454) İŞTE FUTBOL DİPLOMASİSİ SONUÇLARI: 22-23
Yayin Tarihi 10 Mart, 2010
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
İŞTE FUTBOL DİPLOMASİSİ SONUÇLARI: 22-23
“Futbol Diplomasisinin birinci yarı final skoru açıklandı: 22-23. Hakemin son andaki müdahalesiyle uzatmaya giderek, sonucu değiştirme gayretine öfkelendik, ama böyle bir sonuca hazırlıksız mı yakalandık? Sonucu belli olan bir maç, sıkıcı olacağından kimse izlemek istemez diye düşünüyorduk, ancak skoru naklen yayınlayan televizyon kanallarını, elimize mısır gevreklerimizi de alıp, bir futbol maçı hatta Eurovizyon tadında izledik: Armenian lobby one point, Turkey …”
Evet, ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nde kabul edilen Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili karar tasarısından bahsediyoruz. Yok efendim, Komite Başkanı Howard Berman tasarının aleyhinde olan oyların önde olduğu bir sırada oylama süresini milletvekilleri gelinceye kadar uzatıldığını açıklamış da, yok sonuç 22-22 devam ederken Demokrat Parti milletvekili Gene Green odaya girip oyunu kullanmış da, tasarının lehinde olanların oyunun 23’e çıkmasının hemen sonrasında oy kullanmayan son milletvekili Shila Jackson Lee beklenmeden oylama bitirilmiş de, neredeyse bizim lehimize karar çıkıyormuş da…
Bırakın efendim bunları bir kenara artık, masaya 30-20 galip de otursak, sonuç yine bir şekilde böyle olmayacak mıydı? Daha birkaç gün önce ABD, “protokollerin asli hükümlerini ihlal ettiği halde” Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararından memnun kaldığını açıklamamış mıydı? Şimdi sıra Türkiye’de demiyorlar mıydı?
Bu karar tasarısı da, ABD’nin pazarlık kozunu ortaya koyduğu diplomatik bir jest sadece. Tüm bunların, ABD’nin 24 Nisan öncesinde, Türkiye üzerinde Ermenistan sınırını açması için siyasi ve toplumsal baskı oluşturma yöntemi olduğunu artık anlamamız gerek. Mesele “soykırım” ile ilgili değil, 1915’te yaşananların soykırım olmadığını onlar da biliyor. Mesele, Ankara’nın Washington nezdinde soykırım tasarısının durdurulması için girişimde bulunduğu zaman, protokolleri imzalamasının sorunun halline yardımcı olacağı yolunda baskıcı bir uygulamaya tabi tutulmasıdır. Kaldı ki Türkiye, Ermenistan ile diplomatik ilişki kursa ve sınırı açsa dahi, ABD bu defa da bölgedeki diğer menfaatleri için “soykırım” kozundan vazgeçmeyecek.
İşin acı yanı, bu baskıyı sadece siyasi anlamda değil, toplumsal olarak da hissediyoruz. Bu yıl konuyu, ampulün yeniden keşfi misali ele alan televizyon ekranlarında yaratılan heyecanı anlamakta zorlanıyorum. Süreç, önceki yıllardan farklı işlemiyor, işlemeyecek de. Çünkü ABD’nin bölgesel çıkarları, Türkiye politikasında ciddi sapmalara asla müsaade etmiyor. Ayrıca ABD, sözde soykırımı en üst mercide (genel kurul ya da senato) kabul ederse, elindeki en ciddi pazarlık kozlarından birini kaybetmiş olur, 1915’den çok daha önceleri Anadolu’daki Ermeniler üzerinden misyonerlik faaliyetleriyle başlattığı çalışmalar için harcadığı zaman, emek, para da boşa gider. Üstelik sözde soykırımı resmen tanıması halinde ABD, “Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalizasyonu”, “Kafkaslarda barış” sloganlarıyla çıktığı yolda, bir kez daha “Irak halkına demokrasi götüren ülke (!)” pozisyonuna düşer.
Nitekim bu kararla ABD, sözde Ermeni soykırımını tanımış olmadı, ama Türk halkı için güven ve barış ortamını zedeleyen, onur kırıcı bir adım daha attı. İşte üzerinde asıl durulması gereken de budur.
Komitede kabul edilen bu karar tasarısı şimdi, 475 üyeli Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’na gidecek. Tasarının Genel Kurul gündemine alınıp alınmayacağı henüz belli değil. Burada kararı, 1915 olaylarının “soykırım” olduğuna inanan Ermeni lobisine yakın isimlerden biri olan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi verecek.
ABD’de yasama organı iki kanattan oluşuyor. Temsilciler Meclisi’yle birlikte yasamayı oluşturan diğer kanat ise, 100 üyeli Senato. Benzer bir tasarının Senato’da da kabul edilmesi gerekiyor. Şu anda Senato’nun Dış ilişkiler Komitesi’nde bekleyen bir “soykırım” tasarısı zaten bulunuyor. Bu tasarı Komite gündemine alınmış değil. Dolayısıyla tasarı Genel Kurul gündemine alınsa, hatta buradaki oylamada kabul edilmiş olsa bile, yasalaştığı anlamına gelmiyor. Bunun geçmişte de örnekleri görüldü. 1975 ve 1984’de Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda benzer bir karar tasarısı kabul edildi, ancak Senato’dan geçmediği için yasalaşmadı. 2000 ve 2007’de ise, ABD Başkanlarının müdahalesiyle tasarı Temsilciler Meclisi Genel Kurul gündemine alınmadı.*
Ne var ki bu tarz karar tasarılarının, her yılın başında, yani sözde “soykırım”ın anma günü olarak gösterilen 24 Nisan öncesinde, Türkiye üzerinde baskı aracı haline getirilmesi bir Amerikan geleneği haline geldi. O halde, Obama bu yıl “soykırım” ifadesini Ermenice mi, Hintçe mi söyleyecek diye hiçbir reaksiyon göstermeden bekleyecek miyiz, “ne de olsa yasalaşmıyormuş zaten” diyerek bu onur kırıcı tavra tepkisiz mi kalacağız? Elbette ki hayır. Haklı olduğumuz bir konuda baskılara boyun eğerek taviz vermeyeceğiz, tepkisiz ve ilgisiz kalmayacağız, sonuna kadar gerekli müdahalelerde bulunacağız.
Ancak son birkaç gündür basında (özellikle Türk televizyonlarında) boy gösteren bir takım insanların (aralarında hem Türk hem de yabancı sivil toplum örgütleri, üniversite ve basın mensupları da var), Türkiye’nin komisyon kararına hemen tepki vermesinin, ABD ile Afganistan’da uyumlu bir şekilde çalışmayacağını, uçuşlara izin vermeyeceğini söylemesinin, Büyükelçisini geri çekmesinin, daha sonra Kongre’nin tasarıyı geçirmesine sebep olabileceğine dair uyarılarına tanık oluyoruz. Hatta bunların arasında “Türkiye, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokoller konusunda aldığı karara tepki vermeseydi, durum bu kadar kötüleşmeyecekti” diyecek kadar ileri gidenler var; verilen mesaj şu; “Tepki vermeyin, duruma razı olun”
Nitekim ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon da,“Ermenistan Mahkemesi’nin kararı, protokollerin parlamento onayına izin veriyor ve protokolleri sınırladığı ya da yasal bir bağlayıcılık taşıdığı izlenimi vermiyor” demişti, yani buna da tepki gösterecek bir durum yok!
Öyle bir “izlenim edinememiş” ama, Mr. Gordon da çok iyi biliyor ki; Ermeni Anayasa Mahkemesi’nin kararı protokolleri sınırlamakla kalmıyor, asli hükümlerini değiştiriyor. Ayrıca tamamen bağlayıcı; Ermenistan Parlamentosu onaylarsa -ki bu haliyle bile onaylamayıp, TBMM’yi bekleyeceklermiş-, bu Mahkeme hükümleri çerçevesinde onaylayacak. Hatta o kadar bağlayıcı ki, Ermenistan’ın bu kurnazlığını dikkate almadan, TBMM “Zurih’te imzaladığımız protokolleri aynen onaylıyoruz” dese bile, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararına dolaylı yoldan onay vermiş olacak.
Oysa, protokoller üzerinde adeta operasyon yapan Ermenistan Anayasa Mahkemesi kurnazca bir karar alarak, bir takım ön şartların Türkiye’ye dayatılmasını öngörüyor: (1) Kars ve Moskova antlaşmaları geçersizdir. (2) Ermenistan’ın Doğu Anadolu toprakları üzerindeki hakları meşru ve geçerlidir. (3) Ermenistan, 1915 “soykırım” olayının uluslararası alanda tanınması için Türkiye aleyhindeki kampanyasını sürdürecektir. İlişkilerin tarihi boyutunu incelemekle görevli ortak komisyonu soykırım iddiasını ele alamaz. (4) Sınırın açılması Karabağ sorununun çözümüne bağlanamaz.*
İşte Türkiye’den beklenen bu durumu görmezden gelerek, suskun kalması. Şimdi ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nde kabul edilen tasarıda ABD Başkanı’na bir çağrı yapılıyor. Bu çağrıda Başkan’ın her 24 Nisan’da Amerikan halkını sözde soykırım sırasında hayatını kaybeden 1.5 milyon Ermeni’yi anmaya davet etmesi isteniyor. Buna da mı suskun kalacağız? Suskun kalmak ama nereye kadar? Çünkü Türk halkının bu konuda sabrı taşmak üzere.
Bölgeyi iyi tanımayan ve mantıklı politikalar geliştiremeyen ABD’nin diplomatik hataları ABD’ye puan kaybettiriyor. Nitekim Türkiye’de yapılan son kamuoyu yoklamasında ABD karşıtı görüş bildirenlerin oranı % 94’e yükseldi. (Temsilciler Meclisi Dış ilişkiler Komitesi’nde yapılan oylama sonrası %6’lık desteğin akıbetini bilemeyiz tabiki)
Şimdi ABD yönetiminin, stratejik ortak olarak tanımladığı Türkiye’de kamuoyu desteği olmadan, bölgesel projelerde işbirliğini nasıl geliştireceğini sorgulaması gerekir. Obama’nın, 24 Nisan konuşmasında soykırım kelimesini kullanması, tüm ilişkileri tamir edilmesi imkansız hasara uğratabilir. Daha da önemlisi, bu durum sadece Türkiye’yi ya da ABD’yi değil, tüm bölgeyi etkiler.
Bu analizler, mutlaka ABD yönetimi tarafından da yapılmıştır, zaten asıl sorun Türkiye’nin desteğini kaybetmeye göze alamayacak bir ülkede, Türkiye aleyhine yargı ya da görüşlerin karar alma mekanizmalarında seslendirilebiliyor olmasıdır. Türkiye’ye karşı beslenen husumet duygusunun, Amerikan karar alma mekanizmalarını etkilemesi son derece vahim bir durumdur. Bu nedenle, “soykırım” konusunda taviz veren bir yaklaşım, bunun Türkiye’ye karşı kullanılmasını teşvik eden bir durum yaratacaktır. Türkiye’nin ilk etapta yapması gereken, Zürih’te imzaladığı protokolleri bir an önce TBMM’den geri çekerek, bu parodiye bir son vermesidir.
Berna İLTER
Kaynaklar:
* Hürriyet Gazetesi, 04.03.2010
* Cumhuriyet Gazetesi, 29.01.2010
Yorumlar
Yorum yap