44) TÜRKİYE’NİN AVRUPA GÜVENLİĞİNDEKİ YERİ

Yayin Tarihi 27 Ekim, 2008 
Kategori SİYASİ

TÜRKİYE’NİN AVRUPA GÜVENLİĞİNDEKİ YERİ

Türk dış politikasının iki temel ilkesi, Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki rolüne yön verdi: Statükoculuk ve Batıcılık. Cumhuriyetin ilk yıllarında Batı tipi devlet sistemi ve hukuk düzenini benimseyen Türkiye, Batılılaşmanın ikinci aşamasında hedefini Batı merkezli uluslararası örgütlenmeler içerisinde yer almak şeklinde belirledi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye, Avrupa’nın başlattığı bütün örgütlenmelere katılmayı amaçladı. Askeri ve ekonomik işbirliği çabalarına ilgi duydu. Bu kapsamda öncelikle 1949’da Avrupa Konseyi’ne daha kuruluş aşamasındayken üye oldu. Ardından kuruluşundan üç yıl sonra Yunanistan ile aynı anda NATO ittifakına katıldı.         1960’ta İngiltere öncülüğünde Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA) ve 1958’de AET’nin kurulmasından sonra Türkiye bu iki örgütten hangisini tercih edeceğini kararlaştıramadı. Türkiye’ye bu konuda net bir fikir veren Yunanistan oldu. Türkiye, Yunanistan’ın kendisinin taraf olmadığı oluşumlara girerek ekonomik ve siyasal alanda kendisine karşı güçlenmesini istememekteydi. Bu çerçeve de Yunanistan’ın AET’ye karşı benimseyeceği tutumu yakından izledi. Temmuz 1959’da Yunanistan’ın AET’ye başvurması üzerine Türkiye’de bundan iki hafta sonra yine Temmuz ayı içinde aynısını yaptı.

Sonuçta Türkiye’nin özellikle Cumhuriyetin kurulmasından bu yana, batılılaşma ile çağdaşlaşmayı eş tutması ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya’daki politik konuşlanmada tercihini Batı Bloku’ndan yana kullanması, Türkiye’yi Avrupa kıtasında veya onu merkez alarak kurulan siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmayı yöneltmişti. Buna bağlı olarak Türkiye AET, Avrupa Konseyi ve NATO’yla birlikte 1948’de Ekonomik İşbirliği Kalkınma Örgütü (OECD) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na da (AGİK) katıldı. Tarihsel olarak Avrupa ile bütünleşme, Türkiye için, ekonomik olmasından daha çok politik amaçlı ve çağdaşlaşma ile özdeşleşen bir hedef olarak kabul edildi. Türkiye Soğuk Savaş’ın ikinci döneminden itibaren Avrupa ile yakın ilişkiler içine girdi ve 1960’lı yıllarda başlayan süreç ile AB içerisinde yer alabilmenin çabası içinde oldu.

Türkiye-Avrupa ilişkileri her dönemde Osmanlı-Avrupa ilişkilerinin günümüzdeki devamı niteliğinde seyretti. Tarihsel perspektif, uluslararası konjonktür, jeopolitik ve uluslararası arenadaki stratejik rekabet, Türkiye-Avrupa ilişkilerine doğrudan yansıdı ve bu ilişkilerin özellikle güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarında sürekli olarak inişli çıkışlı bir durum göstermesine yol açtı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının yol açtığı belirsizlik ve siyasal boşluk Avrupa’yı Yugoslav iç savaşında yaşanan etnik çatışmalarla karşı karşıya bıraktı. Bu güvenlik boşluğu, Avrupa’nın toprakları üzerindeki krizi çözebilmek için gereken kaynaklara, ortak bir Avrupa ordusuna ve ortak bir enerjiye sahip olup olmaması gerektiğini tartışmaya açtı. Bu potansiyel tehlikelerin üstesinden gelebilmek için Avrupa siyasal düzeni daha fazla bağımsızlığa yöneldi ve güvenlik konuları bağımsızlık açısından ele alındı.

1990’lı yıllardaki sistem değişiklikleriyle birlikte, Türkiye bu güç çatışmasında ön plana çıktı. Türkiye Soğuk Savaş sırasında Avrupa güvenlik düzenlemelerinde özel bir role sahipti. Soğuk Savaş’ın bitişinden itibaren Türkiye’nin NATO, AGİT ve NACC gibi uluslararası örgütlerde oynadığı rol değişti. Diğer bir değişiklik de Türkiye’nin 1991 Körfez Savaşı ve Bosna Krizi gibi uluslararası siyasal krizlerde oynadığı rolde oldu. Türkiye’nin siyasal, iktisadi ve toplumsal örgütlenmesinde 1980’lerde yaşadığı yapısal dönüşümle birlikte, Türk dış politikasının hedefleri de değişti. Türkiye’nin rolündeki bu değişim, gerek iç gerekse dış etkenlerdeki değişimin bir sonucuydu. Turgut Özal tarafından hayata geçirilen yeni liberal ekonomi planı (24 Ocak 1980 Kararları) nın sonucu olarak Türkiye, GSMH’sini 2,1 kat arttırınca, üretimdeki artışı akıtabileceği Avrupa dışı yeni dış pazarlar aramaya başladı ve Orta Doğu’ya yöneldi. Orta Doğu’ya yöneliş, Türkiye’nin cumhuriyetin kuruluşundan itibaren izlediği tarafsızlık ve Ortadoğu ülkelerine karışmama politikasını tersine çevirdi.

Türkiye’nin Ortadoğu’yla geliştirdiği ekonomik bağlar, Avrupa’nın gözündeki Türkiye imajını da etkiledi. Türkiye’nin NATO’daki konumunun Sovyetler’e coğrafi yakınlığına bağlı olarak tanımlanmasına benzer şekilde, Soğuk Savaş sonrası konumu da eski Sovyet toprakları üzerindeki yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelere ve kritik bir bölge olan Orta Doğu’ya yakınlığıyla belirlendi. Türkiye 1990’dan itibaren Orta Asya Cumhuriyetlerinin AGİT ve NACC gibi kuruluşlara katılmalarını sağlamak için girişimlerde bulundu. Böylece Türkiye, bir anlamda Orta Asya’da bağımsızlığını yeni kazanmış eski Sovyet uydularının, Batı değerlerini ve normlarını benimsemesi ve Batı kurumlarıyla temasa geçmesi için kılavuzluk yapmış oldu. Diğer yansan Türkiye 1992’de Roma Deklarasyonu ile Batı Avrupa Birliği (BAB) ne ortak üye oldu. 1996’da Berlin kararları ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin (AGSK) NATO içinde geliştirilmesine karar verildi ve ertesi yıl Türkiye gibi ortak üye statüsündeki NATO üyesi ülkelerin, NATO imkanlarının kullanıldığı BAB harekatlarında karar verme mekanizmasında tam üye hakları ile katılımı kabul edildi. İzleyen yıllarda Türkiye, AGSK’ye katılma amacı doğrultusunda çeşitli yıllarda gerçekleştirilen NATO Konseyi toplantılarında alınan AGSK’nin geliştirilmesi ile ilgili kararların destekleyicisi ve takipçisi oldu.

Kasım 2000’de Türkiye, savunma bakanları toplantısında, gerekli hava ve deniz unsurlarıyla destekli bir tugay seviyesindeki gücü, AB öncülüğündeki operasyonlara tahsis edebileceğini bildirdi. Bu kapsamda AB’nin Avrupa kıtasındaki güvenliğini sağlamak için oluşturma aşamasında olduğu Avrupa Ordusu’na, operasyonlarının karar mekanizmalarına katılımı koşuluyla katkıda bulunabileceğini teklif etti ancak teklifi kabul edilmedi. Türkiye AB üyesi ülkelerin, AGSK çerçevesinde, operasyonların planlanması aşamasında NATO imkan ve yeteneklerine sınırsız erişim konusunda karşı çıkmaktadır. Aralık 2000 NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Türkiye, AGSK konusundaki aşağıdaki ilkeleri AB’ye bildirdi: Oluşacak AB gücü, AB üyesi olmayan NATO üyelerine karşı kullanılmasın.

AB’nin NATO imkanlarını kullanarak yapacağı müdahalelerde Türkiye her aşamada karar mekanizmasında yer alsın.: – AB’nin NATO imkanlarını kullanmadan müdahalede bulunacağı bölge, Türkiye açısından hayati önem taşıyan bir bölge ise Türkiye’nin katılmaması konusunda bir konsensus oluşmadıkça karar mekanizmasında Türkiye de yer alsın. -Alınan kararlar doğrultusunda Türkiye, AB ordusunun NATO üyesi ülkelere karşı kullanılmaması fikrini kabul ettirdi ve bir operasyonun askeri büyüklüğünün %15’ine kadar olan kısmına katılırsa, bu operasyonlarda Türkiye’nin oylamada yer alması ve kararların nitelikli oy çoğunluğuyla alınması kararlaştırıldı. Türkiye Avrupa’nın güvenliğinde bir bağlantı noktasıdır. Avrupa’nın güvenlik gereksinimleri Türkiye olmadan tam anlamıyla ve güvenilir biçimde tatmin edilmez. Coğrafi açıdan Türkiye sadece kısmen Avrupalıdır. Ancak Avrupalı bir ülke olarak siyasal ve askeri konumu Batı Avrupa güvenliği açısından belirleyicidir. 

Avrupa Gücü’nün operasyon alanı, yalnızca Avrupa değil aynı zamanda Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu gibi potansiyel çatışma alanlarına kadar uzanacaktır. Avrupa’nın karşılaşacağı muhtemel krizlerin, Türkiye’nin civarındaki bölgede ortaya çıkma ihtimalinin yüksek olduğu düşünülürse, AB önderliğindeki kriz önleme operasyonlarının Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve askeri çıkarlarını etkileme ihtimalinin yüksek olduğu açıktır. Türkiye olası AB operasyonlarının operasyonel karar alma sürecine katılabilecek, ancak belli müdahalelerin yapılıp yapılmamasıyla ilgili karar alma sürecine AB üyesi olmadığı için katılamayacaktır. Dolayısıyla Türkiye operasyona katılsa bile, hiçbir rolü olmadan önceden çizilmiş siyasi ve stratejik bir çerçeve içinde kalarak söz sahibi olacaktır ve ancak taktik kararlara katılabilecektir. Türkiye’yi siyasi ve stratejik karar verme sürecinden dışlayan böyle bir AB müdahalesi, Kafkaslar ya da Balkanlarda yapılırsa Türkiye’yi zor durumda bırakabilecektir.

AB’nin, Türkiye’nin Avrupa Acil Müdahale Gücü’ne bir Tugay büyüklüğündeki kuvvetle katılma teklifini reddetmesinin nedeni olarak Türkiye’nin karar mekanizmalarında görev almasını engelleme ve Avrupa ordusunu Kıbrıs’a konuşlandırma düşüncesi gösterilmektedir. Avrupa güvenliğinde başka bir önemli nokta da AGİT’tir. AGİT’in gelecekte Avrupa güvenliğinde oynayabileceği muhtemel rol, Türkiye açısından da önemli bir gelişmedir. Şimdiye dek Doğu-Batı ilişkileri çerçevesinde, uluslararası müdahale dışı kalmış pek çok coğrafi alan ve konu AGİT gündemine girmiştir. AGİT eski Doğu ve Batı Bloklarını birleştiren tek güvenlik örgütü olması sebebiyle, Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetleri ve Rusya Federasyonu’yla ilişkilerinde önemli bir faktördür.

Türkiye AGİT’e teşkilatın kurulduğu 1975’te girmiş, Helsinki Nihai Senedini, 1990 Paris Şartı’nı ve 1991 Ulusal Azınlıklar Bildirisini imzalayarak insan hakları konusunda özgür iradesiyle ulusal egemenliğini sınırlamıştır. Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki rolünün diğer bir boyutu da Balkanlardaki jeostratejik ağırlığıyla yakından ilgilidir. Türkiye’nin Balkanlardaki rolü, 1992-95 Bosna krizinin ve 1998-99 Kosova krizinin çözümünde ortaya çıkar. Türkiye NATO’nun Bosna’daki Uygulama Gücü (The Implemantation Force, IFOR) ve Stabilizasyon Gücü’ne (Stabilisation Force, SFOR) bir adet piyade taburu (1300 subay ve er) ve yine Bosna’daki BM misyonuna (UNMIBH) 26 polis memuru ile katkıda bulunmuş, Kosova’da Almanya’nın komutası altındaki Çokuluslu Prizren Tugayı’nın (KFOR) bir parçası olarak 940 subay ve erden oluşan bir tabur ile destek vermiştir. NATO kapsamında Türkiye’nin Kosova ve Afganistan’a gönderdiği barış gücü, Türkiye’nin jeostratejik önemini ortaya koyarken barışı desteklemede ciddi anlamda bu görevleri başarıyla yerine getirebileceğini göstermiştir.

NATO’nun içinde bulunduğu Soğuk Savaş sonrası yumuşama ve genişleme döneminde umulanın aksine Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninde önemini arttırmıştır. Türkiye’nin AB’ye dahil edilmesinin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) açısından sayısız yararı olacaktır. Türkiye’nin ODGP’ye katkısı askeri imkanlarından, Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Hazar Bölgesi’ndeki rolünden kaynaklanırken, AB harekatları için oybirliği ile karar alan NATO Konseyi’ndeki oy hakkı aracılığıyla da etkili olacağı gerçektir. Türkiye’nin katılmadığı AB operasyonlarının başarı sansı düşüktür.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Güngörmüş Kona

Paylaş:

Yorumlar

“44) TÜRKİYE’NİN AVRUPA GÜVENLİĞİNDEKİ YERİ” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. kader kurt yorum tarihi 12 Kasım, 2008 19:57

    türkiyenin güzel yerleri

Yorum yap