308) İstanbul’un Dikili “Tılsımları”

Yayin Tarihi 16 Eylül, 2015 
Kategori KÜLTÜREL

İstanbul’un Dikili “Tılsımları”

image001

Dünyanın birçok yerinde gizemli taşlar mevcut. İstanbul’ da da bu türden gizemini koruyan çok sayıda dikili taş var. Araştırmacı Namık Talat Güraslan, parapsikolojinin ve spiritolojinin verileri ile bu konuya yaklaşım getirilebileceğini iddia ediyor.

İstanbul’da birçok dikili taş bulun­duğu ve bunların bir kısmının da zamanla yıkıldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi de İstanbul’un her türlü felaket ve dertten korunması için, kentin değişik yerlerine, deği­şik tılsım mahiyetinde taşların dikilmiş oldu­ğundan bahseder.

Sultanahmet Meydanı’nın dikili taşları ile bir odak oluşturması söz konusudur. Bizans döneminde Konstantin formu olarak adlandırılan bu alan, Osmanlı döneminde At Meydanı adını almıştır. Bu gravür, 19. yüzyılda Thomas Allom tarafından yapılmıştır.

Evliya Çelebi’nin tılsım dedikleri, psikotronik mahiyette işlev gören ve üzerinde odaklanan veya depolanan tesir­leri yaymak suretiyle, hedef alınan her ne ise, onu istenilen yönde etkileyen çeşitli objeler­dir. Çelebi, bu psikotronik objeleri ya da tıl­sımları şöyle sıralar:

Arkadyüs Sütunu ve tılsımı
Avratpazarı’nda, bin parça beyaz mermerden yapılmış olan, minare gibi içi boş, merdivenli yüksek bir direk ve bu direğin tepesinde tek parça beyaz mermerden bir heykel vardı. Heykel yılda bir kez değişik mahiyette bir ses çıkarır, çevredeki bütün kuşlar heykelin etra­fında dönmeye başlar ve bunların binlercesi yere düşünce, halk da kuşları toplayıp yer­lerdi. Söz konusu direk, eski adıyla Arkadyüs Forumu’ndaki Arkadiüs Sütunu’dur. Asıl yüksekliğinin 40 metre kadar olduğu söylenen sütunun büyük bir kısmı depremler ve yangınlar sonucunda yıkılmış, geriye 6 metrelik bir kaidesi ile tepesinden bir parça kalmıştır.
Abide, bugün Cerrahpaşa’da Avratpazarı’ ndaki evler arasına sıkışıp kalmıştır.

image002

Çemberlitaş’ın bir diğer gizemi
Tavukpazarı’ndaki, kırmızı renkli som mer­merden yapılma yuvarlak bir sütun, bugünkü adıyla Çemberlitaş, sığırcık kuşlarının çevre­sinde toplandıkları, uzak diyarlardan getir­dikleri zeytin dalları ve zeytinlerini bıraktıkları bir taş olarak anlatılır. Bu zeytin­leri yiyen rahiplerin açlıklarını giderdiklerin­den de söz edilir.

image003

Eski bir fotoğrafta Çemberlitaş

Bekaretini yitiren kızları bildiriyordu…
Eskiden bir evin bahçesi içinde bulunan Fatih’teki Kıztaşı, 1908 yangınından sonra bir meydan ortasında bırakılmıştı. Yüksek bir kaide üzerinde yer alan, beyaz mermerden yapılma bir taştı. Büyük Posantin’in kızının lahti de burada dururdu. Ölünün karınca ve yılandan zarar görmesini engellerdi. Bu taş, günümüzde Kıztaşı adıyla bilinen ünlü Marsi-yanus Sütunu’dur. Yüksekliği 10 metreyi bulan bu sütunun üzerindeki heykelin, önün­den geçen genç kızlardan bekâretini yitirmiş olanları haber verdiği ve bu yüzden kırdırıldığı söylenir.

image004

 

image005

Kıztaşı

Kenti sineklerden koruyordu
Tyanalı Apollonius, M.S. 1. yüzyılda İstanbul’ da, Yılanlı Sütun’unkine benzer bir işlev gören bir heykel diktirmişti. Evliya Çelebi’nin de sözünü ettiği bu taş, tılsımı sayesinde sineklere karşı kenti koruyordu. Romalı tarihçi Plonius’a göre, Apollonius, İstanbul’u sineklerden kurtarmak için bir sanatçıya büyük boyda bronz bir sinek heykeli yaptırmış ve bunu kente girip çıkan çok sayıda kişi­nin görebileceği bir yere diktirmişti. Çok kısa bir süre sonra kentteki sineklerin öldüğü ya da ortadan kaybolduğu görüldü. Evliya Çelebi bu tılsım için, “Hâlâ etkisi görülmektedir” diyordu.

