652) BATILI PARA BABALARI TÜRKİYE’Yİ NASIL SOYUYOR?
Yayin Tarihi 8 Ocak, 2013
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
BATILI PARA BABALARI
TÜRKİYE’Yİ NASIL SOYUYOR?
Derin Merkez Türkiye gibi sanayileşmesi engellenmiş ülkelerin kaynaklarını sömürmek, pazarlarını ele geçirmek, Merkez ülkelere rakip olmalarını önlemek için türlü silahlar kullanır. Bunlardan biri serbest mübadeledir. Serbest mübadele; ülke yöneticilerini ayartmaktan şiddet kullanmaya kadar çeşitli yöntemler, Avrupa Birliği gibi sözde bütünleşme girişimleri yoluyla dayatılır. Ne yazık ki Türkiye 1963 Ankara Antlaşması ve 1995 Gümrük Birliği Antlaşması ile, kapılarını serbest mübadeleye ardına kadar açmıştır.
Serbest mübadelenin ilk etkisi dış ticareti artırmasıdır. Türkiye gibi ülkelerde artış ithalatta kuvvetli, ihracatta zayıf olur. Bu zıtlık dış ticaret açığını büyütür, giderek dev boyutlara taşır.
I) Serbest mübadelenin diğer yönü sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesidir. Bu yoldan Türkiye gibi sanayileşmesi engellenmiş ülkelere yabancı sermaye girişi başlar, giderek hızlanır. Ancak serbestleştirme verimli yatırımlardan çok sıcak para girişleri, ülkenin tesislerinin özelleştirmeler yoluyla yabancıların eline geçmesi şeklinde olur. Türkiye’de yabancı sermaye girişi önündeki hemen bütün engeller AKP döneminde kaldırılmış, ülkemiz en stratejik sektörleriyle, yabancıların adeta bir “avlak alanı”na dönüşmüştür. Böyle bir dış yatırımın baskın etkisi dış açığı artırmasıdır. Çünkü dış ticaret açıkları üzerine, yabancı sermayenin kâr transferleri biner. Genel bir ifade ile ülkenin dış finansman sorunu ağırlaşır, ödeme zorlukları başlar. Bu zorluk ülkeyi iki yanlış yola daha iter: Dış borçlanma ve özelleştirmeler. Türkiye’de AKP iktidarında olan, budur. Yabancı sermaye, borçlandırma ve özelleştirme Derin Merkez’in Çevre ülkelerini soymak için kullandığı diğer ekonomik silahlarıdır.
Derin Merkez Türkiye gibi ülkeleri iki amaçla borçlandırır: Merkez ülkelerinde mal bolluğunun yanı sıra sermaye bolluğu da vardır. Bu ülkelerdeki para babaları adı geçen fonları değerlendirmek ister. Nasıl? Diğer ülkelere kredi açarak, faiz geliri elde ederek tabiî (Yukarda değindim, kâr geliri sağlamak için ticaret ve sermaye ihracı yolunu kullanıyorlar). Borçlanmanın bir adım ötesi borç geri ödemeleri ve faiz olarak ülkeden kaynak çıkışıdır. Sonuç dış açığın daha da artması, dayanılmaz boyutlara ulaşmasıdır. İkinci amaç, siyasîdir. Ünlü sözdür: “Borç alan, emir alır.” Batı borçlandırmayı 200 yıldır bu amaçla da kullanıyor. Derin-Merkez’in, Türkiye gibi Çevre ülkelerinden ekonomik, siyasî, askerî talepleri vardır. Bunları yaptırmanın etkili bir yolu o ülkeleri paraya muhtaç duruma düşürmektir, kendilerinden borç almaya alıştırmaktır. Ağlarına düşürdükleri ülkeleri, içinden çıkamayacakları bir borç batağına sokarlar. Atatürk’ten sonra Türkiye bir kez daha düşürülmüştür bu tuzağa: Böylece Derin-Merkez Türkiye’nin gelirlerini yeniden ve sürekli olarak faiz şeklinde -Vampir gibi- emmeye başlamıştır. Her kredi açtıklarında da basiretsiz hükümetlerden, istedikleri her türlü ödünü de koparabiliyorlar. Dahası, önemli bir kısmı yabancılara satılmış bulunan bankalar marifetiyle halkımız da, bireylerimiz de borç batağına sürüklenmiştir.
Özelleştirme Batı icadıdır, Batı’nın dünya görüşü olan Liberalizm’in bir gereğidir. Tanzimat’ta Osmanlı’ya da dayatılmıştı; 1980’den sonra da Cumhuriyet hükümetlerine… Tabii içimizdeki ortaklarının, “dahili bedhahlar”ın da işine gelmektedir, çünkü birlikte soyuyorlar halkımızı (12 Eylül darbesinin neden yapıldığına dair bir ipucudur da bu). Liberalizm ekonomide devleti istemez. Bu da kamu işletmelerinin satılması, yani özelleştirme yoluyla sağlanır. Bundan başka, hükümetler iktidarda kalabilmek için paraya muhtaçtır, normal yollardan sağlayamayınca, kurtuluşu kamuya, halka ait tesisleri satmakta bulurlar.Türkiye’de özelleştirme AKP iktidarında adeta bir çılgınlık, bir felaket boyutuna ulaşmıştır. En stratejik tesisler bile yabancılara satılarak, ülke ekonomisi savunmasız bırakılmıştır. İş öylesine şirazesinden çıkmıştır ki para karşılığında artık topraklarımız da elden çıkarılıyor.
II) Yukarıda işaret ettim: Türkiye’ye yabancı sermaye girişi; verimli yatırımlardan çok, fabrikalarımızın, diğer tesislerimizin yabancılar tarafından satın alınması ve sıcak para girişi şeklini almaktadır. Sıcak para girişi uluslararası bir soygun mekanizmasının tetikleyicisidir. AKP Hükümeti, kamu gelirlerini bu yoldan hizmet yerine dünyanın dört bucağından koşup gelen faizci yağmacılara aktarmakta, belki de dünya tarihinde görülmemiş bir başarıya (!) imza atmış bulunmaktadır. Üstat ekonomistlerimizden Prof. Dr. Esfender Korkmaz Batı için hayat, Türkiye için ölüm olan bu mekanizmayı, onun fakirleştirici sonuçlarını bir yazısında(1) özetle şöyle dile getiriyordu:
“ABD ve İngiltere zengin ülkelerdir, öyle görünüyor ki zengin kalmaya da devam edecekler. Çünkü bu ülkeler ve benzerleri baktılar ki üretimde ve teknolojide kıpırdayan yeni ülkeler var, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme oranları daha yüksek oluyor, buna karşı ne yapabiliriz dediler ve küreselleşmeyi icat ettiler. Üretmeden dünyayı sömürme ve zenginliği sürdürme formülünü bu ideoloji ile buldular.
Küreselleşme ile olan nedir? Küreselleşme ile, gelişmekte olan ülkelere giden sıcak para ve spekülatif sermaye hareketleri serbestleştirildi ve giderek hızlandı. Söz konusu ülkelerde yeni yatırım yapılmazken, kârlı şirketlerin satın alınması, sermaye piyasası ve mevduattan dolayı, yurt dışına çıkan faiz ve kâr arttı. Örneğin ülkemizden bu şekilde çıkan kaynak 2010’da 10 milyar doları buluyor. Nereye gidiyor bu paralar? Elbette zengin ülkelere!…
ABD cari açık verdiği zaman, açığını kendi bastığı dolarla kapatıyor. Biz açık verince, faizle borç para alıyoruz. Bizim gibi cari açık veren ülkeler, açıklarını dış borçla kapatıyor. Borç faizleri de elbette zengin ülkelere transfer ediliyor. Zengin ülkelerde faiz oranları sıfır, sıfıra yakın veya bazılarında reel olarak eksi oranlar şeklindedir. Gidecek başka yer arayan para, faiz oranları daha yüksek olan, Brezilya, Kore ve Türkiye gibi ülkelere gidiyor.
Türkiye’de olan şudur: Aşırı spekülatif sermaye girişi TL’nin değerini -yapay olarak- yükseltiyor, paramız ‘değerli’ para oluyor. Cari açık veriyoruz. Sonra bu açığı kapatmak için fabrikalarımızı, altyapımızı, bankalarımızı satıyoruz. Yahut dışarıdan devlet olarak, özel sektör olarak borçlanıyoruz. Biz çalışıyoruz, büyüme sağlıyoruz. Ancak kaynaklarımız kâr ve faiz olarak zengin ülkelere gidiyor. Onlar çalışmasa da zengin kalıyor, biz çalışsak da fakir kalıyoruz”.
***
Sonuç şudur:
Serbest mübadele ile ithalatımız artıyor, yabancı sermaye girişi artıyor. Cari açık büyüyor, borçlanma artıyor. Bu olguların dışarı yansıması Batı’nın zenginleşmesi oluyor, çünkü para babalarının kâr ve faiz gelirleri katlanarak büyüyor. Biz ise sürekli kaybediyoruz, adını koyalım: soyuluyoruz. Yabancılar özelleştirme ve toprak alımları yoluyla Türkiye’de mülk sahibi de olmaya başlıyor.
Cahil politikacılar, adamsendeci bürokratlar eliyle Türkiye nasıl soyuluyor, yazımda bunu göstermeye çalıştım.
Peki Türkiye böyle nereye gidiyor?
Bu soru üzerinde düşünmeyi de, değerli okur, sana bırakıyorum.
Prof. Dr. Cihan Dura
www.cihandura.com
(1) E. Korkmaz, “Zengin Ülkeler Neden Zengin Kalıyor”, Yeniçağ, 8.10.2010.
Yorumlar
“652) BATILI PARA BABALARI TÜRKİYE’Yİ NASIL SOYUYOR?” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
TÜRKİYE BÖYLE NEREYE GİDİYOR?
Cihan Dura hocamız Türkiye’nin halini anlaşılır şekilde ortaya koymuştur.
Karamsar olmak bize yakışmaz.Ancak;Görünen köy klavuz istemez derler.Bu görünüme göre hiç de iyiye gitmiyor;beterin daha da beteri var.
Bize düşen görev; ne yapalım ki; İnsanlarımızı uyandıralım,ki şartlar değişsin;vicdanı kararmış, beyni şartlanmış,idarecilerden bu millet kurtulsun,bu devre sona ersin?
Sadece yazı yazmak,yorum yapmakla da olmuyor.
İş ciddi ve çok önemli,hatta;çok vahim.O oranda çalışmalıyız, ne icabediyorsa öyle yapmalıyız.
Bu büyük milletin ilgili bir atasözü var;
YATAN ASLANIN AVINI,GEZEN KEDİ YERMİŞ..
Yıllardır söylerim.Deniz derine derine doldurulmaz.Doldurulsada sonu olmaz..Bu gidişle bu devlettende hayır olmaz.