415) TÜRKİYE’NİN SON OTUZ YILI, OSMANLI’NIN SONUNA BENZİYOR

Yayin Tarihi 5 Ekim, 2009 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

 

«Türkiye’nin son otuz yılı,

Osmanlı’nın sonuna benziyor»

image0019.jpg

«… Ama bu çok tehlikeli bir oyun.
Tarihle oyun olmaz… »

1 milyondan fazla satarak rekor kıran «Şu Çılgın Türkler» kitabının yazarı Turgut Özakman’la, «Dersimiz Atatürk» filmini konuşmak için buluştuk, ama koskoca bir Cumhuriyet tarihini konuşurken bulduk kendimizi… Konu Cumhuriyet olunca «Demokratik Açılım» a gelmemesi mümkün değildi sözün. Özakman’a göre, bugün bu tartışma varsa, sebebi Şeyh Sait İsyanı’nda… Belki de tarihimizin en büyük talihsizliği bu isyan… Zamanıyla, kayıplarıyla, yarattığı kuşkularıyla…

 

Randevu almak için aradığımda «Hastayım» dedi sadece, yine de randevu verdi. Hani sanki «Gribim» der gibi… Cumartesi günü için sözleştik, Ankara Oran’daki evine girdiğimde anladım ki, hastalığı öyle sıradan bir hastalık değilmiş. Antrede galoşları taktık, bir de maske… Ellerimizi dezenfekte ettik. Hanımı öyle nazikçe rica etti ki, biz randevu istediğimize utandık. Turgut Özakman, bizi ayakta, gülümseyerek karşıladı, ama çok ciddi bir operasyondan çıkmış Ağustos sonunda… Akciğerinin yarısı alınmış, şimdi nekahat döneminde, tüm bu önlemler enfeksiyon kapmasını engellemek için, zira nezle bile olmaması gerekiyor.

İşte tüm bu risklere rağmen kabul etti bizi, çünkü konu Atatürk’tü ve Özakman için Atatürk demek hayat demek! 20 yaşından beri Atatürk hakkında bilgi-belge topluyor. 1930 doğumlu, yani 60 yılını Türkiye Cumhuriyeti tarihine vakfetmiş. Sayısız araştırma, roman, senaryo ve tiyatro oyununa imza attı, kaleme aldığı «Şu Çılgın Türkler» ülke tarihinin belki de en çok satan kitabı oldu. Cumhuriyetin kuruluş hikayesinin ilk kitabıydı «Şu Çılgın Türkler». İkinci kitap «Diriliş Çanakkale» ydi, şimdi sırada üçüncü kitap «Cumhuriyet» var. «Cumhuriyet»hacimli bir çalışma, iki cilt olarak yayımlanacak ve önümüzdeki haftalarda raflarda olacak. Çok tartışılacak, çünkü gündemdeki her meseleye bir gönderme var bu eserde, her biri belgelerle destekli… Günümüzde o kadar desteksiz atan kendinden menkul uzmanın olduğu bir ortamda, bu kadar belgeye dayalı bir eserin tartışma yaratmaması mümkün değil!

Benim Turgut Özakman’dan röportaj talebimin sebebi ise senaryosunu yazdığı «Dersimiz Atatürk» filmiydi. Ama sohbetimiz Atatürk, onun hayatı derken geldi dayandı siyasi gündeme… Çok doğaldı, çünkü Cumhuriyet tarihini konuşuyorduk. Sohbetin bir yerinde

«Bugünkü Kürt meselesinin temeli 1980 Darbesi midir, yoksa çok daha mı eskilere dayanıyor?»

diye sordum.

«Kürt meselesinde Şeyh Sayit İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. Hem de çok büyük talihsizlik»

dedi Özakman. Bir de tarifi var ki çok ilginç;

«O çok şaşkın bir isyandı. Ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk Ordusu’ndan hem de Kürtler’den… Üstelik Türk Ordusu’nda savaşan o kadar Kürt vardı ki…»

diye devam etti.

Kürtler’in İnönü’den ricası…
Hata neredeydi peki? Asıl hata isyanın kendisi Özakman’a göre, sonra hatayı hatalar takip etmiş. Mesela o kadar insanın ölmesi… Peki niye? Cevabı hemen veriyor Özakman:

«Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Bu çok ürkütüyor Ankara’yı, Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşmak gerek, ama Türkiye daha yeni barışa ermiş. Yaraları yeni yeni sarılacak, savaşabilir mi? İşte tam da böyle bir dönemde isyan oluyor. Ürküntü, korku, güvensizlik var, yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri «Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha ayırmayın» diye İnönü’yü uyarırlar mıydı?»

Özakman sohbet bittikten sonra bir ricada bulundu benden; «Aman, politik meseleleri ayıklayın, «Dersimiz Atatürk» ile bir araya getirmeyin. İkisi farklı konular» diyerek… Ama herkesin fikir beyan ettiği Kürt meselesinde bu kez belgelere dayanarak söylenenleri aktarmamak millete haksızlık olmaz mıydı? Ben haksızlığı Özakman’a yaptım, gerçekleri aktarmak adına… Söyleşiye önce Kürt meselesinden başladım. Şimdiden özür diliyorum, tüm bu konuları çok daha detaylı anlattığı Cumhuriyet kitabını da dört gözle bekliyorum!

Kürtler zaten kurucu millet asli unsur olmaktan çıkıp sığıntı mı olmak istiyorlar!

Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. İşte, tam da böyle bir dönemde isyan oluyor. Ürküntü, korku, güvensizlik var… Yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri, «Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha, ayırmayın!» diye İnönü’yü uyarırlar mıydı?

Son olarak Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de, «Türkiye’deki azınlıklar» ile ilgili raporunda «Ne Mutlu Türküm Diyene» sözünü eleştirdi. Ne diyorsunuz?

Sevr kapatılmamış bir dosyadır; bunu herkes bilsin. Yedi büyük düşmanı yenen bir millet olarak Lozan’a gittik. Tabii ki, «Hoş geldiniz, tebrik ederiz» denmedi bize. Önümüze dolaylı olarak dosyalar getirildi yine. En basitini söyleyeyim size; herkesi azınlık yapmaya çalıştılar. Aleviler bile azınlık olacaktı. Bunların hepsi reddedildi. Yalnız din farkı olanlar azınlık oldu; Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler. Geri kalanlar ortak bir millet oldu; Anadolu milleti. Doğrusu da budur. Çünkü Atatürk döneminin amacı bir millet yaratmaktı. Millet nasıl yaratılır bir toprak üzerindeki insanlardan? Yurtseverlik duygusu ve bilinci etrafında toplanarak yaratılır. Ötesi uydurma, süslü, konforlu tarifler olsun ama en asgarisi, en sağlıklısı budur.

Peki neden Türk deniliyor?

Neden Türkiye Büyük Millet Meclisi deniliyor, Anadolu Meclisi denilmiyor? Çünkü 12. yüzyıldan beri, Batı tarihlerinde Osmanlı lafı hiç geçmez, Türkler denir… Osmanlı’nın devşirmeleri de bir suç işlese bunu yapanlar hep Türkler’dir. Bütünüyle Türk adı kullanılır. Meclis’te konuşmalarda var, «Ağabey milletimiz Türkler» diye… Bir egemen millet var, Türkler diye. Fransa’da Fransızlar’ın, İspanya’da İspanyollar’ın olduğu gibi… Bu üst kimlik. Türk, hem alt kimliktir, yani bütün o etnik gruplardan biridir, aynı zamanda sembolik olarak da bir üst kimliktir. Tarih onu öyle getirdi.

«Atatürk, Kürtler’e özerklik sözü vermedi»
«Türkiye’nin son otuz yılı Osmanlı’nın sonuna benziyor» diyorsunuz. Türkiye, Yugoslavya olur mu peki?

O biraz zor. Yugoslavya çok kolay parçalandı, çünkü parçalanmak istediler zaten. Türkiye’de bu iş biraz zor. Dünyanın dördüncü büyük ordusu, Türk ordusu. Yurdu bölmek istiyorsanız, o gücü de yenmek zorundasınız. Kim, nasıl yenecek? Amerika gelip savaşacak mı bizimle? Irak’ta yenildi, Afganistan’da yenildi, Vietnam’da yenildi. Ama, pek çok insan Kürt meselesinin bölücülük olduğunu zannetmeye başlarsa, bazı şeyleri korumak güç olur. Bir de şu anda Kürtler bazı taleplerinde çok doğru ve haklı olabilirler ama bazı öncüleri tarihi zorluyorlar. Bu da doğru değil. Öyle yapmasınlar.
«Atatürk vaktiyle bize özerklik sözü verdi» diyorlar…

Böyle bir şey yok. Atatürk 1923′de İzmit Konferansı sırasında, gazetecilere Kürt meselesi hakkında «Anayasamızda yerel örgütlerin özerklik hakkı var» diyor. 1921 Anayasası’nda öyle bir hak var. Yani Çerkezler çoğunluk oldukları yerlerde kendilerini özerk yönetecekler belli konularda, diyelim eğitimde, tarımda… Ama bu kadar söylüyor.

Kürtler’in söylediği de o zaten…
Ama 1924 Anayasası «Tek devlet, üniter devlet» diyor. Milli devlet kuruluşuna geçildiği için bu tarz içten içe parçalayıcı olması muhtemel maddeler kaldırılıyor, yerel özerklikler yerini yerel idarelere bırakıyor. Daha çok merkeze bağlı olarak… Ama yine bazı Kürtler diyor ki,«Lozan’da İsmet Paşa, «Ülkeyi Türkler ve Kürtler birlikte yönetmektedir, yönetecektir» demişti.» Doğru… Yani öyle değil mi zaten? Cumhuriyetin kuruluşundan beri birlikte değil miyiz? Şimdi kurucu millet olmaktan çıkıp, azınlık olarak sığıntı bir millet mi olmak istiyorlar? Kurucu millet onlar. Elbette egemen milletin bazı üstünlükleri vardır. Tabii ki bu üstünlüklerini zaman içersinde törpüleyerek yavaş yavaş herkesin altında yer alacağı büyük bir şemsiye yaratır. Ama bu kavgayla yaratılmaz bu şemsiye.

Peki ne olursa her iki taraf da mutlu olur sizce?

Bakın, ben Türk derken, içine Çerkezler’i, Kürtler’i, Araplar’ı da katarım. Kafamın içinde hep öyledir. Bizim kuşağımız öyle yetişti. Biz Türk derken yalnızca Türk’ü düşünmeyiz. Onlar bizim toprak kardeşimiz; aynı vatanı bölüşüyoruz. Tarih kardeşimiz; aynı tarihi bölüşüyoruz. Kader kardeşimiz; zenginliği, fakirliği, galibiyeti, mağlubiyeti hep birlikte yaşamışız. Birlikte aç kalmışız, birlikte doymuşuz, birlikte ağlamışız, birlikte gülmüşüz… Şimdi kalkıp da birileri«Ben Kürdüm» diyorsa, milliyetçilik duygusunu onlara şırınga eden bir gelişim var demektir.
«Türkler de etnik grup, Araplar da, Zazalar da…»

Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat, bir söyleşimizde şöyle demişti; «Bu ülkede yaşayan her kuş leylek, her ağaç kavak mı ki ben de Türk olayım!» Bu da doğru değil mi sizce?

Ama ona «Sen Türk ol» diyen hiç kimse olmadı ki! Resmi olarak Fransa devletinin vatandaşına Fransız denir, İtalya vatandaşına da İtalyan.

Peki bu problem 1980 sonrasının problemi mi? Atatürk zamanında böyle bir problem yok muydu?

Yoktu. Şeyh Sait İsyanı’ndan ötürü Meclis’teki milletvekillerinin çok büyük bir acısı vardı. Ama Meclis zabıtlarını çok iyi okumak lazım; İsmet Paşa Lozan’a giderken Kürt milletvekileri diyorlar ki, «Bizi, sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha, ayrılmak istemiyoruz.»

Hangi Kürt milletvekilleri?

Cumhuriyet kitabında yazıyorum, Ekim sonunda çıkacak. Bütün bunları anlatıyorum orada… Bunların bir kısmı bize yanlış anlatılıyor, bir kısmı ters çevriliyor, eksik anlatılıyor. Şimdi ben doğrusunu belgelerinle, bilgilerinle veriyorum. Kürt milletvekilleri, «Sana görev veriyoruz»diyor İnönü’ye. Gerçekten de Lozan’da Türkiye’yi bölmek için Ermeniler için yurt isteniyor, Süryaniler için yurt isteniyor. Aleviler’in azınlık olması için uğraşılıyor. Aleviler niye azınlık olsunlar ki, Müslüman ve Türkler! Türkiye’yi parçalamak için her şey yapıyorlar.

Şimdi yapılmak istenen ne o zaman?

Lozan tutanakları okunduğu zaman, ki Devletler Hukuku Profesörü Seha Meray onları 8 cilt olarak çevirdi, orada yapılan dalavereleri görürsünüz. Onun için «Ne Mutlu Türküm diyene»sözüne itiraz etmelerindeki bütün amaç şu; bir Alman, «Türkiye’de 37 etnik grup var» diye bir kitap yazdı. Türk tabiyetinde 22 Alman varmış, onları da etnik grup diye saydı. Türkler’i de, Türkmenler, Aleviler diye bölüp parçalayıp anlatıyor. İsterseniz bu yöntemle etnik grup sayısı 150′ye bile çıkar. Türkiye’de Kültür Bakanı da, «Biz bir mozaiğiyiz, bu ne büyük bir zenginliktir» diye anlatıyor. Azınlık olmanız için belli bir nüfus yoğunluğunuzun olması lazım. Türkiye’de etnik grup var ama diyelim ki, 500 tane Pomak ya da Boşnak varsa, onlara etnik grup denmez. Onlar vatandaşımızdır. Etnik grup adını alabilmek için bunların 300-500 bin nüfusta olması lazım. Türkiye’de, Kürtler, Zazalar, Araplar ve Çerkezler var böyle. Başka etnik grup yok. Bir de Türkler. Türkler yüzde 85… Geri kalanlar yüzde 15. Şimdi böyle bir ülkede, alt kimlik-üst kimlik tartışmasını yapmak ya sayı bilmemek ya da tarih bilmemek demektir. Cumhuriyet bütün bu taşları yerine oturtmuştu. Şimdi bunlarla oynanıyor. Herhalde iyi niyetle oynanıyor. Ama bu çok tehlikeli bir oyun. Tarihle oyun olmaz. «Kürt açılımı» dediğiniz zaman Çerkez açılımını da yapmanız lazım. Onların günahı ne? Arap açılımını da yapmanız lazım. Mardin ve çevresinde 600 bine yakın Arap asıllı Türk yaşıyor…

Kürtler’in sayısı ne sizce?

Tam sayı bilmiyorum ama nüfusun yüzde 10′u diye düşünülüyor. Çünkü bu konuda yapılan araştırmaların hepsinde ya bilimsel bir eksiklik var ya siyasi bir oyun… Ama sayıları yüzde 10-12 civarında. Doğaldır da bu. Birbirimize karışmışız. Bizi ayırmak çok zor.

Peki Kürt meselesinde nerede hata yapıldı?

Şeyh Sait İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. Çok büyük bir talihsizlik ama… O çok şaşkın bir isyan. Yani ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan, belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk ordusundan, hem de Kürtler’den… Şunu da söyleyeyim, o zaman Türk ordusunda da Kürtler’le savaşan bir sürü Kürt var.

Çanakkale Savaşı’nda da Kürtler var mı, yok mu diye tartışılıyor hep…

Vardır. Neden olmasın? İstanbul’a çalışmaya gelen Kürt, askere alınınca 57. Alay’da Kürt olarak görev yapıyor. Ama Doğu’dan gelip de Çanakkale’de dövüşmüyorlar.

Siz sorunun temelini Şeyh Sait’e bağlıyorsunuz değil mi?

Evet. Sorunun başı Şeyh Sait.

Yani öyle bir hata yapılmasaydı, isyan bastırılırken o kadar insan ölmeseydi…

Bu iş daha kolay yürürdü. Çünkü Doğu’dan ürktükleri anlaşılıyor. İngilizler’le el altından işbirliği halinde çok Kürt var. O çok ürkütücü oluyor tabii ki… Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşa karar vermek gerekiyor Musul için. Türkiye daha yeni barışa ermiş, yaraları yeni yeni sarılacak. Savaşabilir mi?

O korkuyla bastırmaya uğraşıyorlar isyanı, öyle mi?

Tabii… İngilizler, Kürtler üzerinde çok teşkilatlanmışlar. Ürküntü, korku, güvensizlik var… Yoksa Kürt halkınla bir sorunumuz yoktu. Atatürk’ün üç yaveri var; biri Çerkez, biri Kürt, biri Türk. Kürt olan Mahmut Bey (Soykan), daha sonra Siirt mebusu oluyor. Çerkez, Altemur Kılıç’ın dayısı Muzaffer Kılıç… Türk de Salih Bozok. Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de Kürt’tür.

Onun Atatürk’ün esas oğlu olduğunu iddia edenler de var…

Hayır. Van ve Muş çevresindeki savaştan sonra Ermeniler’in kestiği ailelerden geriye kalan yetim, öksüz çok çocuk var. Herkes bu çocuklara sahip çıkmaya çalışıyor. Abdürrahim’i de 5 ya da 6 yaşında alıp annesinin yanına istanbul’a gönderiyor Atatürk. «Bu bizim evladımız olsun» diyerek… Zübeyde Hanım yetiştiriyor onu. Sonra, 12 yaşındayken, 1921 yılında Ankara’ya getirtiyor Abdürrahim’i…

Abdürrahim Bey’in ailesinden kimse var mı hayatta?

Hayır. Yalnız bana bir mektup geldi, «Galiba o bizim torunumuz» diye… Ama o hayal mektup. Atatürk Latife Hanım’la evlendikten sonra Abdürrahim yatılı okula Almanya’ya gidiyor. Elektrik mühendisi oluyor, İstanbul’da çalışıyor. Öleli çok oldu. Anılarını, kendisine miras bırakılmış olan Zübeyde Hanım’ın tesbihini, seccadesini falan Başkent Üniversitesi’ne bıraktı. Allah rahmet eylesin, çok efendi bir insandı. «Ben Atatürk’ün manevi evladıyım» diye hiç ortaya çıkmadı, palavra sıkmadı…

Başa dönüp Şeyh Sait’le ilgili bir soru sormak istiyorum. Atatürk’ün bu isyan sonrasında çekilen acıları telafi etmek için yapabileceği bir şey yok muydu peki?

Bir kere o zaman Kürt milletvekillerinin hepsi Şeyh Sait İsyanı’nın karşısında yer aldılar, bunu bilin. Yani partinin içinde ve Atatürk’ün etrafında… Sonra Umumi Müfettişlikler kuruldu. İlki de Doğu’da kurulmuştur. Valileri iyi organize edebilmek, oraya daha iyi bakabilmek için… Ama henüz cumhuriyetin yetiştirdiği insanların hiçbiri idareci olmuş değil. Bunlar Osmanlı’dan kalma idareciler. Bir kısmı çok başarılı olabilir ama bir kısmı o idealizmden çok uzak. İşi ucundan tuttukları anlaşılıyor. Şimdi de öyle, ucundan tuttukları anlaşılıyor.

Atatürk’ün «Keşke böyle yapmasaydık» dediği bir konuşma, yazışma var mı?

Hayır. Atatürk’ün hiçbir konuşması öyle değil. O geleceğe ait iyi şeyler söylüyor. Bunların bir kısmı yapılmış olan başarıları anlatmak şeklinde, bir kısmı da olursa iyi olur diye düşündüğü, hayallerini anlatan konuşmalar. Ama tabii birtakım bakanlar değişiyor, umum müfettişler değişiyor. İnönü, Doğu’ya gönderiliyor, Celal Bayar Doğu’ya yollanıyor. Onlardan raporlar alınıyor. Paramız yok, gücümüz yok, uzmanımız yok. (Gözleri doluyor) Çok acı bir şey ama böyleyiz. Devraldığımız miras bu. Yani bütün Türkiye’de Cumhuriyetin devraldığı doktor sayısı 337! Koca bir devletin doktor sayısı 337. Bu doktorlar ne yapabilir? Buna rağmen sıtmayı yeniyor, frengiyi yeniyor, veremi yeniyor, tifoyu yeniyor Türkiye. Bu ne büyük, ne idealist bir kadro.

Şeyh Sait ayaklanmasını da bütün bu olanaksızlıklar içinde mi değerlendirmek lazım?

Tabii! Biz bugünün bilgisiyle, yaklaşımıyla «Keşke şunlar da yapılsaydı» diyebiliriz. O tarihte bazı şeylerin görülmediği anlaşılıyor.

Akciğerinin yarısı alındı…
Turgut Özakman çok ciddi bir operasyon geçirmiş Ağustos sonunda. Akciğerinin yarısı alınmış, şimdi nekahat döneminde. Nezle bile olmaması gerekiyor. Bu yüzden Oran’daki evine girerken ayağımıza galoşları geçirdik, bir de maske taktık. Tabii o da… Maskesini çıkarması riskti, hem de hayati… Yine de öyle fotoğraf çektirmeye gönlü razı gelmedi. Alabildiğimiz kadar önlem aldık. Maskesini çıkardı, uzaktan sadece bir-iki kare fotoğrafını çekebildi arkadaşım Özer Şendir. Bu yüzden fotoğrafı az, bilgisi ve belgesi bol bir sohbetimiz oldu…

Mine Şenocaklı / VATAN

Paylaş:

Yorumlar

“415) TÜRKİYE’NİN SON OTUZ YILI, OSMANLI’NIN SONUNA BENZİYOR” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Arslan Bulut yorum tarihi 17 Kasım, 2012 07:06

    Fransa Ajanları Dersim ile nasıl irtibat kurdu?
    http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=10995

Yorum yap