705) GÖKTÜRK DEVLETİ HUKUK SİSTEMİ

Yayin Tarihi 27 Kasım, 2013 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

ESKİ TÜRKLERDE HUKUK

ll- Göktürk Devleti Hukuk Sistemi

image00114.jpg

Orta Asya’daki Büyük Hun devletinin yıkılışından sonra M.S. VI. yüzyılda kurulup, VII. yüzyılın ortalarında ortadan kalkan, fakat yine aynı yüzyılın sonlarına doğru yeniden ortaya çıkan Türk devletine, Göktürk devleti adı verilmiştir47.

“Türk” adı Türk kaynaklarında ilk olarak Orhun yazıtlarında geçmiştir. Orhun yazıtlarını okuyan Wilhelm Thomsen kitabelerin en son tercümesinde, “Türk” sözünü “kudret, kuvvet” anlamında ele almıştır. “Türk” adının önceleri bir şahıs, sonra bir aile ve nihayet bir soy ismi olduğu anlaşılmaktadır. Bu soyun önem kazanıp, diğer soyları hakimiyeti altına alarak “kağanın” ait oldugu soya bağlanınca, “devlet kuran, kağana tabi olan” bir zümreyi ifade etmeye başladığı anlaşılmaktadır. Yazıtlarda “Türk” denilince sıradan bir kavim ya da bir grup değil, “kağanaitaat eden” bir zümre veya boylar birliği kastedilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, “Türk” sözünün “kudret ve kuvvet” ifade ettiği gibi “kanun ve nizarnı” olan bir millet anlamına geldiği de ileri sürülebilir48 Orhun yazıtlarında hukuka ait fazla bilgi olmamakta beraber, Göktürk devletinin yapısı, hükümdarların durumu hakkında sonuçlar çıkartılabilecek bazı ipuçlarına rastlanmaktadır49.

Bu yazıtların dışında, Göktürk devletinin hukukuna ait bilgi veren kaynaklar, Çin ve Bizans kaynaklarıdır. Doğu Göktürk devleti hakkında Çin kaynaklarının verdikleri bilgiler Liu Mao-tsai tarafından sistematik olarak bir araya getirilmiştir. Konuyla ilgili yazılanların en mükemmeli kabul edilen bu eser sadece vesika eksiklikleri nedeni ile eleştirilmiştir50.

 

A-KAMU HUKUKU

Göktürklerde devletin başındaki kişi “Kağan” ünvanıyla anılmıştır. Bu ünvanın aslının Türkçe olmadığı, bir takım yabancı kökenlerden türetildiği bilinmekle beraber51 süreç içerisinde Türk kültürünün bir parçası olduğu da inkar edilemez.

Kağanların tahta geçişinde tesbit edilen asıl norm, Bilge Kağan yazıtında geçen “Geleneğe göre amcam kağan (tahta) oturdu52 ibaresinden de anlaşılabileceği gibi, kağanlığın tek bir kuşağın içindeki ağabeyden kardeşe devirle gerçekleşmesi şeklindedir. Böylece kardeşler arasındaki siyası çatışmalar azalmış, kardeşlerin liderliği kazanmak için ve kendi aralarında kalmasını sağlamak için birbirleriyle işbirliğine girmelerini teşvik etmiştir. Asıl sorun otoritenin bir kuşaktan sonraki kuşağa geçişinde ortaya çıkmış, birbirlerinin amca oğulları olan eski kağanların oğulları kağanlık için mücadele yarışına girmişlerdir53

Kağanlann görevi, bozkır boylarını sürekli “itrnek, yaratmak, yığmak”, yani örgütlendirmektir54. Yazıtlarda geçen şu sözler bunu açıkça ortaya koymaktadır: “Babam kağan, amcam kağan oturduğunda dört taraftaki milleti nasıl düzene sokmuş … Tanrı buyurduğu için kendim oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim”55 Kağanların bu görevlerinin dışında yüksek rütbeli memurları atamak, halkını refaha götürmek, ülkesini büyütmek, ordularını sevk ve idare etmek gibi görevleri de vardır56.

Göktürklerde de kağanın gücünü gökten, Tanrı’dan aldığına inarıılmıştır57 Orhun yazıtlarının başlangıcı bu görüşü destekler nitelikteki sözler içermektedir : “Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit”58. Yazıtlarda ayrıca kağana itaatın yararı önemle vurgulanmıştır. Bunda amaç kağanın mevkiini güçlendirmektir59.

Göktürk devletinde de sağ ve sol kol ayırımı mevcuttur. Bu devletin ilk kurulduğu zamanda doğu ve batı olarak ikiye ayrılmış olması ve bu ayırımın başka Türk devletlerinde de görülmesi birçok araştırmacıyı Türklerde “çift krallık” kurumunun bulunup bulunmadığını araştırmaya yöneltmiştir60. İlk bakışta çok ilginç gelen bu düşünce, Türk devlet anlayışı ve kamu hukukları bakımıarından gerçeği ifade etmemektedir. Çünkü Türklerde hakimiyette bir paralellik değil, mutlaka bir tarafın üstünlüğü söz konusudur. Görsel bile olsa bu nokta kağanlık alameti olarak kendini göstermiştir. Örneğin : Göktürklerde altın kurt başlı sancak daima doğu kolunun hükümdarında bulunmuştur. Çin imparatoru, 581 yılında, Göktürk devletinin batı kolunu doğudan ayırmak istediğinde aradaki Tardu’ya bir altın kurt başlı sancak göndererek, onu Göktürklerin kağanı olarak selamladığını bildirmiştir. O halde Türk kamu hukuku hükümranlık hakkının paylaşılmasını tanımamaktadır. Türk devlet anlayışı oldukça merkeziyetçi bir yapı taşımaktadır61.

Göktürk devletinde, idari işlerde çeşitli adlar ile anılan beyler mevcuttur. Bu beyler arasında en yüksek mevkide bulunanlar “Şadapıt’lardır. Şadapıtlar, çoğunlukla hükümdar sülalesinin akrabalarındandırlar. “Tarkan” (veya Tarhan) beyler ise çalışkanlıkları ve başarıları ile yükselmiş ve halk içinden çıkmış büyük devlet memurlarıdır. Bunların memuriyetleri hayat kaydıyladır, oğullarına geçmez. Görevlerini saptamak da oldukça güçtür. Sivil yönetimle ilgileri olabileceği gibi, aynı zamanda askeri komutanlar olarak da görünürler. Tarkan gibi iyi anlaşılamayan bir memuriyet ünvanı da “Buyruk” tur. Buyrukların memur oldukları sürece bey sayılan yüksek devlet memurları oldukları sanılmaktadır. Yazıtlarda kağanın buyruğunun bilgili ya da bilgisiz olmasının önemi üzerinde özenle durulmuştur. Buyruğun bilgili olması durumunda ilin yükseleceğinden, bilgisizliğinde ise batacağından söz edilmiştir. Bu deyişe bakılarak, buyrukların kağanın yardımcıları, bir tür bakanları olduğu düşünülebilir. Fakat buyruklar aynı zamanda komutanlık da yapmışlardır62.

Yazıtlardan ve Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre, Göktürklerde çeşitli memuriyetler vardır. Bu memuriyetlerin başında “Yabgu” gelir. “Yabgu”, devlette kağandan sonra gelen en önemli kişi yani kağanın yardımcısı ve naibidir. Ama veliaht değildir. Herhangi bir görevde bağlı olmayan veliahta “Tegin” denilmektedir. “Şad” ünvanı ise emri altında belirli sayıda tebaası bulunan ve kağanla aynı soydan gelen prenslere verilmiştir63, Orhun yazıtlarında bir yerde geçen “Tudun” kavramı Yabgulara tabi olan “Boy Beyi” anlamında kullanılmıştır64.

“Börl” Çin tarihlerinin verdiği bilgiye göre kağanın muhafızlarına verilen bir ünvan olup, aslında kurt demektir. Bunlardan başka kahramanlık sonucunda alınmış alp, işbara, alpagu gibi ünvanlar da vardır. Ayrıca, son araştırmalarla Alpagu’nun kabile başkanlarına verilen bir ünvanolduğu da ortaya çıkarılmıştır65

Orhun yazıtlarında “Apa-tarhan”, “Çur” gibi ünvanlara da rastlanmaktadır. Bunlar hakkında geniş bilgiye sahip olmamakla birlikte apatarhanın başkomutan olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Göktürklerde, yeni uyrukluğa alınan topraklara atanan valilere “EI- tebir” adı verildiği de bilinmektedir66

Göktürklerde, devleti oluşturan üç ögenin varlığı bilinmektedir. Bunlardan birincisi, hükümranlık hakkıdır. Diğer eski Türk devletlerinde olduğu gibi Göktürklerde de bu hakkın kağana, Tanrı tarafından bağışlandığına inanılmıştır. İkinci öge, “devlet” ve “ülke” anlamına gelen “İl” veya “EI”dir. İl, kağanın şahsi malı gibi isteğine göre tasarruf edilebilen bir toprak parçası değil, bizzat devlet reisinin korumakla görevli olduğu bir “ata yadigarı”dır. Üçüncü öge ise “Bodun” adı verilen halktır. Eski Türk topluluklarında halkın ferdi hukuk ile donatılmış ve iktisaden esir olmayan bir hayat düzeninde bulunduğu anlaşılrnaktadır67. Bununla beraber, Orhun yazıtlarında kullanılan “ak-bey” ve “kara bodun” gibi ifadeler her kabilenin yönetici ve yönetilen sınıflarından oluştuğunu göstermektedir68 .

