401) DOSTLUK KÖPRÜSÜNE DÖŞENEN MAYINLAR

Yayin Tarihi 25 Temmuz, 2009 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

DOSTLUK KÖPRÜSÜNE DÖŞENEN MAYINLAR

            Çin’in kuzeybatısındaki Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde son günlerde meydana gelen çatışmalar, artık dünyada barış ve huzurun hakim olmasını isteyen uluslararası toplum nezdinde soğuk duş etkisi yarattı.

            Ülkenin güneyindeki Guangdong eyaletine bağlı Shaoguan şehrindeki bir oyuncak fabrikasında Haziran sonunda yaşanan taciz olayı sonrası çıkan kavga, Urumçi’de 5 Temmuz’da öğrenciler ve bilim adamlarının da katılımıyla düzenlenen protesto gösterisiyle giderek büyüdü ve Çin güvenlik görevlilerinin orantısız güç kullanmasıyla kontrolden çıkarak, bölgenin en önemli şehirlerinden Kaşgar’a da sıçradı.

            Çin’de on yıllardır görülmeyen ölçüde kanlı etnik çatışmalara dönüşen olaylar ile ilgili basında yayınlanan haber ve fotoğraflar, insanın kanını donduracak cinsten. Han Çinlilerinin saldırılarına maruz kalan, evleri basılan, kafalarına kurşun sıkılan, sopalar, kasap bıçaklarıyla katledilen Uygur Türkleri… Sonuç, resmi rakamlara göre 218 ölü ve çok sayıda yaralı.

            Olaylar karşısında, Sincan ile tarihi, kültürel bağları bulunan ve 300 bini aşkın Uygur Türkünün yaşadığı Türkiye’de tepkilerin yükselmesi gecikmedi, siyasetçisinden işadamına hemen her kesimden, Çin’e topyekun öfke, sel olup taştı. 

            Oysa olayların hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Gül’ün Çin ziyareti sırasında, Türk ve Çin yetkilileri tarafından, Sincan-Uygur Özerk Bölgesi “iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi için bir köprü” olarak tanımlanmıştı. Yaşanan son olaylarla bölgenin, Türkiye-Çin arasında bir köprü oluşturduğu muhakkak, ama ne yazık ki beklentilerin aksine. Ayrıca, Uygur Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Urumçi’de yaşanan olayların, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığında kalabalık bir işadamı heyetiyle gerçekleştirilen Çin Gezisinin hemen sonrası yaşanmış olması da, üzerinde durulması gereken bir konu.

            Benzer bir durumun, Devlet Bahçeli’nin başbakan yardımcılığı döneminde bölgeye yaptığı ziyaret sonrasında da yaşandığına dikkat çeken uzmanlar, bu ziyaret sonrasında Kaşgar’da binlerce tarihi kitabın yakıldığına ve üniversitelerde Uygurca’nın tamamen yasaklandığına işaret ediyor.

            Son olarak Cumhurbaşkanı Gül’ün gerçekleştirdiği ziyaret ise, Çin ile kısa süre içinde ekonomik alanda Türkiye lehine önemli gelişmelere dair beklentiler ışığında değerlendirilmişti. Buna karşılık Çin’in de, Türkiye’de enerji, santral yapımı, petrol ve madencilik alanlarına ilgi duyduğu ve bu alanlarda atılım arzusu içinde olduğu dile getirilmişti. Nitekim 14 yıl aradan sonra Pekin’i ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül ile Çin Devlet Başkanı Hu Jintao başkanlığındaki heyetler arası görüşmelerin yüzde 90’ını ekonomi oluşturdu. Bu açıdan bakıldığında, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi düzleminde adımların atıldığı bir dönemde, sözkonusu olayların “Çin yönetimi tarafından provoke edildiğine” dair suçlamalar, çok da mantıklı gelmiyor.

            Olayların ardında, Uygur Türklerine yönelik Çin tarafından yıllardır uygulanan zulüm ve baskı politikasının yanı sıra, ekonomik nedenlerin de etkili olduğu kesin. Çin’in en hassas bölgelerinden biri olan Sincan-Uygur Özerk Bölgesi ile ilgili olarak Çin yönetimi, bugüne kadar verdiği ekonomik büyüme ve refah sözünü tam anlamıyla yerine getiremediği gibi; dini ve kültürel hayatı kontrol ve baskı uygulamalarıyla bölgeye hakim olmaya çalıştı. Ayrıca, bölge için yapılan yatırım ve maddi yardımlardan elde edilen kazançtan çoğunlukla, Urumçi’de yılardır dayatılan nüfus politikalarıyla artık çoğunluk olan Han Çinlileri menfaat sağladı. Ticarette yükselmelerine izin verilmeyen ve adeta köle olarak çalıştırılan Uygur Türkleri, gelir dağılımındaki adaletsizliğin de her daim mağdurları oldu.

            Bugün yaşanan olayların, Çin yönetiminin Uygurlara yönelik antidemokratik politikalarının bir sonucu olduğu muhakkak. Ancak, olayları Çin’in provoke ettiğine dair iddialar, Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti ile yeniden başlayan sürecin, Çin tarafından bizzat dinamitlenmesi anlamına gelmesi açısından, inandırıcı gelmiyor.

            Ayrıca, olayların ardından Çinli yetkililer tarafından yapılan ılımlı ve temkinli açıklamalardan da anlaşıldığı üzere; Çin yönetimi, Türkiye ile mevcut ilişkilerinde sıkıntı yaşamak istemiyor. Zira Avrupa ile Afrika’ya yönelik ekonomik açılımını Türkiye üzerinden gerçekleştirmek isteyen Çin, sadece Türkiye ile ekonomik işbirliği alanında ilerlemeyi hedeflemekle kalmıyor, aynı zamanda Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu’da ağırlığı hissedilen ve özellikle Afganistan-Pakistan eksenindeki gelişmelerle yakından ilgilenen Türkiye’ye yakın bir duruş sergilemek istiyor. 

            Buna karşılık Türkiye de, Asya’nın bu tarafıyla ilişkilerini geliştirmek istiyor, ilişkilerin sadece ekonomik boyutuna değil, siyasi, askeri, teknolojik, kültürel yönlerine de önem verilmesinin gerekliliğine inanıyor. Türkiye’nin, önümüzdeki 10 yıllık süreçte dünyanın en büyük ekonomisi olma potansiyeline sahip Çin ile ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğine işaret eden stratejistler, Çin tarafından Türkiye’ye yapılacak yatırımların Türk ekonomisi açısından önemine dikkat çekiyor. Ayrıca Çin, sanayi enstrümanlarının Batılı ülkelere kıyasla çok daha ucuz temin edilmesi açısından da Türkiye’ye fırsatlar sunuyor.

            Dolayısıyla yaşanan olayları, Türkiye ile Çin arasında ticari-ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinden ekonomik olarak zarar görmesi muhtemel üçüncü tarafların, iki ülkeyi karşı karşıya getirme gayretleri çerçevesinde de değerlendirmemiz gerekiyor.

            Olaylar karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Çin yetkililerin, bölgede yaşanabilecek basit bir adli vakanın, yıllardır süren yanlış politikalara tepki olarak nasıl gelişebileceğine dair bir öngörüye sahip olmadıkları anlaşılıyor. Evet, bugün Uygur kardeşlerimizin başına gelenlerde; Çin yönetimlerinin hataları var ama, dünyanın öbür ucunda olmalarına rağmen, bize bu kadar yakın bir Türkçe ile konuşan, pek çok ortak değere sahip olduğumuz bu insanları bugüne kadar ihmal etmemizin payı da var. Daha da önemlisi Türkiye’nin, bu konudaki duyarlılığını yeterince paylaşamadığı Çin ile birlikte atması gereken bazı adımları zamanında atamamış olmasının…

            Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nin, çok daha önceden, Türkiye ve Çin arasında gerçek anlamda bir “dostluk ve işbirliği köprüsü” haline getirilememiş olmasının…

Berna İLTER

[email protected]

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap