59) ÇİN CUMHURİYETİ’NİN SİYASETİ
Yayin Tarihi 27 Aralık, 2008
Kategori SİYASİ
Ejderhanın iç dinamikleri:
Çin dünyayı nasıl okuyor?
Çinlilere göre, Çin, dünyanın merkezidir. Bu nedenle, Çincede Çin anlamına gelen Orta Krallık kelimesi kullanılmaktadır. Bu görüşe göre, dünyadaki bütün halklar ve krallıklar, ya da devletler, Göğün Oğlu Çin imparatoruna bağlıdır.
Milenyum ile birlikte Çin, başta Şanghay İşbirliği Örgütü olmak üzere çeşitli basamakları kullanarak bölgesel güçten küresel güce terfi etti. 2002 yılında Komünist Parti’de yönetimin değişmesi ile Çin’in dünyaya bakışı Genel Sekreter Hu Jin Tao’nun milliyetçi yönünün daha ağır basması nedeniyle değişti.
Yüzyıllar boyunca Batı dünyası Çin’in dünyayı algılama mantığını çözmek için olağanüstü çaba harcamıştır. Bu amaçla 1600’lü yıllardan itibaren misyonerler vasıtasıyla Çin hakkında yeterli olmasa da Batı dünyasında bilgiler belirmeye başlamıştır. Geleneksel olarak Çin’in dünya görüşü aslında binlerce yıl önceye gitmektedir. Geçen süre içerisinde bu düşünce hiçbir zaman geçerliliğini yitirmemiştir.
Çinlilere göre, Çin, dünyanın merkezidir. Bu nedenle, Çincede Çin anlamına gelen Orta Krallık kelimesi kullanılmaktadır. Bu görüşe göre, dünyadaki bütün halklar ve krallıklar, ya da devletler, Göğün Oğlu Çin imparatoruna bağlıdır. Çinliler, kendilerinin dünyadaki en üstün medeniyet olduklarına inanır, diğer medeniyetleri ise kendilerine hizmet için var olduklarına kabul ederler. Ancak düşüncede bu kadar katı olmalarına rağmen, pratikte bir kez Çin imparatorunun hükümranlığını kabul ettikten sonra artık o kişi veya krallık Çin medeniyetinin bünyesine katılmış olur. Bu algılamanın aslında zorlayıcı bir yönü yok, yani imparatorun hükümranlığının kabul edilmesi aslında sembolik hatta dinsel bir ayin şeklindedir. Kabul etmeyenlere karşı sınırlı da olsa bazı yaptırımlar gelebilir; ancak bu da o dönemdeki Çin devletinin gücü ile doğru orantılıdır.
Aslında Mao bu görüşe karşı çıkarak bir devrim gerçekleştirmiş ancak sonradan görmüş ki bu görüş gerçekte Çin’in ulusal kimliğini ve gücünü bir şekilde muhafaza etmiş ve Çin onurunu yükseltmiştir. 1950’lerden itibaren Mao, daha önce karşı çıktığı görüşe biraz daha yakınlaşmış. Komünist dönemde Çin Sovyetler Birliği’nin empoze ettiği Marksist-Leninist doktrin içerisine sıkıştırılmaya çalışılmış, fakat uygulanmaya çalışılan kalıp Çin’e uymamış, sonuçta tam tersi olmuş Çin, Markisizimi ve Leninizmi kendi bünyesi içerisine almış. Kuşkusuz bu Çin tarzı sosyalizmin gelişmesinde önemli bir faktör olmuş. Sovyetler Birliğine karşı aslında Çin medeniyetinin üstün gücü galip gelmiş ve Çin kendi yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, Kültür Devrimi aslında devrim karşıtı güçlerle ya da kültür devriminin jargonuyla söylemek gerekirse halk düşmanlarıyla değil Çin’in dünya görüşüne karşı olan dinamiklerle de savaşmıştır.
