684) ÖZBEKLERİN TARİHİ MİSYONU
Yayin Tarihi 14 Ocak, 2014
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
Özbeklerin Tarihi Misyonu
1 Eylûl Özbekistan’ın Bağımsızlık Günü Münâsebetiyle:
Bugünkü Özbekistan-Kırgızistan-Türkmenistan-Kazakistan-Tacikistan ve Çin işgali altında bulunan Doğu Türkistan ile “Afganistan Türkistan’ı” diye garip bir adla da adlandırılan Güney Türkistan; İdil-Ural, yani Tataristan ve Başkurdistan Cumhuriyetleri toprakları Türklerin öz yurdudur.
17.asrın sonrasından 20.yüzyıl sonlarına kadar Avrupalı Macar-Alman-İngiliz-Fransız-Fin-Danimarka-Polonya-İsveç ve özellikle Rus bilim adamlarının bu coğrafyada yaptıkları kazı ve çalışmalar mezkûr bölgenin “Türk Anayurdu” olma gerçeğini değiştirmemiştir. Elde edilen sonuçlardan Orhun Abideleri ve Yenisey Yazıtları gibi elle tutulur, gözle görülür tarihi kaynaklar Türk Coğrafyası’nı gayet hassas tespit ettiği gibi, başta Türk Dili, Türk Tarihi, Türk Kültürü, Türk Folkloru, Türk Edebiyatı, Türk Töresi, Türk İnanç Sistemi, Askerlik ve Sosyal Hayat, Türk Devlet ve Hukuk Düzeni vs. hakkında tartışmasız bilgileri gözlerimiz önüne sermiştir.
Oryantalistlerlein Türkoloji çalışmaları ile başlayan Türk Coğrafyası ilgisi belki de Türk ilim adamlarının dahli olmadan Türkoloji ve Türk Tarihi gibi iki dev bilim dalının aşağı yukarı bugün bütün dünya üniversitelerinde müstakil disiplinler hâline gelmesiyle sonuçlanmıştır.
Türk Tarihi’nin M.Ö.7.asır civarında Hunlarla başladığı kesin olarak ispat edilmiştir. Avrupa Hunları ve Asya Hunları ile ilgili çalışmaların üzerine Macarlar gibi diğer milletlerin oluşumu ve gelişmesiyle ilgili monte edilmiş çalışmalar az değildir. Üstelik bugünkü Avrupa’yı şekillendiren Peçenek ve Uzların da Hun menşeli oldukları özellikle Bizans kaynakları tarafından doğrulanmaktadır. M.S.5. asırda Türk adıyla Asya’da ortaya çıkan Göktürkler bir anlamda Türklüğün yeniden yaradılışı, Uygurlar devri ise Türk Medeniyeti teşekkülü yıllarıdır. Karahanlı ve Gazneliler devri ise İslami Türk Tarihi’nin başlangıç yılları olarak Türklüğün artık demirlediği bir inanç, medeniyet ve kültür limanıdır. Türk Anayurdu adı olarak “Türkistan” deyimi bu ilk İslâmî yıllarda “Türk” adı ile birlikte özellikle İslami kaynaklarda sâdece bir coğrafî terim olarak değil aynı zamanda bir millet, bir medeniyet ve bir kültür adı olarak ifade edilmiştir.
Tabii ki, Karahanlı-Samanoğlu-Gazneli topraklarına oturan Büyük Selçuklu İmparatorluğu Kaşgar’dan Adalar Denizi’ne kadar doğu-batı ekseni üzerinde bir dünya devleti idi. Ama zaman içerisinde ve herhalde yeni Türk Dini İslâmiyet’in kültür ve ağırlıklı nüfuz coğrafyası içerisinde “doğduğu” topraklardan ziyade özellikle manevî anlamda “doyduğu” topraklarda genişlemeyi tercih etmiştir. Bugünkü İran’ı kendine merkez coğrafya olarak kabul eden Selçukîler, Abbasi Hilâfeti ile İslami hâkimiyeti paylaşarak Irak-ı Acem’den Irak-ı Arab’a taşarak Sultan Tuğrul marifetiyle Türklüğü Bağdat sokakların da türküleştirmişlerdir. Bu dönemde şedid Arap ve Fars ırkçılığı devlet ve sosyal hayattan tard edilmiş İslâm’ın “Hz.Ömer Adâleti”, ”Türkmen Adâleti” adıyla doktrinleşmiştir. Bugünkü İslâmiyet’in doruğa ulaştığı son noktası işte bu Türk Müslümanlığıdır. Anadolu’yu Türklere yurt eden Sultan Alparslan’ın “Biz Tertemiz Müslümanlarız. Bid’ad Nedir Bilmeyiz” sözü bu gerçeğin belki de ruhunu ifade eden en önemli terennümdür.
Türk’ün yeni bir şuurla, yani İslâm’la mücehhez olarak batıya yönelmesiyle eski Türk Coğrafyası’nı da içine alacak şekilde, ”Türkmen” adı öncülüğünde ortaya çıkan yeni Türk anlayışı eski yurtlarını “Turan“ diye adlandırmıştır. Esasında ”Turan”, bugünkü Türkistan’ı da içine alan büyük Türk yurdu anlamında İran’da teşekkül eden İslâmî Türk-Arap-Acem kültürünün tasdikinden geçmiş en az “Türk” adı kadar sağlam bir tarihi ve coğrafi deyimdir. İnkıraz alâmetleri görülmeye başlayınca bu sefer Selçukî Coğrafyası’nın ora kuzeyinde, yani Türklerin Avrupa kapısı olan Harezm’de öyle bir Türk gücü yeşermiştir ki, eğer doğudan gelen Türk-Moğol tehlikesi olmasaydı mevcut Türk-İslam Medeniyeti belki dünyayı kaplayacaktı.. Fakat ne yazık ki Harezmşah Muhammed ve oğlu Celaleddin gibi Türk tarihinin en büyük kahramanları “Yeni Afet” tarafından bir medeniyet ile birlikte ortadan kaldırılmışlardır. Hiristiyan Dünyası hâlâ istediği kadar ağlamaya devam etsin “Yeni Afet”in İslâm Medeniyeti ve bahusus Türk Medeniyetine zararı bunlarınkinden kat-be kat fazladır. Bağdat merkezli bir medeniyetin talan edilmesine karşılık Avrupa ve Rusya’nın ne kadar zarar gördüğü bugüne kadar tam açıklanamamıştır.
13.asırda önce kendi vatanını kana bulayarak işe başlayan Cengiz Han’ın ilk ordusunun Nesturî Hristiyan olan Karayit Türklerinden oluştuğunu, ayrıca o zaman anavatanda çok büyük bir nüfusa sahip olan Tatarların ezilerek iknaa edildiğini, devlet bürokrasisinin ise başından sonuna kadar Uygurlardan oluştuğunu çok iyi bilmekteyiz. Bunun da ötesinde Cengiz Han ilk işgal ettiği Türk Yurtları’nı sonuna kadar Türk valiler marifetiyle idare etmiştir. Bunun en güzel örneği ise Türkistan’dır. Şunu söylemek istiyoruz ki, Cengiz İmparatorluğu bir Moğol devleti değil en azından bir Türk ve Türk Moğol’u Konfederasyonu’dur. Zaten Cengiz İmparatorluğu’nun bakiyeleri de yıllarca, Altın Ordu’lu Kazan, Kırım, Astrahan, Sibir Hanlıkları; İran’da İlhanlılar; Orta Asya’da Harezm’den Kaşgar’a kadar evvela Çağatay Hanlığı, bilâhare Hiyve-Buhara-Hokand Hanlıkları birer Türk Devleti değil midir?
14.asır Türk Anayurdu Türkistan’da Cengiz afeti yaralarının sarıldığı ve Selçukiler devrinde Bağdat merkezli Türk-İslam Medeniyeti’nin Semerkand merkezli yeni bir dünyaya taşındığı yıllardır. Bu büyük usta, tabii ki Emir Timur’dur.. Kendini “Türkler’in Beyi, Müslümanların Emiri, Moğolların Güregeni” olarak vasıflandıran Temur Bek, kesinlikle haklı şöhretini Türklük ve İslamiyet’i ölesiye sahiplenmeye, buna karşılık her ne kadar kendi ve bazı evlâdı enişte de olsa “Moğol” düşmanlığına borçludur. Bu dönem Türkistan’ı gerçekten bir “Cennet Bahçesi” hâline gelmiştir. Emir Timur devrinde Moğol tahribatının maddî ve manevî yaraları sarıldığı gibi görünüşte olmasa bile gerçekte Kalmuklar Gibi Türk Moğol’u olmamaya ısrar eden unsurlar Türkistan dışına çıkarılmışlardır. Daha evvel Cengiz Han’ın yanında yer alan Türk kavim ve kabileleri bi-hakkın Timur’un emrine girmiş, birçoğu yeni İslami potada eriyerek Türklüklerini kuvvetlendirmişler ve yok olmaktan kurtulmuşlardır. Emir Timur her ne kadar Cengiz Yasaları’na bağlı olduğunu göstermeye çalışmış ise de “Yasalar”dan kendi “Tüzükler”ini yaratmıştır. Yasalar eski Türk Dini Şamanizm hâkimiyetinde iken Tüzükler İslamidir. Emir Timur’un Tüzükleri Yasalar’dan daha şümullü ve modern bir devletin anayasası mahiyetindedir.
Emir Timur’un neslinden olan Bâbur, bugünkü Hindistan’da muhteşem bir medeniyetin sâhibidir. Bu medeniyet kesinlikle Gazneliler, hatta Harzemşahlar’ın devâmıdır. Bâbur ve çocuklarının vatanları olan Fergana’nın uzağında muhteşem bir medeniyet yaratmaları ve bu medeniyetin yüzyıllarca yaşaması öyle basit bir hadise değildir. Hindistan’da Türklü yıllar Emir Timur’un Türkistan’da kurduğu yüksek medeniyetin buralara taşmasından ve devamından başka şekilde yorumlanamaz. İşin enteresan tarafı ömrünü Moğolları Türkistan’dan atmakla geçirmiş Timur’un neslinin kurduğu muazzam imparatorluğun da “Moğol” diye nitelendirilmesidir. Altınordu İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu devirde bile ordusundaki Moğol sayısı 4000’i geçmediği düşünülürse, Bâburşah’ın Türkistan’dan kaç Moğol’la geldiğini iyice araştırmak gerekecektir.
Emir Timur’dan sonra o muazzam devlet küçük Hanlık veya Emirliklere bölünmüştür. Ne yazık i Avrupa’nın Rönesanslı yıllarını Türkistan idrak edememiş, Ümit Burnu’nun keşfi ile tarihi İpek Yolu da eski ehemmiyetini kaybettiğinden korkunç bir gerileme devri başlamıştır. Türk insanı İslamiyet adı altında hurafelerle aldatılmıştır. Şartlar ne olursa olsun bugünkü Türkistan’ın tarihi ve kültürel müesseseleri Timurluların devamıdır. 19.yüzyıl sonunda Çarlık Rusya’sının tamamen ortadan kaldırdığı Hokand Hanlığı ile zararsız hale getirip 1920’de tamamen yok ettiği Hiyve Hanlığı ve Buhara Emirliği, Türk Timur İmparatorluğunun son bakiyeleriydi. Bu üç Türk Devleti de, Özbek Han’a izafen Özbek Hanlıkları olarak adlandırılıyordu. Kongrat veya Mangıt gibi Moğolluk izâfe edilen hanedanlar, aslında memur olarak tayin edilmiş bir görünümde bulunuyordu. Millet en az Timur kadar Türklüğüne müdrikti. Dışarıdan gazel okumak kolay.. Moğol demekle bu hanedanların Moğol olması mümkün değil.. Hanedanlar da, her devirde ister Kongrat ister Mangıt gibi ilmin Moğol olarak adlandırmasına karşılık kendileri Türklükleri ile övünç duymuşlardır. Hokand Hanlığı bugünkü Fergana Vadisi ve daha doğuya doğru Kırgızları da içine alıyordu. Sanıyorum Taşkent de bu Hanlığa bağlıydı. Fergana ise bildiğimiz gibi Karahanlıların merkezi arazisi ve kadim Türk yurdudur. Buhara Emirliği Semerkand-Buhara-Şarki Buhara bölgelerine hâkimdi ki, buralar Emir Timur’un öz yurdudur. Hıyve Hanlığı’na gelince, burası Harezmşahlar ülkesi olması sıfatıyla Türklüğün görünen yüzüdür.
Artık kabullenmek zorundayız. Doğrudur: Sovyetler sırf bir bütün olan Türkistan Türklüğünü parçalamak ve bölmek maksadıyla Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, Karakalpak, Tacik gibi kavim ve kabile adlarını coğrafi bir deyim haline getirerek 5-6 millet icat ettiler. Bu isimlerle 1924’de sonraki yıllarda yapılan ufak tefek değişiklikleri nazara almasak Sovyetlerin dağılışına kadar gelinmiştir. Bugünkü şekilde Karakalpakistan Özbekistan’a iblâğ edilmiş vaziyettedir. Yukarıdan beri izaha çalıştığımız şekliyle bunların hepsi tek parça, tek bir bütündür ve adı da Türkistan’dır.. Özbeklerin konuştuğu Türkçe ile Tacikler hariç adı geçen devletlerin her yerinde herkesle konuşup anlaşmak mümkündür. Zaten Kırgızistan’da Özbek, Özbekistan’da Tacik, Tacikistan’da Özbek, Kazakistan’da Kırgız meselesi olsa bile insanlar ufak tefek hadiseler dışında iç içe, gönül gönüledir. Bu demek oluyor ki artık ayrı ayrı milletleri ifade maksadıyla ortaya atılsa da, bu mefhumları en azından önceki anlamları ile kabullenmek zorundayız. Çözümü de belki bu kabulden sonra daha rahat konuşabiliriz. Netice itibariyle şöyle veya böyle bu insanlar gerçeği biliyor ve hepsi de Türk olduğunun farkındadır. Yalnız dikkat ediniz “Türk Dilli” demiyorum, ”Türk” diyorum. Bunu yeni ve taze, gerek Kazan, gerekse Kazak-Kırgız-Özbek-Türkmen etnoloji çalışmalardan rahatlıkla anlıyoruz.
Türkistan’da bu Tacik meselesini de anlamak çok zordur. Bugünkü Tacik lisanın kökünün Farsça olduğu bir gerçek. Ama bu insanların Fars olup olmadığı tartışmaya alabildiğince açıktır. Farsça bir medeniyet dilidir. Selçukîler devrinde olduğu gibi milyonlarca Türkmen özellikle devlette, yani bürokraside Farsçayı ana dil gibi benimsemiştir. Bugün dahi İran’da Türkmenlerin durumu öyledir. Türkler öyle nitelikli bir millettir ki, hiçbir zaman Arap veya Farslar gibi başka dil ve kültürü benimsemeyi kompleks yapmamışlardır. Buhara ve Semerkand’da bugün hissedilir derecede Tacik ağırlığı olduğu gibi, eski adı Şarki Buhara olan Tacikistan’ın birçok şehrinde de Özbek çoğunluk yaşamaktadır. Tarih boyunca bu insanlar arasında en ufak bir mesele çıkmamıştır. Samanoğullarından beri Tacikler düşmana karşı Türklerle omuz omuzadır. Evvelce Emir Timur komutasında Dünya fethine çıkan Tacikler, dün Enver Paşa komutasında Bolşeviklere karşı kahramanca mücadele etmişlerdir. Bu konuda Enver Paşa ile aynı zamanda şehit olan Devletmend Bek ve Gazi Fuzeyl Mahdum’u hatırlamamız yeterlidir. Onlar Enver Paşa ile birlikte Türklük yolunda baş koymuşlardı.. Her biri, birer hürriyet mücahidi olan Cedidçiler için de aynı şeyler söylenebilir. Çünkü 20.yüzyıl Türkistan Cedidçiliği, edebi bir akım olduğu kadar aynı zamanda Millî bir Türk İstiklâl hareketidir.
Bin yıllara dayanan Türkistan Türk kültür ve medeniyetinin önemli coğrafyası, bugün Özbekistan hudutları içerisindedir. İslami Türk Tarihi’nin Buhara’sı, Türklerin Beyi Emir Timur’un Semerkand’ı, Harzemşah Muhammed ve Celaleddin’in Harzem’i ile Türkistan ülkesinin ve Türklüğü’nün Başşehri Taşkent bugün Özbekistan’dır. Kaşgarlı Lügatı’ın önsözündeki Tanrı medhi, Peygamber muhabbetine nail olmuş Türklük mezkûr kutsal emanetleri öncelikle Özbekler’e teslim etmiştir. Bizim Türkiye’de “Türkistan” adı geçince Mustafa Kemal’den bir nebze bile nasiplenmiş olanların yüreği ürperir. Kaldı ki bizde Mustafa Kemallerden, onların dünyalarını dolduran düşüncelerinden ilham almayan insan düşünemiyorum. Biz “İstiklalimiz” gidince hürriyetin, dinimiz gasp edildiğinde İslâmiyet’in kıymetini iyice öğrendik. Bereket ki bizim zilletimiz, zillet yıllarımız olmadı. Ulu önder Mustafa Kemaller Tanrı buyruğu ile milletimizi zalimlere karşı koydurdular. Türkistan’ın korkunç yılları uzun sürdü. “Ak”tan sonra “Kızıl” hegemonya bir o kadarla bir buçuk asra baliğ oldu. Sade bir Türk olarak dua ederim ki Tanrı bu zulmeti bir daha göstermesin.. Zulmetteki soydaşlarımız hür ve müstakil olsun. Dini ve milli tarih kitaplarımız hep Türkistan’ı havidir. Bu bakımdan Özbekler tarihi misyonlarını yerine getirmek, en azından kültürde tarihi Türk yurdunun ağabeysi olmak zorundadırlar. Tanrı hepimizi koruya…
Ali Bademci
http://guneyturkistan.wordpress.com
Yorumlar
Yorum yap