İstanbul’da neden leylek olmaz?
Altımermer olarak adlandırılan mermerlerin birinde de, üzerindeki leylek resminden dolayı rüzgârın etkisiyle oluşan titreşimler­den, kentteki leyleklerin hepsi ölürdü. Çelebi, bu yüzden İstanbul’un içinde leylek bulunma­dığını, leyleklerin sadece Eyüp ile Üsküdar semtlerinde yuva yaptıklarını belirtir.

Diğer Altımermerler
Altımermer’in üçüncüsünde, bir horoz tasviri vardı. Bu horoz her sabah erkenden öterek, öteki horozları göreve çağırırdı. Evliya Çelebi, “Günümüzde İstanbul’daki horozlar öteki kentlerin horozlarından önce öterler ve uyuyanları sanki namaza kalkmaları için uyarırlar” diye yazar.
Altımermer’in dördüncüsünün üzerinde bir kurt tasviri bulunurdu. Koyun sürülerini kurtların kötülüğünden korur, çobansız otla­malarını sağlardı. Altımermer’in beşincisi üzerinde, birbiriyle kucaklaşmış bir genç erkekle kadını tasvir eden tunçtan bir heykel dururdu. Kavgalı karı-kocalar gelip bu direğe sarıldıklarında hemen banşırlardı. Gene Altımermer’in birinde, biri ihtiyar bir erkeği diğeri de bunak bir kadını gösteren beyaz mermerden iki resim bulunurdu. Geçinemeyen karı-kocalar gelip bu resimleri kucakla­dıklarında hemen boşanırlardı. Çelebi,

“Bu Altımermer, deprem sonucu yıkılmış ve toprak altında kalmıştır” der.

Veba hastalığına karşı
Sultan Beyazıt Hamamı’nın altındaki dört köşeli sütunun tılsımı da veba hastalığına kar­şıydı. Bu sütun ayakta kaldıkça kente veba hastalığı girmemişti. Hamam inşa edilirken bu direği yıktılar. O anda Sultan Beyazıt’ın bir oğlu vebadan ölmüş ve ondan sonra da İstanbul’a veba yayılmıştır.

Ayasofya ve dört mermer direk
Ayasofya Camii’nin güney tarafında dört adet mermer direk ve bunların üzerlerinde de 4 meleğin, yani Azrail, İsrafil, Mikail ve Cebrail’in resimleri bulunurdu. Bu melekler dört yöne doğru bakarlardı. Rivayete göre, yılda bir kez Cebrail resmi kanat çırpıp bağı­rınca doğu bölgelerinde bolluk olurmuş,. İsrafil resmi kanat çırpınca batıda kıtlık olur­muş. Mikâil resmi aynısını yapınca kuzey yönünde ortaya bir kahraman çıkarmış. Azrail resmi kanat çırpsa bu kez dünya çapında bir veba salgını olurmuş. Evliya Çelebi, bu tılsımın akıbetini şöyle anlatır:

“Hz. Muhammed zamanında meydana gelen depremler bunları yerle bir etmiştir. Bugün bunların direklerini Çukurçeşmeler bitişiğinde görebiliriz.”

image006

At Meydanı yani Sultanahmet’teki Milyon-bar denilen yüksek sütun. Bir demir direğin çevresinde örülen 300.000 kadar taştan inşa edilmiştir. Sütunu yaptıran, Porfirojenetos adıyla da bilinen 7. Konstantin idi. Sütunun tepesine, ortadaki demir mile tutturulan mık­natıslı bir taş koydurarak mıknatısın demiri çekme özelliğinden ötürü bu sütunun kıya­mete kadar yıkılmasını engellemek istemişti. At Meydanı, diğer adıyla Hipodrom, bugün Sultanahmet Parkı’nın bulunduğu yerdi. Üze­rini kaplayan yaldızlı ve resimli bakır levha­lar, Haçlılar tarafından söküldü. Bazı kaynaklarda taşın üstünde tunçtan bir küre olduğundan da söz edilir.

image007

Porfirojenetos adıyla bilinen Konstantin’in Sütunu

Mısır’dan getirilen dikili taş
Yine At Meydanı’ndaki, dört köşe, yekpare, kırmızı bukalemun rengindeki bir diğer sütun da Teodosyos’un M.S. 390’da İskenderiye’den getirterek diktirdiği ünlü Dikilitaş’tır. Üzeri hiyerogliflerle kaplı olan ve yüksekliği 30 metreyi bulan Dikilitaş’ın kökeni, Mısır’ın Helipolis kentine uzanır. Patrik Konstantius, bu sütunun tepesinde bir yaldızlı kürenin bulunduğunu ve şiddetli bir lodos sırasında düşerek parçalandığını yazar. Dünyanın bugün ayakta duran en büyük dikilitaşı ola­rak Guinness Rekorlar Kitabı’na geçmiştir.