Eski Türklerin “Köni” adını verdiği adliye teşkilatı Göktürklerde önemli gelişme gösterıniştir. Bu teşkilat, hükümdarın başkanlığındaki yüksek devlet mahkemesi “Yargı” ile kağan adına örfi hukuku uygulamakla görevli “Yargan”lar ve bunların yanlarındaki kişilerden oluşmuştur69.

Eski Türklerde “Töre” adı verilen örfi hukukun üç kaynağı vardır. Bunlardan birincisi, halktır. Halkın örf ve adetlerinden çıkan hukuka “Yusun” adı verilmiştir. İkincisi, kurultay yani beylerin kararlarıdır. Üçüncüsü ise kağandır. Yani kağanın yasama çalışmaları sonucunda meydana gelen kurallardır70

Göktürklerde ceza hukuku, özel intikam alanından uzaklaştırılmış, cezalar devlet adına ve kamu yararları gözönünde tutularak verilmiş ve uygulanmıştır. Ancak bazen cezanın, suçluya değil, suçlunun yakınlarına uygulandığı görülmüştür. Bu şekilde ki uygulamalarda oğullar, kızlar vekarılar, aile başkanının doğrudan doğruya velayeti altında olduklarından onlara ceza uygulanması, aile başkanına uygulanmış gibi sayılmıştır71

Suçlar iki kısma ayrılmıştır. Bunlardan birincisi, büyük suçlardır ve cezası idamdır. Çin kaynaklarına göre, Göktürklerde isyan, adam öldürmek, evli kadına tecavüz etmek, bağlı atı çalmak, ikinci defa hırsızlık yapmak büyük suçlardan sayılır ve idam ile cezalandırılır. Cezayı vermek ve infaz etmek hakkı devlete aittir72

İkinci tip suçlar, hafif suçlardır ve cezası genellikle mali tazminattır. Örneğin : Dövme ve yaralama suçlarının cezası yalnız hayvanla ödenen tazminattan ibarettir. Hırsızlıkta ise, suçlu çaldığı eşyanın sayı ve değerde on katını ödemek zorundadır. Bazı hafif suçlarda tazminatla beraber uzun süreli olmayan hapis cezalarına da rastlanmıştır73. Genç bir kıza tecavüz eden kimse derhal onunla evlenmek zorundadır. Ayrıca tecavüzü işleyen kişiler asiler, hainler, katiller ve at hırsızları gibi ağır suçlularla aynı cezaya çarptınlmıştır, Bir kimsenin gözünü kör eden, kızını veya karısının mallarını o adama vermekle yükümlüdür. Bu noktada cezanın kişiselleştirilmemiş olduğu dikkat çekrnektedir74

 

B-ÖZEL HUKUK

Göktürklerin özel hukukIarı hakkında bildiklerimiz Çin kaynaklarının aktardığı bilgiler ve Orhun yazıtlarından elde edilen ipuçlarıdır. Bu iki kaynaktan elde edilen bilgiler toplandığında şu sonuçlara ulaşabiliriz:

Göktürklerde, “Oğuş” adı ile anılan aile, toplumun çekirdeğini oluşturmuştur. Bu aileye ilişkin ilk kaynakları Orhun yazıtlarından çıkarabilmekteyiz. Çünkü bu yazıtlarda evlilik sistemi ile ilgili bazı görüşlere rastlanmaktadır : “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine atam Bumin Kağan oturmuş. Türk bodunu yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş

Kağan annem İlbilge Hatun’u göğün tepesinden tutup kaldırmıştır”. Bu sözlerde evrenin yaratılışına ilişkin ipuçları görüldüğü gibi, Bilge Kağan’ın babasının İlteriş, annesinin de İlbilge Hatun olduğu anlaşılmaktadır. Bu da, daha sonraki destanlarda da görüldüğü gibi ailenin bir evrim ürünü olmadığını, ana-baba ve çocuklardan ibaret bir çekirdek aile tipini temsil ettiğini göstermektedir75

