383) TERÖRLE VARDIĞIMIZ YER

Yayin Tarihi 18 Mayıs, 2009 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

Terörle vardığımız yer

image0011.gif

Hep «terörle bir yere varılmaz» dedik; İşte, şimdi terörle vardığımız veya getirildiğimiz yer:

PKK başı Murat Karayılan’ın Hasan Cemal’le gönderdiği «barış formülü!»
Taha Akyol, Hasan Cemal’in, eşkıya ve bölücü başlarına «ziyareti» ve getirdiği «müjdeli» haberler hakkında: «Hasan Cemal büyük iş yaptı. Bir gazetecinin meslek işlevinde büyük iş yapması demek, siyasi sonuçlar üretecek çapta bir işe imzasını atması demektir…» diyor.

İyi gazetecilik!

Şimdi; Hasan’ın, meslektaşlarını atlatıp, yaptığı «iyi iş», bir gazetecilik «başarısı» mı? Yoksa bölücülerin -PKK’nın- «çanakalığını-yalakalığını» mı yaptı? «Atlatma» söz konusu değil; besbelli, Yaşar Kaya-Osman Öcalan ve Murat Karayılan, Hasan’ı posta (sözde barış) güvercini olarak kullandılar. Tıpkı daha önce Apo’nun Suriye’de veya dağda iken, gene Hasan’ı, Birand’ı, Çandar’ı, «Turgut Özal’la uzlaşmak için» kullandığı gibi!

«Ev sahipleri» Hasan’a azami «suhuleti» gösterdiler, emrine kılavuzlar verdip, güvenliğini sağladılar. Hatta «belki yolluk ve kumanya» da verdiler! Bu gazetecilik mi «misyonerlik mi?»

Son zamanlarda, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar da aynı «kolaylıklarla» ve aynı maksatla Kandil Dağına gitmişlerdi. Eşkıyanın mesajlarıyla döndüler! Onların ki de «gazetecilik başarısı» mı?

Şimdi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve belli kurumlar Hasan Cemal’i, «bilgi almak» için, Ankara’ya davet etmişler! Bu, eşkıya Karayılan’a, mesajına ne kadar kıymet ve önem verdiklerini, iktidarın PKK eşkıyabaşını muhatap saydıklarını gösteriyor! Bu faaliyet, ülke hayrına mı, Kürt sorununun çözülmesine yarayacak mı? Yoksa aksine, T.C.’nin «teslimiyetine» mi hizmet edecek? Göreceğiz. Herhalde, yorumu da, cevabı da açık!

Hasan ve şürekası «Süreç başladı» diye bayram ediyorlar. Bu süreçte, ufukta başka bir «gazetecilik başarısı» olacak… Ertuğrul Özkök, Hasan’ı kıskanmış; o da İmralı’ya gidip Apo’dan mesaj, bilgi veya icazet almak için, Genelkurmaydan izin bekliyor. APO da, Murat Karayılan’ın «formülünü» teyit ederse, «Kürt sorunu» çözülecek, ama nasıl ve ne pahasına?

Terörle bir yere varılmaz dedik durduk ama şimdi, teröristlerin istedikleri «yere» getirildik! Bu nokta, bu «yer», bir çözüm «kavşağı» mı? Bence, Çıkmaz yol; üniter ulus devlet, T.C.’nin, sonu olacaktır!

«Çözümsüzlük Çözümdür» diye bir deyim var. Bu konuda da, sözde «çaresizlik» bazıları için «çare» oluyor; PKK ve bölücülerle uzlaşmaktan başka «çare» yok diyorlar! Teröre teslim olmaya, daha doğrusu T.C.’yi bölücülere «teslim etmeye» hazırlar!

Neler olacak? Taha Akyol soruyor; «Bakalım, bundan sonra Ankara işini yapacak mı?» Cengiz Çandar da «Hasan Cemal «topu» Ankara’ya geçirdi» diyor. Yani bu oyunda, «top» Ankara’nın yarı sahasında, AKP hükümetinde! Sıra, Karayılan’ın dediği gibi, Başbakan Erdoğan’ın «Karayılan» formülünü uygulamak ve gerçekleştirmek için «siyasi irade» göstermelerinde! Eşkıyabaşlarıyla aynı «çözüm masasına» oturmasında.

Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan R.T.Erdoğan, Karayılan’ın teklifini Hasan Cemal’den, ilk ağızdan dinledikten sonra, herhalde Ermenistan ve Kıbrıs konularında olduğu gibi, «bu fırsatı kaçırmayalım» derler! Ve T.C. temsilcileri, Talabani ve Barzani ile ve PKK temsilcileriyle masaya oturur yalakaların alkışlarıyla!

Söz konusu olan, sadece «Kürt sorunu» değil. Sözde «çözümünden» beklenen başka çok şey var. Geçen akşam, malum cemaatin TV kanallarından birinde, bir «ihanet üçlüsü» bu çözümün faydalarını anlattı; Böylece Kemalizm, milliyetçilik «orduculuk» da tasfiye edilecekmiş! Bunlardan Mehmet Altan der ki; «AB projesi belki de bu nedenle, hiçbir zaman olmadığı kadar önem kazanmakta… Oradaki bir ayrıntı bana, sanki «Kemalist modernleşme efsanesinin» ölüm ilanı gibi geldi.»

Görüyor musunuz «Kürt sorununun» Karayılan «formülüyle» çözülünce, neler olacağını? Sonra neler olur? «Kürt sorunu» Cumhuriyetle başlamadı; uzun tarihinin Osmanlıdan «Büyük Kürdistan’a» kadar, yolu var!

Terörle bir yerlere varılıyor (2)

«Türk sorunu» haline getirilen «Kürt sorunu» muhakkak çözülmeli…

Ama nasıl? Şimdi, terörle varılan «yerde», öne çıkarılan «Karayılan formülüyle» mi?
«Çözüm» için, önce «sorunu» tarihi kökleriyle birlikte iyi teşhis etmek gerek… Bu «sorun» bazı aydınların ve yazarların iddia ettikleri gibi, Cumhuriyet döneminde Kürt haklarının kimliğinin ve «kültürünün», inkâr edilmesi ve «Devlet baskılarıyla» başlamadı! Bazı işgüzarlar, Kürtleri, «Türklüğe» kazandırmak, «bütünleşmiş» etmek için, bazı aşırı yöntemlere başvurmuş olsalar da, bunlara da aslında, en az 19.yüz yıldan beri, Osmanlı döneminde de, müzminleşmiş başkaldırılara sebep olmuş «Kürt sorununu», radikal olarak çözmek için tevessül edilmişti.

Aslında bir paradoks vardı; Kürtler bu vatanın ayrılmaz unsurları ve bir tarafından bakarsanız «milletle», «Türklükle» bütünleşmiş olmuşlar. Yurt savunmasında omuz omuza dövüşmüş, ölmüşler, kız alıp vermişler; hatta hangi aşiretin, «Kürt» hangisinin «Türk» olduğu bile belirsizleşmiş. Sonra ne olmuş? Yabancı devletler, ezeli «Türk tehlikesine» karşı Ermenileri tahrik ettikleri gibi, Kürtleri de tahrik etmişler! Belgelerle sabit. Bir tanesi yeter; 1919’da Bedirhan aşiretiyle birlikte, Mustafa Kemal’i Sivas’tan kaçırmaya çalışan İngiliz ajanı Binbaşı Noel’in, İngiliz hükümetine verdiği raporun özeti; «Kürtlerde Milliyetçilik, Milli hisler yok ama biz biraz iteleyerek, bunu yaparız!»

Vaat gene, en az 1896’dan sonra ortalıkta dolaştırılan ve şimdi «Ralph Peters Haritası» olarak ortaya çıkarılan Orta Doğu’nun «kan bağlarına göre», yeniden çizilmesi ve bunun sonunda «Büyük Kürdistan» ve de komşumuz(!) «Büyük Ermenistan»

Eski oyunun tekrarı

Bu oyunun şimdi de AB ve ABD tarafından sahneye konduğu inkâr edilebilir mi? «Kürt Sorununu» yeni -aslında eski- formüllerle çözmeyi önerenler, bu tarihi gerçekleri görmezler mi de hep Cumhuriyetin baskılarından söz ederler ve «çözümü» buralarda ararlar!
Pek alâ bilirler de, asıl maksatları başka, dün yazdığım gibi; «Birinci Cumhuriyeti, Atatürk’ün kurduğu üniter ulus devleti ve «Kemalizmi’tasfiye etmek!» Zaten bunu da artık, açıkça söylüyorlar…

Mustafa Kemal ve Kürtler

Mustafa Kemal, Kürtlere düşman değildi. Diğer bütün savaşlarda olduğu gibi, Kurtuluş Savaşındaki hizmetlerini ve Kürtlerle nasıl iç içe olduğumuza bildiği için, Kürtlere özerklik, yeni devlette «ortaklık» verilmesini düşünmüştü. Bu «düşünce», gene yabancı ajanların tahrik ettikleri bir dizi Kürt isyanları sonucu hüsrana uğradı ve Mustafa Kemal çözümü; «Bu vatanı oluşturan halka (halklara değil?) Türk denir» tespiti ve sonra da bunu tamamlayan «Ne Mutlu Türküm diyene» kavramında buldu ve son noktayı koydu. Türklerle Kürtler, Cumhuriyetin ilk yıllarında, birleştiler… Bazı Kürt ağalarının «baskı» sayılan, «Batıya» gönderilmeleri de semeresini verdi. En tepedeki makamlarda, Orduda, devlet kurumlarında, iş hayatında «Kürt olmak» yadırganmadı, mesele yapılmadı! Ta ki, Cumhuriyet zaafiyete uğrayınca gene yabancı tahrikleriyle, araya sokulan «nifak», bu sefer, PKK terörüyle çirkin yüzünü gösterene kadar! Bu sefer, Orta Doğu’daki karmaşadan üreyen ve ABD/AB çıkarlarına uygun düşen «Büyük Kürdistan», artık hayalden öte «Büyük Kürdistan» gerçeği.

Bütün Kürt liderler bir taraftan «silahlar karşılıklı bırakılsın» derlerken, eş zamanda, «Genel af da çıkarılsa, PKK silahları bırakmaz ve kesinlikle dağdan inmez» diyorlar. Bunlar böyle iken, bu «sorunun» barış masasında, konferanslarda çözüleceğine inanmak ve çözüm yeri olarak İmralı’yı, barış «önderi» olarak da APO’yu göstermek, gafletten de öte bir şey!

Ne acıdır ki bu gafiller ve hainler şimdi, Atatürk’ün bütün yurt halkını birleştirmek ve özellikle Doğu’da bu süreci kanıtlamak için dağlara yazılan «Ne Mutlu Türküm diyene» sözlerini kazımak istiyorlar, hatta neredeyse yerine «Ne Mutlu Kürdüm diyene» yazılmasını isteyecekler… En «yumuşakları», iki sloganın yan yana yazılmasına taraftarlar! Özerklik, eyalet sistemi ve federasyon istiyorlar. DTP-PKK vekilleri «Kürdistan’ın haritası çizildi» diyorlar.

Ve bu adamlar böylelikle, gittikçe artan pervasızlıkla, sadece Kürt sorununu çözmek istemiyorlar, Atatürk’ü ve Cumhuriyetini inkâr ediyor, temellerinin altına, saatli bombalar yerleştiriyorlar!

TERÖRLE “O YERE” VARILIYOR! (3)
“Kürt Sorunu”  Türklerin ölüm kalım sorunu oldu… Şimdi  “ajan provokatör” Hasan Cemal’in, eşkıyabaşı Murat Karayılan’dan getirdiği   “Öncelik, silahların susmasıdır. Sonra diyalog başlayacak. Bir akil adamlar mekanizmasının kurulması gerekir” şeklindeki sözde çözüm önerisi, Türk hükümetini ve kamuoyunu, köşeye sıkıştırmış gibi! Eşkıya    başı şimdi, adeta devletle aynı mesafede,  “müzakere”  muhatabı! Bu kadar göz göre göre lâdes olmaz; gözlerimizin içine bakarak ve kamuoyunu alıştırarak,  “bu fırsatı kaçırmayalım”  diye, Türk Devletini bölücülerle, eşkıya ile “uzlaşma masasına” sürüklüyorlar! Bizde bu gaflet ve de ihanet oldukça, PKK’nın silahlarına ne hacet; PKK dağda silahlarıyla kalacak, fakat sonunda  “barışçı çözümle”  silaha gerek kalmadan, T.C.  “gidecek!”

Köy isimleri
Özellikle Doğu’da, Kürtçe- Zazaca ve de diğer etnik grupların dillerindeki köy isimlerinin değişimi, yıllar önce Türkiye haritasını Türkleştirmek ve bütün vatandaşları  “Türklüğe kazandırmak”  için yapıldı!   
Bu yöntem, zamanında yadırganmadı, benimsendi  “mesele” olmadı.  Köylüler, aralarında eski isimleri, serbestçe kullandılar. Ancak resmi işlemlerde Türkçe isimler kullanıldı. Bu olay,  “Çözüm”  taraftarlarının akıllarına neden şimdi geldi? Aslında  “mesele”  olmayan şeyler, şimdi neden  “mesele”  yapılıyor, neden eskileri kaşıyorlar, bölge halkını neden tahrik ederler? Çünkü ardından, dille ilgili başka talepler gelecek; bütün resmi işlemlerde Kürtçenin de geçerli olması ve alfabeye  “w-q-x”  harflerinin de eklenmesi istenecek. Türkiye’yi eyaletlere bölmenin bir başka yöntemi!
Eğer Türkçe isimler, gene  “Kürtçeleştirilecekse”  en başta DTP Eşbaşkanı Ahmet,  “Türk” soyadını bırakmalı aslına dönmeli ve bu güzel adı kirletmekten vazgeçmeli.

Çanakalar
Bizim  “gaflet, dalalet ve hatta ihanet” erbabı, sözde çözüm için bu kadar ve tek taraflı çanak tutarlarsa ve teslimiyete baştan razı olurlarsa,  karşı taraftakiler, daha fazla güç alıyorlar! Dağdaki Kürt gençleri, bizde bu teslimiyetçilik oldukça  “bağlara”  inerler mi? Hele  “Büyük Kürdistan” cazibesi olunca!

Öneş önerileri
Yıllardan beri böyle, devletin eşkıya ile aynı masaya oturup,   uzlaşmasının zeminini hazırlayan ve bunun için, eşkıya ile ilk temasları yapan MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş der ki;  “PKK ile mücadelede yeni şartlar oluştu… Öcalan’ın Türkiye’ye teslimi ile başlayan yeni süreç, ABD’nin Orta Doğu ve Irak politikaları ile doğrudan bağlantılıdır… Türkiye’nin Kürt sorunu ve PKK terörüyle mücadelesinde de yeni şartları ortaya çıkarmıştır… Obama’nın iktidar oluşu, Orta Doğu ve Irak politikaları ile bağlantılı olarak, PKK silahlı gücünün tasfiye edilerek, demokratik/siyasal mücadele içinde yeni bir sürecin başlatılmasını zorunlu kılmıştır. Türkiye’nin gelişen iç ve dış dinamikleri de, Türkiye siyasetlerinin ve kurumsal yapılarının yetersizliklerine rağmen, Kürt sorunu ve PKK terörünün çözümü için, mevcut şartları zorlamaktadır.”
Tercümesi: ABD’de Obama yönetimi, kendi çıkarları için Türkiye’nin sorunu haline gelen  “Kürt Sorununu” çözmek zorundadır. “Karayılan Formülü” , ABD’nin öz çıkarları bakımından bir  “fırsattır!” Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız da “Fırsatı kaçırmayalım” diyorlar. Ama böyle bir  “çözüm”  hakikaten Türkiye devleti için uygun bir fırsat mı? Yoksa Türkiye’yi bölmek için, başkaları için, bir fırsat mı?
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın dediği gibi, iktidar sahiplerinin,  bu konuda muğlâk konuşmamaları,  “Fırsatın” ne olduğunu açıklamaları  gerekiyor… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de  “Başbakan’ın sütre gerisine çekilerek, kamuoyunun psikolojik olarak hazırlanması sürecini izlediğini, Cumhurbaşkanı’nın ön safta yer alarak Türk toplumuna şifreli mesajlar vermesi, bu konuda bir rol paylaşımının yapıldığını da akla getirmekte” … Hangi ihanete katkı isteniyor, milli kimliğin tartışılmasına mı, yapay azınlıklar yaratılmasına mı?
Görülüyor ki, “siyasi irade”  öylesine muğlâk ve sözde çözüme katkıda bulunması istenen muhalefetin  “milli iradesi”  de böyle! Baykal ve Bahçeli, bazı yalakaların dedikleri gibi  “pişmiş aşa, su katmıyorlar”,  “zehirli bitkilerden oluşan çorbanın”  pişmesini önlüyorlar. Terörle Mücadele Müsteşarlığının  “anlamı, maksadı ne?”   “Akil Adamlar”  kim olacak?

Terörle “o” yerlere varılıyor! (4)

Birkaç yazıdır, bu aynı temayı işlemeye, Hasan Cemal’in Kandil Dağında, eşkıya başı Murat Karayılan’dan getirdiği “barış mesajı”  üzerine başlayan yeni  “Kürt sorunu”  açılımını tahlil etmeye çalışıyorum… Şimdi Türkiye’nin, asıl sorunu hatta  “ölüm kalım”  meselesi bu!
 Önceki akşam Reha Muhtar’ın, CNN’deki programında  “tarih-lenk”  (topal tarihçi) yani, tarihi olayları peşin hükümlere göre,  bir  “tarafa”  yontan Ayşe Hür, Osmanlı döneminde Kürt başkaldırılarının, Avrupa’da-Balkanlarda ortaya çıkan  “milliyetçilik”  akımlarından esinlendiğini iddia etti… Hiç de öyle değil!  “Kürt Sorunu” , 19. yüzyılda, yabancı devletlerin Osmanlıyı yıkmak, “Türk Tehlikesinden”  kurtulmak için, yaptıkları tahriklerin sonucu olarak ivme kazandı. İngiliz Ajanı Noel’in 1919’da Güneydoğu’dan Londra’ya, hükümetine gönderdiği raporda yazdığı gibi: Kürtlerde olmayan milliyetçilik hisleri, adamın deyimiyle  “itelendi”. Elhak, başardılar da! Kimse bu sorunu,  “inkâr edilmiş haklara ve devlet baskılarına” bağlamasın! Cumhuriyetten önce ve sonra çıkan Kürt isyanları da, hep yabancı tahrikleri sonucuydu.
Mesela, 1926’daki Şeyh Sait isyanı ve daha sonraki başkaldırılar “gasp edilmiş haklar”  için  “milliyetçi”  isyanlar mıydı? Hepsinin arkasında İngiliz ve Fransız ajanlar vardı! O programda bu Ayşe kadın,  “İngilizlerin Fransızların bu isyanlara karşı Türk Hükümetini destekledikleri” palavrasını attı… İngiliz gizli belgelerine baksın, Bilal Şimşir’in kitabını okusun!
Gene o programda, Ayşe Hür  “APO haklıdır”  demeye getirice, Reha onu,  “suç işliyorsunuz”  diye haklı olarak-susturdu! Bu bile, o kadının gönlünün nerede olduğunu göstermeye yeter! Bir yalan daha; aslında, 27 Mayıs darbesinin cadı kazanından çıkan ve 1980’den sonra ve 1984’deki Eruh Şemdinli saldırısı, haksızlıklara vb. karşı değil, Kürtlerin Türkiye’den ayrılıp, Marksist-Leninist bir  “Kürt devleti”  kurulması için yapılmıştı… Bölücübaşının İmralı’ya tıkılıncaya kadar, bölücü organı bir gazetede A.Kadir takma adıyla yazdığı makalelerde sabit maksat buydu. Aklı sıra birkaç  “gerilladan”  bir  “ordu”  çıkaracaktı. İmralı’da, ağız değiştirdi ve ortak  “Türk-Kürt” Federasyonundan söz etmeye başladı… Şimdi Kürt sorununun, Kürt amaçlarının geldiği nokta da bu!
Fakat değişmeyen asıl gerçek hedef; yabancı devletlerin, ABD’nin kendi çıkarları için destekledikleri -desteklemekten vazgeçemeyecekleri- “Büyük Kürdistan”! 
Bu devletler başta, ABD şu sırada  “barış” diyorlarsa, konjonktürel çıkarları onların “barışı” Türkiye’nin çözülmesi olacaktır! “Fırsat” onların “Fırsatı”, bırakırsak!

Ruhat Mengi

Medyada Ayşe Hür gibilerden başka kadınlar ve bir  “hanım” var: Ruhat Mengi. Bakın Vatan gazetesindeki yazısında, bu  “açılımın” püf noktasına, bam tellerine basmış. Ruhat kızım (Babası Yassıada’da, koğuş arkadaşımdı) geniş özetle:  “Daha 10 gün önce PKK mayınlarıyla 10 şehit verilmişti. Bundan, hemen önce, DTP Milletvekili Pervin Buldan ’Bu seçimde Kürdistan sınırını çizdik’dedi.
Aynı sıralarda Karayılan da ‘PKK’nın üniter devletten yana olduğunu devletle uzlaşmaya çok yakın olduklarını’ söyledi, ama tehdidi de bastırdı: ‘Devlet anlaşmaya yanaşmazsa Güneydoğu’da savaş çıkar.’Diyelim ki PKK bastırıldı, Güneydoğu gericiliğin merkezi olur.”
 İşte son nokta da bu şantaj!
Ruhat devam ediyor: “Yani her halükârda Türk devletini tehdit eden, istekleri yapılmazsa savaş çıkacağını söyleyen, kanlı eylemlerini sürdüren bir örgüt, terör eylemleriyle aynı anda uysal bir röportaj yapıldı diye koca devletin onunla masaya oturması mı tartışılıyor?
Önce, adamın ne söylediğini, ne istediğini anlamak lazım…
Asıl talebin önce “Abdullah Öcalan ile diğer örgüt üyelerine af”, sonra da Güneydoğu’da “eyalet sistemine, bağımsız, özerk yapıya geçme” olduğunu “uzlaşma”dan asıl kastedilenin bu olduğunu anlamamak için kör olmak gerekiyor… Onun için “Kürtçe vaaz serbest bırakılsın, dağlardaki milliyetçi (?) sloganlar silinsin “ önerileri pek hafif kalmaktadır.
Milliyetçi sloganlardan ise, sadece “Ne mutlu Türk’üm diyene”nin kastedildiği belli… Sıra Atatürk’ün sözlerini silmeye geldiyse vay Türkiye’nin haline… Yerine de “Ne mutlu Türkiyeliyim diyene” yazacaklardır herhalde!”
Yaşa, varol, sevgili Ruhat, benim yazmak istediklerimi, benden çok daha iyi ifade etmişin bana söz bırakmamışın!

Altemur KILIÇ

[email protected]

Paylaş:

Yorumlar

“383) TERÖRLE VARDIĞIMIZ YER” yazisina 2 Yorum yapilmis

  1. kamil akyüz yorum tarihi 18 Mayıs, 2009 12:57

    Değerli site üyeleri…Hasan Cemal Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.Cemal Paşa’nın torunudur.Geçenlerde bir makalesini okudum (makale elimde mevcuttur) makalesinde:”(Ermenistan’a gitmiş Dedesini vuranlarla görüşmüş.)Türkiye’nin Ermeni sorunu konusunda haksız olduğunu ve Türkiye’nin Ermeni sorununu tanıması gerektiğinden” bahsediyor.Cemal Paşa’nın torunu böyle söyleyince büyük bir üzüntü duydum…..Diğer konuya da değinmek istiyorum : Türkiye’de kürt sorunu yoktur.Bu konu emperyalistlerce gündeme getirilmektedir…..Teşekkür ederim.

  2. Ertuğrul Kapusuzoğlu yorum tarihi 23 Mayıs, 2009 10:57

    Gazeteciler…
    Bir ülkede, peç çok şey, namuslu gazetecilerle sağlanabilir.
    Gazeteciler namuslu değilse, olanlar olur.
    30 bin 40 bin dolar, biryerlerden maaş alan, boğazda yalıları olan gazeteciler.
    Üstelik, hergün köşelerinde lağım saçarak.
    Ve borusu dışardan gelen yemliklerden beslenerek.

    Yalaklardan yallanarak diyelim.
    Ve Müslüman kimliğini, demokrat kimliğini sözüm ona öne çıkararak.

    Dedesini vuranlarla görüşmek, daha kötüsü anlaşmak.

    Vardır, karışmıştır bir sel suyu.
    Başka türlü izahı olur mu.

Yorum yap