494) BİR ASKER’İN KALEMİNDEN…!
Yayin Tarihi 17 Ağustos, 2010
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
BİR ASKER’İN KALEMİNDEN…!
…… ilinde devriye görevini yerine getiren.. aracına açılan ateş sonucu.. güvenlik görevlisi şehit oldu.
Ya da
……ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, asker yaralandı..
Bu nasıl başlar biliyor musunuz?
Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin heryanını kaplamıştır.
Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi sürdüğünüz heryere siner.
Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.
Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. Künt ağrıları ancak çantayı sırtınızdançıkardığınızda fark edersiniz.
Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği heryeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.
Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar duyarsınız.
Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız.
Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.
Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların herbiri ayrı ayrı katılır bu senfoniye.
Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.
En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.
Çünkü…
Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir.
Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.
Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.
Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur.
İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.
Sonra!..
Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi… Bir anda… Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri hepsi bir anda biter.
Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer.
Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız.
Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.
Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında “mayın” kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz.
Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.
Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte herşey o anda başlar.
Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter. Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine…
Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, “fazla birşey yok, sadece küçük biryara” gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar kafanızın içinde “neden ben, neden ben, neden ben ?”
Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, diz kapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur.
Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!
Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağolsun yeter.
Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.
Pamuk’ları, Dink’leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali Kemallere tanık olursunuz, “koçlar gibi satanları” görürsünüz. .
Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini görürsünüz.
Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motorseslerini, helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.
Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara “bayrak” diyenleri görürsünüz, “uçaklarını çek”, “valiyiçek” diyen başkanları ve karşılarında kekeleyen siyaseti görürsünüz.
Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece “ben bir şey yapmadım” demelerinin esas kabul edilip, “suçsuz” sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.
Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her defasında.
Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar, inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.
Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza, o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız: “Bizbu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanınbaşı, hep gözümüzün önünde miydi yoksa?” diye sorarsınız kendinize.
Onlara verilen maaş’ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar sevmediklerini düşünürsünüz.
Bu vatan onların da vatanı değil mi?
Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedimi? diye sorarsınız kendi kendinize.
Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza: “VATAN, SANA CANIM FEDA”
Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar.
Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuzdan yada televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.
Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz;” …ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!” haberi aslında o kadar da kısa değildir.
Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna “şehit” deyip Türk bayrağı örten kadının haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.
Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, “ne için?” dendiğinde “vataniçin” diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam edeceklerdir.
Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen,sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.
Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.
Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk Vatanı ve Türk Bayrağı için birileri daha tüm bunları yaşayacak.
Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup “aydınca” sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?
Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye “siz” diyerek yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.
“Siz” kim misiniz? Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz! Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz. “Siz” de bilin ki biz asla unutmayacağız.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
NOT: Bu yazı, profil adı “Kürşad Başbuğ” tarafından gönderilmiştir. Teşekkür ederiz.
Yorumlar
“494) BİR ASKER’İN KALEMİNDEN…!” yazisina 3 Yorum yapilmis
Yorum yap
söyleyecek söz bulamıyorum.zira kelimeler boğazımda düğümlendi..
Yazıyı yazan arkadaş çok doğru noktalara değindi.
Vurdum duymaz, duyarsız, hatta görevini yapmıyan pekçok insanın-vatandaşın olduğunu kabul etmemek olanaklı değil. Yazıyı yazan arkadaşa birkaç noktaya değinerek yanıt vermeye çalışayım…
18 yaşında,1962 yılında,yedeksubay öğretmen olarak
askere alındığımda,bu son birkaç onyıl da olduğu
gibi yabancı destekli Kürt vahşeti yoktu.4 aylık
askeri eğitimden sonra(Amasya ve Samsun’da)köy okullarında 1.5 yıl sevgili çocuklarımızı eğitip-
öğretmeye çalıştım (53. dönem 20 bin kişiydik).Ayağını-kolunu-hayatını kaybeten bugünün askerleri,ülkenin beceriksiz yöneticileri
ve siyasetçilerini şiddetle eleştirmelrini çok doğal buluyorum.Bu konuda benim de söyleyecek bazı
sözlerim var.Asker arkadaşa şu kadarını söylemekle yetineyim: TÜRKİYE’Yİ VE TÜRKLERİ 40 YIL ABD’DE NASIL SAVUNDUĞUMU,ÇOK FAKÎR BİR TÜRK
AİLESİNİN ÇOCUĞU OLARAK HİÇBİR GÜN VATANIMI UNUT-
MADIĞIMI VE SORUMLU BİR KİŞİ OLARAK ASKER ARAKADAŞIN DA ONAYLAYACAĞI BİR HAYAT SÜRDÜRDÜĞÜ-
MÜN BİLMESİNİ İSTERİM.Ahmet Rüstem ve Şükrü Elek-
dağ kişiliğim ve sorumluluğm konusunda şahitlik
eder diye düşünüyorum. Saçıma ak düşmesine rağmen sağlığım ve inancım asker arkadaşın tanımladığı zor aşamaları geçecek durumda.İlker Başbuğ’a bunu
söyleme fırsatını bulamadım; halefine söylemeyi umuyorum. Öfkelenmek-duygulanmak için nedenler çok, fakat ümitsizlik bize yakışmaz. Atamız M.K.
Atatürk bizim için halen parlayan işık olarak duruyor. Dalgalar iner ve çıkar uygun günler uzaklarda sayılmaz.
Sevgiler, saygılarla.
İSRAİL-“KÜRDİSTAN’IN SINIRLARI” VE BOP’DA NİHAİ SONUÇ TÜRK-İSRAİL SAVAŞIDIR
Bu kararla Kürtlerin yaşadığı topraklar Irak’taki merkezi hükümetin denetiminden çıkarıldı. 36. paralelin kuzeyinde, yeni bir siyasi yapılanmanın önü açıldı. Bunu takip eden 12 yıl içerisinde, Türkiye topraklarında üslenen ABD-İngiliz güçlerinin, “huzur operasyonu”, “çekiç güç”, keşif harekâtı” gibi adlarla yürüttükleri operasyonlarla desteklenen Kürtlerin de facto bir devlet kurmaları sağlandı. Hem de Türkiye’yi idare eden siyasetçi, TÜSİAD, medya ve askeri bürokrasinin gözlerinin içine baka baka. Bugün, kurulan bu de facto devletin sınırlarının: a) Batı-Suriye b) Kuzey-Türkiye c) Güney-Kerkük d) Doğu-İran Yönlerinde genişletilmesi için hazırlıkların son sürat sürdürüldüğü görüyoruz. ABD ve Batı’nın Suriye üzerinde oynadıkları, bir MOSSAD operasyonu olduğu konusunda derin şüpheler olan Hariri suikastı, sistematik baskılar… Suriye-Irak sınırının Türkiye sınırı ile kesiştiği kuzey bölümünde, Telafer’de ABD ordusunun teröristlerin geçişini engelleme bahanesiyle gerçekleştirdiği askeri operasyonlar… Irak ile Suriye Kürtleri, özellikle Suriye’nin Kamışlı bölgesi arasında tampon bir rol oynayan Türkmen şehri Telafer’de, Türkmenlere yönelik imha ve kaçırma operasyonu… Hepsi, “Kürdistan”ın sınırlarının batı yönünde genişletilmesini, Akdeniz’e açılmanın zeminini hazırlayan eşgüdümlü hareketlerdir. “Kürdistan” sınırlarının kuzeyi, yani Türkiye tarafındaki genişletilmesinin ise iki seçenekli planlandığı anlaşılmaktadır. a- “AB süreci”nin Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılması suretiyle genişletilmesi. b- Barzanici unsurların kullanılarak, PKK’nın saf dışı bırakılması, Şemdinli, Yüksekova, Hakkâri ve Van’da tezgâhlanan MOSSAD operasyonu olduğu sırım sırım sırıtan “kalkışma” provaları. Güneydoğu’da ve sonra İstanbul ve yurdun muhtelif bölgelerinde kotarılan “Şemdinli olayları”nı protestoların gayesi “bir taşla birkaç kuş vurmaktır”. Şöyle ki: Newsweek dergisinin “orduyu frenlemek” başlıklı haber yorumunda, Şemdinli olaylarını değerlendirirken yazdığı gibi, Şemdinli’de yaşananlar bahane edilerek güvenlik güçleri bünyesinde bir “temizlik” harekâtının yapılması planlanıyor. Jitem ve Susurluk çığırtkanlığının altında yatan planlardan biri bu. Hemen şunu da ilave edelim. Jitem diye bir kurum var ve Şemdinli’deki gibi saftriklerle doluysa vay Türkiye’nin haline. Türk istihbarat elemanları bu kadar acemiliği üst üste yapmaz. Demek ki, Jitem ve diğerlerini bu olaylarla ilgili unutalım. Newsweek, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Şemdinli’de yaşananlar karşısındaki tavrını ise şaşırtıcı(!) olarak niteledi. Şemdinli’deki saldırıya hedef olan kitapevi sahibi Seferi Yılmaz’ın PKK terörü sebebiyle 15 yıl cezaevinde yattığını belirten Newsweek dergisi haber yorumunda, “Mesele Seferi Yılmaz’ın ölümünü kim istiyordu?” diye yazdıktan sonra, Türk ordusunu zanlı olarak gösterdi. Newsweek, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in, R.T. Erdoğan’ın yaptığı reformlarla, Kürtçe olarak kalabalığa yaptığı konuşmaya da dikkat çekti. Newsweek dergisi, ABD’de CIA’nın kontrolünde olduğu söylenen bir yayın organıdır. Bütün bunlar olurken, Korkut Özal’ın: “Hilmi Özkök’ün görev süresi bir yıl uzatılsın” çıkışı gündeme düştü. Şemdinli’de başlayarak yaygınlaştırılan olayların bir diğer gayesi, PKK’yı “Kürtlerin temsilcisi” durumundan çıkararak, örgüt ve elemanlarını Barzanileştirmek, olmadığı takdirde PKK’ya bozuk olan siciliyle birlikte “yeni eylemler” yükleyerek örgütü dağıtmak. Sonuçta Türkiye’deki Kürtçü unsurları tamamen Barzani çizgisinde toplamak. Güneydoğu’da, başta MOSSAD, CIA, BND olmak üzere üç binden fazla, ondan fazla ülkeye ait ajanların cirit attığını, üst düzey istihbarat yetkilisi bir komutan anlatıyor. Aynı kaynağa göre, Türkiye’nin sadece gümrükleri değil, sınırları da kevgire dönmüş durumda. Yine aynı istihbarat yetkilisi, “1960’lı yılların ortasından itibaren Kuzey Irak’ta kademe kademe artan MOSSAD faaliyetlerinin artık öncelikle Türkiye’nin Güneydoğu’sunda olmak üzere ülkemizin her yerinde aynı ölçüde görüldüğüne dikkat çekiyor. ABD, İsrail ve AB’nin ortak hedefi, Kürt asıllı Türkleri kullanarak BM veya NATO şemsiyesi altında Türkiye’ye askeri müdahalenin zeminini hazırlamak. Doğu ve Güneydoğu’da, 13 ilimize yayılmış MOSSAD ve CIA ajanlarının 100’e yakınının “imam ve papaz” kimlikli din adamı olmak üzere 1000 civarında olduğu biliniyor. İsrail ve ABD, Türkiye’nin himayesinde bir Kürt devleti karşılığında PKK’yı tasfiye etme havucunu Türkiye’ye uzatıyor. 9 Ağustos 2005 tarihli Ülkede Özgür Gündem gazetesinde Abdullah Öcalan, “ABD, AKP eliyle Kürdistan’ı kurduruyor” demişti. Bir taraftan “Türkiye himayesinde Kürdistan” İsrail’den sonra ikinci İsrail’e dönüştürülmek istenirken, diğer taraftan Judaist-İslamcı tarikatlar ile bir kısım liberal Sabatayistler, tarikatçı Sabatayistler kullanılarak Türkiye’nin de İsrailleştirilmesi planlanmakta. Birçok AB ülkesinin Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt hareketine destek verdiği ve Türkiye’ye “siyasi çözüm” telkininde bulunduğu herkesin malumu. “Mahalli Yönetimler Yasası”nın devreye sokulması. “Kürt sorunu” söyleminin RTE ve ekibince dile getirilmesi. Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili düzenlemesini Müslümanları da kapsayacak biçimde genişletilmesi maksadıyla Türk kamuoyunca nitelikleri bilinen siyasi ümmetçiler ile eski solcu, yeni liberal çevrelerin başlattığı propaganda çalışmaları bu çerçevede değerlendirilmesi gereken eşzamanlı girişimlerdir. Kerkük’ün Irak Anayasası’nın gereği olarak belirlenen sürenin sonunda “Kürdistan’a dâhil edilmesiyle “devlet”in sınırlarının güney yönündeki genişlemesi gerçekleşmiş olacak, sıra doğu sınırına, İran yönüne gelecek. Peki, “Kürdistan” için tasavvur edilen sınırlar nereye kadar uzanmaktadır? BBC bu sınırları gösteren haritayı 87 yıl sonra bulmuş gibi. 11 Ekim 2005 günü BBC internet sitesinde çıkan bir haberde Lawrence ait ve “yeni bulunmuş” bir harita Kürdistan’ın sınırlarını gösteriyor. İmparatorluk Savaş Müzesi’nde altı ay süre ile (14 Ekim 2005-17 Nisan 2006) Londra’da sergileneceği belirtilen bu haritaya göre, Türk topraklarının Doğu ve Güneydoğu’sunun önemli bir kısmı “Kürdistan” sınırları içinde. Serdar Turgut farklı ve kendine özgü hususları yazar. 17 Haziran 2004 Perşembe günü Akşam gazetesinde yazmış olduğu yazıyı lütfen okumadıysanız internetten okuyunuz. “Duyulmak istenmeyenleri ben söylerim.” Turgut’un yazısının başlığı bu. Yukarıdaki başlık bazılarınca çok fazla hayalci bulunabilir. Ancak ben olabildiğince farklı ve “uçuk” konuları yazmak istiyorum. Yahudi düşmanı yakıştırmasını da yiyebilirim. Önemli değil. Hemen şunu belirteyim ki Amerika, Kanada ve Türkiye’de çok sayıda Yahudi arkadaşlarım var. Nasıl onlar için İsrail gözbebekleri ise, benim de Türkiye gözbebeğim ve canımdan daha kıymetli. Uzun yıllar yurtdışında yaşama tecrübesinden sonra şunu rahatlıkla söylüyorum. Ben bu ülkenin kırosunu da, orospusunu da, namuslusunu da, solcusunu da, sağcısını da seviyorum. Çünkü dünyada Türkiye’den daha iyi yaşayabileceğim bir ülke yok. Yukarıdaki kastım hem maddi hem de manevi açıdan geçerlidir. Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) olarak ortaya atılan şimdide “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri Projesi’ne” dönüştürülen bu “proje” Türkiye için çok ciddi tehditleri beraberinde getirecektir. BOP’un önündeki su, petrol ve reelpolitik unsurların arkasında mistik ve teolojik bir felsefe yatmaktadır. Bu projenin iki gayesi vardır. Birincisi, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin ve çokuluslu şirketlerin planlarına uygun olarak dünya petrol rezervlerinin yüzde 65’ine sahip bu stratejik bölgeyi kontrol altına almak. Daha açık ifade ile petrol Araplarda, su ve bir kısım stratejik madenler Türklerde. Su en az petrol kadar önemli. İsrail’in geleceği suya bağlıdır. ABD’de lisansüstü programlarda okutulan akademik kaynaklara göre 2050 yılında İsrail tamamen susuz kalacaktır. Adı geçen bu koskocaman coğrafyada dört buçuk devlet vardır. Türkiye, Rusya, İsrail, İran ve yarım ise Mısır’dır. Diğer bölge devlet ve devletçikleri sadece uvertürdür. 1998 yılında Kanada’nın bir üniversitesindeki hukuk profesörü Yahudi dostum evindeki sohbetimizde şunları söylemişti bana. “Kurt on yıla kalmaz, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da birçok devlet ortadan kalkacak.” “Suriye’nin yüzde sekseni Türkiye’nin yüzde yirmisi de İsrail’in olur. İkincisi İsrail’in güvenliği, İsrail’in su ihtiyacının garanti altına alınması ve nihayet Büyük İsrail. Kuzey Irak’taki Kürtler bu coğrafyada en fazla zarar görecek olan unsurdur. İsrail, ABD ve Avrupalılar için Kuzey Irak’taki Kürtler suyun, petrolün ve yeni nesil enerji kaymaklarının piyon unsurlarıdır. Yahudi bir entelektüelin bana ifade ettiği lafı kelimesi kelimesine buraya yazayım ki Türkiye aklını başına alsın. “Kürtler, İsrail için, İran ve Arapları halletmede kullanılacak iyi bir “prezervatif” olur ancak. Ben bu prezervatif unsurun Türkiye’ye karşı çoktan kullanıldığı kanaatindeyim. PKK dâhil “Kürt hadisesinin” arkasındaki birinci gölge İsrail derin devletidir, MOSSAD’dır. İsrail’in gelecekle ilgili atacağı her ADIM Türkiye ile çatışma unsurudur. Kerkük, Musul petrol bölgesi. Medyaya intikal eden Kürt unsurlara, komando eğitimi veren İsrailli subay ve ajanlar. Yahudi unsurlarca toprak satın almalar. Demografik yapıyı değiştirme çabaları. İsrail sermayeli bankacılık vs. Bölgenin su kaynaklarını elinde tutan yegâne ülke Türkiye’dir. Fırat, Dicle ve Nil (Mısır) İsrail’in üçünden birinin hayat öpücüğüne ihtiyacı vardır. Vaat edilmiş topraklar, Büyük İsrail’in sınırları içinde Kıbrıs, İskenderun’dan başlayarak Dicle ve Fırat’ın arasını da kapsayan Güneydoğu Anadolu’muzun hemen hemen tamamı vardır. DEP, Zana, Apo, AB, kültürel haklar, etnik ağızlarla yayınlar, yukarıda değindiğimiz olaylar vs. kullanılarak Güneydoğu Anadolu Türkiye’den koparılmaya çalışılıyor. Türkiye’de sözüm ona “İslamcı” iktidarın Kürt ve İsrail problemi yoktur. Bu iki unsuru Türkiye için tehdit unsuru saymıyorlar. Başbakanın beş danışmanından dördü Kürtçüdür. Prof. Ahmet Davudoğlu ise siyasi ümmetçidir. Kuzey Irak ve Kıbrıs’ta bu beşlinin politik tercihleri çökmüştür. Çökmüş olan bu politikalar şuurlu tercihlerdir. Türkiye, New Yorker dergisinin Pulitzer ödüllü kıdemli muhabiri Seymour Hersh’in gazetelerimize intikal eden sözlerini çok ciddiye almalıdır. Kaldı ki herhangi bir yabancı dili bilen bir Türk, sadece internet üzerinden yabancı gazete ve dergilere göz attığında, Türkiye’nin nasıl bir ateş çukurunun içine çekilmekte olduğunu görür. Fakat ne hikmetse çoğunluğu “mütareke basını” konumuna düşen Türk medyasında “tık” yok. Zira bu kişi Amerika’nın en saygın ve şişirme haber yapmayan bir gazetecisidir. Bu gelişmelerin sonuçları Türkiye’den sonra en çok Rusya’yı etkiler. Türkiye ve Kıbrıs Rusya’dan önce küresel güçlerce “yenilecek” son lokmalardır. Arkasından sıra Rusya’ya gelecektir. Rusya hem Sibirya’dan hem Güney’den hem de Batı’dan sıkıştırılacaktır. Türkiye’de olacak seçim sonucunda bütün partilerin katılacağı milli kurtuluş hükümeti kurulmalıdır. Genelkurmay Başkanımız partiler üstü bir görev ile aynı zamanda milli savunma bakanı olarak atanmalıdır. Bu atamanın hukuki alt yapısı hızla tamamlanmalıdır. Kurulacak yeni hükümet AB’ye giriş geyiğini bir kenara atarak MİLLİ SEFERBERLİK İLAN ETMELİDİR. Türkiye’de yeni bir ekonomik krizin patlatılması kuvvetle muhtemeldir. “Küresel siyaset” ile “küresel sermaye” aynı merkezlerin kontrolü altındadır. Türkiye’nin IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, BM ile olan ilişkisini bu merkezlerden ayrı düşünemezsiniz. Bu merkezleri ise İsrail’den bağımsız düşünmek mümkün değildir. Sağcı, solcu, milliyetçi, Türkçü, İslamcı, ateist bu vatan benim diyen her Türk bir araya gelmek mecburiyetindedir. Vatan kaygısı olmayanlara zaten söylenecek bir şey yok. Türkiye Kuzey Irak’taki gelişmelere karşı Askeri opsiyonunu kullanmalıdır. Her geçen gün Türkiye’nin aleyhinedir. Bugün “sınırları dışında” beş on bin şehidi göze alamayan Türkiye, 10 yıl içinde yüz binlerce şehit vermek durumunda kalabilir. Hem de İskenderun’un doğusunda ve kendi sınırları içinde.
OrtaDoguGazetesi.net/makale.php?yid=&makale=Yahudi+K%FCrtl%FCkten+Nak%FEibendi+-+Halidi+%DEeyhli%F0ine+Barzaniler&id=1094
OrtaDoguGazetesi.net/makale.php?makale=amerika-39da-israil-lobisi-ve-buyuk-tasfiye-operasyonu&id=559
OrtaDoguGazetesi.net/makale.php?makale=ataturk-39e-saldiri-cumhuriyet-39e-ve-turkluge-yoneliktir&id=1418
OrtaDoguGazetesi.net/makale.php?makale=ataturk-sabatayist-yapilmak-istenirken-izmir-39de-sabatay-sevi-tekkesi-aciliyor&id=1182
OrtaDoguGazetesi.net/makale.php?makale=osmanli-1854-1914-ve-cumhuriyet-1947-2007&id=829
OrtaDoguGazetesi.net/makale.php?makale=ataturk-kimlerde-travmaya-sebep-oldu-kimleri-anirtti&id=1165