Göktürklerde kadının toplum içinde önemli bir sosyal statüye sahip olduğu bilinmektedir. Yazıtlardan kağanların “hatun” adı verilen eşleriyle birlikte tahta çıktıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca kağan öldüğü zaman çocukların velayet hakkı da annelerine geçmiştir. Kutluk Kağan’ın ölümünden sonra oğullarının velisi anneleri Bilge Hatun olmuştur76 Bilge Kağan’ın Orhun yazıtlarında geçen “babam kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı. …..Umay gibi annem hatunun devletine, küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı”77 sözü konuyu açıklayıcı niteliktedir. Yine bu devlet yönetimi içerisinde hatunlar devlet meclislerine katılarak, söz sahibi olmuşlardır. 725 yılında Çin’ den gelen elçiyi karşılayan heyet arasında Bilge Kağan’ın karısı Po-fu Hatun’un yer alması buna güzel bir örnektir.78

Hunlarda olduğu gibi Göktürklerde de oğullar, babaları ölünce üvey annelerini almak zorundadırlar. Kardeşleri ve amcaları öldüğünde de karılarını almak, kardeşler ve yeğenier için bir gerekliliktir (Levirat Kaidesi). Bu prensibin amaçları da Hun devletindekiyle aynıdır.79

Göktürklerde evlenme genellikle ekzogamik temellere dayanmamıştır. Çok kadınla evlilik söz konusudur. İlk kadın evin baş kadını olmuştur. Daima denkliğe dikkat edilmiştir. Yüksek mevkide bulunan bir kadın, kendisinden aşağı durumda bulunan bir erkekle evlenemediği gibi; dengi olmayan bir kızla evlenen erkeğin çocukları da toplum tarafından farklı davranışlarla karşılanmıştır80

Göktürklerde düğün, her ailenin servet derecesine göre yapılmıştır. Orhun yazıtlarında Bilge Kağan, “Türgiş Kağanı’na kızımı fevkalade büyük düğünle verdim; Türgiş kağanının kızını da fevkalade büyük düğünle oğluma alıverdim” diyerek bu geleneği açıkça ifade etmiştir81

Orhun yazıtlarında 14 yerde “kul” deyimi geçmektedir. Fakat bu deyimle gerçek anlamı ile “mülk”ten ve “hak”tan mahrum insanlar zümresi ve kurumlaşmış kölelik sistemi içerisinde yer alan kimselerden ziyade, çeşitli nedenlerle siyasi haklarını kaybeden ve bazı medeni haklar yönünden yasaklara uğrayan kimseler kastedilmektedir. Bununla birlikte “kul” sözcüğü, her ne anlamda kullanılırsa kullanılsın, Türklerin bir çeşit kölelik sistemi ile tanıştıkları açıktır. Peki köleler göçebe topluluklarda efendileri nezdinde acaba hangi haklara sahiplerdir? Köle, eğermalül değilse efendisinin atına atlayıp kaçma hakkına her zaman sahiptir ve çaldığı atın

bedelini de ödemez. Yani Türklerdeki kölelik ile kurumlaşmış kölelik arasında çok büyük bir ayırım vardır82

Toplum içinde bilinen ve doğuma dayanan kan akrabalığından başka, suni bir akrabalık ilişkisi de vardır. Bu, kan akrabası olmak isteyen iki erkeğin kanlarını bir çanak içine akıtarak kımızla karıştırdıktan sonra yarı yarıya içmeleri ile meydana getirilir83, Ayrıca Türk tarihi üzerine ilginç araştırmalarıyla tanınan Sencer Divitçioğlu, Göktürklere ait sistemleştirilmiş bir akrabalık cetveli meydana getirmiştir. Bu cetvelde Divitçioğlu, a) gerçek kandaşlığı veren soy yapısını ve b) insanlar arasındaki kadın değişiminin sonucunda doğan ilişkileri düzenli bir biçimde ortaya koymuştur84

Göktürklerde kağanın, topraklar üzerinde mülkiyet hakkı vardır. Kağanlar, toprağı diledikleri boylara bölüştürüp, onları oraya yerleştirebilmişlerdir. Kağanın bu durumu dışında, topraklar üzerinde mülkiyetsizliğin esas olmasına rağmen, Orhun yazıtlarında beylerin de varlıklarının oldukça kabarık olduğunu gösteren örneklere rastlanmıştır85 Ayrıca ulus, her ne kadar göçebe ise de her Türkün bir parça toprağa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu toprak kabileIerin kışı geçirdikleri kışlaklarda bulunmuştur. Mirasta en küçük oğul bu toprağı, diğerleri ise taşınabilir malları almışlardır86

ESRA YAKUT

Yard. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Hukuk Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

47 Göktürk Devleti ve tarihi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Sencer Divitçioğlu, Kök Türkler (Kut, Küç ve Ülüg), İstanbul, 1987; Taşağıl, Gök-türkler, 5.9 vd.; Ahmet Taşağıl, GöktürklerII (Fetret Devri 630.681), Ankara, 1999; Saadettin Gömeç, Kök Türk Tarihi, Ankara, 1997, s.7-95; Akdes Nimet Kurat, “Gök Türk Kağanlığı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakötesi Dergisi, C.X, S.I-2, Mart-Haziran 1952, Ankara, 5.1-56.

48 Kurat, a.g.m., s.5-6.

49 Barkan, a.g,e., s.13.

50 Göktürk kaynakları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Taşağıl, Oök-türkler, s. 1-8.s

51 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Öğel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s.578; Kurakichi

Shiratori, “Kaghan Unvanının Menşei”, (Çev.ılbrahim Gökbakan), Belleten, C.9, S.36,

Ankara, 1945, s. 497-504.

52 Ergin, a.g.e., s.l.

53 Sharon Baştuğ, “Asya bozkırlarındaki Altaylı göçebelerde kabile, federasyon ve devlet”, Toplum ve Bilim, 8.69, İstanbul, 1996, s.l 71.

54 Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, c.ıı, İstanbul, 1981, s.747.

55 Ergin, a.g.e., s.33.

56 Orkun, Türk Tarihi, s.137.

57 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Ekrem Kaydu, “Türklerde Kutsal Hükümdarlık”,

Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Tayyib Okiç Armağanı, Ankara, 1978,s.98.

58 Ergin, a.g.e., s.I. s

59 Avcıoğlu, a.g.e., c.n, s.751-752.

60 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.25.

61 Türk Dünyası EIKitabı, C.I, Ankara, 1992, s.202-203; Kafesoğlu, a.g.e., s.262 vd.

62 Avcıoğlu, a.g.e., C.ii, s.755-756; Arsal, a.g.e., s.274.

63 Guınilöv, a.g.e., s.82-83.

64 Gökalp, TürkMedeniyeti.Tarihi, s.206-207.

65 Orkun, Türk Tarihi, s.138.

66 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.26.

67 Türk Dünyası EI Kitabı, s.193; Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s.166-167; Aydın

Taneri, Türk Devlet Geleneği, İstanbul, 1993, s.84 vd.; Gömeç,Kök Türk Tarihi, s.97-1 12.

68 Baştuğ, a.g.m., s. 171. .

69 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.279-280.

70 Cin-Akgündüz, a.g,e., s.56.

71 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e.,s.27.

72 Kafesoğlu, Üçok-Mumcu, a.g.e., s.20; Cin-Akgündüz, a.g.e., s.57; Gumilöv, a.g.e., s.l 13; Barkan, a.g.m., s.15., s.279-280; Gumilöv, a.g.e.,s.l13.

73 Üçok-Mumcu, a.g.e., s.20; Cin-Akgündüz, a.g.e., s.57; Gumilöv, a.g.e., s.l13; Barkan, a.g.m., s.15.

74 Gumilöv, a.g.e., s.l13; Barkan, a.g.m., s.15.

75 Türkdoğan. a.g.m., s.35 vd.

76 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Türk Kadınının Hukuki Mahiyeti (Tarihte ve Yeni Türk

Hukukunda), II. Türk Tarih Kongresi (Ayrı Basım), İstanbul, 1943, s.IO-12.

77 Ergin, a.g.e., s.lO.

78 Gömeç, Kök Türk Tarihi, s.121-122.

79 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : Divitçioğlu, a.g.e., s.l 58 vd.

80 Üçok-Mumcu, a.g.e., s.21; Cin-Akgündüz, a.g,e., s.58-59; Orkun, Türk Tarihi, s.140.

81 Orkun, Türk Tarihi, s.140-14L.

82 Gumilöv, a.g.e., s.84-86.

83 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.28.

84 Divitçioğlu, a.g.e., s.137 vd.

85Y.a.g.e., s.239.

86 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresl Tarihi. Türk Dünya Nizamının Milli

İslami ve İnsani Esasları, C.I, İstanbul, 1969, s.119.

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap