385) DESTANLARIMIZIN BENGÜ TAŞI: BUGUT ANITI
Yayin Tarihi 26 Şubat, 2009
Kategori TÜRK DÜNYASI, TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI
BUGUT YAZITI VE ANIT MEZAR
KÜLLİYESİ ÜZERİNE
Moğolistan Halk Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan eski Türk bengü taşlarından biri de Bugut yazıtıdır. Adını Arhangay Aymag’ın Bayn Tsagaan Gol (Kutsal Beyaz Göl) bölgesinde ki Bugut dağından alan yazıt, bu dağın yaklaşık 10 km doğusundaki geniş ovaya (1613 m, 47 T0670833, UTM 5298849) inşa edilmiş I. Köktürk Kağanlığı dönemine ait anıt mezar külliyesindeki Türk kültür ve medeniyet eserlerinden biridir. Yeri, 1956 yılında Moğol bilim adamı Ts. DORJSÜREN tarafından tespit edilen yazıt üzerinde sonraki yıllarda birçok bilim adamı araştırma, inceleme, değerlendirme ve tanıtma yazıları yayımlamıştır. Konuyla ilgili olarak yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda yazıtın I. Köktürk Kağanlığı dönemine (582) ait olduğu ve üç yüzünün Soğd harfleriyle yazılmış Soğdça bir metni; bir yüzünün ise, Brâhmî harfleriyle yazılmış Sanskritçe bir metni içerdiği anlaşılmıştır.
(Bugut kelimesi, ” buku / bugu (geyik)” kavram işareti ile /+t/ çokluk ekinin kaynaşmasından oluşmakta ve “geyikler” anlamına gelmektedir. Bugut anıt mezar külliyesinin yaklaşık 10 km batısında bulunan dağlarda hem geçmişte hem de bugün geyiklerin yaşıyor olması ve geyiğin tarihin hemen her döneminde Türk boyları arasında “ana”, “bolluk”, “bereket”, “servet”, ”devlet”, “ebediyet” ve “mutluluk” sembolü olarak kabul edilip kutsal sayılması, bu dağlara (dolayısıyla da yazıta) “Bugut” adının verilmesine vesile olmuştur. Bugu(t) kelimesinin ayrıca Tuul (Tola) ırmağının kuzeyinde yaşayan bir Türk boyunun adı olarak kullanıldığı da bilinmektedir.)
Söz konusu metinlerin esasını “Türk /Bilge/ Kaganı Nivar’ın Mahan Tigin’in ölümü üzerine bir bengü taşın dikilmesini buyurması”, “Mahan Tigin ve Muhan Kağan’ın ortak hükümdarlıkları”, “Mahan Tigin’in tahta çıkışı”, “Mahan Tigin ile Tatpar Kağan’ın (Taspar Kağan’ın) ortak hükümdarlıkları”… gibi 572-580 yılları arasında gerçekleşen olaylar teşkil etmektedir. Anılan bu tarihî olaylarla birlikte, yazıtta Türk devletinin sosyal yapısı ve işleyişi (kağan ve sülalesi, şadapıtlar, tarkanlar, kurkapınlar, sengünler, tudunlar, atlılar ve halk); Türk milletinin yaşayış ve inanışı, değer yargıları, başka millet ve topluluklarla ilişkileri, hoşgörüsü hakkında da son derece kıymetli bilgiler dikkatlere sunulur. Bu bilgiler içinde “kendilerini Tanrı’nın yer yüzündeki temsilcisi” ve “dünyanın kurtarıcısı” olarak gören Türk kağanlarının Tanrılar’a, atalarına, atalarının ruhlarına olan bağlılıklarını ve onlara duydukları sonsuz güveni ifade etmiş olmaları son derece ilgi çekicidir.
Tarihî olayların anlatıldığı biyografik ve didaktik bir eser olma özelliğini taşıyan Bugut yazıtı, hem içerik hem de şekil açısından sonraki yıllarda vücuda getirilen Türk bengü taşlarına da örnek teşkil etmiştir. Üzerine oturtulduğu kaplumbağa kaidesi ile birlikte 245 cm yüksekliğinde olan yazıtın tepeliğinin ön yüzünde (bugün sağ tarafı parçalanmış durumda) “kurttan süt emen çocuk tasviri”ne yer verilmiştir (bk: fotoğraf 1,2). Yazıtın, “kaplumbağa” şeklinde bir kaide üzerine oturtulmuş olması, Köl Tigin, Bilge Kağan, Taryat, Tes, Şine Us yazıtları başta olmak üzere birçok bengü taşın kaplumbağa kaide üzerine yerleştirilmesine; kurttan süt emen çocuk tasvirinin de (farklı şekilde de olsa) Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının tepeliklerinde de yer almasına esas teşkil etmiştir. Bugut yazıtında sonraki dönemlerde dikilmiş olan yazıtların aksine herhangi bir damga (kağan damgası, boy damgası…) bulunmamaktadır.
“Aşina(s)” boyundan gelen Türk kağanlarının yadigârı olan Bugut yazıtı, Moğol bilim adamı Ts. DORJSÜREN tarafından 1956 yılında (toprak altından çıkarılan kaplumbağa kaidesi ile birlikte) ait olduğu mezar külliyesinden alınıp, Arhangay Aymag’ın şehir merkezi Çeçerleg’deki müzenin bahçesine (1718 m, 47 T 0684757, UTM 5261487) konulmasından sonra, yazıtın hem şekli hem de metni üzerinde birçok araştırma ve inceleme yapılır. Ancak yazıtın Çeçerleg’deki müzenin bahçesine taşınmasından sonra Bugut anıt mezar külliyesi (40X50 m) ve bu külliyedeki Türk kültür ve medeniyet eserleri âdeta ikinci plânda kalır. Ts. DORJSÜREN’den sonra Bugut anıt mezar külliyesinde farklı bilim adamları ve bilim heyetleri (S.G.KLYAŞTORNIY, V. A. LİVŞİTS, V. Ye. VOYTOV, Takao MORIYASU-Ayudai OCHIR eşbaşkanlığında Moğol-Japon Bilim Heyeti) tarafından yapılan çalışmalar da ya “sondaj kazıları”, ya da “yüzey araştırmaları” seviyesindedir. Oysa Bugut anıt mezar külliyesi tıpkı Türk yaşayış ve inanışının ürünü olan diğer anıt mezar külliyeleri gibi, birçok Türk kültür ve medeniyet eserini içinde barındırmakta ve tarihe tanıklık etmektedir
Bugut anıt mezar külliyesinde ve Bugut yazıtı üzerinde 1997, 1998, 1999, 2000 ve 2001 yıllarında tarafımızdan gerçekleştirilen araştırma ve incelemelerde elde edilen bilgileri, bazı önerilerle birlikte dikkatlere sunmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz:
1. Bugut anıt mezar külliyesi Arhangay Aymag’ın Bayn Tsagaan Gol (Kutsal Beyaz Göl) bölgesindeki Bugut dağının yaklaşık 10 km batısına inşa edilmiştir. Anıt mezar külliyesinin bulunduğu bölgede yapmış olduğumuz araştırma ve incelemelerde bu coğrafyanın hem Köktürk öncesi dönemlerde hem Köktürk döneminde hem de Köktürk sonrası dönemlerde Türk boyları tarafından kutsal sayılan yerlerden biri olduğunu tespit ettik. Zira bu bölgedeki Saka, Hun, Avar, Köktürk ve Uygur dönemlerine ait kurganlar, anıt mezar külliyeleri geyikli ve damgalı taşlar, kaya üstü tasvirler (petroglifler) bu coğrafyanın tarihteki birçok Türk boyu tarafından hem “anıt mezar alanı” hem de “Tanrılar’a ve atalara tazim mekânı” olarak kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Bugut anıt mezar külliyesinin de içinde bulunduğu bu coğrafya, aynı zamanda devrin işlek yollarından birinin de kavşak noktasını oluşturmaktadır. Zira kuzeyden gelip bu coğrafyadan geçen söz konusu yol takip edilerek yaklaşık 30 km güneye inildiğinde Hoyd Tamir (Tayhir Çuluu) yazıtlarına ulaşılmaktadır. Farklı dönemlere ait tarihî mirası üzerinde barındıran (Bugut anıt mezar külliyesinin de içinde bulunduğu) coğrafyanın “sit alanı”na dönüştürülmesi için konuyla ilgili bilim adamları ve yetkililer bir an önce gerekli girişimlerde bulunmalıdırlar.
2. Bugut anıt mezar külliyesi, sonraki dönemlere ait anıt mezar külliyeleriyle büyük benzerlik göstermektedir. Nitekim külliyede yazıtın yanı sıra bark, sunak masası ve balballar bulunmaktadır. Ancak geride kalan tarihî süreçte yazıt yerinden çıkarılıp müzeye taşınmış; sunak masasına ait taşlar parçalanmış; bark tamamen harabeye dönmüş; barkın duvarlarına ve temeline ait taş, tuğla ve künkler geniş bir alana saçılmış; balballar da sağa sola devrilmiştir. Bugut anıt mezar külliyesinin harabeye dönüşmesinde hem geride kalan tarihî sürecin hem de Ts. DORJSÜREN ve V. Ye. VOYTOV tarafından yapılan kazılar sonrasında herhangi bir koruma uygulanmamış olmasının rolü büyüktür. Daha ziyade “sondaj usulü” yapıldığı anlaşılan bu kazılarda künkler, tuğlalar, döşemeler, beyaz mermerden yapılmış birçok eser tanınmayacak şekilde parçalanmıştır. Bu bölgede yapılacak kapsamlı bir bilimsel kazı sonucunda hem anıt mezar külliyeleri (başta Bugut anıt mezar külliyesi olmak üzere) hem de bu külliyelerde kaderlerine terk edilen Türk kültür ve medeniyet eserleri koruma altına alınmış olacaktır.
3. Bugut yazıtı ve bu yazıta ait kaplumbağa kaide, bugün Çeçerleg Müzesi’nin bahçesindeki açık alanda sergilenmektedir. Yazıtın hem geçen tarihî süreçten hem de açık alanda örtüsüz ve korumasız biçimde sergilenmesinden dolayı dört yüzünde de yıpranma, aşınma ve tabakalaşıp dökülmeler olmuş; yazılı yüzeylerinin tamamına yakını orijinal görüntüsünü kaybetmiştir. Bu sebeple yazıtın vakit geçirilmeden kapalı bir mekâna taşınıp restorasyonunun ve konservasyonunun yapılması gerekmektedir. Restorasyon ve konservasyon çalışmaları sırasında, yazıttan kopan ve yazıtın tepelik kısmındaki “kurttan süt emen çocuk tasviri”ne ait olan parçalar da yerlerine yapıştırılmalıdır. Yazıta ait söz konusu parçalar, 1970 yılında V. A. LİVŞİTS, tarafından Bugut anıt mezar külliyesinde yapılan yüzey araştırmaları sırasında bulunarak Çeçerleg Müzesi’ne konulmuş; ancak bu parçaların uzun yıllar müzedeki yerleri tespit edilememiştir. Moğol bil adamı Dr. Tsendiyn BATTULGA’nın da büyük yardım ve çabalarıyla yerlerini tespit edip, müze içinde kolay ulaşılabilir bir yere taşıdığımız yazıta ait parçalar üzerinde sonraki yıllarda Moğol-Japon, Moğol-Alman bilim heyetleri incelemeler yapmışlardır. Yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren ve üzerinde “kurttan süt emen çocuk tasviri”ne ait kabartmanın da bir kısmını barındıran parçalar, kapalı mekânda muhafaza edildiklerinden yazıta oranla daha iyi durumdadır.
4. Eski Türk yazıtları Türkler’in dilleri, tarihleri, edebiyatları, yaşayışları, inanışları, dünya görüşleri ve estetik anlayışları ile ilgili önemli bilgileri yüzyıllar sonrasına taşımaları bakımından son derece önemlidir. Ancak eski Türk yazıtları yalnız Türkler için değil; tarihte, Türkler’le sosyal, kültürel, dinî, siyasî, ticarî ve askerî ilişkide bulunan bütün milletler için de kıymetlidir. Türklerin tarihte en sıkı ilişki içinde bulunduğu milletlerden biri de Soğdlar (“sogdak bodun”) olmuştur. Bugut yazıtı, Türkler’in Soğdlar’la ilişkilerinin “onların dillerini ve alfabelerini devlet dili ve alfabesi olarak kullanacak kadar sıkı olduğunu” göstermektedir. Zira Köktürk ve Uygur dönemlerine ait bazı yazıtlarda (Köl Tigin, Bilge Kağan, Bilge Tonyukuk, Moyun Çor yazıtlarında…) Soğdlar’dan bahsedilmesi; bu dönemlere ait bazı yazıtların bir yüzlerinin Soğd alfabesiyle ve Soğdça yazılmış olması (Karabalgasun III, Somon Sevrey);
Uygur döneminde (Kök)Türk alfabesinin terk edilip Soğd kaynaklı bir alfabenin (Uygur alfabesinin) geliştirilmiş olması, Türk- Soğd ilişkilerinin ulaştığı seviyenin doğal ürünüdür. Çoğu kez birbirine yakın bölgelerde yaşamış olmalarına ve aralarındaki sıkı ilişkilere rağmen, bugün Türk-Soğd ilişkileriyle ilgili yeterince araştırma ve incelemeler yapılmamış; hem Soğdça’yı hem de Türkçe’yi (Eski Türkçe’yi) bilimsel araştırma ve inceleme yapacak seviyede bilen bilim adamları yetiştirilememiştir. Bu sebeple de bugün (Bugut yazıtı başta olmak üzere) Soğdça yazılmış Türk yazıtlarının birçoğunda okuma ve anlamlandırma problemleri mevcuttur. Birbirleriyle komşu veya akraba milletlerin tarihlerine ışık tutup, birçok bilinmezini aydınlatacak olan yazıtların çözümlenebilmesi için üniversitelerde, enstitülerde konunun ilgililerine (yüksek lisans ve doktora seviyesindeki öğrencilere) Eski Türkçe (Köktürk, Uygur, Karahanlı Türkçeleri) ve eski Türk alfabeleriyle birlikte Soğdça ve Soğd alfabesi, Çince ve Çin yazısı, Sanskritçe ve Sanskrit alfabesi, Tibetçe ve Tibet alfabesi… vd. mutlaka öğretilmelidir.
Cengiz ALYILMAZ
Yard. Doç. Dr.
Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi.
Yorumlar
“385) DESTANLARIMIZIN BENGÜ TAŞI: BUGUT ANITI” yazisina 4 Yorum yapilmis
Yorum yap
Geyik başı(bonuzu ile birlikte) veya geyik boynuzu bazı türbeler, bazı köy evlerinde giriş kapısının üzerine yerleştirilirdi. Anlamı ne olabilir. Neden her ev ve türbede görülmez.
Selamlar.
Kırgızlar miilli inanç olarak buğu soyuna inanmaktadırlar yani bunun kökeni geyik ana efsanesi ilğisi olanlar Cengiz Aytmatovun Beyaz Gemi adlı romanını okuyabilirler saygılar…
Bu yazayı okuduktan sonra, bizim tarih kitaplarında siyah beyaz fotoğrafları olan, ilk insanların çizdikleri geyik ve av sahneleri, şimdi bendeniz için daha anlamlı geliyor.
Tarihin en eski milleti, Türkler ve Çinliler. Türk adı varken, Avrupa’da, bugünkü devlet ve millet isimlerinin hiç birisi yor.
Çinliler, Orta Asyanın batısına hiç bir şekilde geçmediklerine göre, ilk insanın diye tavsiye ve lanse edilen onca resim ve işareti kimler çizmiş olabilir.
Yoksa bizi kandırdılar mı?
avrupalıla atatürkünbizimatalarımızortaasyadahalvaramasizinkileryokitirazınakarşısogdları orijinalhindavrupalılrolduğunuönesürekkarşıçıkmayaçabalmşladı göktüralfebesinsogdalfebesinebağlayamayınc uygualfebesineyumldularanımsatırımherilmiörüşünarksındabirsiyasigörüş bulunur gerçeğiniunutmayın