389) ASİMETRİK SAVAŞ, GENELKURMAY BAŞKANI, İNÖNÜ VE ATATÜRK

Yayin Tarihi 27 Haziran, 2009 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

ASİMETRİK SAVAŞ, GENELKURMAY BAŞKANI,

İNÖNÜ ve ATATÜRK      

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İrfan Başbuğ, 26 Haziran 2009 tarihinde yaptığı basın toplantısında, “Genelkurmay Başkanlığı aleyhine bir süredir “medya üzerinden orduya karşı asimetrik, psikolojik bir savaş” yürütülmekte olduğunu üstüne basa basa vurgulayınca, kıyamet koptu: Gün boyu bütün tv kanalları Orgeneral Başbuğ’un ne demek istediğini çözmenin peşine düştüler. Konuşturdukları kimi yazar ve hatta akademisyenler de, ciddi ciddi asimetrik savaşın ne demek olduğunu anlatıp durdular: “ Efendim, asimetrik savaş, simetrik olmayan savaş, yani eşit güçler arasında olmayan savaş demektir. Örneğin muntazam Amerikan ordularına karşı Irak’taki direnişçilerin, İsrail Ordularına karşı Hamas militanlarının sürdürdükleri mücadele bunlara örnek olarak gösterilebilir. Daha ziyade El Kaide’nin 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleleri vurmasından itibaren dillendirilen gayri nizami bir savaş türüdür” diyerek.

Başbuğ’un kastettiği bu değildi.

Uzun süredir Türk Ordusu açıkça taciz ediliyor, ısrarla bir kaosun içine çekilmeye çalışılıyor, dört koldan meydan okumalar sürüp gidiyordu. Nasıl olsa artık darbe riski de olmadığına göre, cüceler aslan kesilmişti. Bir yandan DTP kentlerde hatta Meclis’te, PKK dağlarda…Öte yandan tarikat-cemaat beslemesi dinci basınla, 2.Cumhuriyetçi işbirlikçiler ve uzantıları olan “baron gazeteciler taifesi”, alayı Anti-Kemalistler, alayı laik Cumhuriyet karşıtları, alayı Atatürk düşmanları…yılların birikmiş kinini her gün kusarak…tam bir koalisyon halinde…güya “demokrasiyi yüceltmek” adına ve kutsal bir görevi yerine getiriyormuş pozuna da bürünerek her gün yüzlerce sayfa gazete sütunlarında, binlerce saat televizyon stüdyolarında vurdular, vurdular, vurdular.

Bu binlerce saatlik saldırı karşısında ise iki-üç ayda bir bir basın toplantısı yaparak, hiç değilse bir-iki saat içinde  yanıt vermeye çalışan Genelkurmay Başkanı’na ise, bu koalisyonun her kesiminden aynı tepki yükselip durdu: “Genel Kurmay Başkanı bu kadar konuşmaz!”, “Söyleyeceğin bir şey varsa, şikâyetini bağlı olduğun Başbakana söylersin, o gerek görürse kamuyla paylaşır, otur oturduğun yerde…”

Başbuğun “orduya karşı asimetrik bir savaş yürütülüyor” derken kastettiği buydu… Yüzlerce noktadan bir noktaya saldırılıyordu ve askerin yapılan bu saldırıya aynen yanıt vermesini bırakın, iki saatlik basın toplantısına bile katlanılamıyor,  ordunun toplum üzerindeki karizmasını sıfırlamak için hiçbir fırsat kaçırılmıyordu.

Peki ama orduya karşı bu asimetrik savaşı sürdüren gruplar kimlerdi? Başbuğ bu soruya yanıt vermedi, “bizim de bildiğimiz bazı gruplar” dedi, konuyu Güvenlik Kuruluna  götüreceğini söyledi.

