29) ATATÜRK’LE KONUŞMA -1
Yayin Tarihi 14 Nisan, 2008
Kategori ATATÜRK
ATATÜRK’ÜN
Ruşen Eşref’e verdiği mülâkat
“Paşa Hazretleri! Şüphesiz ki Çanakkale Harbi bu memleketin çocuklarındaki özveriyi, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir mutluluğa koşar gibi ölüme atıldığını göstermek bakımından tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık evreleri vücuda getirmiştir. O muharebelerin her gününe büyük bir çalışmalarıyla katıldınız. Durumu tamamıyla biliyorsunuz… Kim bilir ne kadar çok anınız vardır. İşte izin verirseniz eğer, bugün subaylarınızdan onları dinlemek için geldim.“
Dedi ki:
“- Benim verdiğim karara göre düşman ihraç girişiminde bulunursa iki noktadan hareket ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Kocatepe civarı!.. Ve benim bakış açıma göre düşmanı karaya çıkartmadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya savunma olanağı vardı. Bu yüzden alaylarımı, böyle sahilden savunma yapacak şekilde yerleştirdim. Bu durum yaklaşık olarak 1330… (1914).
(…)
İşte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki Arıburnu’nda bir olayın meydana geldiği, işitilen gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı.
Bütün fırka kıtalarının harekete hazırlık derecesi arttırıldı. Bir taraftan Maydos Mıntıkası Kumandanlığı’ndan gelecek bilgileri beklemekte idim, diğer taraftan da ya kolordunun veya ordunun emrine… Yalnız fırkanın süvari bölüğüne, bilgi edinmek için Kocaçimen yönüne hareket etmesi emrini verdim.
Öğleden önce saat altı buçukta idi, Halil Sami Bey’den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun adı geçen düşmana karşı sevki isteniyordu. Gerek bu rapordan, Maltepe’de oluşturduğum kişisel gözetlemeler sonucunda bende uyanan kesin kanı, ötedenberi düşündüğüm gibi, düşmanın Kabaktepe civarında mühim kuvvetle çıkarma girişimi, demek ki, gerçekleşiyordu. Böylece bu işin içinden bir taburla çıkmanın mümkün olamayacağını, her halde önceden vardığım kanı gibi bütün fırkamla düşmana yaklaşmanın kaçınılmaz oluşunun önemini anlıyordum .
Artık hiçbir şeyi beklemeyerek karargâhımın bulunduğu Bigalı köyünde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel bataryasının derhal harekete geçmek üzere hazır bulundurulmaları, kumandanlarının da emir almak üzere yanıma gelmelerini bildirdim.
Basit bir düzenlemeyle Bigalı deresi boyunca giden yol üzerinde alayı kendi komutamda yürüyüşe geçirerek Kocaçimen tepesine yönelttim. Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan naklederek Kocaçimen tepesine ulaşıldı. Orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey göremedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım.
Etraf o çetin araziyi durmaksızın yürümek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş umku (derinliği) pek ziyade derinleşmişti. Ala ve batarya kumandanına askerlerini tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden örtülü olarak on dakika kadar duracaklar, sonra beni takip edeceklerdi. Ben de orada bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi’nden Conkbayırı’na gidecektim. Yanımda yaverim, emir zabitim ve sertabip (başhekim) ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebel topçu taburu kumandanı olduğu halde evvelâ atlı olarak yürüme girişiminde bulunduk, fakat arazi uygun değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı’na vardık.
Şimdi burada karşılaştığımız sahne en ilgi çekici bir sahnedir. Ve olayın en önemli ânı bence budur.”
Paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak daha çevirdikten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor:
Düşman bana benim askerimden daha yakın
“- Bu esnada Conkbayırı’nın güneyindeki 261 râkımlı tepeden sahilin gözetlenen ve ele geçirilmesinde görevlendirilmiş oralarda bulunan bir müfreze askerin Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu karşılıklı konuşmayı aynen okuyacağım! Bizzat bu askerlerin önüne çıktım:
– Niçin kaçıyorsunuz! dedim.
– Efendim düşman! dediler.
– Nerede?
– İşte, diye 261 râkımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten düşmanın bir avcı hattı 261 râkımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlikle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi durumu düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, asker on dakika dinlensin diye… Düşman da bu tepeye gelmiş… Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir duruma düşmüş olacaktı. O zaman artık bunu, bilmiyorum, bir mantıkî değerlendirme midir, yoksa içgüdüsel midir;
Kaçan askere:
– Düşmandan kaçılmaz, dedim,
– Cephanemiz kalmadı, dediler,
– Cephaneniz yoksa, süngünüz var, dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayarı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen askerlerinin “marş marş”la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitimi geriye saldırdım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an bu andır.”
Bir koca muharebenin ufacık bir ana bağlı olduğunu, hattâ bir memleketin hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın kaderini iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade duymak insanın tüylerini ürpertiyordu!
Mustafa Kemal Paşa dedi ki:
“- Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cephanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. Yanıma gelmiş olan Alay 87 Tabur 2 kumandanı Yüzbaşı Ata Efendi’ye bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ederek 261 râkımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesini emrettim. Cebel bataryasına Suyatağı’nda mevzi aldırarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim yönlendirdiğim istikametlerde düşmana tararuz etmesini emrettim.”
