51) KIZ KULESİ

Yayin Tarihi 15 Haziran, 2008 
Kategori KÜLTÜREL

KIZ KULESİ

image00134.jpg

TARİHÇE

Kızkulesi’nin mimari yapılanma süreci M.Ö. 341 yılına kadar uzanır. O dönemlerde boğazın çıkıntısı olan bu burun, (daha önce yarımada olduğu ile ilgili söylenceler vardır) “vus” adı ile anılır. Bu tarihte Komutan Chares’in eşi için, mermer sütunlar üzerine yapılan bir anıt mezar kimliğinden sonra, M.Ö. 410’da Sarayburnu’nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilerek, boğazın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu haline getirilir. M.S. 1110’lere geldiğimizde ise ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. Savunma kulesi olarak inşa ettirilen bu yapı “Küçük Kale” anlamına gelen Arcla adını alır. Bu yapı ile ilgili net bilgiler olmamakla birlikte bugünkü boyutlarına yakın olduğu düşünülmektedir. İstanbul’un fethi sırasında savunma amaçlı olarak kullanılan kule, 1453 yılından sonra çok farklı amaçlarla kullanılmıştır. Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada adaya yerleştirilen topların atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır. 1509 depreminde zarar gören yapı, daha sonraki yıllarda tekrar inşa ettirilir. Bunun dışında ilave edilen fenerle de gemilere yol gösterme işlevi yüklenir. O dönemde inşa edilen yapı, kule ve kale olarak iki ayrı bölümden oluşmuş ve içine sarnıç yapılmıştır. 1719 yılında fenerden çıkan alevle yanan kızkulesi, 1725 yılında şehrin Başmimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından tekrar onarılır. Kule kısmı biraz değiştirilerek üst tarafa camlı bir köşk ve onun üzerine de kurşunla kaplı bir kubbe oturtturulur ve bina kagir olarak tekrar yapılır. 1830 senesinde kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlanır ve toplarla donatılır. Ünlü hattat Rakim’in yazısı ile kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut’un tuğrasını taşıyan kitabe yerleştirilir. 1857’de tekrar fener ilave edilir ve 1920 yılında fenerin lambası otomatik ışık yapma sistemine kavuşur. 1944 senesinde restorasyon yapılır. 1959 senesinde Askeriye’ye devredilir ve radar istasyonu olarak kullanılır. 1982 senesinde Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne devredilir, bu dönemde bir ara geçici olarak siyanür deposu olarak kullanılır. 1992′ den itibaren buranın özel sektöre devri konuşulur, İstanbul Belediyesi, Üsküdar Belediyesi, Mimarlar Odası, Şairler, Turing, Ulusoy Şirketler Grubu gibi pek çok kurum çeşitli medyatik projeler üretirler…

Kız Kulesinin Restorasyon Öncesi Görüntüleri…

image00214.jpg image0039.jpg image0049.jpg image0058.jpg

image0067.jpg image0078.jpg image0086.jpg

Kız Kulesinin Restorasyon Sonrası Görüntüleri…

image0096.jpg image0102.jpg image0112.jpg image0121.jpg

image0131.jpg image0141.jpg image0151.jpg image0161.jpg

EFSANELER

Kızkulesi’nin ulaşılmazlığı nedeniyle, insanlar onun içinde yaşanılanlar hakkında çok fazla bilgiye sahip olamamışlar ve içi ile ilgili hikayeler anlatmak ve düşler kurmak ile yetinmişlerdir.
Kızkulesi ile ilgili anlatılan ilk hikaye; Ovidius’un kaydettiği bir aşk hikayesidir. Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikaye, Hero’nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero Afrodit’in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır.

Yıllar sonra Afrodit’in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros’un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros’un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi’nden boğazın sularına bırakır. Kavuşamayan aşıklara atfen anlatılan bu hikayeden başka bir de; Kleopatra’nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı yılan hikayesi vardır. Kehanete göre kralın birine, çok sevdiği kızı onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. Kral, kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya’nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır. En son anlatılan hikaye ise Osmanlı Dönemi ile ilgilidir. Battal Gazi’nin askerleri ile Kızkulesi’ne baskın yaparak kuleye saklanan hazinelerin ve Üsküdar Tekfuru’nun kızını kaçırdığı ile ilgili hikayedir. Battal Gazi tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar’dan atına atlayıp oradan uzaklaşmıştır. Çokça bilinen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” lafı bu hikayeden gelir. Bu hikayeden günümüze gelen bir diğer şey de küçük kulemizin ismi ile ilgilidir. Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen Türkler buraya Kız-Kulesi ismini vermişlerdir. Antikçağ’da Arkla (küçük kale) ve Damialis (dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da Tour Leandros ismi ile ün yapmıştır. Şimdi ise “Kızkulesi” ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmaktadır.