Başbuğ’un vermediği yanıtı biz verelim:

Orduya karşı asimetrik savaşı bizzat Başbakan yürütüyor.  Bütün kurullarıyla iktidar partisi AKP yürütüyor. İktidar-muhalefet milletvekilleri yürütüyor. Bülent Arınç benzeri Başbakan Yardımcıları, bakanlar yürütüyor…”Nerede o 12 Eylül’ün aslanları, darbeciler…Hodri meydan, hodri meydan, hodri meydan” diyerek…sanki darbelerden bu ordu sorumluymuş gibi bir tavrı sergileyerek…Taciz ederek.

Ortaya en son bir fotokopi kâğıdı atıldı: “Ordu’nun Fethullah Güleni ve AKP’yi bitirme planı” denerek takdim edildi. Doğal olarak  Genelkurmay savcıları derhal  gereken tüm incelemeleri yaptılar ve vardıkları sonucu Başbuğ’un ağzından kamuya ilettiler: “Bu bir kâğıt parçasıdır.”

Başbakan anında  Brüksel’den yanıt vermede gecikmedi: “Askerî Savcılar böyle değerlendirmiş olabilirler. Biz olayı sivil savcılarla sürdüreceğiz.”

Bu ne demek? “ Bu sadece bir kâğıt parçası değil, pekâlâ bir belgedir. Ben buna inanıyorum. Emir-komuta hiyerarşisi içindeki askerî savcıya ise güvenim yok” demek.

 İşte bu da “Asimetrik savaş” demek.

Oysa 2004 yılında, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil hakkındaki iddianameyi hazırlayanlar da bu askerî  savcılar değil miydi?

Askerî Mahkeme Oramiral Erdil’in rütbesini onbaşılığa indirmekle kalmadı, Erdil hâlâ hapiste.

Ama RTÜK Başkanı Zahid Akman dışarıda. Kendini savunmak için kullandığı belge bile sahte çıkan Akman dışarıda. Cumhuriyet Savcıları nerede? Ergenekon peşinde… İşte asimetrik savaş bu.

Başbakan’ın “sağlam bir arkadaştır” dediği Akman ile ilgili dosyalar “fotokopi” değil, resmî belge. Üzerinde tahrifat yapıldığını belirleyen makam bizim savcılarımız mı? Hayır, Alman makamları.

İşte asimetrik savaş bu.

Bir “fotokopi”nin belge sayılamayacağını, Afrika’nın “pigmeleri” bile bilir. Dünyanın hiçbir ülkesinin hukuk sistemi de onu belge saymaz. Meğer bizim başbakanımız bu kâğıt parçasına ne kadar bel bağlamış olmalı ki, bu beyan karşısında son derecede bozuldu. Oysa bir üniversite hocası olarak ben söyleyeyim: O, “işte belgesi” denerek günlerce yandaş medyasında çarşaf çarşaf yayınlanıp tüm ülkeyi meşgul eden, böylece gündemi saptırtan nesne var ya!. O, değil kâğıt, hukuken “tuvalet kâğıdı” bile olamaz!…

Şimdi, elbette hepsine güvendiğimiz ve cumhuriyetimizi, yani namusumuzu emanet ettiğimiz Cumhuriyet  Savcıları, bu kâğıdın ya aslını bulacaklar, ya da bu fitnenin kaynağını  bulacaklar.

Ve önünde sonunda bu düğüm çözülecek.

Türkiye Cumhuriyetini kuran bu şerefli ordunun başkomutanı, hem de anayasa gereği Cumhurbaşkanı’dır. Atatürk’ten beri bu böyledir. Ve Sayın Gül şimdi O’nun makamında oturuyor.

“Kayıp trilyon”dâvâsından dolayı Erbakan mahkûm oldu. Çünkü dosyadakiler fotokopi değil, gerçek belgelerdi. Bosna’da dövüşen müslüman kardeşlerimize yardım olsun diye namaz çıkışı cami avlularında toplanan paralar değil miydi bu paralar? Evet öyleydi ve buhar olmuştu. Bu nasıl Müslümanlık demeyeceğim. Hırsızlıkla Müslümanlığın ne ilgisi var. Ama tüm  İslâm dünyasına rezil olduk mu? Olduk.