18 NİSAN
“- Yirmi dört saatten beri devam eden muharebe askerin pek fazla yorgunluğuna neden olmuştu. Onun için verdiğim bir emirle taarruzu kestim. Fakat kazanılmış olan hattı, sağlamlaştırmaktan orada mıhlanıp kalmaktan başka vatanı kurtaracak çare yoktu. Bunun üzerine, lâzım gelen emri verdim.”
Kıymetli bir harp tarihi belgesi olmak üzere bu emrin son sözlerini aldım.
Diyor ki:
“Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesinlikle bilmelidir ki omuzlarımıza yüklenen namus görevini tamamen yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku ve dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına neden olacağını hepinize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk belirtileri göstermeyeceklerine şüphe yoktur.”
ÇANAKKALE’Yİ KURTARAN RUH
Paşa Çanakkale’deki kahramanlık sahnelerini anlatmaya devam ediyor:
“- Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm kaçınılmaz, kesin… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tamamen düşüyor, ikinciler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir uyum ve huzurla biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir bezginlik bile getirmiyor; sarsılmak yok! okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
PARÇALANAN SAAT KURTULAN KAHRAMAN
“- Ortalık açıldıktan sonra idi ki, düşman hakikaten Conkbayırı’nı cehenneme çevirmişti. Denizden, karadan büyük çaplı topların çeşitli cinste mermileri Conkbayırı’nın göğünde bitmez tükenmez yıldırımlar oluşturuyordu.”
Buraya kadarki konuşmamızı, sâkince dinleyen yüzbaşı Cevat Bey, Paşa’nın yâveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle:
“- Bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de Paşa’nın göğsünü okşamıştı!“ dedi.
Nasıl? dedim.
“- Bulunduğumuz yer tamamen hücum edenlerin arası idi. Paşa da ilerleyen askerimizi seyrederken, göğsüne bir şeyin oldukça kuvvetle çarptığını duymuştu.”
“- Evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm. Yanımda bulunan zabit (şimdi Kütahya Mebusu M. Nuri Bey): “Efendim, vuruldunuz” dedi. Ben böyle bir söz yayılırsa askerlerimizin morali üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. Elimle zabitin ağzını kapadım.
“Sus” dedim.
Cevat Bey devamla:
“- Bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafına tam saatinin bulunduğu cebe isabet etmişti. Saat parça parça oldu. Fakat o darbe Paşa’nın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan başka ileri geçememiştir” dedi.
– Pekiyi, siz bu yaranızla uğraştığınız esnada askerleriniz ne yapıyordu? Hücuma devam ediyor mu idi?
“- Tabii. O kahramanlar, başlarında özverili subaylar olduğu halde durdurulamaz saldırışlarıyla ilk düşman hattını bire kadar boğdular. Bundan başka önlerine çıkan, yardıma gelen bütün düşman kıtalarını perişan ettiler. Hattâ bizim bireysel kısımlarımız boş buldukları istikametlerden denize kadar gitmişlerdir.”
RUŞEN EŞREF
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemâl ile Mülâkat’tan
İstanbul Matbaası, 1930
HEDDAM
Yorumlar
“29) ATATÜRK’LE KONUŞMA -1” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
birde şimdiki halimize bakarmısınız o zamanlar kurtaracak bir vatanımız vardı şimdi hepsinide para karşılığı alıyorlar hemde hiç kan dökmeden bizim milletimizde kuzu kuzu satıyore bunba dur dememiz lazım ama hangi yürekle üstte bahsettiğiniz ölüme giden mehmetcikler de olan yürekten var4mı acaba şimdiki insanlarımızda her şeyimizi allaha bıraktık aklımızı kullanarak bir iş yaptığımız yok ama onlar akıllarıyla alıyorlar stratejik varlığımızı ilk önce tüketime yönlendirip kredilerle borçlandırıyorlar ondan sonra boğazımıza halkaları geçiriyorlar malum ülkeler bakalım sonumuz nasıl olacak allah hayırlı bir son verir umarım bize herkese selamlar…
Bu güzelim vatanımızı gönülden sevmeliyiz.Sevdirmeliyiz.”Vatanını ya sev ya terket”-bunlar kimdirki vatanı sevdirsinler,yerim,içerim kazanırım,keyf ederim,kaymağını yerim,istediğim gibi yaşarım,ama sevmem,neden seveyim?Ben neden zorla sevecekmişim.coniler sam amcanın emriyle beni koruyor,düşünüyor,ben zaten dünya vatandaşıyım.”Unutma zaman en iyi ilaçtır.Bu vatanı böyle düşüneler çoktur az diğemeğiz.Kaymağını yeseniz dahi burnunuzdan fitil fitil gelir.Kurtuluş Savaşını birkere daha gözden geçiriniz,”gaflet ve dalalat”te olanlar.Bu ülkeyi sana yedirmezler yedirmezler!Atatürk’ü iyi anla,vatanını sev.Acaroğlu