50) TANRI ŞANINCA
Yayin Tarihi 23 Ocak, 2012
Kategori ÖYKÜ, TÜRKÇE
TANRI ŞANINCA
Raviyân-ı ahbâr ve nâkilan-ı esrar olanlar şöyle rivayet ederler ki; bir zamanlar, neresi olursa olsun Allah’ın dağlarından ve yaylalarından birinde bir er kişi yaşıyordu, ermiş kişi, çobandı… Cümle dünya nimetlerine sırtını dönmüş, mal hırsı bilmez, çok müşkül durumda kalırsa koyunlarıyla ve kuzularıyla konuşur, karanlık gecelerde gökyüzünün esrarı ve Tanrı’nın ululuğu içinde bir kor olup yanmaya başlayınca alır eline kavalını üfler, üflerdi. Tanrı’nın huzurunda kendinden geçmiş bir boynu bükük…
Oralarda bir yerde bir de köy vardı. Çobanın koyun güttüğü yaylaların altına düşerdi. Namazında, niyazında, Allah’ını tanır, Peygamberine inanır, günlerini ve gecelerini ibadetle geçirir insanlar yaşardı bu köyde. Tanrı yolundan sapanları, şeytana kul olup nefsi emmareye tapanları hoş görmezlerdi.
Ve bu köyde bir ayyaş yaşıyordu. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha demez içer. Tanrı’nın evi olan insanların gönlünü yıkardı. Köylü illallah demişti. Ve bu adamın karısı, köylülerin kocasına karşı olan tiksintisini de kabullenerek “Kocamdır” deyip hizmetinde bir kusur göstermezdi.
Bir gün öldü bu adam. Bir kış günü. Göz gözü görmezken kardan, tipiden, bu ayyaş, bu sarhoş adam ölmüştü…
Haber daha o gece bütün köyde duyuldu. Köylü bütün ömrünce Tanrı’sını bir kere bile anmamış, Peygamberin adını dahi ağzına almamış bu adamın “Müslümandır” diye namazını kılmak istemedi. Cenaze ortada kaldı. Kahırlı kadın “Erimdir” dedi. Boynu bükük cenazeyi bekledi. Sabah, öğleye yaklaştı. Öğle ikindiye. Gün ikindiyi dönüyordu. Kar öyle, tipi öyle… Soğuk, soğukların en soğuğu. Cenaze kaskatı donmuş. Köylü ölüyü gömmek de istemiyordu.
Başka çare bulamayınca kahırlı kadın, er kişisini bir çuvala koyup sırtladı. İnsanın nefesini kesen kar, soğuk ve tipi bir yandan ve donan kaskatı kesilen cenaze… Kadın, vurdu dağlara doğru. İnsan yüzü görmemiş dağlara… Ve Çobanı gördü. Çoban bir dağ yamacında çevre yanını saran koyunların sıcağında kavalını üflüyordu. Kadını görünce koştu, sırtından çuvalı aldı ve kadını götürüp barakasında karnını doyurdu. Sıcak taze süt verdi. Ve durumu öğrenince üzüldü. “Ben bir garip çoban kişiyim” dedi. “İstersen bu ölüyü, şuracığa gömeyim”
Kadın kabul etti. Etmeyip de ne yapsın? Çoban oracıkta bir çukur kazdı ve ölüyü gömdü. Başucunda oturdu ellerini açtı gönlünce ve kendince bir şeyler mırıldandı…
Gel zaman git zaman, ilkyaz erişti. Bir gece köy imamı düşünde o ayyaşı gördü. Karda kışta ölüp de ölüsü ortada kalan namazı kılınmayan, yüzüne bakılmayan ayyaşı. Ayyaş, al ipekler giyinmiş, çevre yanında saygılı bir sürü cennet ehli kişi, salınıp dolaşıyor, saygılar ve sevgiler üstünde yaşıyordu. Köy imamı bu düşü iyiye yormadı ve o gün kimseye anlatmadı. Ama aynı düşü ertesi, daha ertesi, daha ertesi günü de görünce dayanamadı muhtara anlattı… Muhtar da aynı düşü görmüştü, bir kısım köylülerde…
Varıp o ayyaşın karısını buldular. Kocasını nereye nasıl götürdüğünü nerede, nasıl gömdüğünü sordular. Kadın olanları anlattı. Sonunda “Siz gidin de asıl o çobanı bulun, ne varsa onda var” dedi. Başta köy imamı ve muhtar olmak üzere köyün ileri gelenleri dağda, çobana gittiler. Gördükleri, koyunların ve kuzuların içinde bir garip kişi idi. Şaşıp kaldılar. Bu çobanda “ne olacak” deyip dudak büktüler. Onlar o dudak büküş içindeyken çoban sürüsünü bir yana bıraktı. “Tanrı misafiri” diye gelenleri bir bir ve gücü yettiğince ağırladı. Söz sözü açtı. Söz döndü dolaştı varıp o ayyaş üzerine ulaştı. Köy imamı, o ayyaşı nereye ve nasıl gömdüğünü sordu. Çoban, az ilerdeki mezarı gösterdi. “Burada yatıyor” dedi. “Soğuktu, ancak bu çukuru kazabildim ve kadıncağızın çuval içine koyduğu ölüyü o çuvalla birlikte bu çukura gömdüm”
“Dua! Ne dua ettin? Ne okudun? Namaz kıldın mı?”
“Ben dua bilmem ki” dedi çoban
Gözlerinin içi tertemizdi. Gözlerinin içinden apaçık gönlü görünüyordu. Dağlar gibi ulu, ovalar gibi engin ve dolu olan gönlü… Boynunu bükmüştü!
“Ben okuma da bilmem. Okumadım”
İmam, muhtar ve köylüler baka kaldılar.
“Hiç mi, hiçbir şey demedin mi? Bir ölünün ardından bir şey söylenmeli. Söylemedin mi?”
“Söyledim” dedi, çoban.
“Ölüyü gömünce oturdum başucunda, açtım ellerimi ve Tanrı’ya dedim ki: Ey Tanrım; sen bunca zaman bana bunca misafir gönderdin. Bu dağ başında, gelenler senden geliyor diye gönlümce, gücümün yettiğince ağırladım onları. Şimdi ben de sana bir misafir gönderiyorum. Bu da benden sana geliyor. Var artık gücün yettiğince, kendi şanınca onu sen ağırla. Misafirimdir”
KAYNAK:
M. Necati Sepetçioğlu. (Türk-İslam Efsaneleri)
HAZIRLAYAN: Yılmaz Karahan
Yorumlar
“50) TANRI ŞANINCA” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
NECATİ SEPETÇİOĞLU’Nun kitapları o kadar güzel ki okurken sıkılmanız imkansız denebilir.1 yeri 2-3 sayfa betimleyebilir ama hiç sıkmaz sizi ALPARSLAN,TUĞRUL ÇAĞRI BEĞLERDEN 1453E KADAR OLAN 12 KİTAPLIK SERİSİ ÖZELLİKLE ÇOK İYİ.