Eğer milletvekili seçilemeyip  “dokunulmazlık zırhına”  bürünemeseydi, Sayın Gül de Sayın Erbakan gibi yargılansaydı, mahkûm olur muydu? Aynı sorumlu yönetim içinde bulunuyor olduğuna göre, dâvâ da mâlûm şekilde sonuçlandığına  göre, elbette. Ama nereden biliyoruz? Belki de beraat ederdi. Bugünkü konumu nedeniyle dönem sonundan önce yargılanması olası değil. Ama kendisi kabul etse de Savcı ifadesine başvursa, Sayın Gül  ifade vermeye ne nam altında çağrılacak: “Şüpheli”. Olayın hukuki ismi bu.  Olaya bakar mısınız? Türkiye Cumhurbaşkanı “şüpheli”.  Neyin şüphelisi? Kayıp trilyon lira dâvâsının. Siz şu zillete Bakar mısınız? Buna yol açan ne? Milletvekilleri Dokunulmazlığı. Kaldırılsa, Sayın Gül belki de bu şaibeden kurtulacak ama karşısına en büyük engel nasıl çıkıyor?  TBMM’de AKP’ye yani iktidar partisi milletvekillerine  ilişkin tam 175 suistimal dosyası var. Boğazlarına kadar batmışlar, dokunulmazlığı kaldırırlar mı? Elbette kaldırmazlar. Üstelik bunlar fotokopi değil, dosya. Muhalefet Lideri Deniz Baykal her gün başbakana meydan okuyor, “Hodri Meydan”cı Bülent Arınç dahil kimseden ses yok. Ve sırf bu açmaz yüzünden Sayın Gül o makamda şaibeli oturuyor. Bunu hak ediyor mu,  bence hayır. Çözüm? Çözüm yok.

Öte yandan, ailesinin yaptığı bir suistimal yüzünden geçtiğimiz günlerde Güney Kore Cumhurbaşkanı intihar etti. Bu makamlar böylesine hassa makamlar. O makamların şaibe götürmesi mümkün mü?  Ve Sayın Gül, partisinin bu zaafı yüzünden, “benim dokunulmazlığımı kaldırın, ben yargılanmak istiyorum” diyemiyor.

Oysa Atatürk o makamda otururken, bakın ne yaptı? TBMM’ne başvurarak, bütün mal varlığını milletine bağışlamak istediğini bildirdi. Meclis karşı çıktı. Çünkü Atatürk,  “Bütün” mal varlığını hazineye bağışlamak istiyordu, oysa kız kardeşi Makbule Hanım sağdı. Medeni Kanunun bugün de yürürlükte olan ve hepimizi bağlayan  452. Maddesi “mahfuz hisse” hükmüne göre, bu malın dörtte biri Makbule Hanım’ındı. Bu hisseye dokunulamazdı. Atatürk buna rağmen direndi: “Hukuğun içinde kalın ama, bir yol bulun!” dedi. Çözümü Saruhan (Manisa) Milletvekili Mustafa Fevzi Efendi buldu: Gazi içinTBMM özel bir kanun çıkaracaktı. Bu özel kanun sayesinde de Medeni Hukuk,  Gazi’nin bu bağışı yapmasına engel olamayacaktı. Bu kanunu çıkardılar. 12 Haziran 1933 tarih ve 2307 sayılı kanun.

Bu kanun bizlere ve tüm gelecek nesillere namus dersi verircesine şunu söylüyordu: “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Medeni Kanunun 452. Maddesindeki “mahfuz hisse” hükmünden müstesnadır.”

Yani o dilediği gibi yapar. Malının tamamını da milletine verebilir. Sene daha 1933. Cumhuriyetin 10. Yıl dönümü. Henüz 52 yaşında, karizmasının en üstünde. Ortalıkta hastalıktan en ufak bir emare yok.  Ama o, maddi konularda tavrı bu olan bir cumhurbaşkanı. O’na göre  “…söz konusu olan vatansa, gerisi teferruat…”

Kendine özel çıkar sağlamak için özel kanunlar çıkarttıran devlet adamlarına dünyanın her yerinde, en çok da Türkiye’de rastlanıyor, rastlanacak. Ama özel kanun çıkarttırıp, nesi var nesi yok milletine bağışlamış bir devlet adamına bu dünya bir daha tanık olamadı. Atatürk bu anlamda da TEK ADAM.

İşte bu Atatürk, dört sene sonra bir şey daha yaptı: 19 Eylül 1937 günü Başbakanı İsmet İnönü’yü görevden aldı. Ayrıntısı bu makalenin konusu değil, girmeyeceğim. Ama hemen arkasından öyle bir şey daha yaptı ki, işte o tam da bu makalenin konusu. Hemen ertesi gün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ı çağırdı ve İşbankası’ na şu talimat mektubunu yazdırdı: “ Nezdinizdeki 4 numaralı hesabımdan her ay İsmet Paşa’ya iki bin lira ödeyiniz. “. Hasan Rıza şaşkın şaşkın bakınca, “…öyle bakma çocuk!” dedi, “İsmet Paşa’nın parası yoktur. Geçim sıkıntısına düşsün, istemem…”

Bir zamanlar cumhurbaşkanları, başbakanlarının cebinde kaç para  var, bilirlerdi.

Başbakanımız siyasete atılmadan önce Cola’nın başbayii ve dağıtıcısı. Yanı sıra benzer işleri de olabilir. Ardından Beyoğlu, daha sonra  İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı. Sonra da başbakan…Oğluna aldığı gemicik “kâğıt gemi” değil. Deryalarda yüzüyor…Tabii dikkati de çekiyor. Nasıl çekmesin, bir tarafta Türk Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer komutanlarından, yılların orgenerali, 14 senelik başbakan İsmet Paşa. Atatürk’ün göndereceği iki bin liraya muhtaç. Üstelik bu da yetmeyecek, kısa bir süre sonra masraflarına katlanamadığı için Pembe Köşkü kiraya verecek. Ama o, Atatürk’ün Başbakanı. Şerefli, onurlu, namuslu.

Beri tarafta da şimdiki başbakanımız. Elbette o da şerefli, namuslu, onurlu. Ama gelin ekiplere bir bakalım:

Bir tarafta Atatürk ve İsmet Paşa; diğer tarafta Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan.

Bir tarafta “şaibeden” eser yok, diğer tarafta şaibeden geçilmiyor. Sayın Gül hariç, bu “şaibe tayfasının” Atatürk’ü sevmesi mümkün mü? Değil. Aksine nefret ediyorlar ve bunu katiyen gizlemiyorlar. O kadar ki, Başbakan her konuşması, her hareketi, her jestiyle, “kendisine bağlı olduğunu sık sık yinelediği” Genelkurmay’dan da başkanından da hoşlanmadığını adeta haykırıyor.  Genelkumay Başkanı’nın da Başbakana tavrı aynı.

Bu rezalet durum daha ne kadar sürecek bilinmez.

Ama bilinen bir şey var:  Tarih bu orduyu  hep “Mustafa Kemal’in Askerleri” olarak tanıdı, hep öyle tanıyacak.  Fakat değil ya Ergenekon, daha neler icat edilirse edilsin, bu orduya kimse “Tayyib’in Askerleri” diyemeyecek. Zıtlık biraz da buradan kaynaklanıyor.

Y. Doç. Dr. ORHAN ÇEKİÇ

Paylaş:

Yorumlar

“389) ASİMETRİK SAVAŞ, GENELKURMAY BAŞKANI, İNÖNÜ VE ATATÜRK” yazisina 6 Yorum yapilmis

  1. Anadolu yorum tarihi 28 Haziran, 2009 01:02

    O kadar gerçek ve net yazmışsınız ki size çok teşekkür ederim.Bu çirkin oyunlar ve tuzaklar birgün kendilerini de içine alacak.Onlar Dine yüzeysel inansalar da biz gerçekten inanıyoruz.Halkın oyunu alabilmek için eşlerini paketlediler ama yedikleri içtikleri kan, cerrahat,Hakkımız haram olsun.Daha düne kadar gece kondularda yaşarlarken,şimdi köşkte ve saraydalar.Elbet birgün yolun sonu onlarada gözükecek.Koltuk gitmesin diye, Türk topraklarını peşkeh çekmekteler.Mecliste oy verenler, bizim temsilcimiz olamazlar.Onlar olsa olsa kendi ceplerine girecek paranın temsilcisi olurlar.Kendisini listeye alan parti liderlerinin temsilcisi olurlar.Onlar milletin vekili değil,partinin vekilleri diye adlandırılmalıdır.Tarih onlar için hiç iyi bahsetmiyecek.Bütün hedefleri bu dünya için ahiret onlara çok uzak.Tez vakitde gerçek yüzlerini, biz nasıl görüyorsak saf ve temiz halkımızda görür İnşallah !

  2. Hüseyin Avcı yorum tarihi 28 Haziran, 2009 01:45

    Elinize sağlık.Cami çıkışlarında Bosna için toplanan paraların uçması!Zehir zıkkım olsun.Genel Kumay Başkanımızın adını İlker Başbuğ olarak biliyoruz ama siz İrfan yazmışsınız,ikinci ismimi var yoksa?

  3. Barış AYKUL yorum tarihi 28 Haziran, 2009 01:55

    Takip ettiğim tüm gazetelerdeki yorumlar icinde en anlasilabilir ve ozet niteliginde olanı aşağıda ilgililerin bilgisine sunuyorum…

    _ _ _ _ _

    Asimetrik psikolojik harekat

    Askerler ve benim güvenimi son birkaç gün içinde kaybetmiş olan Genelkurmay Başkanı hakkında yeni bir durum ortaya çıkmadığı sürece bir daha yazmayacağım. Neyi yazacağım ki, milletin gözünün içine baka baka gerçeği karartıyorlar ve bizim bu karartmaya inanmamızı bekliyorlar. Son iki ayda üç kez karşılarına gazetelerin temsilcilerini alıp padişah edasıyla basın toplantısı yapıyorlar ve herkesi fırçalıyorlar.
    Dünyanın neresinde görülmüş bir Genelkurmay Başkanının ikide birde basın toplantısı yaptığı? Üstelik gerçeği söylemiyor bu komutan. Geçen gün köşemde tek tek yazdım, bu ülkenin Genelkurmay Başkanı bir ay içinde üç tane gerçek olmayan şeyi milletin gözünün içine bakarak söyledi. Bunları geçiyorum, dünkü basın toplantısı neydi öyle?
    O yüz ifadesi, o ses tonu neydi? Bu beyefendiye bilmiyorum ki kim anlatacak, elinde silah olan adam toplumun karşısında böyle kabadayı gibi konuşamaz. Toplumun ruh sağlığını bozmak mı bu askerin niyeti? Senin elinde zaten silah var, hepimiz senden zaten korkuyoruz. Bir de niye azarlıyorsun gazetecileri, aydınları.
    ***
    Genelkurmay Başkanı madem toplumun karşısına çıktı, o vakit bizim bu darbe belgesiyle ilgili kuşkularımızı giderici inandırıcı bir tutum sergilemeliydi, değil mi? Hayır, bunu yapmadı. Dediği şu: “Bu belgenin sahte olduğuna inanın, sivil savcılıkta bunu böyle kabul etsin ve bunu kim sızdırmış bulsun.” İnanılacak gibi değil ama aynen bunu söylüyor.
    “O albay niçin sahte imza attı?” diye soruluyor, cevap vermiyor, etrafından dolanıyor Genelkurmay Başkanı. Daha önce hazırlanmış belgeler soruluyor, duymazlığa geliyor.
    Oturuyor uzun uzun batı ülkelerinde askeri mahkemelerin olduğunu sayıp döküyor. Ancak bu ülkelerde Askeri Yargıtay ve Askeri Danıştay olmadığını söylemiyor. O ülkelerde askeri mahkemelerin sadece askeri disiplin suçlarına baktığını gizliyor. Son bir ayda anladım ki bu Genelkurmay Başkanı karartma işini çok iyi yapıyor. Daha onlarca cevaplanması gereken soru var, geçiyorum, bu kadar öfkeli bir Genelkurmay Başkanına ne soracağız ki?
    ***
    Yalnız bir şey söyledi ki, çok ayıplıyorum Genelkurmay Başkanını. “Gazeteler üzerinden TSK’ya ‘asimetrik psikolojik harekat’ yapıldığını” söyledi. Bir Genelkurmay Başkanı bu lafı nasıl söyler, anlayamıyorum. Bu askeri doktrinde “düşman” tanımıdır. Oysa tam tersi, bu ülkenin ordusu onlarca yıldır halkı üzerinde psikolojik savaş yürütmektedir. Karargahta bu iş için kurulmuş daire bile var ve daha geçenlerde orda üretilen bir belge bize halk üzerine planlanmış bir psikolojik harekatı haber vermekteydi. Suçluların telaşıdır bu, başka bir şey değil.
    Prusyalı General, Savaş teorisyeni Clausewitch’in kavramlarını alıp kendi halkına, kendi ülkesinin gazetelerine “düşman” tanımlaması yapan bir Genelkurmay Başkanı bu günden sonra herkesin çok ama çok rahatsız olması gereken bir devlet sorunudur. Askerler hukuka uyduğu ve demokrasiye sadık kaldığı sürece TSK’yı kimse yıpratamaz. Ama askerler 1960’dan beri durmadan demokrasiyi yıpratmakla meşguller. Ve artık bu bozuk düzenin değişmesi zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.

    Huseyin Kocabıyık/Yeni Asır/27.06.2009

  4. Oğuz Soydemir yorum tarihi 29 Haziran, 2009 15:01

    Bu güne kadar bir çok sitede yazı okudum fakat sizin yazdıklarınız kadar gerçekleri gösteren bir yazı görmedim.Eş başkan görevini yapıyor.ABD nin ortadoğu engellerinin başında bulunan TSK yı gücünü aldığı halk ile arasını bozarak onu kötüleyerek TSK yı güçsüzleştirip eş başkan görevini yerine getiriyor.

  5. Avşar dünyası yorum tarihi 4 Temmuz, 2009 07:18

    Sağolasınız kardeşim. Güzel bir yazı.DEDİĞİNİZ GİBİ/Bir tarafta ATATAÜRK diğer yanda APDULLA GÜL/bir tarafta İNÖNÜ diğer yanda RTE. Ne yazıkki tarih bazen böyle garip,acımasız, yanlışta tecelli ediyor.

  6. esraünal yorum tarihi 30 Temmuz, 2009 22:00

    sacma sapan seyler.NEYMİŞ ORDU YIPRATILIYORMUS.iYİ HERSEYİ YAPMA ÖZGÜRLÜGÜMÜ VAR ORDUNUN.KANUNLARI DELEREK DARBE YPMA ÖZGÜRLÜGÜ.SUC İŞLESE BİLE YARGILANMAMA HAKKI.OH NE GÜZEL DÜNYA.NEDEN BU SEKİLDE OLMALIYMIS.YIPRATILMAMASI GEREKİYORMUS.basbakan yıpratılır.milletvekilleri yıpratılır.herkes yıpratılır.ama ordu asla öylemi.oh ne güzel öyle.darbeye mecbur kaldı.12 eylüle mecbur kaldı.tabi sucsuz insanlları asmaya işkence yapmaya mecbur kaldı.basbakanını asmaya mecbur kaldı.28 subat oyununu oynamaya mecbur kaldı.ya nekadarda masum işler yapmıs.işte hiçbirsey yokken yıpratılıyor bu ordumuzda canım.olmazki!

Yorum yap