663) ERMENİSTAN HAZIRLAMIŞ, TÜRKİYE İMZALAMIŞ!

Yayin Tarihi 4 Ekim, 2009 
Kategori BASIN-YAYIN, ERMENİ SORUNU

ERMENİSTAN HAZIRLAMIŞ,

TÜRKİYE İMZALAMIŞ!

image0015.jpg

Ermenistan’dan ilginç açıklama:

Biz yazdık, AKP onayladı
Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbandyan, AKP iktidarı ile üzerinde uzlaştıkları protokole ilişkin çarpıcı detaylar verdi: Hazırlanan metinler tarafımızdan kaleme alındı.

Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan, AKP hükümetiyle Erivan yönetimi arasında 31 Ağustos’ta tarihinde parafe edilen ve 10 Ekim’de resmen imzalanması beklenen protokola ilişkin çarpıcı detaylar verdi. Milliyet gazetesinin haberine göre, Ermenistan parlamentosuna konuşan Nalbandyan, “Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi için hazırlanan protokol metinleri tamamen bizim tarafımızdan kaleme alınmıştır. Ermenistan’da bundan kimsenin şüphesi olmasın. Türk tarafı bizim hazırladığımız metinlerini okuduktan sonra, sadece ufak tefek düzenlemeler yaparak içeriği kabul etmiş oldu” diye konuştu. Türkiye’nin Karabağ şartıyla ilgili de konuşan Nalbandyan, şöyle devam etti:

Karabağ şartı yok
Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek, büyük ölçüde Serj Sarkisyan’ın inisiyatifidir. Bir yıl önce müzakereler başlamadan önce, Sarkisyan, Türk yönetimine net bir dille diyaloğun sadece ve sadece ön şartsız yürütebileceğini söyledi. Ankara da Sarkisyan’ın bu önerisini kabul etti. Karabağ şartı hiçbir zaman masada olmadı ve olmayacak.” Türkiye ile Ermenistan arasında iki protokolün imzalanmasıyla, günümüzde mevcut sınırın Moskova ve Kars anlaşmalarının belirlediği şekilde tanınmış olup olmayacağı yolundaki soruya Nalbandyan, “Bir ülkeyle ilişki kurmaya hazırlanıyorsanız, ilk yapmanız gereken iş o ülkenin mevcut sınırlarını tanıdığınızı söylemeniz gerek. Bunu başka yolu yoktur” cevabını verdi.

YENİÇAĞ

Paylaş:

Yorumlar

“663) ERMENİSTAN HAZIRLAMIŞ, TÜRKİYE İMZALAMIŞ!” yazisina 3 Yorum yapilmis

  1. Haydar Okur yorum tarihi 4 Ekim, 2009 17:09

    BU PROTOKOLÜ GÜL-TAYYİP İKİLİSİ İMZALADI… SORUMLULUK HER İKİSİNİN, AKP VE HÜKÜMETİNİNDİR…
    BU HESABIN ALTINDAN BU ZİHNİYET KALKAMAYACAKTIR.. TARİHİN VE GÜNÜN VEBALİ BU ZİHNİYETİNDİR… DAHASI TÜRK MİLLETİNİN MUHALEFET ÇOĞUNLUĞUNU BAĞLAMAYACAKTIR BU BAŞINA BUYRUK PROTOKOL… O PROTOKOLLER PAÇAVRADIR.. KİM Kİ YIRTIP ÇÖP SEPETİNE ATMAZ BU TARİHİ VEBAL ONUN DA HAKKINDAN GELECEKTİR. BİNLERCE MÜSLÜMAN TÜRK İNSANINI KATLEDENLERE SINIR KAPILARINI AÇAR, ONLARDA BU AYNI SOYDANDIR…
    SAVAŞMAK MI GEREKİYOR SAVAŞIRIZ, BU AĞZI SALYALI ERİVAN YARATIKLARINI KUTLU VATAN TOPRAKLARINA BASTIRMAMAK İÇİN ÖLMEK Mİ GEREKİYOR, ÖLÜRÜZ… AMA ASLA ERİVAN MAHREÇLİ BU SOYSUZLARI TÜRK YURDUNA BASTIRMAYIZ… HÜKÜMETİN BAŞI ONAYLAMIŞ… KİME SORMUŞ, MİLLETE Mİ DANIŞMIŞ, REFERANDUM MU YAPMIŞ DA MİLLET KABUL ETMİŞ… ÖYLE KEYFİLİKLE ANLAŞMA MI OLURMUŞ… OLDU OLACAK KARSI- ARDAHANI DA ONLARA VERSELER BARİ… BU MİLLETİN ÇOCUKLARININ KANINA GİRECEK BUNLAR…BU MİLLETİN TARİHİNE, KÜLTÜRÜNE, İNANCINA VE YURDUNA DÜPEDÜZ İHANET OLAN BU PROTOKOL ZAMANI GELİNCE SURATLARINA ÇARPILACAKTIR. BUNA İNANCIM TAMDIR.

  2. CAHİT YETKİN yorum tarihi 5 Ekim, 2009 13:55

    AKEPE HÜKÜMETİNİN YENİ BİR TESLİMİYETİ DAHA. ZATEN GÜL
    VE RECEP ERDOĞAN İÇİN
    NEYİ İMZALADIKLARI ÖNEMLİ DEĞİL. ONLAR İÇİN TAŞI
    DIKLARI ZİHNİYETE HİZMET DAHA ÖNEMLİDİR. ONLAR İÇİN
    ATATÜRKÜN KURMUŞ OLDUĞU CUMHURİYET BİR ŞEKİLDE SON
    BULSUN YETERLİ. ZATEN ONUN İÇİN YEDİ SENEDİR MÜCA
    DELE ETMİYORLARMI…

  3. hadi önal yorum tarihi 5 Ekim, 2009 14:15

    AÇILIM
    [email protected]

    Aç kökünden türeyen, son zamanların en moda, en popüler kelimesi nedir diye sorsalar, emimim koro haline “açılım” deriz. Öyle ya! Sağa dönüyoruz açılım, sola bakıyoruz açılım. Kafamızı kuma gömüyoruz açılım, çıkartmaya çalışıyoruz açılım. Velhasıl önümüz açılım, arkamız açılım…
    Sahi nedir bu açılım? Açlığı biliyoruz, açları görüyoruz da bu açılıma bir anlam veremiyoruz. Malum, açılmanın ne denli felaket getirdiğini bir türbanla değil banka faizleri, kredi kartları ile bizzat yaşıyoruz. Peki, bu açılım neyin nesi oluyor? Bizi bu kadar meşgul eden, düşündüren… Açılım, yeni olmasına yeni de yiyecek içecek cinsinden bir şey mi? Giyim kuşam biçimi mi? Takım mı taklavat mı? Mayınlı arazilerin satış sözleşmesi mi? Annan planının yeni versiyonu mu? Karabağ’ın kar altında kalması mı? Petrol boru hattı mı? BOP mu? TOP mu? Köprü mü? Bina mı? Zina mı? Telli turna mı? Hamamda üzerinde kâğıttan kayık yüzdürülen kurna mı? Yoksa zurna mı? Hani şu tam da zırt dediği yerdeyiz dediğimiz cinsten bir zurna.
    Efendim uzatmayalım; ben, uzun ve yorucu bir çalışmanın sonunda, derman kalmadı gözlerimin ferinde diyerek nerede ise vazgeçeceğim bir zaman diliminde zihni melekelerimize el koyarak bizi esir alan bu şok sözcüğünün yani açılımın şifresini çözdüm. Efendim, açılım, “aç” eylem kökünden türemiş isim soyundan gelen bilumum “açların karın gurultularını bastırmaya yönelik bir büyük orta-oyunun adıymış meğer.
    Trajik- komik bir orta-oyunu olan “açılımın” her ne kadar görünürdeki aktör ve aktrisleri belli ise de oyunun yazılı bir metne dayalı olmayışı gizemini ve de popülizmini artırmış. Açılım sözünün dillere pelesenk edilmesi, onunla yatılıp onunla kalkılmasının hikmeti de kıymet-i harbiyesi de buradan geliyormuş.
    Konusunu; ‘ortada fol yok yumurta yokken horoz başının tilkiye tavuk kaptırma operasyonundan’ alan fazla detaylı düşünülmeden; önü ardı, çapı, küpü, gölgesi, parabol eğrisi, izdüşümü hesaplanmadan sahnelenen bu orta-oyunun amacı, halkı oyalamak, gündelik iş ve gailelerden kurtarmakmış. Bunun yanı sıra daha önce de açık bir biçimde söylediğim gibi aç karınların çıkartabileceği gurultuları ve de bu gurultular sonucu oluşabilecek kokulu, kokusuz bilumum kulağa hoş gelmeyen sesleri bastırmakmış. Bu Oyununun en önemli bölümü dansözlerin yer aldığı kıvırma ve kıvırtma bölümüymüş. Bir seyredenin bir daha bir daha seyretme iştahını kabartan bu bölüm, bilet almadaki izdihamın da tek müsebbibiymiş. Oyunun en ilginç bölümü olan “aç aç”lı bölüm ve bu bölümde tutulan temponun tizliği ve yüksek heyecanı oyunu ilginç hale getiriyormuş.
    Şimdi bana, canım oyunda “aç aç” olunca izdihamın intizamı bozması gayet doğaldır.” diyeceksiniz. Ben de size “ haklısınız “ diyeceğim. Ne diyeyim? Malum birine “haklısınız” derseniz orada kavga olmazmış. Benim bu konuda oldukça tecrübem ve de “tikim” var.
    Her neyse uzun sözün kısası ve de Musa Peygamberin asasının duası ve desteği ile ben de karaborsaya düşmeden “güç bela bir bilet aldım gişeden” ve de bu oyunu seyredenler kervanına katılma bahtiyarlığına eriştim. Malum böylesi bir “aç aç” ilk defa sahneleniyor.
    Oyuncular harika! Hele bir başaktör var; su serinmiş, yer derinmiş demeden bulanık suya bir atlayışı var ki sormayın gitsin. Bulanık su nereden mi çıktı? Anlatayım efendim. Bu orta-oyun, yağmurlu bir günde: “Beraber yürüdük biz bu yollardan” şarkısı ile başlıyor ve oyunun ilk üç sahnesi bir deniz kenarında geçiyor. Malum sahnede deniz olmaz. Denizin yerine oval bir havuz yaptırmışlar. Rol icabı da olsa temizlenmek üzere denize pardon! Havuza girenlerin kirinden su renk değiştirmiş. Gri, siyah karışımı bir renk almış.
    Oyunun birinci perdesinin ikinci bölümünde çimmek yani yüzmek var. Eeee! Çimmek için soyunuk olmak gerekiyor. Soyunuk olmak için de soyunmak… Üstle başla yüzülmez ki… Soyunmak için üstü başı çıkarmak kısacası “açmak” gerekiyor. Sonra açılmak için açmak şart. Oyunun adı da buradan geliyormuş. Oyunu ilginç kılmak için oyunda yerli motiflerin yanı sıra atasözü ve deyimlere de bolca yer verilmiş. Mesela oyunun ikinci perdesinin ikinci bölümünde başaktör, su özürlü, üçüncü dereceden aktöre bağırıyor: “Atla ulan suya! Madem soyunmaya ve de açılmaya karşısın o halde elbise ile yüz! Korkma boğulmazsın! Baktık ki boğuluyorsun ip atar kurtarırız. Hem madem yüzme bilmiyordun niçin çıktın kavağa.”
    Halk gülmekten kırılıyor bütün bu azarlamalara. İnanın oyunun her sahnesinde olduğu gibi bu sahnesinde de figüranlar bile fingirdeşerek fıkırdaşıyorlar. Sonra başaktör sesini daha da yükseltiyor: Adeta kükreyerek ikinci dereceden aktöre çıkışıyor: “Yüzeceksen doğru yüz arkadaş! Öyle üzerimize su sıçratma!” Sana niçin para veriliyor. Bak oyunu çarşafa doluyorsun! Kızarım ha! Kulaç mı atacaksın, kurbağalama mı yüzeceksin her neyse doğru yüz. Hem benim bildiğim kadarı ile sen iyi yüzücüydün. Ne oldu böyle? Pilin mi bitti? Ulan sana Kırkpınar’da kısbet verenin… Başaktör haklı efendim! Değil mi ya! Hem Kırkpınar’da yıllarca kısbet giyeceksin hem de suyu kulaçlarken sıçratacaksın. Olur, mu ya!
    Sonra yüzmek için açılmak, açılmak için soyunmak yani yeni tabirle açılım moduna girmek gerekiyor. Hem biliyorsunuz açılım fırından taze çıktı. Çıtır çıtır… Sonracığıma işin ucunda açmak eylemi olduğu için açılım özgürlüktür. Ne öyle kravat, mendil, çorap, çarşaf, elbise, çuval? Çuvalı karıştırma mı diyorsun? Emrin olur mirim. Efendim, açmak medenileşmektir! Sonra açmak istemeyene kim para basar. Açacaksın efendim! Açacaksın ki babayı; pardon parayı göresin! Efendim ya ben anlatıyorum da siz o kalın kafanızla bir türlü anlamak istemiyorsunuz.” Diyerek seyirciye çıkışan başaktör, müzik eşliğinde kırıtarak ve de kıvırtarak sahnede gayet nezih cümlelerle amaçlarını sıralıyor bir bir: “Efendim” diyor, “Ne gerek var demeyeceksin kepeksiz ekmek yemeyeceksin. Karanlığa fener yakacaksın. Paraları yandan cebe tıkacaksın ve mevcut ne varsa yıkacaksın. Karşı çıkan olursa onları da dama tıkacaksın. Öyle ‘va mı başka izah tarzı’ devri kapandı. Şimdilerin tarzı, Hâlâ anlamadın mı tazı! Benim bu sahanın en dilbazı olduğumu. Boşuna başaktör olmadım. Sen bilmiyorsun ben kimlere damadım? Göreceksin ikazı, yoksa nasıl uçururuz kazı. Büyük ağa, küçük ağa! On iki tilki, elli üç kaplumbağa… Tırnağa bak tırnağa. Değil mi ki, eldeki! Ya işte böyle bulup buluşturacaksın ki açıp bölüştüresin. Karınlar aç olsa da gözler gülecek. Toprağı, üzerinde yaşayan değil parası olan sürecek. Elde nacak, bastı bacak; fasulye sırığa destek çıkacak. Bu mu ne? Ne olacak canım. Bizim oğlana aldım. Akülü gemi. Yoksa kerata denizde boğulacak. O da benim gibi suya meftun. Değil mi ya efendim! Sonracığıma, memlekette demokrasi var. Ellerin mi üşüdü? Aman efendim işte kar!
    Bu yüksek seviyedeki konuşmayı hakkı olan yüksek seviyedeki alkışlar kesiyor. Ancak, cılız da olsa başaktörün bu sözlerine “ıhı!” “Ihı!” diyenler ve de öksürük babından boğazını temizleyenler çıkıyor. Bu durum da başaktörü çileden çıkarmaya yetiyor. “Yani şimdi”, diyor başaktör; “Ben burada, bana biçilen rolün hakkını vermeye çalışırken kimdir o beni can kulağı ile dinlemeyen? Kimdir o sesini yükselten? “Ihı”,”ıhı” diyerek yaptığım rolü küçümseyen. Öyle bıyık altından istihzalı gülmeler de ne oluyor? Hele bıyık burmalar. Ulan külhanbeyliği ise mesele? Benden kabadayısını bulamazsınız. Ben rolüme iyi oynar, hak ettiğimi de alırım! Kim bastırırsa parayı… O çalar zurnayı? Siz hala düdük devrini yaşıyorsunuz! Nasrettin Hoca devri kapandı hala farkında değil misiniz? Anlaşıldı siz bu durumda camları da silemezsiniz ve de limon yiyenlerin karşısında zurna çalmanın ne denli güç iş olduğunu bilemezsiniz.
    Sonra başaktör seyircilere dönüyor: Ne o? Sen niye yüzünü asıyorsun? Yani şimdi sen benim açımdan bakamadığın ve de bu açıdan açılımımı göremediğin için mi beni beğenmiyorsun? Anlaşıldı sen, ben açarken dikkat etmemişsin, dikkatli bak görürsün. Sonra bir başka seyirciye dönüyor: Sen zaten eleştirme özürlüsün, eleştirmeden ne anlarsın. Senin haddine mi benim açımı ve de açıkta kalanımı eleştirmek! Mal benim değil mi istediğim gibi açarım. İstersem içine havagazı doldururum. Sonra musluğu açık bırakır sülaleni soldururum. Haydi söyletme beni! Hem baksana sen! Niye bu kadar para verip, eziyete katlanarak bu oyunu seyretmeye geldin ki? Cılız bir ses: “Efendim, ben utanırım, hicap duyarım, açılmak… Sonra şeref!” diyor; Diyor da dediğine bin pişman oluyor. O sahnelerin gülü kırıtkan ve de kıvırtkan Başaktör birden ciddileşiyor, çok da kızıyor; köpürüyor adeta: “Ne hicabı, ne arı, ne utanması be kardeşim! Geç bunları bir kalem! Bırak o Hüsnü’nün kuruntularını. Açarım diyorsam açarım. Her ne kadar bu orta- oyunun çerçevesini, çapını, küpünü büyük ve küçük ağabeylerim çizmişlerse de oyunun başaktörü olarak da beni atamışlar. Tamam, mı kirve! Size söylüyorum. Bu oyunu ben oynarım ve de en iyi ben oynatırım. Şerefmiş, lafa bak! Şeref varsa Şerif de var. Maazallah!” Yani şimdi sen … Tövbe tövbe!
    Başaktör hızla ikinci ve üçüncü dereceden aktörlerle diğer oyunculara dönüyor: “Yallah, yallah! Durmayın sallanın. Boş durmak yok! Boş yok, boşa para yok! Bul karayı, al parayı. Ha şöyle! Bir oyana bir bu yana. Ben ne dersem o olur. Ben sizin velinimetinizim. Mademki beraber çıktık yola, birlikte ıslanacağız yağan yağmurda. Islanırken de kıvıracağız, ıslakken de. Kurtuluş yok! Meslek bu, cancağızlarım kolay değil, ekmek aslanın midesinde. Siz bu kulvarda kalmanın ve de para kazanmanın ne kadar meşekatli bir iş olduğunu bilmiyorsunuz anlaşılan. Bak sen sen! İyi kıvıramıyorsun. Ne o kütük gibi! Anlaşıldı, sen hala oynanan oyunun farkında değilsin. Kardeşim bu oyun kıvırtmalı ve de kıvırmalı orta-oyun. Bakın, benden örnek alın! Oynayacaksanız doğru oynayın! Sen, sen sondan beşinci; ne beğenmedin mi oyunu? Beğenmedinse çık kardeşim. Bak figüran olmaya can atan bir dolu adam var sırada.”
    Sonra başaktör sağda oturan seyircilere dönüyor. “Sen, köşedeki sana söylüyorum. Sen niye alkışlamıyorsun beni. Sana ucu rujlu mektup mu gönderdim gelmen için. Hem koşa koşa geliyorsun hem alkışlamıyorsun!” sonra solda oturanlara sesleniyor. “Sen, alkışlamasan da olur. Sen zaten doğuştan muhalifsin biliyorum. Ne yapsak, ne etsek sana yaranamayız. Alkışlamazsan alkışlama! Benim o kadar alkışlayanım var ki! Senin alkışına ihtiyacım yok. Yeter ki gölge etme! Bak hala kenarda köşede söylenenler var. Kafamı kızdırmayın emir veririm korumalarıma alimallah attırırım üçüzü, beşizi sahnenin arkasındaki dama. Aklınızı başınıza toplayın! Ben çuvaldızı batırayım siz hoplayın; ancak belli etmeyin. Kazık değil bu canım. Altı üstü çuvaldız. Hele buna bir alışın. Alışamazsanız dam… Damda yer mi kalmadı? Kim söyledi o sözü? Erkeksen çık meydana orada öyle saman altından su yürüteceğine, kapalı kapılar ardında. Erkek ol erkek! Tabi varsa… Atıyorsa… Yetiyorsa!
    Ya işte böyle orta-oyununun özelliği bu… Başaktör yaman. Seyirci ile diyalog kurmadaki başarısı mükemmel. Zaten oyunun başarı da buradan geliyor.
    Perde arasında solumda oturan genç dürtüklüyor “Abi dansöz ne zaman çıkacak dansöz!” Patlama!”, diyorum gence: “Oğlum bunların hepsi dansöz, ayrıca dansöze gerek var mı?” “Abi yani ‘aç aç’ “Ha öyle söylesene kuzum. Bak bu oyun uzun, oyuna sponsor olanlar başaktöre nasıl bir talimat vermişler bunu bilmiyoruz. Bildiğimiz tekmili 30’dan fazla sahneli, bir komedi.
    Sağımda oturan gariban kılıklı vatandaş, 30’dan fazlaya takmış olacak ki dayanamıyor. Beğim, bu oyun çok mu uzun sürecek? Diyor. “Evet” diyorum. Bakışlarımdan cesaret almış olacak ki: “Beğim” diyor yeniden, “Benim sahan bir sorum daha olacak.” Yüzüne bakıyorum sor dercesine. “Ahan bunlar sizin için açacağız! Neydi, ha açılımı sizin için yapıyük deyiler, sonra da üstündekileri çıkartiler, sahi bizim için mi ele cıscıbıldak oliler? Yani o herifin söyledikleri, bunların yaptıkları essah mı? “Essah, tabi!”Yani sen paraya kıyıp da bu oyuna gelirken bunun senin eğlenmen, mutlu olman için yapıldığını bilmiyor muydun?” “Yok, Beğim tövbe tövbe!. Ayıp valla! Biz açığlığa da açmaya da, açılımdı del mi? Ha işte ona da karşıyuh vallah! Biz vatandaş olarak açız bi onu bilirim. İşimiz de yok! “O halde neye geldin buraya kardeşim?” “Valla Beğim, ben gelmedim zorla soktular. Hem tencere, tava dağıtacağız para vereceğiz dediler. Sahi ne zaman dağıtacaklar? Ne zaman verecekler?
    Hayda! Ne işin var çayda! Gel de çık işin içinden. Yahu ağzımızın tadı ile dansözlü bir orta-oyunu seyredelim, biraz gülelim, eğlenelim kâm alalım dünyadan; gönlümüz, gözümüz açılsın dedik, işe bak! Gel de bu hengâmede 69 liraya kıyma!
    Adamın sorusuna makul ve mantıklı bir cevap arıyordum ki birden oryantal müziğin en tatlı nameleri doldurdu kulaklarımı. Ha! Tamam, nihayet oyunun en heyecanlı bölümü olan “aç aç “ bölümünü icra etmek için dansözler sahne almaya başladılar. Oh be, oh oh nihayet! Adam unuttu sorusunu. Ben unuttum veremeyeceğim cevabı. Kıvırmalar muhteşem. Başaktör uyarıyor: hani alkış diye! Haydi eller havaya… Hadi yallah! Yallah! Salla sallan. Muhteşem bir manzara… Millet mest ağızlar sulu… Birlik ben buna derim işte:: “Aç, aç, aç…” Yerimde duramıyorum. Hadi hop hop! Ben de kıvırıyorum müziğin ritmine uyarak. Dayanamıyorum başlıyorum ben de: “Aç, aç aç” diye bağırmaya…
    Önce yanıma bir sızı duyuyorum sonra da hanımın sesini: .“Kalk Bey kalk! Tövbe tövbe! Yahu Bey, sen kafayı mı yedin! O ne demek oluyor öyle “aç aç”! Tövbe tövbe! Altmışından sonra azanı teneşir paklar valla! Bak, yorganı da açmışsın! Üşütüp hasta olacaksın! Bir de seninle uğraşmayayım. Tövbe tövbe! Tövbe estağfurullah!”

Yorum yap