Paylaş:

Yorumlar

“51) KIZ KULESİ” yazisina 4 Yorum yapilmis

  1. FikirYolu.com » Blog Arşivi » yenidenergenekon.com’dan Son Yazılar yorum tarihi 15 Haziran, 2008 01:31

    […] 51) KIZ KULESİ […]

  2. ebru al yorum tarihi 21 Ağustos, 2008 09:42

    ben istanbula gidip kız kulesini hiç görmedim ama bi kız kulesi hayranıym odamın duvarları hep kız kulesinin resimleri ile dolu bence kız kulesi dünyadaki herşeyden daha güzel saygılar

  3. gülşah ireç yorum tarihi 29 Eylül, 2008 02:00

    hayatımda gördüğüm en muhteşem en ihtişamlı en en en işte harika yaaaaaaaaa

  4. http://mayisyasemenleri.blogspot.com/ yorum tarihi 9 Ekim, 2008 11:04

    *Suların, karasevdanın ve söylencelerin gizemini taşıyan Kız Kulesi,
    İstanbul’un en romantik ve gizemli mekanlarından biri. Alımlı, sevdalı ve
    denizin ortasında bir başına, yapayalnız… *

    *Kız kulesi ile ilgili anlatılan ilk Efsane; Ovidius’un kaydettiği bir aşk
    hikayesidir: *

    *Zamanında Üsküdar sırtlarında Tanrıça Afrodit adına bir tapınak vardır.
    Hero’da genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir. Leandros
    ise karşı kıyıda bir kral oğlu… *

    **
    *Leandros ile Hero’nun Kız Kulesi aşkını anlatmadan önce Adonis ile
    Afrodit’in hikayesi: *

    *”Bir bahar günü Sestos’ta bayram varmış, Afrodit’in çok genç ölen sevgilisi
    Adonis’in şerefine bir bayrammış bu. Adonis temmuz ağaç kabuğundan doğmuş,
    çiçek gibi körpe, canlı bir çocukmuş. Afrodit onu görür görmez, güzelliğine
    vurulmuş, çocuğu yer altı tanrıçası Persophone’ye vermiş, büyütsün diye. Ne
    var ki, karanlık ülkenin tanrıçası da çocuğa tutulmuş. Afrodit’e geri vermek
    istememiş. Tanrıların babası Zeus kızlarının arasını bulmak için Adonis
    yılın üçte birini yeryüzünde Afrodit ile, üçte birini yeraltında Persephone
    ile, geri kalanını da kendi nerede dilerse orada geçirecek diye kesip atmış.
    Ama Adonis yılın sekiz ayını Afrodit’in yanında geçiriyor, yalnız dört ay
    iniyormuş karanlık ülkeye, Persephone kıskançlığından bir yaban domuzu
    salmış ormanlara, hayvan Adonis’i avlanırken yaralamış, öldürmüş. Can
    çekişen sevgilisinin yanına koşarken Afrodit’in ayağına bir gül dikeni
    batmış. O güne kadar beyaz olan gül, tanrıçanın kanıyla al renge boyanmış. *

    *Tanrıça, Adonis’in gövdesinde ne kadar kan damlası varsa, o kadar gözyaşı
    dökmüş, toprağa dökülen her damla kandan bir lale, her damla yaştan bir
    kırmızı gül fışkırmış. Bundan böyle bahar bayramında kadınlar, “Ah Adonis!
    Vah Adonis!” diye bağırıp dövünürler, tören yaparlarmış”*

    **
    *Gelelim Efsanemize

    **Hero kulede kumrulara bakmakla görevlidir. Aşka yasaklıdır. Her ilkbaharda
    doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde yapılan bu törene çevre şehirlerden
    insanlar akın akın gelir, yenilir içilir, aşkı bulamayanlar Afrodit’e
    mabedinde yakararak aşkı yaşayabilmek için yakarırlar.

    Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros’ta Hero’yu bu törenlerin birinde
    tapınağa geldiğinde tepeden tırnağa kırmızı güllerle donanmış olarak görür
    ve olan olur. Her ikisinin gönlüne aşk ateşi düşer; düşer ya işte efsane de
    böyle başlar.

