671) KAFATASÇILIK VE ANTROPOLOJİ
Yayin Tarihi 16 Eylül, 2013
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
Kafatasçılık ve Antropoloji
Yakın zamanda henüz senenin ikinci ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın grup konuşmasında alevlendi bu konu. Mustafa Kemal Atatürk ile başlayan antropoloji çalışmalarına atıfta bulunarak “Bizim millet anlayışımız bu olabilir mi?” diyordu. 1940 yılında basımı yapılan Türk Antropoloji Enstitüsü’nün kitabından da fotoğraflar gösteriyor. Raflarda yüzlerce kafatası… Aman Allah’ım ne büyük vahşet! Ve başbakan devam ediyor “10 ayrı bölgeden alınan kadın ve erkek kafatasları üzerinde ölçümler yapılmış.” Ve böyle devam ediyor grup konuşmasına…[1]
Türkiye’de antropoloji biliminin ne kadar bilindiği ve bu bilim dalına ne denli önem verildiği herkesin malumu. Hal böyle iken kafatasının ürkütücü görüntüsünün altına bilimle alakası olmayan cümleler yerleştirmek, antropolojiden bihaber bizlerin gerilmesine sebep oluyor. Ve böylelikle o bahsedilen dönem hakkında kafalarımızda soru işareti oluşuyor. Bu sebeplerden dolayı öncelikle antropoloji bilimi nedir ve neye hizmet eder buna bir göz atalım:
“Antropolojinin amacı, geçmişte ve günümüzde toplumlar arasındaki kültürel ve biyolojik çeşitlilikleri anlamak ve yorumlamaktır. Biyolojik antropoloji alanında insan evrimi, paleopatoloji, paleodemografi ve diş antropolojisi dersleri verilmektedir. Sosyokültürel antropoloji alanında ise dünya kültürlerinin çeşitliliğini vurgulayan ve belli kültürel alanların anlatıldığı dersler verilmekte, modern kültürlerin küresel değişimleri üzerine yapılmış çalışmalara eleştirel bakış açıları getirilmektedir. Ayrıca dersler etnisite, milliyetçilik, din antropolojisi, antropolojik düşünce tarihi, psikolojik antropoloji, akrabalık ve toplumsal cinsiyet, alan araştırması yöntemleri gibi konulara odaklanmaktadır.”[2]
Hacettepe Üniversitesi böyle yorumlamaktadır antropolojiyi. Dünyanın neresine giderseniz gidin yine aynı tanımı görürsünüz. Yani antropoloji ırksal üstünlükleri değil insanın evrim boyunca nelerle karşılaştığını, biyolojik farklılıklarının nasıl ortaya çıktığını ve bu farklılıklar sonucu insan neslinin nasıl günümüzdeki haline geldiğini ve bunun gibi birçok soruyu cevaplamaya çalışmaktadır. Yoksa koskoca bilim insanları “Alman Yahudi’den üstün, Yahudi İngiliz’den üstün, Türk hepsinden üstün” gibi bilimdışı safsatalarla uğraşacak kişiler değildir.
Antropoloji hakkında ahkam kesecek değilim. Sonuçta herkes gibi üç beş bir şey biliyorum ben de antropoloji hakkında. Irksal olarak negatif ayrım yapmak için kullanılabilir mi bu bilim dalı? Kesinlikle… Zira bir bıçağı ekmek doğramak için de kullanabilirsin adam öldürmek için de… Bu bıçağı tutan kişinin inisiyatifindedir. Antropoloji de ve tabi ki dünyadaki her şey neye hizmet ettiğine göre insanlık için yararlı veya zararlıdır. Ancak Türkiye’deki antropoloji çalışmalarının nedenlerine iyice inmek lazım. Hele ki toplumun önde gelen isimleri bu konuya değinecek ve topluma yön vermeye çalışacaksa konunun en ince ayrıntılarını bile oturup araştırması lazım.
Atatürk’ün Türkiye için ve Türk dünyası için neler yaptığını uzun uzun yazacak değilim. Birazcık vicdana sahip olan herkes bunu görür, bilir. Ama şuna değinmeliyim: Belki de tarihin başından beri savaşlarla iç içe yaşamış olan Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti’nden önceki –özellikle- son 200 yılda savaşlara dayanamaz olmuş ve iyice yıpranmaya başlamıştır. Osmanlı’nın o şaşalı günlerinin sona ermeye başlaması, yöneticilerin bilime ve halka yeterince önem vermeyip kendi çıkarlarını düşünmesi devleti her açıdan geriletmiştir. Bu gerilemeden en çok zararı gören ise bilim dalları olmuştur. Zira bilim her an kendini yenileyen ve tabiri caizse yaşayan bir olgu olduğu için bir anlık boşluk bilimde söz konusu ise yıllarca geriye düşmenize neden olmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Atatürk de fiziksel kalkınmanın yanında zihinsel kalkınmaya da önem vermiş ve öncelikle geçmişimizi bilmemizi ve geçmişten ders çıkararak geleceğe yön vermemizi istemiş bu vesile ile de Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi kurumları kurarak çeşitli araştırmalar yaptırmaya başlamıştır. Güneş Dil Teorisi’nden tutun da Türklerin anavatanı Orta Asya’ya dair bilgilere kadar her türlü konuda araştırmalar deneyimli ve can-ı gönülden çalışan insanlar tarafından yapılmaktaydı. İşte antropoloji çalışmaları da bu vesile ile hayat buldu yeni Türkiye’de…
Osmanlı zamanında adeta gereksiz bir millet olarak görünen Türklerin “ezik, bayağı” bir millet olmadığını, diğer milletlerle yarışabilecek kabiliyette bir millet olduğunu ispatlamak amacıyla çıkılmıştır yola. Bu psikolojik açıdan da Türk Milleti’ni atağa kaldırma hareketidir aynı zamanda.
Başbakanın gösterdiği kafatasları da bu dönemde yapılan araştırmalarda kullanılan kafataslarıdır elbette. Ancak bu bir vahşetin değil bilimsel çalışmaların bir göstergesidir. Vahşet olması da imkansızdır zaten. Çünkü antropoloji dediğimiz bilimin hammaddesi insandır. İnsan olmadan, insandan parçalar olmadan antropoloji biliminin yaşaması mümkün değildir. Kafatası, kemik parçaları vs ağaçta, toprakta yetişen şeyler değil ki uygun bir ortamda yetiştiresin. Bu nedenden dolayı ulaşılabilen her kafatası ve kemik parçası incelenmiştir. İnsanları yakalayıp öldürüp kafatası derileri yüzülerek bu incelemeler yapılmamıştır.
Bir bilim dalı hakkında bilgiden yoksun bir şekilde atıp tutmak vahşettir vs demek bilime yönelik bir “vahşettir” aslında. Olayları yaşanılan dönem, olayı gerçekleştiren kişi vs ile inceleyip bu şekilde sonuca varmak gerekiyor. Eğer bu şekilde yapılmaz ise söylenilen sözlerin kitleleri galeyana getirmekten başka bir işlevi olamaz.
Toparlamak gerekirse; bilimi, bilim olarak değerlendirmek gerekmektedir. Antropolojiyi vahşet, otopsiyi vahşet vs tarzında değerlendirirsek bilimden en küçük bir şekilde anlamadığımızı, bilimin neye hizmet ettiğini algılayamadığımızı gösterir. Bilimi tüm düşüncelerden sıyrılarak okumalı ve anlamaya çalışmalıyız.
Volkan Akdağ
[1] http://www.ntvmsnbc.com/id/25424983/
[2] http://www.antropoloji.hacettepe.edu.tr/tanitim.shtml
Yorumlar
Yorum yap