Esas, Çin’in bugünkü dünya görüşünü etkileyen sürecin başlangıcı Soğuk Savaşın bitimi olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD tarafından ilan edilen Yeni Dünya Düzeni, Çin tarafından benimsenmemiştir. Komünist Blokun çökmesiyle yalnız kalan Çin, ne tam manasıyla komünist bir ülke olmuş, ne de tam manasıyla kapitalist bir ülke olmuş. Sonuçta, Çin, 1990’ların ortalarından itibaren kendisini ve uluslararası sistemdeki yerini yeniden tanımlamaya gitmiştir. 1997’de yaşanan Asya finansal krizinden yara almadan kurtulmuştur. Japonya başta olmak üzere Güney Kore, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerin ekonomilerinin oldukça hasar gördüğü bu kriz en iyi Çin’e yaramıştır. Yabancı yatırımcılar bölgede tek istikrarlı ekonomi olarak gördükleri Çin’e yönelmişler, bu da Çin ekonomisinin büyümesine neden olmuştur.
1990’lardaki kendini yeniden tanımlama sürecinde Çin, ilk defa Doğu Asya’da büyük güç statüsüne talip oldu. 1950’lerden beri bu statü ABD’nin desteğiyle fiili olarak Japonya’nın elindeydi, fakat ekonomik krizin sarstığı Japonya’nın daha fazla bu statüyü devam ettirmesi zor gözüküyordu. Çin, ise yeni dönemde bu statünün takipçisi olacağının mesajını verdi. Bölge ülkeleri de beklenilen tepkileri verdi. Çin, binlerce yıldan beri bölgeye Çin’in hâkim olduğunu hatırlatarak, Büyük Güç Statüsünün Çin’in tarihten gelen bir hakkı ve mirası olduğunu her fırsatta vurgulamaktan da geri kalmadı.
KÜRESEL ETKİSİ OLAN BÖLGESEL GÜÇ
Kuşkusuz 1990’ların sonunda ideolojinin ötesinde Çin, kendi bünyesiyle uyumlu sistem arayışını sürdürdü. Çin, klasik olarak önceden beri savunduğu Çok Kutuplu sistemi tek çıkar yol olarak kabul ediyordu; ancak önündeki en önemli engel Çin’in kutuplardan birisi olacak kadar bir potansiyelinin olup olmadığı sorunuydu. Dolaysıyla bu sorunu aşmak için ilkesel bir takım yol haritaları belirlendi ve bu kapsamda başta ekonomi olmak üzere birçok alanda reformlara gidilmeye başlandı. Ekonomi, yeni güçlü Çin’in en önemli itiş motoruydu. Gelişen ekonomi ise enerjiye bağlıydı. Enerji ise dışarıdan alınıyordu. Doğu Asya’da büyük güç statüsüne ulaşmak isteyen Çin için bu pek kabul edilebilir bir gerçek değildi. En azından çok önemli bir güvenlik açığı oluşturuyordu. Tüm bunlar yaşanırken Sovyetler Birliği ile birlikte tarihe karışması beklenen Çin’in hâlâ ayakta olması ABD’yi pek memnun etmemişti. Clinton yönetiminin biraz daha esnek yaklaşımı Çin’e büyük avantaj sağlamıştı, ama Washington’daki şahinler, Çin’le yolların ayrılmasını istiyorlardı.
Çin ise, Washington’a yönelik saldırgan politikalardan hep uzak kalmayı denedi ama 1995 yılındaki Tayvan Boğazı Krizinde ABD kuvvetleriyle burun buruna gelmekten de kaçamadı. O dönem hatırlanacağı üzere Tayvan nedeniyle neredeyse iki ülke arasında savaş çıkacaktı. Tüm bu olumsuz koşullar altında Çin, sessiz sedasız Avrasya stratejisini devreye soktu. Çin’e göre denizler üzerinden güvenli şekilde enerji ve mal taşımanın ABD nedeniyle riskli hale gelmişti. Oysa Avrasya’nın hâkimi Sovyetler Birliği artık yoktu ve halefi Rusya ise kendi politik ve ekonomik sorunlarıyla uğraşıyordu. Çin, Avrasya’yı bir geçiş koridoru olarak kullanmak için istememişti, Çin, Avrasya’nın enerji kaynaklarını istiyordu. Çin’in bu konudaki hırsı daha sonraki dönemlerde biraz daha ileri gidecek ve Avrasya üzerinden Orta Doğu bölgesine ulaşmayı deneyecektir.
Çin, derhal Orta Asya Devletleriyle ikili ilişkileri geliştirdi, onlara mali ve teknik yardımlarda bulundu. Buna rağmen Çin’in istediği olmuyordu. Zira bölgede güçlü bir Amerikan varlığı hissediliyordu. Bunun nedenini Pekin kısa sürede kavradı. Bölge ülkelerinin kendi aralarında Sovyetler Birliği döneminden kalma birçok sorun bulunuyordu ve bunların başında sınır sorunları geliyordu. İş böyle olunca ABD gibi kimi güçlerin müdahalesi ve içişlerine karışması kaçınılmaz oluyordu. Öte yandan Rusya da boş durmuyordu Bağımsız Devlet Topluluğu ve Yakın Alan Doktrinin gibi kimi politikalarla eski Sovyet coğrafyasını elinde tutmaya çalışıyordu. Washington’un Çin üzerindeki baskısı da artmış durumdaydı. Çin, stratejik bir hamle yaparak ki belki de yakın tarihinin en zor kararını alarak 1960’lardan beri neredeyse düşman olduğu Rusya ile 1996’da stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. Bu anlaşmadan Çin oldukça karlı çıkmıştı. Her şeyden önce yeniden toparlanma evresinde olan Rus ekonomisine Çin sıcak para sağlamış karşılığında ise Rusya’dan askeri teknoloji alarak ordusunu Soğuk Savaş sonrası standarda yükseltmiştir (!) Bu teknoloji transferi Putin dönemine kadar devam etmiştir. Son yıllarda, özellikle Rus ordusundan üst düzey generaller, Çin’in Rusya’nın yardımıyla büyük bir askeri güç haline geldiği konusunda Kremlin’i uyarmaktadırlar. Bu uyarı kendisini TU-22 stratejik bombardıman uçağının Çin’e satışında göstermiştir. Rus tarafı bu uçağı Çin” satmamakta şu an için kararlı görünüyor.
Çin, Rusya’yı kontrol altına almıştı; ama bölgedeki sorunlar devam ediyordu. Bu sorunların üstesinden gelebilmek için bütün bu bölge ülkelerini bir araya getirecek bir mekanizma oluşturdu. Şanghay Beşlisi denilen bu mekanizmanın en temel işlevi sınır sorunlarını çözmek ve sınırlardaki ülkelerin birbirlerine karşı konuşlandırdıkları askeri kuvvetlerde indirime gidilmesi ve kriz halinde danışılması oluşturmaktaydı.
Çin, amaçladığına ulaşmıştı. Bu mekanizmayla sorunlar aşıldı daha önemlisi Rusya kontrol altına alındı. Fakat Çin’in hesap edemediği bir durum ortaya çıkmıştı. Şanghay Beşlisi ile nispeten daha istikrarlı bir ortam sağlanması Rusya’nın yavaş yavaş kendisini toplamasını sağladı. Rusya’daki bu toparlanma Putin gibi güçlü bir liderin ortaya çıkmasına da uygun ortamı oluşturdu. Aslında bu mekanizma Rusya’nın da işine gelmişti. Şanghay Beşlisi ile Rusya, Çin’i gözleme ve izleme fırsatını yakaladı. Çin’in aslında o dönemde korkusu Rusya’nın ABD ile olası bir işbirliğiydi. Daha ilginç olan nokta Rusya’nın da aynı endişeyi Çin’e karşı besliyor olmasıydı. Soğuk Savaş Döneminde ABD, Çin’le Sovyetler Birliği’ne karşı birleşik bir cephe oluşturmuştu. Sonuçta Çin, küresel etkisi olan bir bölgesel güç olduğunu ilan etti.
Yeni milenyumla birlikte Çin, bölgesel güçten küresel güce terfi etti. 2001 yılında Şanghay Beşlisini, Şanghay İşbirliği Örgütüne çevirdi. 2002 yılı Çin için esas atılım yılı oldu. Çin Komünist Partisi’nde (ÇKP) yönetimin değişmesi ile Çin’in dünyaya bakış açısı da büyük ölçüde değişti. Yeni yönetim ve özellikle genel sekreter Hu Jintao’nun milliyetçi yönünün daha ağır basması, giderek önemini kaybeden komünizmin tıpkı geçmişte olduğu gibi Çin milliyetçiliği ile desteklenmesi, Çin’in küresel güce giden yolunda yeni bir basamak oldu. ÇKP’nin daha zemine yayılması ve halkı hangi görüşten olursa olsun kucaklaması, Çin’in tek parti iktidarının olumsuzluklarının giderilmeye çalışıldığını göstermektedir.
Çin’de 2002 yılında göreve gelen Hu Jintao liderliğindeki yeni iktidar, Çin’in dünya politikasına bakış açısını 180 derece değiştirdi. Denge politikasına ağırlık veren Çin, dünya politikasında daha fazla aktif olmaya başladı. 2001 yılına kadar uluslar arası politikaya ve uluslar arası sorunlara karşı pek fazla duyarlı olamayan, biraz da kendini izole etmiş olan Çin, 11 Eylül saldırıları ile birlikte bu tavrını değiştirdi. Çin’in bu yalnızcılık politikasının arkasında yatan en önemli etken Çin’in dış sorunlara karşı ilgisiz kalmasına karşılık dünyadan da aynı duyarsızlığı kendi iç sorunlara karşı göstermesi yönündeki beklentisi olmuştur. Kuşkusuz küreselleşmenin hız kesmeden devam ettiği günümüzde Çin gibi devasa bir ülkenin bir deve kuşu misali başını kumlara gömmesinde hiç bir stratejik fayda bulunmamaktadır. Bunun farkında olan yeni iktidar, tehdit ve sorunlardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmeyi seçmiştir. Bu bağlamda, 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütüne üye olarak ekonomisini dünya ekonomisine entegre eden Çin, 2002’den sonra da aynı hızda küresel ekonominin önemli bir aktörü haline gelmiştir.
Gerçekte, büyüyen ekonomisi Çin’i uluslararası sorunlar hakkında daha duyarlı yapmıştır. Zira uluslararası sistemde meydana gelecek her hangi bir sorun Çin ekonomisini doğrudan etkileyebilecektir. Bu nedenle, Çin, uluslararası krizleri yakından takip etmekte ve hemen hemen her uluslar arası yapılanmada yer almaya çalışmaktadır. Sürecin bir parçası olduğu sürece krizlerin Çin sınırlarının dışında kalabileceğine inanan Pekin bu yönde diplomatik faaliyetlerini artırmıştır. Kalıcı düşmanlıklara son vermek için Japonya ve Güney Kore ile daha sıkı işbirliğine girmiştir. Çin, saldırgan bir dış politika izlemek yerine daha uzlaşmacı bir dış politika izlemiş; hatta kimi zaman bu politikaları yüzünden ÇKP içerisindeki muhafazakâr kanat tarafından Marksist-Leninist Maocu düşüncenin altının oyulduğu suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu tartışmalar, Putin’in Munih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmadan sonra tekrar alevlenmiş ve ÇKP yönetiminin sessiz kalması eleştirilere neden olmuştur.
Çin’in ABD ile ekonomik düzlem üzerinde kurduğu yakın ilişkiler, Çin’in dünya sorunlarına karşı kendi ideolojik penceresinden bakmasını engellediği yönünde güçlü eleştiriler bulunmakta. Ancak burada hemen belirtmek gerekir ki Çin’in en önemli stratejilerinden birisi kriz üreterek ekonomik büyümenin önüne belirsizlikler çıkarmamaktır. Çin’deki liderlik yapısı da oldukça dikkat çekicidir. Çin’deki rejim temel olarak halk üzerine dayanır. Devrim literatüründe Halkın Demokratik Diktatörlüğü olarak adlandırılan devlet tek bir lider sultası altında olmayıp aslında güçlü bir kadro tarafından idare edilmektedir. Sovyetler Birliği’nin aksine buradaki kadro asla bir yönetici seçkinler haline gelmemektedir. Güçlü bir karizmatik lider yerine daha çok güçlü bir ÇKP yönetimi tercih edilmiştir. Ancak bu tablo 2002’de Çin Komünist Partisi Kongresinde genç kuşak partililerin yönetim kadrosuna getirilmeleriyle değişmiştir. Hu Jintao, ÇKP genel sekreteri ve aynı zamanda Çin Devlet Başkanı olarak seçilmiştir. Hu’nun gerçekten önceki liderlere göre özellikle genç kuşak Çinliler arasında oldukça büyük bir karizması bulunuyor. Daha şimdiden üçüncü dünya ülkelerinde bile Hu hayranları oluşmaya başlamıştır.
ÇİN DIŞ POLİTİKASI
Geleneksel Çin Dış Politikası şu ilkelerden oluşur:
* Herkesin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine karşı karşılıklı saygı,
* Karşılıklı olarak birbirlerine saldırmama,
* Birbirlerinin içişlerine karışmama,
* Eşit ve karşılıklı fayda,
* Barış içerisinde birlikte yaşama.
Bu ilkeler ilk defa Çin Başbakanı Cov Enlay tarafından Hindistan ile Tibet üzerine görüşmeler yapılırken ortaya atılmış; ama bu ilkeler 1962 yılında Çin ile Hindistan arasında sınır savaşının patlak vermesine engel olamamıştır. Çin dış politikası bölgesel olmaktan çok küresel bir etkiye yönelik oluşturulmuştur. Bu bağlamda Çin Dışişleri Bakanlığı hemen hemen dünyanın her bölgesi ile ilgili uzmanlardan oluşan bölümlerden oluşmaktadır. Çin, dış temsilciliklerine genelde o ülkenin dilini bilen büyükelçiler atar. Eğer mevcut değilse mutlaka o ülkenin dilini iyi bir şekilde bilen diplomatları Büyükelçinin emrine verir. Genelde Çin Dışişleri Bakanlığı’nın her ülkede mutlaka o ülkenin üniversitelerinde eğitim almış personeli bulunmaktadır.(Çin’in bir önceki Ankara Büyükelçisi Ankara Üniversitesi mezunudur) Çin Dışişleri Bakanlığı son zamanlarda büyük bir değişime tanıklık etmiştir. Merkezi hükümet dışişleri bakanlığını daha etkin kılmak için bir takım düzenlemelere gitmiştir. Bunun ilk sonucu da yeni Çin Dışişleri Bakanında görülmüştür. Çin tarihinde ilk defa meslekten gelen yani Çin Dışişleri Bakanlığı bünyesinde görev yapan birisi Çin Dışişleri Bakanlığına atandı. 27 Nisan 2007’de Yang Jiechi, Çin’in yeni dışişleri bakanı oldu.
İlginç bir özgeçmişi var. 1975 yılında London School of Economics’ten mezun olmuş ve o dönemden 2007 yılına kadar Çin Dışişleri Bakanlığında çeşitli kademelerde çalışmış ve Batı’yı oldukça iyi biliyor. Görüldüğü gibi Çin’in dünyaya bakışında ideolojinin ötesinde pragmatik faydalar ve ulusal çıkarlar rol oynamakta ve bu yönde Çin’de kendisini revize etmektedir. Yeni atanan dışişleri bakanının ÇKP geçmişi pek fazla yok, yani o bir siyasetçi değil, aksine bir teknokrat.
Sonuç olarak, Çin, kendine has bir üslupla dünyayı okumaktadır. Bu okumadan çıkan sonuçlar ise belki de Yeni Dünya Düzenine alternatifi bir düzen olarak karşımıza çıkacak. Bu yeni düzen bir dayatma değil, aksine elbirliği ile gelişmeye açık bir ortak düzen olacaktır.
Barış ADIBELLİ
A.Ü.S.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü
Yorumlar
“59) ÇİN CUMHURİYETİ’NİN SİYASETİ” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
*MİSTİSİZM..COK ETKEN..CİNİN VEDE YAHUDİLERİN DÜNYAYA BAKISLARINDA.
*TABİİ;BUDA BAGLI OLDUKLARI DEGERLERDEN ASLA KOPMAMALARINI SAGLIYOR********
BENCE FEVKALADE.KENDİ ACILARINDAN TABİİ…BİRDE RUSYA GİBİ SESSİZ VE DERİNDEN..EREGİ OLAN BİR ÜLKE.
***AHHHH!BİZDEDE SU AYDIN DENEN..VEDE BİZ ??MİLLİYETCİSİYİZ DİYENLER, VEDE BİLHASSA!BÜYÜK OY POTANSİYELİNE SAHİP DİN KONUSUNDA FEVKALADE DİPLOMATLIK YAPANLAR!!!!!!
—BİRDE TÜRKİYE İCİN DOGRU OLANI YAPSALARMIS;;((
BİZ BÖYLE ACİZ..ZAVALLI OLURMUYDUK;(
*AMA SORUN!HERKES İTİRAZ EDER!biz kusursusuz..digerleri düsmanlık!? YAPIYOR DERLER=
*YAW NİCİN ELELE VERİLMEZ?bilen yoktur..
*PEKİ BİR SİSTEM KURUN!!!***TÜRKİYENİN CIKARINA!yapmazlar..PEKİ N E D E N???
**NİCİN TÜRKİYEDEKİ ADAMLAR SADECE KENDİ CEPERİNİ DÜSÜNÜRLER? NİCİN TÜRKİYE KALKINSIN..DEMEZLER?
–EN SON OLARAK DEVLET?KİMDİR?NİCİN BUGÜNLERE KADAR BİR SİSTEM KURMAZ..hiic anlayamadık gitti…
”yıllardır cinlilere bela okuyor İHRACATCILAR!
ülkeye döviz getiriyorlar?ya!..kızıyorlar!
*peki cin bunu yapmıyormu?yapıyor.PEKİ NEDİR BİZDEKİ SORUN?
*bir sürü..erkek kalabalıgı..HERYERDE!!NE YAPAR BU ERKEKLER?ÜLKE YARARINA!NE YAPMISLAR?
—ama aileleri MÜKEMMEL YASIYORLAR;(PEKİ NİCİN TÜRKİYE YASATILMIYOR?TÜRKLÜKLE NE ALIP VEREMEDİGİNİZ VAR?DİNİMİZLE UGRASANLAR..CIKARLARINA..VEYA TERS GELİYOR DİYE;(
O YÜZDENMİ DİNLERARARASI YANLIS İMZALAR ATMISLAR?
*BİLGİSİZLİKTEN..YABANCI HAYRANLIGINDAN;(
**BİRZDA…T Ü R K İ Y E Y E HAYRAN OLUN BEYLER!
(BIRAKIN ARTIK,KADINLARI,KIZLARI,ÜLKEYİ MEMNUN EDİNİZ)