64) KURTULUŞ SAVAŞI’NIN TÜRK DIŞ POLİTİKASI-3

Yayin Tarihi 26 Haziran, 2008 
Kategori ATATÜRK, ERMENİ SORUNU

Kurtuluş Savaşının Türk Dış Politikası-3

anit5pt.jpg

2) Yunanlılar ile İlişkiler ve Beklenen Genel Yunan Taarruzu

Yunan Kuvvetlerinin takviyeli kuvvetlerle genel taarruzu beklenmekteydi. Savaş tarihi literatürüne Kütahya -Eskişehir Muharebeleri biçiminde geçen bu taarruzların başlamasına tekaddüm eden zorlu, zorlu olduğu kadar bunalımlı günler yaşanmaktaydı, Ankara’da… Dışişleri Bakanı Yunanlıların bu ileri harekete başlayacağından günü gününe haberleri oluyordu. Yeni Türk Devleti istihbarat olanaklarını her tarafa seferber ederek, ulusal güç unsurlarının gerektiği kadar hazırlanabilmelerini sağlayacak stratejik ikaz, gerektiğinde taktik ikaz süresini sağlamaya yönelik görevlerini eksiksiz olarak yerine getiriyordu. Dışişleri Bakanlığı’nın dış istihbarat olanakları Yunan ileri hareketinin ne zaman başlayacağının tespit edilmesine harcanıyor ve bu şekilde Yunan Taarruzu’nun daha başlamadan, Türk Ordusunun hazırlıkta ön almasını sağlayarak önemli katkılarda bulunuyordu. Amerikalı Teğmen’e, bu durumu özellikle vurgulamak suretiyle belli yerlere “Türklerin her şeyden haberi var” imajı verilmeye çalışılıyordu. Ayrıca, Yusuf Kemal Bey, bu olasılığı yüksek, Yunan Genel Taarruzu’nun yapılmasının bütün uzlaşma zeminini ortadan kaldıracağını ve yapılacak uzlaşmaya yönelik bütün antlaşmaların Ankara Hükümeti tarafından reddedilmesiyle sonuçlanacağını bildirmek suretiyle, dolaylı olarak adeta Yunanlılara bir gözdağı veriyordu.

3) Ulusal Ant Sınırlarının Tartışmasızlığı ve İngiliz – Yunan Birlikteliği

Yusuf Kemal Bey, Yeni Türk Devleti’nin sınırlarının Ulusal Ant’ta belirtildiğini, Türklerin İzmir ve Doğu Trakya’ya herhangi bir uzlaşma olmaksızın geri dönmek zorunda olduğunu önemle vurguluyordu. Türkler “Büyük Savaş“tan yenilgiyle çıkmışlardı. Ülkesi topraklarından, Mezopotamya, Arabistan ve Fransız Suriyesi gibi ülkeler oluşturulmuştu. Arabistan’ı salt olarak ifade ederken, Suriye’den Fransız Suriyesi biçiminde ifade etmesi oldukça ilginç bir yaklaşımdı. Yeni Türk Devleti’nin sınırları büyük devletlerle çevrilmişti. Büyük Savaş’tan yenilgiyle çıkan Eski Avusturya İmparatorluğu’ndan da Polonya, Macaristan ve Yugoslavya gibi ülkeler oluşturulmuştu. Gerek Avusturya gerek Almanya’ya kendisinden ayrılan ülkelerin kontrol etme görevi verildiği halde, Türkiye bu haktan mahrum bırakılmıştı. Yusuf Kemal Bey, Türkiye’ye, Almanya ve Avusturya’dan daha kötü davranıldığım açık seçik bir biçimde ortaya koymaktan kendini alamıyordu. Bundan sonra görüşme; aşağıdaki günün aktüel konuları üzerinde yoğunlaştı:

General Harrington’un Londra’ya atanması,

İngiliz Ulusları Başbakanları Toplantısı,

Paris’teki Gurzon – Briand Görüşmeleri,

Yusuf Kemal Bey’in bu konulardaki tutumu açıktı. Türk durumunun sabit ve değişmez bir biçimde ortaya konulduğunu, başka yerlerde kararlaştırılmış olan şeylerin bu tutumu değiştirmeyeceğini söyledi.

Görüşme sırasında İstanbul’un tahliyesi ve Yunanlıların İstanbul’a geri dönmeleri de sorun olarak dile gelmişti. Amerikalı Teğmen bu soruyu değişik bir biçimde sormayı yeğlemişti. Yunanlıların geri dönmeleri sorununu İngiliz ülkeleri halklarının vereceği kararıyla olması durumunda, Türklerin bunu tanımak zorunda olduklarını söylemişti. Verilen yanıt kesindi. Ankara Hükümeti’nin öncelikle tüm bu kararları ortadan kaldırabilme erkine sahip olduğunu söylemekle yetindi. Arkasından, İngilizlerin Yunanlıları subay, malzeme ve hatta tanıklarla takviye ettiğini belirtti. İki ülke arasında resmî olmayan gizli antlaşmalar olduğu için İngiltere’nin Yunanistan’ı desteklemeye devam edeceğini söyledi. Gerçek biliniyordu ve bu durum her platformda söylenilmeliydi. Dışişleri Bakanı da saygın ve tutarlı Türk dış politikası genel çizgileri içerisinde kapalı kapılar ardında yapılan, ancak savaş alanında kendini açıkça gösteren durumu bulgularla ortaya koyuyordu.

4) Eski Dışişleri Bakanı Bekir Sami Beyin Yaptığı Sözleşmelerin Durumu

Görüşmede konu, Eski Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey’in yaptığı sözleşmelerin durumunun irdelenmesine gelmişti. Olaya genel hatlarıyla bakıldığında Yusuf Kemal Bey tarafından verilecek yanıt son derece açıktı. Kısaca, Bekir Sami Bey kendi yetkisini aşmıştı. Bağlaşık Devletler, Sevr Antlaşması’nın bazı maddelerinden ihtiyatî önlem almaya yönelmişlerdi, “Ulusal Ant“a aykırı olduğu için Büyük Millet Meclisi bu madde değişikliklerini kabul etmeyeceği muhakkaktı. Bekir Sami Bey’in, bunları Büyük Millet Meclisi’ne kabul ettirebileceğine dair kendine göre haklı nedenleri olabilirdi. Bunlar kişisel çabalar ve kendine göre kabul edilmiş iyimser umutlardı. Ancak, onun Kilikya ile ilgili olarak Fransa ile ayrı bir antlaşma ya da İtalyanlara ticarî ayrıcalıklar ve etki bölgeleri tanıyan başka bir antlaşma imzalamaya hakkı yoktu. Kendisi tarafından İtalyan bölgesi Londra’da ayrı bir biçimde tesis edilmişti. Bekir Sami konuşmasını sürdürdü:

“Gerçekten Bekir Sami’nin istifasına neden olan hata, Kilikya ile ilgili Fransız Antlaşması’na imza koyması idi” [29]

Yusuf Kemal Bey, Bekir Sami Bey’in üzerine fazla yüklenilmesinin davaya inananlar arasında değişik yorumlara neden olacağının bilincindeydi. Belki de bu durum Dış Dünyada “İhtilâl Kendi Evlâtlarını Yiyiyor” yorumunu ortaya getirebilirdi. Konuşmasının burasında çark ederek, Bekir Sami Bey’in kendi yakın arkadaşı olduğunu ve Ankara Hükümeti’nde etkinliğinin eskisi gibi devam ettiğini ve kendisinin hâlihazırda Avrupa’da sağlık nedenleri için bulunmadığını, resmî amaçlı geziler yaptığı konusunda ısrarla belirterek konuşmasını sürdürdü.

Bekir Sami Bey, Londra’da İngiltere ile İngiliz tutsaklarına karşılık Malta’da tutuklu olarak bulunan çoğu mebus ve üst düzey bürokratın karşılıklı olarak değiştirilmesiyle ilgili bir sözleşme de imzalamıştı. Yusuf Kemal Bey, bu harekete kendiliğinden girişemezdi. Ankara Hükümeti kendisini yetkilendirmese bu hareketlere kendiliğinden girişmesi olanaksızdı. İşte bu safhada, Yusuf Kemal Bey, Bekir Sami Bey’in bu konudaki yetkilendirme kapsamını da açıklama gereğini duydu. Büyük Millet Meclisi, 22 İngiliz tutsağı (Çoğu İngiliz Ordusunda hizmet eden aslen Rum ve Ermeni) karşılığında 100 küsur Malta tutsağının serbest bırakılması için kendisini görüşme yapmak üzere yetkilendirmişti. Ancak, Bekir Sami Bey, değişime tabi tutulmaması gereken İngiliz Mahkemesi’nce adi suçlardan hüküm giymiş Maltalıların da değişimi için bu koşulu gizlice antlaşma içerisine konulmasına izin vermişti.

Bundan dolayı, Meclis sözleşmeyi reddetti ve sözleşmenin reddedilmesiyle birlikte arkasından da İngiliz öfkesi geldi. Bu öfke de Yunanlıları karşı harekete geçirme de büyük bir etken olmuştu.

5) Amerikalılarca Fransa ile Antlaşma Zemininin Hazırlıklarının Araştırılması

Franklin Bouillon’un beraberlerinde Binbaşı Sarou olduğu halde Ankara’ya gelmek üzere 3 Haziran 1921’de İnebolu’ya çıkışları [30] ta başından itibaren izleniyordu. Fransız Heyetinin Ankara’ya geldiği gün, 9 Haziran 1921 tarihinde Yunanlılar, ünlü “Kılkış” savaş gemileriyle İnebolu’yu topa tutmuşlardı. Oysa Fransızlar, antlaşma zeminine önemli katkılar da bulunacağı hesabıyla Ankara Hükümeti’ne ılımlı yaklaşım eğilimindeydiler.

Heyetin Türk Dışişleri yetkilileri ve Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeye başlamasından yaklaşık bir hafta sonra, 20 Haziran 1921 tarihinde Fransızlar Zonguldak’ı terk etmişlerdir [31]. Bütün bunlar olurken bile, Amerikalılar Bouillon’un Adana demiryolunun kontrolüyle ilgili olarak geldiği düşüncesindeydiler.

Amerikalılar Yeni Türk Devleti’nin Fransa ile bire bir bir antlaşma yapacaklarını bir türlü akılları almıyordu. Fransızlarla olsa olsa küçük ayrıntıların halledilmesinde bir araya gelinebilirdi. Bütün bunlara karşın, Yusuf Kemal Bey Fransız Heyetinin, Türk-Fransız Antlaşması için Ankara’da bulunduğuna işaret etti. Yusuf Kemal Bey devamla, İskenderun’un birkaç mil çevresinde Fransız tahliyesini ve Fransız jandarmasının reddini sağlayan General Gourand’a kabul ettirilmiş olan Bekir Sami Bey’in antlaşmasına karşı Ankara Hükümeti’nin karşı önerilerinden bahsetti.

Sonunda Fransızların da reddettiği anlaşmayı Yusuf Kemal Bey de kabul etmiyordu.

Sadece “Anlaşmalar hakkında şimdiye kadar hiçbir şey duymadık” demekle yetindi. Daha sonra, toparlanarak, Bouillon’un Ankara’ya yeni Fransız önerileriyle gelmiş olduğunu söylemeye devam etti. Amerikalı Teğmen tarafından önerilerin içeriği sorulmuştu. Yusuf Kemal Bey yanıt olarak, önerilerin halen inceleme altında olduğu için samimî olarak bir şey söyleyemedi. Fransa ile belli başlı anlayış farklılıklarının yakında düzeltileceğinden iyimser olduğunu söylemekten kendini alamadı.

D) Mustafa Sagir Olayı*

Mustafa Sagir

“İngilizler tarafından casus olarak yetiştirilmiş, Hindistan Hilâfet Heyeti İstanbul Temsilcisi sıfatıyla Temmuz 1920’de İstanbul’a getirilmiştir. Başta, Ankara Hükümeti’nin Hint Müslümanları ile ilişkilerinin boyutlarını çözümlemek ve fırsat ele geçtiğinde Mustafa Kemal’in öldürülmesine yönelik suikastın icrası için 11 Aralık 1920’de Ankara’ya gelmiştir. Türkiye’ye gelişinden itibaren İstihbarat birimlerince yakından izlenmeye başlayan Mustafa Sagir, Mart 1921’de Ankara’da yakalanmıştır. Ankara İstiklâl Mahkemesi’nce yargılanan, Mustafa Sagir bu mahkemece suçlu bulunarak, 24 Mayıs 1921’de Ankara Karaoğlan Meydanı’nda kalabalık bir topluluk önünde asılmıştır”.

Yusuf Kemal Bey, kendisinin ve bütün Türk yetkililerinin tartışmaktan büyük bir zevk duydukları tek konu olan Mustafa Sagir sorununda en uzun konuşmayı yeğlemişti. Çünkü bu sorun, İngiliz siyasal yöntemleri üzerinde etraflıca düşünmeye olanak sağlıyordu.

Bu bir anlamda İngilizlerin kapalı kapılar ardında neler plânladıklarını, neleri uygulama alanına koyduklarını ve kısaca Yakın Doğu’daki ünlü İngiliz entrikaları hakkında herkeste oluşan fikirlerin doğrulanmasını sağlıyordu.

Yusuf Kemal Bey, İngilizlere yönelik bu değerlendirmelerinden sonra doğrudan Mustafa Sagir olayına girdi.

Fotoğraflı ve mektup kopyalarının bulunduğu bir mavi defterin mahkemede kanıt olarak ortaya konulduğunu ve tüm mahkeme safahatının İngilizceye çevrilerek bir İngilizce dokümanın meydana getirilmekte olduğunu söyledi. Amerikalı Teğmen iki konu hakkında kesin kanıt arama peşindeydi.

1) Halkın suçladığı biçimde Sagir’in Mustafa Kemal Paşa’nm suikastı için Ankara’ya hazırlık görüşmeleri yapmak üzere gönderildiğine dair kendi itiraflarından başka herhangi bir kanıt var mıydı?

2) Mustafa Kemal’e ateş etme konusunda Türkler gerçekten haklı mıydı?

Amerikalı Teğmene göre, Mustafa Sagir sadece hayatını kurtarmak için itirafta bulunmuştu. Aslında, bu fikir Teğmenin kendi fikri değildi. Doğrudan, Amerikan dış politika uzmanlarının üzerinde tartışarak bu konu hakkında oluşturdukları ortak kanılarıydı. Oysa bu konuda öylesine birinci el kaynak niteliğinde kanıtlar vardı ki, hele bir tanesi her şeyin bittiğini anladığı sırada, idamından 25 gün önce, hapishaneden Albay Wood’a kendi el yazısı ile yazdığı İngilizce mektuptu.

Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı Arşivi’nden edilen mektubun fotoğrafları Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nin Mart 1995 tarihli 31 numaralı sayısında yayımlanmıştır [32]. Hindistan’ın sözde Hilâfet Temsilcisi olarak Türkiye’ye gelen bir Hintli Müslüman olan Mustafa Sagir, bir İngiliz’den daha iyi İngiliz olduğunu Albay Wood’a, yazdığı mektupta şöyle belirtiyordu:

“Her şeyden evvel bir İngiliz teb’asıyım ve çocukluğumdan itibaren onlar tarafından yetiştirildim. Şayet Türkler de bana İngilizler kadar iyi davranmış olsalardı, o takdirde bütün kalbim ve ruhumla onlar için çalışırdım” [33].

Yusuf Kemal Bey, Mustafa Sagir’in sadece Mustafa Kemal’in sofrasına bakan şahsî hizmetçilerinin ve aşçısının büyük bir olasılıkla zehirlemek suretiyle öldürmek için onların nasıl kanalize edileceği yolunda araştırma yapmak amacıyla İstanbul’da talimatlar aldığını, aynı zamanda bu araştırmaları Ankara’ya gelerek, burada gerçekten yaptığını ve görgü tanıklarının bunu kanıtladığım söyledi. Bununla beraber, o İstanbul’daki Hindistan Bağımsızlık Ajanslığı’na aynı kanıtları gösteren ve hazırlanmakta olan söz konusu broşürde bulunan mektupları göndermiş ve onlardan mektup almıştı. Yusuf Kemal Bey, Amerikalının söylemesine fırsat vermeden, idamının diplomatik bir hata olduğunu kabul etmedi. Yusuf Kemal Bey, bunları söylerken, Sagir’ in eyleme yönelik bir suikastçı olduğundan hayli emin bir tavır sergilemişti.

2. ikinci Görüşme

Birinci görüşmede hemen hemen her konuya eğilmişlerdi. Büyük bir olasılıkla, Amerikalı Teğmen birinci görüşmenin notlarını İstanbul’da Amiral Bristol’e bildirmişti. İstanbul, Sovyetlerle (Teğmen Raporuna Ruslar olarak yazmayı yeğlemişti.) olan ilişkiler ve İttihat Terâkki olgusu üzerinde biraz daha bilgi toparlanmasını daha doğru bir ifadeyle, bu iki konu üzerinde Ankara Hükümeti’nin tavrım öğrenmek isteyebileceği varsayımı yüksek bir olasılık olarak değerlendirilmektedir. İkinci görüşme birinci görüşmeden birkaç gün sonra gerçekleştirildi.

A) Bolşeviklerle Olan İlişkilerde Kafkaslar Anahtar mı?

Teğmen, Rusların Türkiye üzerindeki tarihî emellerini anımsattıktan sonra, Yusuf Kemal Bey bu minval üzerinde konuşmasını sürdürdü. Yusuf Kemal Bey, Rusya’nın geçmiş 500 yıldan beri İstanbul’da gözlerinin olduğunu ve bunun gizli bir savaş antlaşmasında ortaya konulduğunu söyledi. Hatta bu konuyu Bolşevikler iktidara geldiklerinde kendileri dünya kamuoyuna bildirmişlerdi. Yusuf Kemal Bey, rejimler değişse bile çıkarların her zaman geçerli olacağının bilincindeydi. Bunu açıkça ortaya koymaya devam etti. Rusya bunu istiyordu ve onu elde etmede hiçbir korkuları da yoktu.

16 Mart 1921 tarihinde Moskova’da Türkiye-Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması bu nedenle imzalanmıştı. Yusuf Kemal Bey, Moskova’da imzalanan Antlaşmadaki koşullar ile Türk halkının Rus egemenliğine karşı uygun bir biçimde korunduğunu söyledi. Bolşeviklerle olan ilişkilerde Kafkaslar gerçekten anahtar rol oynuyor ve Bolşevik çıkarları ile Türk çıkarları bir kesişme gösteriyordu. Buradaki ulusal ve Menşevik karakterli karşıcı hareketler uzun süreli bir mücadeleden sonra ancak Bolşevikler tarafından kontrol altına alınabilmişti. Rusya bakımından, Kafkaslardaki Sovyet Cumhuriyetlerin o günkü biçimiyle muhafaza edilmesi kendi rejimlerinin devamı açısından elzemdi. Yusuf Kemal Bey işte bu iki politik çıkarın kesiştiği Kafkasları aşağıdaki şekilde anlatıyor ve Amerikalı Teğmen de raporuna Yusuf Kemal Bey’in anlattığı biçimiyle geçirmekten kendini alamıyordu:

“Yusuf, uzun bir tartışmadan sonra, kendi halkı ve Bolşevikler arasındaki dostluğum Kafkaslardaki karşılıklı çıkarlar nedeniyle oluştuğunu ve Türklerin, batıda olduğu gibi kuzeyde ve doğuda düşman istemediğini dolaylı bir biçimde kabul etti” [34].

Yusuf Kemal Bey’in kendisinin de belirttiği gibi, hem Kafkaslarda yerel yöneticilerle, hem de Moskova’da Merkezî Yönetim ile uzun görüşmeler yapılmıştı. Bu antlaşmanın karşılıklı olarak benimsenmesi üç aylık bir süreyi almıştı. Görüşmenin yapıldığı Temmuz 1921 ayının ilk haftası olmasına rağmen, Moskova Antlaşması’nın onaylanabilmesi Meclis genel kurulunun gündemine gelmemişti. Bolşeviklerin adımlarını bir bir atmalarının bitirilmesi bekleniyordu.

B) Meclisin Yapısı ve İttihat ve Terâkki Olgusunun Değerlendirilmesi

Mustafa Kemal Paşaya sorulan bir soru da Meclisin yapısı, onun demokratik olup olmadığı idi. Aynı soru Dışişleri Bakanına da sorulmuştu. Genel anlamda demokratik olabilmenin koşulu, Meclis çatısı altında çok partili bir ortam yaratmak ve yaratılan bu ortamı sürdürebilmekti. Amerikalılara göre ise durum farklı idi. Onların yanıt aradıkları soru, ulusal hareket karşıtlarının Meclis çatısı altında örgütlenmeleriydi. Yusuf Kemal Bey, genellikle politik konularda konuştuktan sonra, Büyük Millet Meclisi’ni tek bir amaç üzerine “Ulusal Ant” ile bütünleştiğini ve bu nedenle hiçbir partinin ortaya çıkmadığını vurguladı. Çok partili yaşam denilince kendiliğinden İttihat ve Terâkki Partisi gündeme geliyordu. Eski İttihat ve Terâkki Partisi’ni İstanbul yasadışı ilân ettiği gibi, Ankara da yasadışı olarak kabul ediyordu. Yusuf Kemal Bey, bu konudaki düşüncelerini açıklamaya devam etti.

“Eski İttihat Partisi ile mücadele etmek için Ateşkes’ten hemen sonra örgütlenen Anadolu ve Doğu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Partisi liberal bir partidir. İttihat ve Terakki Komitesi (C.U.P.) [35] öğesinin, yasadışı bir unsur olduğunu ve başlıca merkezlerde iktidara dönmeyi arzu ettiğini üstü kapalı bir biçimde kabul etti. Bunun olmayacağını güvenle belirtti, yine de onun sözcüklerinin altından belli bir endişe sezinleniyordu” [36].

Yusuf Kemal Bey, İttihat ve Terakki Partisi’nden kısaca İttihat Partisi (=Unionis Party) diye bahsetmişti. Merkez ve taşra örgütlenmesini tamamlayan, diğer bir anlamda taban ve tavan ilişkisi demokratik bir biçimde tesis edilen ve kısaca Parti konumuna gelen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’ni, Parti olarak ifade etmiş, savunduğu ekonomik modeli de aynen Mustafa Kemal Paşa’nın belirttiği biçimde liberal olarak tanımlamıştı. Amerikalıların kafasında oluşan Bolşevik tehdidine karşı verilebilecek en iyi yanıt bu idi.

İngilizler “Büyük Savaş” içerisinde karşılarında oldukları, İstanbul’da Hürriyet ve İtilâf Partisi aracılığıyla yargıladıkları İttihat ve Terâkki Partisi’ni Anadolu içerisinde desteklemeyi yeğliyorlardı. İngilizler, Berlin’de bulunan İttihat ve Terâkki Partisi’nin kurucusu ve Osmanlı Devleti’nin seçilmiş ilk Başbakanı olan Talât Paşa ile ilişkilerini devam ettiriyorlardı. Bu durum İngilizlerin geleneksel politikalarına uygun düşen bir durumdu.

Ancak, Talât Paşa İranlı bir Ermeni’nin menfur suikastına hedef olmuş, 15 Mart 1921 tarihinde Berlin‘de Hardenberg Strasse’de şehit olmuştu[37].

İttihat ve Terâkki önderlerine yönelik cinayetler birbirini izlemiş, Bahaattin Şakir, Azmi Bey, eski sadrazam Sait Halim Paşa ve nihayet Cemal Paşa Ermeni kurşunlarına hedef olmuşlardı. Ermeniler üç yıl bekledikten sonra, sonunda Talât Paşa’yı şehit etmişlerdi. Gerçekten bu durum şaşırtıcıydı. Ermeniler, Moskova Antlaşması’nın imzalanmasından bir gün önce bu eylemi gerçekleştirmişlerdi. İngilizler Anadolu’daki harekete karşı elde potansiyel güç olarak beklettikleri Talât Paşa’nın üç yıl sonra Ermeniler tarafından ortadan kaldırılmasına neden rıza göstermişlerdi? Bunda, Türkiye-Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’nın payı büyük olduğu gibi, Amerikan güdümünde bir Batı Ermenistan’ının gündeme getirilmesi için Ermeni Terörü ile İngiliz Emperyalizminin uyuşmuş olabileceği değerlendirilmektedir.

İngiliz – Talât Paşa birlikteliğinden, Ermeni terörü ile at başı gidilmesine ve uyuşulmasına kadar durum daha başlangıçtan itibaren Ankara Hükümeti’nce de takip edilmekteydi. Görüşme sırasında, Yusuf Kemal Bey, Berlin’deki İngiliz çabasının Talât Paşa’yı Ankara’ya yollamaya çalıştığını bildiğini kabul etti, ancak onun ulusal topraklara gelmesine asla izin verilmemiş olduğunu açıkladı.

Talât’ın, Mart ayında Londra Konferansı’nda kabul edilen Ankara delegeleri için San Remo’da Konferans düzenlemiş olduğunu kabul etmedi. Talât’ın suikastının altında Bolşeviklerin yerine, İngilizlerin olduğunu imâ etti. Doğruya yakın bir politik değerlendirme, Türk Dışişleri Bakanı tarafından ortaya konulmuştu. Bundan sonra, İttihat ve Terâkki’nin diğer önderlerinin durumlarının değerlendirilmesine geçildi.

Yusuf Kemal Bey, Enver Paşa’nın Yakın Doğu’da artık geçerli bir etmen olmayan olağanüstü ve maceracı bir kişiliğinin olduğunu kabul etmişti. Malta’dan henüz serbest bırakılan, savaş sırasında İstanbul’da Eğitim Bakanı olan ve aşırı bir İttihat ve Terakkici Şükrü Bey’in Ankara Hükümeti’nde bir görev verilip verilmeyeceği sorulduğunda, Yusuf Kemal Bey, onun için benzer hiçbir yerin bulunmadığını kendinden emin bir biçimde yanıtlayarak konuşmasını bitirdi.

SONUÇ

Amerikalı İstihbaratçılar, Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmeden sonra, liderin ödün verilmez bir biçimde çizdiği genel çerçeve içerisindeki dış politikasını bütünüyle özümlemişlerdi. Bundan sonra, genel ilkeler ile uygulama arasındaki çelişkilerin olup olmadığının araştırılmasına girişmişlerdi. Oldukça deneyimli bir İstihbaratçı olan Teğmen Robert S. Dunn’ın Türk Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ile yaptığı iki görüşmeden çıkarılan sonuç, rapora yorum olarak yazılmasa da birbirinin aynıydı.

Lider ve uygulayıcıları aynı frekanstan konuşuyorlar, aynı sonuçlar üzerinde birleşiyorlardı. Zaten, bu yüzden iki raporu da birlikte 19 Ağustos 1921’de Washington’a göndermişlerdi. Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmenin raporlaştırılmasında bire bir soru-yanıt biçiminde doğrudan yazım tekniği kullanılırken, Dışişleri Bakanı ile yapılan görüşmelerin raporlaştırılmasında dolaylı bir yazım tekniği kullanılmıştı. Dolaylı yazım tekniği, kendiliğinden yorumu da getiren bir üslup tarzı olarak ortaya çıktığından, Amerikalı Teğmen, Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmelerde bunu özellikle kullanmıştır.

Yoruma açık bu teknik, Atlantik’in öte yakasındaki ABD’nin Merkezî Karar organlarında tereddüt meydana getirmiş, bu Amerikan tanınmasını geciktirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru 1917 yılında Osmanlı Devleti ile kesilen diplomatik ilişkiler, Yeni Türk Devleti’nin 24 Temmuz 1923’te imzaladığı Lozan Barış Antlaşması’nın sonrasına kadar devam etmiştir.

Nitekim 6 Ağustos 1923 tarihinde ABD, Türkiye ile Lozan Antlaşması’na benzer bir antlaşma imzalayarak Yeni Türk Devleti’nin sınırlarını ve kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmiştir. Merkezî Yönetim tarafından alınan üst düzey kararların oluşturulmasında önemli girdi olarak kabul edilen istihbarat raporlarının değeri burada ortaya çıkmaktadır.

Prof. Dr. Esat ARSLAN, Bilkent Üniversitesi

RAPORUN ÖZGÜN METNİ


SUBJECT: VIEWS OF NATIONALIST MINISTER OF FOREIGN AFFAIRS

Monograph Rep’t.

From: CONSTANTINOPLE (Nationalist Turkey)

No: 1315 Date: August 9, 1921

Replying to No.: Date:

POLITICAL

(60) Domestic Politicizes

(61) Alien Policies

Lieutenant Robert S. Dunn, U.S.N., in a recent visit to Angora had an interview with Youssouf Kemal Bey, Mustapha Kemal’s Minister for Foreign Affairs, who during the war was Under Minister of Justice at Constantinople. He was not an extremist of the Committee of Union and Progress.

In the course of conversation with Lieutenant Dunn and in order to show that an initiative by the Turks for resumption of diplomatic relations had already been undertaken, Youssouf signified that Dr. Emin Bey had been sent to Admiral Bristol. He said that during Emin Bey’s visit both political and commercial projects had been discussed. Lieutenant Dunn suggested that Admiral Bristol might approve of official political relations in the future and had been considering the advisability of recommending to Washington that an official United States representative should be sent to Angora. Youssouf insisted that any such relations should be reciprocal, viz; that if an American representative were at Angora a Turkish representative should go to Washington. He cited the request for the Angora Government by the United States which Mr. MacDowell reported on.

In pressing for reciprocal political and commercial representatives, Youssouf pointed out that any American trade in Anatolia would need protection from the political point of view. He cited that any commercial troubles or disagreement might result in he dispatching of a destroyer to Samsoun to brign pressure which could easily be avoided if an American political representative were at Angora, and that wherever trade existed it presupposed a “Zone of Influence” politically. Youssouf asked if a memorandum regarding a reciprocal trade and a political agreement could be made out. He said he had already drawn up an agreement which Dr. Emin Bey, had laid before Admiral Bristol, and understood that a meeting of American business-man had taken place at Constantinople at which both trade and politics had been discussed.

When asked whether his people did not value the fourteen million dolars of American money coming into the country every year in payment for tabacco and that it seemed strange that his government was asking for closer commercial relations with Americans and at the same time doing all in its power to destroy them by deporting employees of American concerns, Youssouf immediately consented to see that orders were given that no more of these workers should be deported and that those who had been taken away should be returned, but added that any men against whom the police had already secured evidence would have to be deported. He did not deny that the Samsoun authorities were rather irresponsible, that no coordination existed between them and Angora, and that the police were spy and mania mad and likely to manufacture evidence against inidividuals in order to promote their personal interests. He cited that the Greeks had lately destroyed three or four Turkish villages between Samsoun and Amassia and charged that 300 Turks had been killed by Greeks at Ismid before the latter evacuated the town. Regarding deportations by local authorities, he agreed that the ignorance of such local officials was general and deplorable.

Youssouf Kemal Bey was asked as to what treaties his government and Moscow had concluded and if any further demands as reported had been made on Angora by the Bolsheviks. He assured, emphatically, that the March 16th agrement was the only one yet entered into; that while it had not yet been ratified by the Grand National Assembly, the debate on it there was to begin soon and the treaty would surely be accepted. He denied categorically that the Bolsheviks had demanded large economic concessions as a postscript to this treaty or that they had offered military aid provided they should be allowed to sovietize the six eastern vilayets, or that an agreement had been signed at Kars in May which Dr. Nihad Bey at Trebizond had said that the new Russian Minister to Angora, M. Natcheranov, was negotiating in the Caucasus. He added that any concession of sovereignty in the six vilayets would be impossible as it would be against the National Pact. He said that the Russians and Turks regarded themselves as friendly because they were neighbors. He appreciated that the Russians were the first people who had recognized his government, as he put it, “extended the hand of friendship to us.” His people were grateful for this, especially for the Russians having recognized the abolishment of capitulations.

Youssouf stated that the Greek offensive was imminent and that the present was a critical hour for his country. A Greek attack would be the result of their refusal to accept the new compromise of the Entente just made in Paris and presented to Athens by an Allied officer. Youssouf stated that he did not know the nature of the compromise. Youssouf led the conversation up to the “National Declaration” at the Sivas Conference–the so-called National Pact–for complete Turkish control within Anatolian frontiers where Moslems are the leading peoples. He admitted the Turks defeat in the Great War; also that Turkey must be dismembered and new countries formed from it, Mesopotamia, Arabia, French Syria, Palestine, as Poland, Hungary, Yougo-Slavia, etc., were formed from the old Austrian Empire. But he declared that this was punishment enough for Turkey and that just as Austria and Germany have been left in complete control of the Teutonic parts of their countries so Turkey must retain complete control of the Turkish part of hers. It was not fair to treat Turkey worse than Austria-Hungary by dividing her up into “Zones of European Influence”, imposing forcing gendarmeries on her and parceling out her resources wholesale as concessions. Youssouf stated emphatically that the Turks must get back Smyrna and Eastern Thrace unconditionally, without any compromise.

The conversation progressed to the Greek question in general and the British attitude toward it regarding their evacuation of Constantinople and the other alternative of aiding the Greeks to the limit; General Harrington’s mission to London, the congress of British premiers and the Curzon-Briand conversations at Paris. He said that it made no difference what was decided there; the Turkish position was fixed and unalterable. Youssouf appeared to be a little ever-confident, if not arrogant, and when reminded that he must realize that if the British people over decided really to back the Greeks his government would be destroyed once and for all, it was noticeable that he made no direct specific charges of British aid to the Greeks either the battle of Inanou or at present but he stated that the Greeks had been supplied with officers and material, including tanks. He said that England would continue to support Greece because of secret informal agreements between the two countries. The conversation led to Bekir Sami’s activities at the London Conference.

Youssouf stated that Bekir Sami Bey exceeded his authority. He had plenipotentiary powers to sign reservations to the Sevres Treaty for submission to the Angora Parliament but they extended only to decisions of the London Conference. Bekir Sami was quite right in accepting these reservations although the Great National Assembly could not accept them because they were contrary to the “National Pact”. But he had no right to sign a separate treaty with France regarding Cilicia or the one with the Italians granting them commercial concessions and zones of influence. The Italian zone established separately at London by him has been repudiated here by Parliament. The error that really caused Bekir Sami Bey’s resignation was his signature to the French agreement about Cilicia. Youssouf insisted that Bekir Sami was still a personal friend of his and a power in the Angora Government; also that he was not travelling in Europe officially at present but “for his health”.

Regarding the exchange of British prisoners, Youssouf Kemal stated that Bekir Sami had also exceeded his authority here but it was a minor matter. He was authorized to negotiate for their release en bloc only – the 100 odd Malta prisoners for the 22 odd Britishers (most of whom are really Greeks and Armenians who have served in the British Army) but he allowed the British to slip into the agreement a provision that the Maltarites adjudged guilty of certain crimes by British court should not be subject to exchange. Hence, the slip-up, the refusal of the Turkish Assembly to accept the terms and the consequent British anger.

In regard to the Bouillon Mission to Angora, Youssouf remarked that Bouillon was at Angora in the French treaty matter – not regarding control of the Adana railway. He mentioned the Turkish counter proposals to Bekir Sami’s original agreement which had been submitted to General Gouraud, the ones which provide for French evacuation to within a few miles of Alexandretta, and the refusal to accept a French Gendarmerie. Youssouf would not admit that the French had French had finally refused them. He merely said “we have heard nothing about them since.” He then went on quickly to say that Bouillon had come to Angora with new French proposals, as to their nature frankly he could not say, as they were until under consideration. He seemed optimistic that the main differences with France would soon be settled.

Youssouf Kemal Bey dwelt longest on the affair of Mustapha Saghir, the one subject he and all Turkish officials like to discuss and gloat over, since it hangs something “on” British political methods and confirms all their ideas about British repute for intrigue in the Near East. He said that a blue book with photographs and copies of letters put in evidence at the trial and the whole trial proceedings was being produced in an English text. Two points were put before Youssouf:

1) Are there any proofs beside his confession that Saghir was sent to Angora to negotiate the preliminaries for the assassination of Mustapha Kemal Pasha as his people charged?

2) Whether the Turks were justified or not in shooting him?

In regard to (1), his main proof lay in the confession which he admitted was made solely to save life and was repudiated at his execution. Youssouf declared that the confession included that not only had Mustapha Saghir received in Constantinople instructions to inquire how Mustapha Kemal’s personal servants and cook were engaged, who took care of his tableware (with a view to poisoning him supposedly), but that he had actually made these inquiries in Angora and witnesses had testified to this. Also that he had received from and sent to the Indian Independence Agent in Constantinople letters that showed the same thing and which will be produced in the brochure mentioned. Youssouf would not admit that the execution was a diplomatic error. He seemed very sure that Saghir was a practiced assassin because he had included the Afghan Emir business in his confession.

At a second interview a few days later, Youssouf Kemal Bey, speaking about Russia, said that Russia had had her eyes on Constantinople for the last 500 year and it was conceded to her in a secret war treaty. Youssouf said he knew that Russia wanted it but had no fear that she would get it, and that his people were properly safeguarded against Russian domination by provisions in the March treaty. Youssouf admitted indirectly, after a long discussion, that the reason for friendship between his people and the Bolsheviks was because of their mutual interests in the Caucasus, and that the Turk did not want to have enemies in the north and east as they have in the west.

Youssouf then talked of politics generally and emphasized that the Grand National Assembly was united on a single aim, the National “Pact” and that, therefore no parties could exist. The “Defence of Rights of Anatolia and Eastern Roumelia” party which was organized just after the armistice to combat the old Unionist Part was a Liberal organisation. He tacitly admitted that the C.U.P. element is a lawless one and would like to return to power in the chief centers. He expressed confidence that this would not happen, yet a certain apprehension beneath his words was detected.

Youssouf admitted that he knew of the British effort at Berlin to get Talaat to Angora but declared he never would have been allowed to land on Nationalist soil. He did not know Talaat had arranged at the San Remo Conference for the Angora delegates to be received at London in March. He hinted that the British, instead of the Bolsheviks, were at the bottom of Talaat’s assassination. He agreed that Enver Pasha had become a spectacular and adventurous character who no longer was a real factor in the Near East. When asked whether Shukri Bey, just released from Malta, Minister of Instruction during the war at Constantinople and a bad C.U.P., would be given a job in the Angora Government, Youssouf answered rather scornfully that no such place would be found for him.


[29] Washington National Archives, a.g.d., s. 3.

[30] Yusuf Kemal Tengirşenk, a.g.e., s. 246.

[31] Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Encümeni, Harp Mıntıkları, Şehir ve Kasabaların İşgal, İstirdât ve Bombardıman Tarihleri, Ankara, 1940, s. 84.

[32] Esat Arslan, “1921 Yılı İlk Yarısında Türk, Fransız-İtalyan Yakınlaşması Karşısında İngiliz Politikası ve Mustafa Sagir Olayı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c XI, Mart 1995, Sa 31, Ankara, s. 187-222.

[33] Esat Arslan, a.g.e., s. 194, Ek-3, Ek-4.

[34] Washington National Archives, a.g.d., s. 3-4.

[35] Commitee of Union and Progress sözcüklerinin kısaltması olup “İttihat ve Terakki Komitesi” anlamındadır.

[36] Washington National Archives, a.g.d. s. 4.

[37] Tevfik Çavdar, Tal’ât Paşa Ankara, 1995, s. 491.

Paylaş:

Yorumlar

“64) KURTULUŞ SAVAŞI’NIN TÜRK DIŞ POLİTİKASI-3” yazisina 2 Yorum yapilmis

  1. BÜYÜK TÜRKELI yorum tarihi 26 Haziran, 2008 03:03

    SAYIN SITE YAPIMCILARI……….!!!!
    ALLAHU TAALA SIZLERDEN RAZI OLSUN
    GÜN ISIGINA CIKMAMIS BELGELERI GÜN YÜZÜNE CIKARTMAYA DEVAM EDERSENIZ COK MEMNUN OLURUM
    BÜYÜK-TÜRKELI

  2. FikirYolu.com » Blog Arşivi » yenidenergenekon.com’dan Son Yazılar 27-06-2008 yorum tarihi 27 Haziran, 2008 02:25

    […] 64) KURTULUŞ SAVAŞI’NIN TÜRK DIŞ POLİTİKASI-3 […]

Yorum yap