image008

Teodosyos Sütunu

Yılanlı Sütun
At Meydanı’ndaki eski Spina’nın üzerindeki sütunlardan biri de Yılanlı Sütun’dur. Büyük Konstantin tarafından Delfi şehrinden İstanbul’a getirilip diktirilen bu sütun Hele­nistik devre ait abidelerin en eskisidir. Abide, ilk inşaatında 29 burmadan ibaretti ve üstün­deki üç yılan başına kadar 8 metre yüksekli­ğinde idi. Birbirine sarılmış olan yılanların vücutları 6,5 metre yükseklikte birbirlerinden ayrılıyordu. Yılanların başları üstünde üç ayaklı bir altın vazo bulunuyordu.
Üç başlı ejderha şeklinde olan bu direğin, akrep, çıyan ve yılan gibi hayvanları kentten uzak tuttuğuna inanılırdı. Evliya Çelebi bu objenin etkisini nasıl yitirdiğini şöyle açıklar:

“Başının birisini bir yeniçeri kılıçla vurarak kırmıştır. O anda direğin tılsımı kısmen bozul­muş ve istanbul’un içine yılan, çıyan, akrep ve benzer hayvanlar dolmuştur. Denildiğine göre, yarı yüksekliği, Sultanahmet Camii yapılırken toprak altında kalmıştır.”

image009

İskenderiye’den getirtilerek dikilen Teodosyos Sütunu ve onun önündeki Yılanlı Sütun görülüyor

Ateşler saçan heykeller
Evliya Çelebi, yukarıda anlattıklarından başka altı objeyi de “denize ait tılsımlar” olarak anlatmıştır. Çatladıkapı’da Güngörmez Sarayı bitişiğinde, üzerinde tunçtan bir dev heykeli bulunan dört köşe sütun vardı. Ne zaman Akdeniz yönünden düşman gemileri gelecek olsa, bu dev heykelinden bir ateş çıkar ve gemileri yakarak batırırdı. Kadırga lima­nındaki bakırdan yapılma geminin ise, şöyle bir işlevi vardı: Her yıl zemheri gecesi kentin büyük kadınları bu bakır gemi içinde sabaha kadar denizde dolaşır, Akdeniz’i korurlarmış. Rivayete göre, İstanbul’un fethi sırasında bu gemi ele geçirildi. Tophane tarafında da ikinci bir bakır gemi vardı. Gene her yılın zemheri gecesinde içine binen sihirbaz ve fal­cılar, bu kez Karadeniz kıyılarında dolaşarak oraları korurlardı. Bunu da Muaviye’nin oğlu Yezid’in, Galata’yı ele geçirişi sırasında par­çalattığı söylenir. Sarayburnu’ndaki tunçtan yapılma üç başlı ejderha da çıkardığı ateşle, Karadeniz ve Akdeniz yönlerinden gelen düş­man gemilerini yakardı.

Objelerin yaydıkları tesirler
Evliya Çelebi, bu tılsımların çoğunun “ses çıkarmak ya da çığlık atmak” suretiyle isteni­len etkiyi oluşturduklarından söz etmektedir. Bu da gösteriyor ki, bu objeler yüklenmiş oldukları belirli bir tesiri, programlandıkları zamanlarda yayarak, etkileyecekleri olgulara ilişkin titreşimler yaymakta ve titreşimler de fizik düzeyde ses etkilerine yol açmaktadır. Bu tür “vızıltı, çınlama” gibi ses etkilerine ufolojik tezahürlar sırasında da rastlanıldığı biliniyor.

Gizli enerji merkezleri
Burada küçük bir bölümü incelenen İstanbul’ un dikili taşlarının başlı başına enerji merkez­leri olduğu düşünülebilir. Bu taşlar büyük olasılıkla, kozmik yasalar uyarınca birtakım enerjileri çok yönlü amaçlar doğrultusunda toplayıp dağıtıyorlardı. Belki bugün de aynı işlevi görüyor olabilirler. Hatta taşların dikili bulundukları yerlerin Türkiye’deki ley hatla­rıyla bağlantılı olduğu ve bunların birleşim nokta­larının yeni düşünceleri ortaya çıkaracağı da söylenebilir.

Karacaahmet mezarlığında bulunan ve rivayete göre bir ata ait olduğu söylenen bir mezar vardır. Buranın yürümesi geciken çocukların yürümesini sağlayan bir ziyaret yeri olduğu söyleniyor.

image011

Eski bir gravürde eski adı At Meydanı olan Sultanahmet Meydanı

image010

II. Mahmut’un 1811 yılında bir yumurtayı 454 adımdan vurması üzerine dikildiği söylenen Bamya sütunu, İstanbul’un en ilginç sütunlarından biridir

https://insanveevren.wordpress.com/

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap