586) ŞİKAYET HAKKIMIZ VAR MI?
Yayin Tarihi 6 Aralık, 2011
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
ŞİKÂYET HAKKIMIZ VAR MI?
David Dunning ve Justin Kruger isimli iki ABD’li Psikolog, kendi adlarıyla anılan teorileri ile 2000 Nobel Psikoloji ödülünü kazanmışlardı.
Bu iki bilim insanı, fizyolojik ve zihinsel alanda yaptıkları çalışmalar sonucunda, “yetenek, bilgelik, cesaret, özgüven, cehalet” konusunda çalışmalar yapmış, bunlar arasındaki ilişki/etkileşim hususunda, ilginç sonuçlar ortaya koymuşlardır.
“Yeteneksizler, durumlarının farkında olmaz, kendilerini yetenekli zanneder ve bunu abartırlar. Niteliksiz kişiler aşırı ihtiraslıdırlar. Gerçek yeteneklilerin yeteneklerini, göremez ve anlayamazlar.
Bu kişiler eğitildiklerinde, durumlarının farkına varırlar ve cehaletin verdiği cesaret ile saldırganlaşırlar.” Diyen Nobel ödüllü bu ikili;
“Cehaletin, bireye cesaret/atılganlık kazandırdığını, kendine olan güveni (özgüven) artırdığını, buna karşılık gerçekten yetenekli/bilgili kişilerin, alçakgönüllü, ihtirassız ve özgüvenleri düşük kişiler” olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Anladığım kadarıyla bu teori, “cehaletin cesaretlendirerek sınırsız atılganlık yarattığını ve bunun da eğitimle kariyer için bir avantaja dönüştüğünü/dönüştürülebildiğini”söylemektedirler.
Dunning-Kruger Sendromu acaba ne kadar doğrudur?
Sizi bilmem ama ben gerçek hayatta karşılaştıklarıma/yaşadıklarıma bakarak, bu tespitlerin çok doğru olduğunu görebiliyor/söyleyebiliyorum.
Çevremizde o kadar çok cesur cahil var ve bunlar o kadar önemli yerlerde görev yapmaktalar ki, insan bazen kendi aklından şüpheye bile düşebilmektedir.
Bu okumuş cesur cahiller, maddi güç ve medya desteğiyle insanları yanılmakta, ne yaparlarsa yapsınlar, doğru yaptıkları kabul edilen halk kahramanları haline gelebilmektedirler.
Burada “okumuş cesur cahil”den kastettiğim, pek çoğu akademik kariyer sahibi olan, bilmez, bilmediğini de kabul etmez kara cahillerdir.
Bunlar, cehalet tarafından alkışlanıp, kariyer basamaklarında sıçrayarak yükseldikçe/yükseltildikçe, bütün yetersizliklerine/yeteneksizliklerine rağmen her şeye hak sahibi olduklarına inanmaya başlarlar.
Okumuş ve okumamış cahillerin buluşması ve ittifakı sonucunda, bu kişiler kariyer basamaklarında yükseldikçe, cehaletin kazandırdığı özgüven/cesaret ve haddini bilmez atılganlıklarını bir avantaja dönüştürerek, kısa sürede “cehaletin egemen olduğu toplumun ilahı” haline gelirler. Yetkide sınır tanımaz, haddini bilmez, alanlarında saldırgan ve atılgan birer diktatör olurlar.
Toplum mühendisleri tarafından emperyalist amaçlar doğrultusunda şekillendirilmiş, önemli makamları niteliksiz, okumuş cahillerin işgali altında olan toplumlarda, elbette gerçekten yetenekli/bilgili insanlar da vardır.
Ancak bu yeterli/yetenekli/ihtirassız/alçakgönüllü bilge insanlar, pek ön plana çıkmazlar. Atılgan olmadıklarından, toplum tarafından değerlendirilmeyi/takdir edilmeyi bekler, hakları olan şeyleri talep etmez, aslında hakları olan kariyere ulaşamazlar.
Beklentileri gerçekleşmeyince de bir köşeye çekilerek içlerine kapanır/kırılır/küser, adeta yaşarken mezara girer, meydanı niteliksizlere bırakarak bir köşede inzivaya çekilirler.
Bu sebeple eğitilmiş cahiller, bütün yetersizliklerine rağmen, cehalet korosunun desteğiyle hızla yükselir, ünlü/önemsenen ve özenilen bir konuma gelir/gelebilir/getirilirler.
Gerçekten yetenek ve bilgi sahibi nitelikli, ihtirassız/alçakgönüllüler, sıranın bir türlü kendilerine gelmemesinden şikâyetçi olur, hakları olanı isterler ama bir türlü alamazlar, önemsenmezler, yüksek bir toplumsal makama gelemez/getirilmezler. Çünkü o koltuklar doludur ve de hiç boşalmayacak gibidir.
Ne yazık ki yetenekli/alçak gönüllülerin mezarlıkları,
yeteneksiz/bilgisiz/ihtiraslı/atılgan/eğitilmiş cesur cahillerin mezarlıklarından binlerce kat daha kalabalıktır.
Âlimler ile kahramanların mezarlıklarında yer bulmak oldukça güçtür.
Bazen “acaba yetenekli/bilgili/ihtirassız olanlar da eğitilmiş cesur cahiller gibi cesur/bilge ve atılgan olamaz mı/onlara benzeyemez mi? “ diye düşünmüyor değilim. Ancak aklıma Napolyon’un” Dünyada taklit edilemeyen tek şey, cesarettir” sözü geliyor ve bu umudum da milletimin geleceğiyle ilgili diğer tatlı hayallerim gibi, dağarcığımın bir köşesine gidiyor ve beni gerçeklerle baş başa bırakıyor.
Binlerce âlimin yok sayıldığı/aşağılanıp, alay edildiği toplumlar, cahilin/zalimin egemen olduğu bir dünya…İşte gerçek dünya maalesef bu….
Peygamber Efendimiz(sav)“bilgisizler arasında oyuncak olan âlime acırım” derken, zannederim ki bu duruma işaret etmiştir.
Voltaire “Büyük cinayetler, büyük cahiller tarafından işlenir” demiştir.
Mevlana “Cahillerin yanında kitap gibi sessiz ol!” sözünü belki de bu yüzden söylemiştir. Kim bilir, belki de 13. yüzyıldan seslenerek bizleri uyarmış ve bir cahile kurban olmamızı önlemek istemiştir.
Oysa biz hiçbir şeyden ders almıyor, hiç kimseyi dinlemiyoruz. Her gün cehaletin işlediği onlarca/yüzlerce/binlerce bilge cinayetini öylece seyrediyoruz. Büyük bir aymazlıkla katillere alkış tutuyor, başımıza taç yapıyoruz.
Yanılıyor muyum, haksız mıyım acaba?
Vicdanımızla baş başa ve önyargısız olarak, etrafımıza bir bakalım. Her alanda ön planda görünenlerin, bizi yönetenlerin, önemsenen/özenilen/kahramanlaştırılanların ve ekranları işgal edenlerin, acaba yüzde kaçı bulundukları konumu gerçekten hak etmiştir?
Ezberletilenlerin tekrarlatıldığı ve bunun ekranlarda yetenek diye sunulduğu, tarih bilmeyenlerin tarih profesörü yapıldığı, çırak bile olamayacakların usta, kitap yüklü merkeplerin hoca, Allah’a şirk koşanların mehdi diye takdim edildiği/değer verildiği, el üstünde tutulduğu bir dünyada yaşamıyor muyuz?
Lütfen söyleyin, bugün özenerek bakılanların, yüzde kaçı sizden daha yetenekli, bilgili ve bulundukları konumu sizden daha fazla hak etmektedir?
Bana göre bu oran çok düşüktür ve her geçen gün biraz daha düşmekte, bunu değiştirmek için de herhangi bir çaba gösterilmemektedir.
Eğer yanılıyorsam, bunun aksi bir durum söz konusuysa, buyurun söyleyin/gösterin. Biz de öğrenelim ve gelecek için kaybolmaya yüz tutan umutlarımızı tazeleyelim.
Biliyoruz ki milletler hak ettikleriyle, hak ettikleri şekilde yönetilirler. Ekrandaki yeteneksizi da, siyasetteki çapsız politikacıyı da, sahtekâr kahramanları da, satılık dolmakalemleri de biz yaratmakta/biz yaşatmaktayız.
Cehalet, maliyeti sıfır olan, zahmetsizce sahip olunabilen bir özelliktir. Ucuz olan her şeyin önünde kuyruk olmak alışkanlığından mutlaka kurtulmalıyız.
Suçu başkasına atmak kolaycılığından kurtulamadığımız sürece, başımıza gelenlerden ve geleceklerden şikâyet etme hakkımız da olmayacaktır.
Monarşilerde egemenlik ilahi kaynaklıdır. Bu sebeple yaşadıklarımıza kaderimiz diye rıza gösteriyor, halimize şükrediyorduk.
Oysa 1919’da bu kaderciliğe son vererek “ Milletin geleceğini, yine milletin karar ve iradesi belirler! Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir!” demiş ve emperyalist dünyaya rağmen, birbirimize kenetlenerek bağımsız devletimizi kurmayı başarmıştık.
Bütün hain tertip ve suikastlara rağmen Türk Milleti, kurduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyetini/Demokrasini geliştirerek, bugünlere taşımayı başarabilmiştir.
Ne var ki emperyalistler ve yerli işbirlikçileri, hain emellerinden hiç vazgeçmemiş, Lozan’ın rövanşı için tekrar harekete geçmişlerdir.
Küresel Gücün tertibi, milletimize hazırladığı alçak suikast planı ve çok perdeli tiyatrolarının son perdesi, ne yazık ki köşe başlarına yerleştirdikleri cesur cahiller eliyle bugün sahne almış bulunmaktadır.
Bu tiyatronun aktörleri, “Egemenlik millete ait ise, milletin seçtiklerinin kararlarına uymak zorundasınız!” diye, ihanetlerine meşruiyet sağlamaya çalışmaktadırlar.
Bir milletvekili “Aslında Kurtuluş Savaşı yapılmadı. Kurtuluş Savaşı şehitleri yoktur. Anadolu’daki şehitlikler sahtedir” diyor. Şimdi bu milletvekili mi, milli iradeyi temsil ediyor?
Televizyon ekranlarında devlete isyan eden asileri kahramanlaştıran, Cumhuriyet ve onu kurup yaşatanlardan hesap soran, “Biz katliamlar yaptık, tarihimizle yüzleşiyor, özür diliyoruz“ diyerek, Hamiyetperver Milletimize iftira edenler mi, milli iradeyi temsil ediyor? Söyleyin Allah aşkına milli egemenlik bu mudur?
Hadi oradan! Bu irade olsa, olsa ruhunu şeytana satmış küresel vatandaşlara ait olabilir. Ne bana/ ne de “Ne mutlu Türk’üm” diyenlere değil!
Büyük Milletim ve varlığını milletine, şartsız olarak adamış Türk Milliyetçileri/Türk Ülkücüleri!
Allah rızası için, bir an önce birleşin artık!
Kısır çekişmelerin, sen/ben kavgalarının, cesur cahillerin başarılı olmalarından başka bir işe yaramadığını görmüyor musunuz?
Küresel gücün/küresel vicdanın, milli güç ve milli vicdanın yerini almakta olduğunu, “vatanı bir kadın memesine değişirim” diyenlerin çoğalarak, topluma egemen olduğunu görmüyor musunuz?
İhtirasın kör ettiği gözlerinizi açın da vatanın elden girmekte olduğu gerçeğini görün artık!
Bu gerçeği görmen/görmemiz/anlamamız için, mutlaka kölelik zilletini yaşamamız mı gerekiyor?
Amaçları birbiriyle çelişenler, birbiriyle kan davalılar birleşiyor da, “aynı ideale baş koyduk” diyen biz/siz, neyi bölüşemez/neden birleşemeyiz/birleşemezsiniz?
Mevlana’ya kulak verin “Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır. “ diyor. Bazı şeyleri görmezden gelseniz, ikbal hesaplarını bir süre erteleseniz olmaz mı?
Politika yapanlar, birbirinin paçasına asılmak yerine, partimizin kapılarını vatan hainleri hariç herkese açsanız, kucaklaşıp, iktidara yürüyüşü başlatsak olmaz mı?
Herkese bir kusur/eksik yakıştırarak ortalıkta adam bırakmadığımızın/bırakmadığınızın ne zaman farkına varacağız/varacaksınız?
Artık bu adam eksiltme alışkanlığımızdan vazgeçmemiz gerektiğini, aksi halde gemiyi elbirliği ile batırmakta olduğumuzu ne zaman anlayacağız?
Unutmayınız ki bugün, birlikte başkalarının kuyusunu kazdıklarınız/kazdıklarımız, yarın benim/senin/onun da kuyusunu kazacaktır.
Büyük Milletim, senden bekleneni yap, “Dunning-Kruger Sendromu Türk için geçersizdir” diye dünyaya haykır.
“Tehlike karşısında akıl ve zekânın kullanılmasına cesaret denir.” Diyen Eflatun’u haklı çıkar.
Güzel günler için kalın sağlıkla.03.12.2011
Gültekin Öztürk
Yorumlar
Yorum yap