380) Kudüs’ün Geleceği
Yayin Tarihi 24 Temmuz, 2014
Kategori SİYASİ
Kudüs’ün Geleceği
Ortadoğu da bulunan dünyanın en eski şehirlerinden birisidir. Bir şehrin adı olmaktan çok birçok anlamı içinde bulundurur. Uluslararası arena da bütün ülkeler tarafından kabul edilmemesine rağmen, İsrail’in fiilî başkentidir. Tarihi kayıtlara göre Kudüs, Kenaniler’in bir kolu olan Yebusiler tarafından kurulmuştur. Bu kayıtlardan Kudüs’ün kuruluşunun M. Ö. 4000 yıllarına kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Coğrafi konumu dolayısıyla birçok kez saldırıya ve işgale maruz kalmıştır.[1] Kudüs, 638 yılında Hz. Ömer (r.a.) tarafından Bizanslıların elinden alınarak İslam devletinin topraklarına dâhil edildi. Hz. Ömer (r.a.) Kudüs’ün anahtarlarını aldığında şehrin halkına, tam bir din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı eman vermiştir. Bu tarihten sonra Kudüs, haçlı işgaline kadar sürekli İslam devletlerinin hâkimiyetinde kaldı. Üç monoteist dine, yani Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ve Müslümanlığa inananlar için “Kutsal Kent’tir. Yahudiler kentin adının ilk kez Tevrat’ta geçmesiyle kutsallığı ve ebediliğinin Kral Davud ve Süleyman’ın (salomon) yönetimiyle bağlantılı olduğuna inanırlar. Gerçekten, Tevrat’ta (ve İncil’de) Kudüs şiir gibi ince duygularla tanımlanır[2] İngiliz Sömürgesi, Kudüs’ü Filistin Devleti’nin başkenti ilan etmiş, şehrin kültürel mirasını muhafaza etmiş, fakat aynı zamanda şehirdeki Avrupalı ve Yahudi varlığını da destekleyerek geleneksel sosyal-ekonomik ve demografik yapının bozulmasına yol açmıştır.
Genişlemiş sınırlarıyla Kudüs, 1947’deki Birleşmiş Milletler Ayrılma Planı çerçevesinde uluslararası anlamda “özel statüye sahip bir bölge” (corpus separatum) olarak kabul edilmiştir. 1948 yılındaki savaş Kudüs’ün İsrail kontrolündeki Batı Kudüs (şehrin %87’si) ve Ürdün kontrolündeki Doğu Kudüs (şehrin % 13’ü) olarak ikiye ayrılmasına yol açmıştır. 19 yıldan az bir süre sonra, 1967 yılında İsrail, Kudüs’ün geri kalanını da işgal etmiş ve burayı İsrail’in başkenti ilan etmiştir. [3] BM Güvenlik Konseyi, 20 Ağustos 1980′de 478 sayılı kararıyla Kudüs’ün statüsünü değiştiren bütün eylemlerin “geçersiz” ve yasadışı” olduğunu ilan etti.
Bugün BM üyesi hiçbir ülke, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımıyor. Bu nedenle birçok ülkenin büyükelçiliği halen Tel Aviv’de bulunmaktadır. Kudüs’ü başkent olarak kabul etmeyen Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi de Tel Aviv’de görev yapıyor.[4] İsrail bölge üzerindeki hakkını büyük İsrail projesi ile eş tutmakta, vaadedilmiş toprak olarak tanımlamaktadırlar. İsrail’in devlet politikası barış yanlısı tutumdan ziyade çatışmacı bir yaklaşım sergilemektedir. Dikkat edilirse İsrail’in gücü bölgede ki kaostan aldığı anlaşılmaktadır. Kudüs’ün statüsü hala tartışılmakta ve uzun süre daha çatışmaların devam edeceği görülmektedir. Kurulduğu 1948 yılından bu yana Kudüs’ü Yahudileştirmeye çalışan İsrail, 1967′de şehri tamamen işgal etti. İşgal ettiği Kudüs’ü, 1980 yılında Meclis kararıyla başkent ilan eden İsrail, Arapların şehri terk etmesi için zorlayıcı politikalar izlemeye devam ediyor. Uluslararası hukukun “kuvvet kullanma yoluyla toprakların işgal edilemeyeceği” ilkesini çiğneyen İsrail, BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına da uymuyor. İsrail, BM UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Kudüs’te, yeni yerleşim yerleri kurmaya, arkeolojik kazılar ve güvenlik duvarı inşa ediyor.
Arapların yaşadığı Doğu Kudüs’ün yüzde 74′nü işgal eden İsrail, 10 bine yakın Kudüslü Filistinlinin kimlik ve ikametlerini iptal ettiği ifade ediliyor. 2010 itibarıyla Kudüs ve çevresinde yaklaşık 200 bin yerleşimcinin yaşadığı belirtiliyor[5] 2009 yılının özellikle ikinci yarısı göz önüne alındığında Yahudi yerleşimleri meselesinin sakin bir seyir izlediği söylenebilir. Bunun da en önemli nedeni AB ya da başka uluslararası kurumların hazırladığı raporları dikkate almayan İsrail devletinin ABD’nin etkin olduğu olaylar da geri adım atmayı kabul etmesidir. Özellikle Obama’nın Filistin-İsrail barışı önünde yerleşimler meselesini bir engel olarak görmesi ve bu nedenle İsrail tarafından ısrarlı bir şekilde yerleşimlerin inşası sürecini durdurmasını istemesi bunda etkili olmuştur. Fakat tarihsel sürece bakıldığında ABD’nin bu politikalarının söylem düzleminde kalması ve belli yaptırımlarla desteklenmediği sürece bir sonuç alabileceğini söylemek zordur. Bu bağlamda İsrail’in “durdurmak” yerine “dondurmak” kavramını kullanıma sokarak, diğer bir ifadeyle daha önce birçok kez uygulamaya koyduğu “isimlendirme siyasetini” (politics of naming) kullanarak bu süreçten en az kayıpla çıkmaya çalıştığı söylenebilir.[6]
ABD’nin Ortadoğu Politikası ve Kudüs
ABD’nin Ortadoğu’da ki İsrail’in politikalarına karşı yaptırımları genel itibariyle söylem düzeyinde kalmaktadır. Çünkü ABD’nin I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı politikaları birbirinden farklılık göstermektedir. Nitekim ABD I. Dünya Savaşı’nda Ortadoğu Coğrafyasına özel bir önem vermemiştir. ABD’nin Ortadoğu politikası II. Dünya Savaşı sonrasında gelişmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yenidünya, ABD’nin Ortadoğu’ya olan ilgisinin artmasıyla sonuçlanmıştır. Ayrıca Yahudilerin savaş esnasında soykırıma uğramaları Yahudi Lobisini harekete geçirmiş, etkili faaliyetlerde bulunmuştur. ABD Dışişleri Bakanlığı, Filistin meselesine ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik çıkarları ve petrol açısından baktığından Arap görüşleri doğrultusunda bir konum belirlemiştir. Filistin meselesi ile ilgili olarak bu dönemde çeşitli Arap liderleri ile ABD’li yetkililer arasında görüşmeler yapılmış olsa da ABD’nin net bir Filistin politikası oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. ABD’nin soruna tam anlamıyla müdahil olması, İngiltere’nin Filistin mandasını BM’ye devrettikten sonra gerçekleşmiştir.[7] Süveyş Bunalımından sonra ABD Yönetiminde İsrail’e karşı olumlu düşünceler oluşmaya başlamıştır. Gücünü gösteren İsrail’in bölgedeki ömrünün kısa süreli olacağına dair düşünceler değişmiştir. Ortadoğu’da etkin bir şekilde varlığını ortaya koymak isteyen ABD, bölgede müttefik arayışında olduğundan İsrail’e olan desteği artmaya başlamıştır[8] Bu tutumundan sonra İsrail’in politikaları ile ABD’nin Ortadoğu politikası paralel bir şekilde ilerlemektedir. Soğuk Savaşın sonra ermesi ile ABD’nin tek süper güç niteliği kazanması ve bu niteliğini Körfez Savaşı ile Ortadoğu üzerinden deklare ederek Yeni Dünya Düzeni kavramını öne sürmesi, bu Yeni Dünya Düzeni ile birlikte Ortadoğu’da da yeni bir yapılanmaya gidileceği kanaatini pekiştirmiştir. Bu kanaat, Soğuk Savaş döneminde ABD ile olan blok ve ittifak ilişkileri, konjoktürel nitelikli düşük düzey sıkıntılara rağmen kesintisiz süren iki Ortadoğu ülkesi olan Türkiye ile İsrail’in bu düzenlemelerde mihver ülke konumunda olacakları ile ilgili beklenti ve senaryoların yaygınlaşmasını sağlamıştır.[9] ABD’nin Ortadoğu politikası 1969’da başkan olan Nixon tarafından ortaya konan Nixon doktrini çerçevesinde şekillenmiştir. Nixon doktrinine göre ABD, bölgesel müttefiklerinden savunma konusunda daha aktif olmalarını istemiş, böylece bu doktrinle ABD, müttefiklerine yaptığı savunma yardımını arttırmıştır.[10] Tüm bunların ardından bölgede ki en önemli müttefiki haline gelen İsrail’in Ortadoğu’da ki etkinliği daha çok artmış ve vaadedilmiş toprak rüyalarını gerçekleştirmek için, Kudüs abluka altına alınmıştır. Daha doğrusu İsrail devleti Kudüs’ü kendisine bahşedilmiş olarak nitelendirmektedir.
Sonuç olarak İsrail her ne kadar Kudüs’ü kendisine bahşedilmiş olarak görse de Kudüs statüsü gereği ve sadece bir kent olmaktan öte birçok anlam içerdiğinden dolayı üç büyük din için ayrı bir önem ifade etmektedir. Özellikle Filistin toprağı olan Kudüs işgal altında kalmıştır. Filistinlilere temel haklarının verilmemiş olduğu bilinen bir gerçektir. Kudüs’le ilgili olarak Birleşmiş Milletler’in aldığı kararlar da ortadadır. İsrail’in bunlara uymaması onları geçersiz kılmaz. Ancak, B.M.’in İsrail’i yalnızca suçlamakla kalması ve bundan ileri gidememesi bu devleti cesaretlendirmiş, saldırılarını arttırma ve başkalarının hukukunu çiğnemeyi sürdürme olanağı tanımıştır[11]
VOLKAN TÜRKMEN
Trakya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
[1] Ataöv Türkkaya ’’Kudüs ve Devletler Hukuku’ ’Erişim(04.06.2014)s.29 http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42.445.4992.pdf
[2] Ataöv Türkkaya,’’a.g.e’’s.29
[3] Kudüs’ün Kadim Tarihi: Hayal ile Gerçek Arasında, Erişim(04.06.2014) http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5654&pid=46
[4] Kudüs, 46 yıldır işgal altında,’’(2013 Ağustos 8),Sabah Gazetesi,
[5] Dünya Kudüs Günü, ,(2013 Ağustos 3), Yeni Şafak Gazetesi,
[6] Balcı Ali, ’’Yahudi Yerleşimleri ve Filistin Sorunu’’ Ortadoğu Analiz, Erişim(04.06.2014), http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010224_ali_subat.pdf
[7] Burhan Ali, ’Filistin- İsrail Çatışması ve Hamas ’’Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,2008, ,s.63
[8] Balcı Ali, ‘’a.g.e.’’s.65
[9] Davutoğlu Ahmet, ’’Stratejik Derinlik’’ Küre Yayınları, Eylül, 2011,İstanbul, s.419
[10]Balcı Ali,’’a.g.e.’’s.66
[11] Ataöv Türkkaya,’’a.g.e’’s.54
http://akademikperspektif.com/
Yorumlar
Yorum yap