32) SEVMEK ANLAMAKTIR

Yayin Tarihi 24 Mart, 2008 
Kategori SOSYAL

SEVMEK ANLAMAKTIR

image00118.jpg

  

 

Değişim gelişmelere ayak uydurmaktır !
  Çağımızın en büyük temel sorunu sevgisizlik, yalnızlık; insan olarak   birbirinden kopmanın, ayrışmanın günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi değil mi?  Bugün çevremizde ve şu an içinde yaşadığımız  toplumda hatta ülkemizde ve diğer dünya ülkelerinde görüp izleyip memnun olmadığımız, hoşnutsuz kaldığımız ne varsa; iyice kökene ve derinine indiğimiz zaman hepsinin temelinde yatan gerçek nedenin sevemiyor olmak olduğunu; hırsın, nefsaniyetin, vicdansızlığın, adaletsizliğin ve her türlü kötülüğün altında sevgi ve anlayış noksanlığı olduğunu görürüz.
Merhamet, sevgi, şefkat, hoşgörü ve anlayışın olduğu yerde ise sadece katıksız sevgi vardır. Sevebilmek evrensel ilke ve yasalara uygun yaşamayı doğal olarak gerektirdiğinden gerçekten seven insan, kendisine yapılmasını istemediği hiçbir şeyi başkasına yapmaz daha doğrusu yapamaz…

  Kendinin dışında olanlarla ve doğal olarak kendisiyle de iletişimi kopmuş, anlayışsızlığı hat safhada yaşandığı bir dünyanın çocukları olarak yapabileceklerimiz var mıdır derseniz elbette vardır demek gerekir. Ama öncelikle bazı temel soruların büyük bir dürüstlükle sorulması ve içtenlikle yanıtlanması gerekir ki insan değişmek arzusunu hiçbir zorlama ve yaptırım olmadan hissedebilsin. Yüreğindeki kuruluğu bahar sevincine dönüştürebilsin…

  Biz insanlar olarak birbirimizi daha iyi anlamak için neler yapabiliriz acaba, diye sormadan bir adım bile ilerlemek mümkün olmuyor, teknoloji gelişiyor ama içsel varlıklar aynı ilkel hırslarla boğuşmaya, hem kendilerini hem başkalarını rahatsız etmeye ve düzeni bozmaya, gezegene küresel zarar vermeye devam ediyorlar. Bu gezegenin iyiliği için yaşama geçirilmeye çalışılan tüm kalkınma projelerine zarar veriyor.

  Anlamak demek sevmek demektir
  Öncelikli olarak anlayış dediğimiz şeyin ne olduğuna bakmak lazım değil mi? Anlamak demek, sevmek demektir. İşin aslı da budur! Çünkü sevmeden hiçbir şeyi anlayamazsınız. Varlığınızın bir köşesine azıcık da olsa biraz sevgi sıkışmış olmalıdır. Sevgiyi her insan tatmıştır ve bu ayrımı yapabilir. Sevme eylemine insanı sevmek, doğayı sevmek, Tanrı’yı sevmek, eşi sevmek, çocuğu sevmek vb. gibi isimler takabilirsiniz. Ama sevmek tek yolludur. Aslında Tek’tir. Elbette gerçek sevgiden söz ediyoruz, şarkılara ve günlük konuşmalara pelesenk edilen sözcüklerden söz etmiyoruz. İşte o gerçek sevgi bir aracılıkla varlığımıza bulaşınca zamanlar içinde dallanır budaklanır ağaç kökleri gibi toprağın altından yayılır da yayılır. Ve gün olur her şeyi sevmeye başladığımızı fark ederiz. Her şeyi Tanrı’da bulmak ve o sevgiden ötürü kabullenmektir bu. İşte anlayış bu aşamalarda doğar. Sevmek kapasitesi arttıkça anlayış dediğimiz şeyde filizlenmeye başlar. Bencillik, ben merkezcilik, ego yavaş yavaş silinirken, yerini anlayışın tohumları tutmaya başlar. Ruhsal Dünya açısından da bir tanım ister anlayış nedir derseniz; anlayış sevmektir. Her şeyi, her anı, her olanı sevmektir, kabul göstermektir. Kabul göstermek genelde pasif bir durum olarak anlaşılır ama bu doğru değildir. O zaman onun adına adamsendecilik demek gerekir. Gerçek kabul ve sabırda her şeyin selameti ve iyiliği için pozitif kabul edilen tüm eylemlerin ardı ardına ve hiç gecikmeden yapılması ve sonra da olayın akışa bırakılması anlatılmak istenir. Peki hani her şeyi sevmeyi varıncaya kadar, sevmenin yani anlamanın yolu yordamı yok mu derseniz, ona da birkaç kelam bulunur.

  Anlamayı denemek için, bunun alıştırmalarını yapmak için öncelikle karşımızdaki insanın yerine koymak lazım kendimizi. Onun koşullarını, ruh halini görmeye çalışmak lazım. Ve o koşullar içinde, ruh hali içinde neden, nasıl, niçin öyle davranıyor onu anlamaya çalışmak lazım. İlişkiler iki taraflıdır. İster eşler, ister dostlar, ister anne-çocuk olsun hiç fark etmez her zaman iki taraf vardır. Demek ki bunu iki tarafında yapması lazımdır. Hem de eşit miktarda. İki tarafında eşit seviyede bu tavrı göstermesi, birbirinin elini tutmaya niyet etmesi lazımdır. Anlayış ancak o zaman doğar. Sevgi ancak o zaman çoğalır.

  Ne de kolaydır karşıdakini davranışından ötürü yargılamak, beğenmemek, burun kıvırmak, itmek, aşağılamak, ama ne zordur; onu her haliyle kabul etmek, anlamaya çalışmak ve hissetmek, içinde bulunduğu hisleri, duyguları hatta gelişim kapasitesini görmek ve onu olduğu gibi kabul etmek. Yani anlamak. Gerekirse yardım etmek, dost olmak. Karşıdakini ve onun Dünya’sını anlamak. Orada neler olup bittiğini anlamaya, onun elini tutmaya çalışmak.  

  Şimdi şöyle bir soru sormak mümkündür başkasını bu kadar derinden anlamak aslında kendini anlamak değildir de nedir? Kendini anlamayan, sevmeyen başkasını sever mi? Sevebilir mi?

  Gerçekçi olmak gerek sevemez. Öyleyse anlamak-sevmek eyleminin içinde KENDİNİ BİLME-KENDİNİ TANIMA çalışmaları saklıdır. Kendini bilmek, anlamak ve tanımak için hiç çaba harcamayan insanların sık sık sevgiden söz etmesi laf-ı güzaftan öte gidemez… Çünkü sevmek ve anlamak aynı zamanda da değişime ayak uydurmak anlamına gelir.

  Değişime Ayak Uydurmak
  Sevmek ve anlamayı birinci temel faktör olarak kabul ettikten sonra günümüzdeki gibi toplumsal değişim hareketlerin hızlı metaforlar yarattığı, her şeyin güllük gülistanlık olmadığı  günlerde; küresel bir dünyada yaşadığımız için bireysel gelişimimiz adına hepimiz kendimize bazı sorular sorabiliriz ve sormalıyız da: “Yaşadığımız toplum hayatı gerçekten bozulma ve yozlaşma içinde mi, yoksa bize mi öyle geliyor? Eğer bir değişim söz konusu ise bu değişime ayak uydurmak, teslim olmak mı gerekir, yoksa elden geldiğince değişimle mücadele mi etmek gerekir? Değişimin yönünü nasıl saptayabiliriz?”

  Bu derin kavrayışlı sorunun yanıtı iki uçludur. Yani günümüz toplumları hem bozulma ve yozlaşma içindedirler hem de değildirde, bu bir dualitedir. Bu ikilik, sistemin içinde ve bütünde daima mevcuttur. Denge bunun üzerine kurulmaktadır.

  Evet! Yaşadığımız toplumdaki yaşam yozlaşma ve bozulma içindedir. Tüm değerler alt üst edilmekte, özdeki bilgiler önemsenmemekte, manaya değil maddeye yönelinmektedir. Yani Tanrı’nın nefesinden oldukça uzaklara… Ancak bir o kadar da uzaklaşma yerine yakınlaşma vardır da diyebiliriz çünkü olup bitenlerin tümü gelişimin, dönüşümün bir parçasıdır. Ortaya yeni bir şeyin çıkabilmesi için öncelikle bir öncekinin iyice tüketilmiş olması gerekir. Yani en dibe kadar inmelidir. Çünkü bu sıçrama noktasını yaptıracak olan şeydir. Dönüşümü başlatacak olan şeydir. Vazifesini tamamlayan bir önceki realite, artık dönüşüme yeni realiteye geçmeye hazır olacaktır. Ve sıçrama gerçekleşecektir.

  Dibe inmek yeni bir realiteye sıçramaya neden olur
  Bu iki bilgiyle beraber bakıldığında bu yozlaşma diye tabir ettiğimiz durum hem iyidir, hem kötüdür. Değerlerin kaybedilmesi elbet kötüdür. Ama bu kayboluşun yeni alanlara zemin açmak üzere sıçrama yaptıracak olması ise iyidir. Bu gelişimdir. Bir oluşum vazifesini tamamlar ve diğerinin zeminini hazırlar. Ve sıçrama meydana gelir.

  Böylesine değerlerin alt-üst olduğu günlerde  içsel ve dışsal sükuneti, barışı korumak, olaylara karınca bakışı ile yataydan değil de kartal bakışı ile daha üst bir boyuttan dikeyden bakabilmek için bizim tutumumuz kendi değerlerimizi korumak ve dokunabildiklerimizi uyandırabilmek yönünde olmalıdır… Dokunamadıklarımızı sistemin işleyişine emanet etmek, olan bitenin ardındaki görünmeyen nedenler yüzünden bazı şeylerin anlayışların yükselmesi için yaşanması gerektiğini gözlemlemek ve ne ayak uydurmak ne de mücadele etmek daha yararlı sonuçlar getirir. Gerekli senaryolar ilgili kişilerin zaten önünde durmakta ve onlar tarafından iki uçlu olarak pozitif ve negatif yönüyle yanıtlar hızla verilmektedir. Bu yanıtlar sıçrayışın ve elemenin basamak taşlarıdır.

  Bizlere düşen asli görev ise olup bitenlerin bu sistemin sıçrayışı için en  uygun olan olduğunu bilerek, pozitif düşünce ve eylem yayınını kesmeden, kendi öz değerlerinizi korumak, onlara sahip çıkmak, onlarında bu sel sularında yozlaşmalarını önlemek ve değebildiklerinize ışık tutmak, yol göstermek, ışıktan haber vermek, doğru yolu göstermek olmalıdır. O değilemeyenleri ise diğer kafileye katıp, sisteme emanet etmek, sistemin kaotik bile görünse içindeki gizli ve derin düzeni hissetmeye çalışmak günümüzün karmaşık dünyasında elle tutulur, gözle görülür bir amaç oluşturur.

  Anlamak sevmek olduğuna göre olup biteni sahiden meta yönüyle de anlamaya çalışmak; ihtiyacı olanlara sevgi enerjisini, canlılığı, umudu, neşeyi, içsel barışı göndermek, Bütün’ün hayrı için işleri kolaylaştırmak değildir de nedir!…

ASTROSET

 

Paylaş:

Yorumlar

“32) SEVMEK ANLAMAKTIR” yazisina 4 Yorum yapilmis

  1. Alparslan ŞAHİN yorum tarihi 14 Şubat, 2010 02:54

    Sonuna kadar katıldığım bir anlayış. Nasıl katılmayayım ki… Bu fikir ve görüşleri yaklaşık 700-800 yıl öncesi Hz.Mevlâna; o insanların İslam’ı bir kavga dini imiş gibi gördüğü günlerde, İslam’ın gerçekte bir hoşgörü ve güzel ahlak dini olduğunu anlayıp, anlatarak ortaya koymuştu. Bugün eğer her dinden insan, onun ortaya koyduğu anlayışa büyük bir hayranlık besliyor ise bu onun gerçeği gördüğünün, bizim ise maalesef hala göremediğimizin bir kanıtıdır.
    saygılarımla.

  2. PERLE İNCİ yorum tarihi 18 Haziran, 2011 20:11

    SAGOLUNUZ SN.KHAN(*
    EVET..HEP!TEK;(–ARTIK TARAF KELİMESİNDEN NEFRET EDİYORUM:(–BU KELİME TARAFTAR!İLE:(FUTBOLLA BASLATILDI BİZDE SANIRIM?POLİTİKAYI SAYMIYORUM!*CÜNKÜ BİZİM İNSANIMIZ!ASLINDA*ÜLKE İCİN TARAF TUTARDI*CEBİ İCİN DEGİL!
    -DEGİSİM TABİİKİ GEREKLİ,AMA İCDEN DEGİL!DISTAN!TÜM DÜNYA SADECE DISTAN DEGİSİK GÖRÜNÜYOR!İCDEN ASLA!HELE DİNİ VE IRKİ-KESİNLİKLE DEGİL!SADECE KANUNLARLA,DI POLİTİKALARINI KENDİLERİNE UYDURMAK İCİN:( DISARDAKİLERE KARSI!KULLANIYORLAR:(ÖFFF..Kİ NE ÖF!;(USANDIK YAHUUU!

  3. ZÜHAL ASMA yorum tarihi 14 Şubat, 2012 03:33

    *HERKESİN BİR DİGERİNİ OLDUGU GİBİ KABUL ETMESİ..İCİNDEN GELENİ YASAMASI..BEKLEMEDEN!–KARSIDAKİNİNDE BELKENECEKLERİ ÖNCEDEN TAHMİN EDEREK,AZAMİDE FEDAKARLIK YAPMASI..ZATEN HEOSİ ONA SEVGİ KAZANCI OLARAK GERİ DÖNECEKTİR..
    –BİR SEY SORMAK İSTERDİM;nacizane;MEVL.BENİM BÜYÜK DEDELERİMDEN DERSLER ALMIS!KEYKUBATDAN!**AMA GİTMİS!BİR ERKEGE ASIK OLMUS!YANLISMI ANLIYORUM?YARADANIMI ERKEK OLARAK GÖRMÜS?–YAZARMSNZ BANA AYDINLATICI 2 KELİME!BANA YETER*DETAYA GEREK YOK*TESEKKÜR EDERİM,EMEK VERİP YAZDIGINIZ HEP YENİLİGİNİ MUHAFAZA EDEN YAZI İCİN(*

  4. Yılmaz Karahan yorum tarihi 14 Şubat, 2012 05:16

    Değerli Dostum,
    yanlış anlamadıysam Mevlana Celaleddin Rumi’nin Şems ile gönül dostluğundan bahis ediyorsunuz. Kesinlikle bu alimler arasında sapık bir ilişki söz konusu değildir. Yunus’un Taptuk’un kapısında hizmet görmesi sonucu “Piştik elhamdüllilah” demesi gibi nefislerin öldürülmesi ve tasavufi düşünce alemine dalmaktan başka bir şey değildir…
    saygılar

Yorum yap