549) TERÖRE “KÜRT SORUNU” KILIFI NASIL GİYDİRİLİYOR?
Yayin Tarihi 18 Mayıs, 2011
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
Teröre “Kürt Sorunu” Kılıfı Nasıl Giydiriliyor?
Hikaye bu ya; elli santimlik bir tahtanın birkaç haftada yutulabileceğini iddia eden biri, bu iddiasına karşı çıkan arkadaşına dediğini yapabileceği söyleyerek bahse girmiş. İddianın sahibi sözünü ettiği tahtayı alıp, talaş haline getirmiş ve hergün arkadaşının çayına, kahvesine, çorbasına bir miktar koyarak, fark ettirmeden içirmiş. Sürenin dolması üzerine inanmayarak karşı çıkan, arkadaşına alaycı bir ifadeyle iddiasında yanıldığını söylemiş. Diğeri ise imkânsız gibi görüneni başarıp tahtayı nasıl yutturduğunu anlatınca, arkadaşı hayretler içerisinde kalıp söyleyecek bir tek kelime bulamamış.
Hikâyeden gerçeğe geçip dünya coğrafyasında şöyle bir göz attığımızda, 20. Yüzyılın son çeyreğinde yutturulan tahta örneğindeki gibi hissettirilmeden, alıştıra alıştıra teröre halk mücadelesi kılıfının giydirildiği birçok faaliyetin bulunduğunu görmekteyiz. Küresel güçlerin yönetimi altındaki yeni dünyanın güçlü devletleriyle çıkar bölgelerindeki terörist örgütler arasında ilişki ve iltisak bulunmaktadır. Terörden sözde halk mücadelesine geçişte yaşanan değişim ilk başta şiddetle karşı çıkan toplumların bizzat kendilerine yaptırılmaktadır. Toplum mühendisliği olan bu sürecin rollerini dağıtan ana unsurlar ise egemenlerin istihbarat örgütleriyle diplomasi merkezleridir.
Küresel güçlerin planlamalarında yararlandıkları bilim dallarından sosyoloji böyle bir çalışmaya konu olan hedef toplumu “social capital” olarak tanımlamaktadır. Dilimize “sosyal sermaye” olarak çevirebileceğimiz bu tanımlamanın anlamı basit bir ifadeyle; toplumun sahip olduğu harekete geçme enerjisi, genel iyilik beklentisi karşısında toplumdaki harekete geçmeye istekli oluştur. Bunun temeli ise bireyden başlayarak hedef toplumun tüm katmanlarının anlayışını, olayları kavrayışını, algılayışını istenilen yönde değiştirmektir. Elbette tüm bu değişimler belirli bir örgütlülük altında yürütülmektedir. Örgütlülük ise; basın-yayın kuruluşlarını, kendilerini aydın olarak niteleyen kimseleri, üniversiteleri, meslek odalarını, dernek ve vakıfları, kiliseleri, yerel yönetimleri ve işbirlikçi siyasi partileri ve unutmuş olabileceğimiz diğer unsurları kapsar.
Planlama ile uygulama şu şekilde yürütülmektedir:
Yurt içinde elde edilen yandaş kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde bireylerin yaşadıkları ülkeye olan güven ve inançlarının sarsılmasının sağlanması ilk aşamalardan birisidir. Bu çerçevede benzeri batının gelişmiş ülkelerinde bile bulunan ülkemizdeki yanlış uygulamalar halkın gözünde olabildiğince büyük gösterilmektedir. Yolsuzluğu, rüşveti, kollamacılığı hoşgörüyle kabullenmek elbette mümkün değildir. Ancak yolsuzluk ve yozlaşmışlık yoluyla Kürt halkının haklarının gasp edildiği iddiaları bölücülerin elinde dayanak olarak kullanılmaktadır. Toplumun tüm katmanlarında Türkiye’nin kurumlarına, hukukuna ve kamu düzenine güvensizlik duyulmasına gayret gösterilmektedir. Egemenler çok iyi bilmektedirler ki birbirinden kopan ve birbirini işitmeyen, anlamayan topluma yönelebilecek her hangi bir tehdit fark edilemez. İçeride kopan gürültü nedeniyle toplumun kurum ve birey olarak tehdit algılama yeteneği işlevsiz kalır. Aynı zamanda her türlü etnik-dini ve mezhep ayırımının üzerinde yer alan ve ilişkilerimizi düzenleyen temel değerlerimiz batı tarzı yaşam düzeniyle değiştirilmeye, özgürlük ve demokrasinin yalnızca batıda olduğuna inandırılmaya çalışılmaktadır.
Küresel güçlerin ülkelerindeki uluslararası nitelikteki, komisyon veya komite şeklinde örgütlenmiş olan alt kuruluşları kendilerine ülkemizden muhatap karşılıklar bulmaktadırlar. Dernek veya vakıf ya da benzeri bir kuruluş olacak bu muhataba finans ve teknik destek sağlanmaktadır. İşbirliği halinde: Kürt halkında toplumsal çapta bir travma yaratmak üzere Şeyh Said veya Dersim isyanı gibi geçmişin acılı olaylarından gündem yaratılmaktadır. Kürt toplumunun geleneksel sorunlarının nedeni olarak Türklerin sözde ayırımcı uygulamaları gösterilmektedir. İddialarla alt-üst kimlik tartışması yaratılmakta, toplumsal barış toplumsal husumete dönüştürülmeye çabalanmaktadır. Batının sömürgeci politikaları doğrultusunda hazırlanmış verileri esas alınarak zorlamayla Kürt dili, edebiyatı ve tarihi ortaya atılmaktadır. Konferans, festival gibi etkinliklere davet ettikleri toplumun tanıdığı kanaat önderlerine, fikir ve bilim adamlarına bu temelde konuşma yaptırılmaktadır. Ülkemizin fikir ve düşünce adamlarıyla sanatkarları arasında ikilik yaratılmaktadır. Türkiye’nin gelişmesinin önündeki en büyük engelin ulus-devlet olduğu öne sürülmektedir. Ulus-devlet, barış- demokrasi gibi kulağa hoş gelen, söyleyene dokunulmazlık zırhı giydiren eleştirilerle yıpratılmakta, devlet, içi çürümüş bir yapı olarak gösterilmektedir. Ülkemizin tarihinde önemli yeri bulunan kahramanlarımız, Kurtuluş Şavaşı’mızı ve bağımsızlığımızı simgeleyen marşlarımız, bayrağımız sanki ülkemizin tümünü kapsamıyormuş da sadece Türk milliyetçiliğinin dışa vurumuymuş gibi kabul edilmektedir. Ortak tarih yok edilmeye çalışılmaktadır.
PKK terörünün “Kürt sorunu”nuna dönüştürülmesi projesinde yer alan çeşitli kimliklerdeki Kürtçülere dünyaca tanınmış kurumlar tarafından ödüller verilmektedir. İçimizden pek çoğumuzun gidip, görme özlemini duyduğu batının gelişmiş ülkelerine davet edilmektedirler. Buralarda katıldıkları çeşitli etkinlikler yurt içinde ve dışında basın-yayın yoluyla duyurulmaktadır. Kürt ve Türk toplumu bu kimselerin çevresinde oluşturulan sanal güç ve güvene inandırılmaktadır.
Uluslararası ilişkilerin doğası gereği, ekonomi ve diplomasi açısından dış desteğe bağımlı bir ülkenin iç sorunlarının çözümünde bağımlı olduğu ülkelerden bağımsız olarak davranması söz konusu olamaz. Bölgesel anlaşmazlıkların çözümünde ve ulusal güvenliğe yönelen bir tehdide karşı yapılacak diplomatik ya da silahlı mücadele girişimleri bağımlı olunan ülkelerin müdahalesine yol açar. Küresel güçlerin ülkelerinden binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelere askeri operasyon yapma haklarının bulunduğu yerde, hedef ülke iç güvenliğinde bile zorunlu her hangi bir adımı atamaz.
Böyle bir işleyiş içerisinde ülkemizin kırsaldan şehire inen teröre müdahalesinde demokratik hak bahaneleriyle eli-kolu bağlanmaya çalışılmaktadır. Demokratik hak iddiası bölücülüğün peşinde olan PKK’nın güdümündeki kuruluşların işine yaramaktadır. Toplumu şiddete sürüklemenin ayarını kendince belirlemek, Kürt halkının temsile soyunarak uzlaşılması imkânsız isteklerde bulunmak ve doğal olarak ret edildikçe şiddeti biraz daha tırmandırmak günlük uygulamalar halini almaktadır.
Türkiye’nin coğrafyasından, bireylerinin devletine olan bağlılıklarından, ekonomik ve bilimsel gelişmişlik düzeyinden, toplumsal dokunun sıkılığından ve askeri yapılanmasından oluşan milli gücü içeride silahlı-siyasi ve sivil PKK’lılar, dışarıda ise dünyanın karar vericileri tarafından saldırı hedefi haline getirilmektedir. Varmak istedikleri nihai hedefleri, bize yönelen her türlü saldırı ve müdahale karşısında tepkisiz kalmamız hatta işbirliğine hazır olmamızın sağlanmasıdır. Toplumun hiçbir yerden işaret beklemeden bir anda kendiliğinden göstereceği toplumsal direncin, karşı koyuşun yok edilmesidir.
Türkiye’nin ekonomisindeki kayıt dışı faaliyet PKK’yı ve organize suç şebekelerini cesaretlendirmektedir. Bu yasadışı yapılanmalar kayıt dışından beslenmektedirler. Terörle mücadelenin vazgeçilmezi olan ve dahası ilk başta sıralanan unsuru para hareketini kontrol etmektir. Çünkü hem terör hem de organize faaliyetlerde para her şey demektir. Söz gelimi terör ve şiddetin teslim almaya çalıştığı kentlerimizde örgütün gerçekleştirdiği gösteri eylemlerinin oldukça ağır bir faturası vardır. Böyle bir eylemin harcama kalemleri, kalabalıkların ulaşımının sağlamasından ellerine tutuşturulan ofset baskılı afiş ve pankartlara varan bir çeşitlilik içerisindedir. Kandil gibi karargâh faaliyetinde ise bu harcama neredeyse küçük bir devletin bütçesi kadardır. PKK karargâhı koca bir gövdedir; silah-mühimmattan başlayıp, haberleşmeye, basın-yayından yabancı işbirlikçilere ödenen paralara giden sayısız kalemlerden oluşur. Bu harcamaların önemli bir bölümünün yurt içinden karşılandığı düşünülünce kayıt dışının teröre sağladığı serbesti kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Her fırsatta Türkiye’nin demokratikleşmesine yardım ettiklerini öne süren bölücü örgüt yandaşı çevrelerin kayıt dışı ekonomiden bir kelimeyle bile söz etmemelerinin üzerinde iyi düşünülmelidir. Oysa terörün ülkemizin güvenliğini, birlik ve beraberliğini tehdit ettiği yerde kayıt dışı ekonomi de insanlarımızın arasındaki uyumu, işbirliğini hatta ahlâkını tehdit etmektedir. Bu bakımdan ikisi de son derece ciddi tehlikelerdir.
Batılı ülkelerin diplomatları ülkemizde misafir olarak bulundukları halde hiç sakınmadan PKK’nın hareketli olduğu şehirlere gidip, sivil ve siyasi örgütçülerle gizli görüşmeler yapmaktadırlar. Basına kapalı, terör mağduru ülkemizi bilgilendirmekten uzak bu görüşmelerin içeriği gizli tutulsa bile her görüşmeden sonra bölücülerin daha kışkırtıcı eylem ve söylemlerde bulunmaları bu görüşmelerin hangi amaçla yapıldığını anlamaya yeterlidir. Diplomatları, ülkelerinden kalkıp buralara kadar gelen sözde sivil toplum örgütlerinin temsilcileri PKK’nın isyan denemeleri yaptığı Nevruz’larda boy göstermektedirler.
Batı güçlü oluşundan yararlanarak kendisinden daha güçsüz ülkelerdeki istihbarat faaliyetlerine kendi icadı olan “halk diplomasisi-public diplomacy” adını vererek meşruiyet kazandırmaktadır. Yabancı diplomatlar,bu çerçevede ülkemizin terör bölgesinde bulunan çeşitli derneklerle, meslek odalarıyla vb. görüşerek terör yandaşı çevreleri bizzat muhatap almaktadırlar. Bu çevrelerin yönlendirici bilgilerini oluşturacakları politikalarına kaynak olarak alırlarken Türkiye’nin haklı ve meşru tezlerini duymamazlıktan gelmektedirler. Çoğu BM tarafından kabul edilmiş olan ve batının karar vericilerinin çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteren HDÖ’leri (hükümet dışı örgüt veya STÖ) ülkemizdeki karşılıklarıyla iç güvenliğimizi tehdit edecek boyutlarda işbirliği yapmaktadırlar.
Anadilde eğitim, televizyon gibi isteklerde önce batı seslendirmekte ardından PKK’nın bağlıları tarafından kendilerinin isteğiymiş gibi önümüze koymaktadırlar. Bu tutum öylesine olağan hale getirilmiş durumdadır ki artık ilerleme raporları daha açıklandığı anda önümüze nelerin getirileceğini kestirebilmekteyiz. Resmi ya da resmi olmayan raporlarda ÖCALAN’a bir türlü terörist diyemeyen batının bu tavrı dürüst bazı batılı gazetecileri bile çileden çıkarmaktadır. Şili’de üç bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan Pinochet’nin birçok batı ülkesinde yargılanıp, ömür boyu hapse mahkûm edilmesine karşılık kaçışı sırasında, aynı batının otuz binden fazla insanın katili ÖCALAN’ın serbest bırakılması isteklerinin ikiyüzlülük olduğunu haykırmaktaydılar.
Ülkemizde terör ve hatta her hangi bir adi suçtan cezaya mahkûm olan bir şahsın kaçarak gittiği batı ülkelerinde siyasi sığınmacı statüsü verilmektedir. Bu türlü şahısları niteliklerine göre etnik veya kültürel araştırma kurumlarına, üniversitelere yerleştirmekte ve bölücü faaliyetlerin buradan sürdürülmesini teşvik etmektedir. Niteliksiz olanların ise PKK’ya ait derneklerde faaliyet göstermelerine göz yummaktadır.
Bir terör örgütü için eylemler yoluyla gerçekleştirilen silahlı propaganda kadar kitle iletişim araçlarıyla yapılan sözlü-yazılı ve görüntülü propaganda da son derece önemlidir. PKK bu bilinçle örgütsel propagandasını yaptığı tüm araçları batı ülkelerinde kurmuştur. Roj Tv, Yeniden Özgür Politika gazetesi ve internet haberleşme araçlarının tümü batı ülkelerinin izniyle faaliyet yürütmektedirler. Kendi toplumlarını tehdit eden radikal her türlü akıma, daha fikir aşamasındayken bile tahammül göstermeyen batı, kanı, çatışmayı, etnik ayrışmayı kışkırtan PKK’ya hoşgörü göstermektedir. Türkiye’nin terör ve şiddet ile etnik ayırımcılığı kışkırtan yayınları nedeniyle bu türlü kuruluşlara engel olunması istekleri kendilerinin bile inanmadıkları demokratik hakların kullanılması uydurmasıyla geri çevrilmektedir. Oysa batı istediği anda terörün övülmesine engel olabileceği yasal dayanaklara sahiptir. Avrupa genelinde yayınların genişletilmesi ve buna bağlı faaliyetlerle ilgili kurallar, 3 Ekim 1989 tarihinde “Television without Frontiers (TVWF) Directive- Sınıraşan Televizyon Yönergesi”nde belirtilmiştir. Yönergenin kin ve nefret konusuna ait olan 22. Maddesinde; “Üye ülkeler ırk, seks, din ve milliyeti kışkırtan içerikte yayın yapılmamasını sağlayacaktır.” ibaresiyle harekete geçme sorumluluğu altına alınmışlardır. Bununla da yetinilmemiş ve Sınıraşan Televizyon konusunda, AK Avrupa Konvansiyonu’nun – Council of Europe’s European Convention on Transfrontier Television- ECTT- 7. maddesinde de “sunum ve içerik bakımından tüm programlar, olası ırkçı nefreti veya şiddeti özendirmeyecektir” şeklinde ifade edilen benzer bir kural bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi 12 Eylül’den önce sadece birkaç maceraperestin önceleri Marksist-Leninist bir temelde başlattığı PKK Kürtçülüğü bugün etnik temele çekilerek, sanki Kürt halkının haklı mücadelesine dönüştürülmüştür. Kürt halkının sosyal sermaye olarak kullanıldığı bu taktik değişikliğinin tek bir hedefi bulunmaktadır: BM ve uluslararası kurumların nezdinde bir halkın haklı davasının savucuları olarak kabul edilmek ve onların koruması altında teröre meşruiyet kılıfı giydirmektir.
İbrahim ÇEVİK
http://www.turksam.org/tr/a2398.html
Yorumlar
“549) TERÖRE “KÜRT SORUNU” KILIFI NASIL GİYDİRİLİYOR?” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
BUNLAR VATİKAN DESTEKLİYSE?VE HRİSTİYANLIK PROPAGANDASIYSA!?VATİKANIN ADAMLARIMI BİZİ YÖNETİYOR?YANİ,TÜM HRİSTİYANLIK VE SİYONİSTLERMİ?-ANLAYAMADIK GİTTİ!=BREH BREH!NE PİSKİNLİKTİR?-BUNLARIN KUSKU GÖTÜRMEDİGİ NE KADARDA ACIK!DUAMIZ:TÜM BUDÜSÜNCELERİN DOGDUGU YERLERİ,BİR ORKAN SİLİP SÜPÜRSÜN!*YARADAN BİLİR YAPACAGINI(*TEK GÜVENCEMİZ O KALDI;(
-BALKANLARDA MUAFFAK OLDUNUZ!AMA,BURASI BELİNİZİ BÜKTÜ DEGİLMİ?