    Abydos’lu kral oğlu Sestos’lu rahibeye ne pahasına olursa olsun kavuşmak
    ister. Ancak arada bir engel vardır; Hero’nun rahibe olması. Böyle olunca
    Hero evlenemez ve sevdiğine kavuşamaz. Ama aşk sınır tanımadığı gibi deniz,
    deryayı hiç dinlemez elbet. Leandros Boğazın bir kıyısından Kız Kulesine
    geçmek için yanıp tutuşur. Bir gece dalgalara bakarken, Kız Kulesinin
    tepesinde bir ateşin yandığını görür. Hero kuleye çıkmış, sevgilisine, “gel,
    gel!” diye bir meşale sallar. Deniz durgundur, ay suda hafifçe dalgalanan
    ışıltılarıyla Leandros’a bir yol çizer gibidir. Leandros dayanıklı bir
    yüzücüdür ve karşı kıyıda Hero’ya varan ışık yolu ise ona oldukça kısa
    görünür.

    Dalgacıklar, “gel, biz seni götürürüz” der gibi fış fış ederek, kuledeki
    meşale ile aynı şarkıyı söyler ve Hero’ya kavuşacağı hayaliyle suya atlar.
    Var gücüyle kulaç atar, yüzmeye başlar. Hero’nun elinde sallanan meşale de
    gittikçe yakınlaşır. Aşk sarhoşu Leandros artık yüzmüyor, su fırtınası
    arasında uçuyor gibidir. Son bir kulaçla karaya ayak basar, soluk bile
    almadan kumsaldan yukarı koşar. Kulenin kapısı açıktır ve içeriye dalar,
    merdivenleri tırmanır. İlk defa birbirine sarılacak bir kadınla bir erkek
    nasıl bir an duraklar, karşılarına çıkan mutluluğa nasıl şaşkınlıkla
    inanmadan bakarlarsa, Hero ile Leandros da öyle duraklar, bakışırlar. Meşale
    söner, Kız Kulesi kapkara bir taş yığını gibi yükselir ay ışığında. Ve o
    gece Hero ile Leandros’un aşkları kutsanır.

    Bir gece, bir gece daha, her gece Kız kulesi birbirine aşık iki gencin gizli
    aşkına tanıklık eder. Her gece Leandros kulede sallanan meşaleye doğru
    yüzer, her gece Hero’ya kavuşur ve her sabah doymadan, yaz gecelerinin
    kısalığına üzülerek dönüş yolunu tutar. Ancak yaz geçmiş, boğazda dondurucu
    poyrazlar esmeye başlamıştır. Ne var ki, Kız Kulesinde meşalenin yandığını
    gördü mü, ne rüzgar, ne dalga, ne soğuk durdurabilir Leandros’u. Denize
    dalar dalmaz en yüksek dalgaları yara yara yüzer, yorgunluğunu duymadan
    varır karşı yakaya.

    Hero korkmaya başlamıştır, denizden çıkan sevgilisinin buz gibi bedenini
    sararken bir tehlike sezinleyerek ürperiyordur. Hızla esen bora meşalesini
    söndürecek gibi oluyordur bazı geceler. Yine de gelme diyemez Leandros’a.
    Kavuşmamak, biri boğazın bir kıyısında, öbürü öbür kıyısında bütün bir gece
    ayrı kalmak akla sığmayan, olmayacak bir şeydir.

    Bir gece fırtına daha serttir, Hero’nun elindeki meşaleyi söndürür. Dağ gibi
    yükselen dalgalar Leandros’un çırpınan gövdesini döve döve Kız Kulesinden
    çok ötelere sürükler. Delikanlı bütün gücüyle karşı koymaya çalışır, ama
    kulenin tepesindeki ışığı göremez olmuştur artık. Nereye doğru yüzeceğini
    bilemez.

    Yol gösteren ay ışığını kara bulutlar kaplamıştır. Leandros’un yüreğindeki
    ateş yanar daha, ama kollarının, bacaklarının gücü tükenmiştir. Buz gibi bir
    donukluk sarar bedenini. Ne olduğunu bilmeden bırakır kendini denize. Sabaha
    karşı dalganın kıyıya sürüklediği cesediyle acı son başlangıçtır onun için.
    *
    * Kız Kulesi kıyılarında kurşun gibi bir sabah ve serin hava Hero’yu
    sarmıştır. Bitkin bir şekilde akşamdan beklediği Leandros’unu düşünmektedir.
    Fakat kıyıya sürüklenen cesedi görünce hasret ateşini söndürmek için
    kendisini sadece boğazın sularına atmak olur çaresi; çaresizliğinin çaresi
    olarak.

Yorum yap