçmiş zaman medeniyetleri bu nimetlerden yoksun bir hayat yaşıyordu. Ancak yapılan araştırmalar ve ortaya çıkartılan yeni keşifler, bizi geçmiş hakkında tekrar düşünmeye itiyor. Piller, uçak modelleri, akıl almaz işçilik örnekleri… Kim bilir toprağı kazdıkça daha neler çıkacak karşımıza?
Sizleri çağlar öncesine götürecek bir liste hazırladık. İşte antik çağların kaybolmuş teknolojik harikaları…
Haber: Oktay Volkan Alkaya – [email protected] / Arşivi
1.Babil Pili
Sene 1938…Avusturyalı Arkeolog Dr. Wilhelm Konig yaptığı kazılardan birinde 15 cm yüksekliğinde, parlak sarı renkte ve kilden yapılmış bir çömlek buldu. Çömlek bir düzenek gibiydi. İçinde bakır levhadan yapılmış, 3.81 cm. çapında ve 5 cm. yüksekliğinde bir silindir vardı. Cismin bir enerji kaynağı olması için yapıldığı hemen anlaşılıyordu. Bu yüzden 19. yüzyılda yapılmış ilkel bir pil olduğu düşünülmüştü. Ancak yapılan testler çömlek ve içindeki düzeneğin 2000 yıllık olduğunu ortaya çıkarttı! 2000 yıl önce, elektrik ve elektroniğe bağlı bir teknoloji yokken bu pili kimler ne için yapmıştı ve ne amaçla kullanmışlardı? Bu sorular hala cevabını arıyor. Pil ise Bağdat Müzesi’nde sergileniyor ve M.Ö. 248 tarihiyle ilişkilendiriliyor. Her ne kadar bu tarih de eski bir dönem olsa da, bazı araştırmacılar söz konusu çömleğin sahip olduğu teknolojinin Sümerlere kadar uzandığı noktasında birleşiyor. Bu da Babil Pili olarak nitelendirilen bu cismin ilk defa M.Ö. 2000’li yıllarda geliştirildiği yönünde bir teori ortaya koyuyor. Peki madem böyle bir teknoloji antik çağda vardı, insanlığın elektriği bir yaşam biçimi haline dönüştürmesi neden 4000 yıl sürdü? O dört bin yıl boyunca çömleklerde enerji saklanmadı da neden kebap yapıldı?
5. Hindistan’ın Vimanaları
Hindistan tarihine ışık tutan mitolojik unsurlarla dolu olan Mahabharata adlı eserlerde adı geçer Vimanaların. Vimanalar, Hint kültüründe “uçan saray” olarak tanımlanırlar. İlk başta “uçan halı” gibi bir masal öğesini çağrıştırsa da Mahabharata’nın içinde yer alan Vimana tasvirleri akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Bir savaş aracı olarak anlatılan Vimanaların uydu anteninden tutun, iniş ve kalkış takımlarına kadar her ayrıntı, görülmeden hayal edilebilecek türden değildir. Öyle ki, mühendislik harikası olarak görülen Vimana tasvirlerinden yola çıkılarak çizilen modeller günümüzde NASA’nın kullandığı uzay kapsülleriyle tek kelimeyle birebir özellikler ortaya koymaktadır. Mahabharata metinlerinin de M.Ö. 3000’li yıllara dayanan anlatımlardan oluştuğunu düşünecek olursak. O tarihlerde var olmamış teknolojiler üstünde, bu kadar detaylı bilgiler paylaşılmış olması ilgi çekicidir.
6. Bolivya’da Antik Lazer İşçiliği
Tivanaku , Bolivya’da M.Ö. 1500 civarında hüküm sürmüş antik bir uygarlığın başkentidir. Buraya kadar kulağa tarihsel sıradan bir bilgi gibi geliyor. Ta ki söz konusu medeniyetin inşa ettiği duvar ve yapıları görene kadar. Söz konusu döneme dair yapılan kazılarda sadece ilkel çekiçler ve kürekler bulabilen arkeologlar, adeta lazerle kesilmiş büyük taş kütlelerini açıklayamıyorlar. Su götürmez bir şekilde günümüz teknolojisinde kullanılan lazerlerle kesilmiş olan duvarların eşi benzeri yok! Günümüzde en yetenekli duvarcılar bile lazer olmaksızın taş kütleleri bu şekilde kesemiyorlar. Bir başka ilginç nokta ise tüm kesimlerin simetrik ve eş değerlerde yapılmış olması! Bu da işlemin bir makinayla yapıldığını gösteriyor. M.Ö. 1500 ve lazer kesim makinaları? Pardon?
http://www.radikal.com.tr/radikalist/antik_caglarin_kaybolmus_7_teknolojik_harikasi-1213130
Hazırlayan: Yılmaz Karahan
Yorumlar
Yorum yap