289) Ural-Altay Dilleri

Yayin Tarihi 2 Mart, 2015 
Kategori TÜRKÇE

URAL – ALTAY DİLLERİ

Ural ve Altay dilleri arasındaki benzerlikler ilk defa XVIII. yüzyılda dikkat çekmiş ve bu diller arasında akrabalık olabileceğine dair teorinin ilk biçimleri ortaya çıkmaya başlamıştır.Ruslara tutsak olarak 13 yıl kadar Sibirya’da kalan İsveçli subay Ph. J. von STRAHLENBERG’in ve ayrıca MESSERSCHMIDT’in incelemeleri, bu konuda bilim dünyasında öncülük etmiştir. STRAHLENBERG, 1730′da Stockholm’de yayımladığı “Der Nord und östliche Theil von Europa und Asia” adlı yapıtında Volga boylarında ve Sibirya’da yaşayan Türk lehçelerini incelemiş, değişik dil ve lehçelerden 60 kadar sözcüğü karşılaştırmış, doğu Asya’dan kuzey Avrupa’ya uzanan dilleri şu 6 öbekte toplamıştır:

1. Fin-Uygur,
2. Türk-Tatar,
3. Samoyed,
4. Moğol-Mançu,
5. Tunguz,
6. Karadeniz-Hazar arasındaki diller.

STRAHLENBERG’in böylelikle Ural-Altay dil grubunun ilk taslağını çizdiğini görüyoruz. Günümüze gelinceye kadar gerek Ural ve Altay kümeleri, gerekse bu kümelerden her biri üzerindeki çalışmalar, bu kümeler arasında kesin bir akrabalık ilişkisinin varlığını ortaya koyamamış olmakla birlikte Türk dili yine de genellikle Ural-Altay dil grubu içinde sayılagelmektedir. (Aksan: 2007, 111)

Fransız J.P.Abel-Rémusat (1820) ve Alman W. Schott (1836) da, Ural-Altay grubu için umumiyetle “Tatar Dilleri” (les langues Tartares; Tatarische Sprachen) tabirini kullanmışlardır. Bu dillerden birçoğunu yerinde araştıran Finlandiyalı M. A. Castrén (1813-1852) ise, Ural-Altay filolojisinin esas kurucusu sayılmaktadır. O. Böhtlingk (1851), Macar J. Budenz ve Danimarkalı V. Thomsen de bu diller arasındaki akrabalığı muhtemel görmüşlerdir.

Geçen yüzyılın sonlarında dil araştırmalarında tenkidi metodun tatbikine başlanılınca, dillerin akrabalığının ispatı için ses kanunları, kelime, mana ve cümle uygunlukları gibi hususların da göz önünde tutulması talep edilmiş ve böylece “Ural” ve “Altay” gruplarının akrabalığından sarfınazar, ayrı ayrı bu iki ailenin içindeki dillerin biribiriyle akrabalığı meselesi bile sarsılmaya yüz tutmuş ve bazı dilciler tarafından şüphe ile karşılanmağa başlamıştır. Mesela, N. Anderson, H. Sweet, K.B. Wiklund, H. Paasonen, E.N.Setälä, B. Collinder gibi bazı dilciler, Ural dillerini, Altay dil ailesi yerine Hind-Avrupa dilleriyle karşılaştırmağa bile çalışmışlardır.
(…)
Bugün, Ural grubuna mensup dillerle ilgili araştırmaların çok daha ileri bir durumda olduğu ve bu dillerin birbiriyle akrabalığı meselesine çözülmüş nazariyle bakıldığı söylenebilir. Altay grubuna mensup dillere ait araştırmalar da, bu yüzyılın başından beri büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Altay filolojisinin büyük üstadı Finlandiyalı G.J. Ramstedt (1873-1950), bilhassa Türk, Moğol ve Kore dilleri üzerindeki mukayeseli araştırmalariyle şöhret kazanmış, büyük Ural-Altay teorisi üzerinde durmayı lüzumsuz bulmuştur. Bugün bazıları hayatta olan Altaistlerden N. Poppe, P. Aalto, D. Sinor, K. Menges, J. Benzing, G. Clauson, L. Ligeti, G. Doerfer, Sh. Hattori, K. Katona, O. Pritsak, A. v. Gabain, K. Thomsen v.b. bu ekolün mümessilleri olarak zikredilebilirler. Bu bilgilerin bir kısmı yalnız “Ural-Altay” değil, “Altay” dilleri arasındaki akrabalık meselesine bile şüphe ile bakmakla beraber, bu alandaki araştırma ve tartışmaları hararetle devam ettirmektedirler. G. Németh’in, Türkçe ile Moğolca arasındaki akrabalık meselesini şüphe ile karşılayan yazısı (ZDMG, 1912) bugün için artık eskimiş sayılabilir. A. Sauvageot ve W. Kotwitcz hakkında da aynı şeyler söylenebilir.

Yalnız Ural grubunu değil, Ural-Altay dil ailesini dahi Hind-Avrupa dilleriyle karşılaştırma denemelerinde bulunan filologlar da çıkmıştır (K. Menges vb.). Bu gibi büyük faraziyeleri bir tarafa atarsak, Ural dillerinin, Hind-Avrupa dillerinden daha çok Altay dillerine yakın olduğu açıkça görülür.

Diller ve dil gruplarını biribiriyle karşılaştırırken araştırmaların: 1) Cümle bilgisi (Syntax), 2) Şekil bilgisi (Morphologie), 3) Ses bilgisi (Phonetik) ve 4) Söz haznesi gibi başlıca dört yönden yürütülmesi, neticenin müspet yola sevkinde yardımcı olacak esaslardır.

Ural ve Altay dilleri arasında cümle kuruluşu bakımından büyük benzerlikler bulunduğu çok eskiden dikkati çekmiştir. Estonyalı F. Wiedemann’ın 1838′de yayınlanan eserinde (Über die früheren Sitze der tschudischen Völker und ihre Sprachverwandtschaft mit den Völkern Mittelhochasiens) Ural-Altay dillerini Hind-Avrupa dillerinden ayıran bu benzerlikler şu şekilde 14 nokta etrafında toplanmış bulunuyordu: 1) Ses uyumu, bütün Ural-Altay dillerinde müşterek bir esastır, 2) Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur, 3) Artikeller bulunmaz, 4) Tasrif eklerle yapılır, 5) İsimlerin çekiminde mülkiyet eki kullanılır, 6) Fiil çekimleri zengindir, 7) Hind-Avrupa dillerindeki prepozisyon yerine postpozisyon kullanılır, 8) Sıfatlar isimlerden önce gelir, 9) Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz, 10) Mukayese, ablativ (-den hali) ile yapılır, 11) Yardımcı fiil olarak “habere” (malik olmak) yerine “esse” (olmak, imek) kullanılır, 12) Ural-Altay dillerinin birçoğunda menfi hareket için hususi fiil vardır, 13) Soru eki mevcuttur, 14) Bağlar yerine fiil şekilleri kullanılır. (TEMİR, 1992:4-6)

Ses uyumu Japoncada bulunmayan bir özelliktir; ancak Eski Japoncada sınırlı bir ses uyumunun bulunduğuna dair bir takım bilgiler vardır:
(…)
Fujioka, bugünkü Japoncada bulunmayan ünlü uyumunun Eski Japoncada bulunabileceği olasılığını da gözardı etmemiştir. Bir yıl sonra, Hashimoto Shinkichi, Man’yo kana’yı, yani Man’yo dönemi yazı sistemini, inceleyerek, Eski Japoncada beş yerine sekiz ünlü bulunduğunu göstermiştir (1908). Daha sonra, 1932′de iki Japon bilgini, Arisoka Hideyo ve Ikegami Tiezō, birbirlerinden habersiz olarak, Eski Japoncada, çok sınırlı da olsa, ünlü uyumunun bulunduğunu kanıtlarla ortaya koymuşlardır.

Bu önemli buluşlarla Japoncanın Korece ve Altay dilleri ile akrabalığı olasılığı daha da artmıştı. Bununla birlikte burada, ünlü uyumunun Eski Japoncada çok sınırlı olduğu ve eklerin ünlü uyumu dışında kaldığı gerçeği de vurgulanmalıdır. (Tekin, 1993:14-15)

Türk lehçelerinden biri olan Özbek Türkçesinde de ses uyumu bozulmuştur. Bu durum Tacikçenin Özbek Türkçesine olan etkisine bağlanmaktadır. Özbekistan’ın bazı şehirlerinde konuşma dilinde ses uyumunun devam ettiği bilinmekle beraber edebî dildeki bu farklılığın nedeni belki de Sovyet Rusyası’nın Türkler’i birbirinden uzaklaştırma politikasının bir sonucu olarak, Özbek yazı dilinin Tacikçeden en fazla etkilenen ağıza dayandırılması olabilir.

Ural-Altay dillerinde gramatik cinsiyetin bulunmaması istisnasız olarak ortak bir özelliktir. Bu dillerde gramatik cinsiyet ancak yabancı dillerden giren kelimelerde görülebilir. Hint-Avrupa ve Hami-Sami dillerinde canlı ve cansız bütün varlıkların ve mefhumların adları dişil veya erildir. Bazı Hint-Avrupa dillerinde bu iki cinse ek olarak nötr yani cinssiz kelimeler de vardır. Bu dillerde canlı varlıkların adlarında bazen dişilik-erillik bakımından uyumsuzluk olduğu görülür. Mesela, İspanyolcada dişi bir hayvan olan tavuk el pollo‘dur yani erildir; Almancada kız das Mädchen nötr bir kelimedir. Bu durumda, bu dillerdeki cinsiyetin soyut bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Ural-Altay dillerinde canlıların dişisi ve erkeği için ya ayrı kelimeler kullanılır ya da canlının isminin önüne cinsiyetini gösterecek bir tamlayan getirilir. Horoz ile tavuk aynı hayvandır fakat birincisi erkek, ikincisi dişi bir canlıdır. Eğer öğretmenimiz hanım ise bunu kadın öğretmen veya bayan öğretmen olarak ifade ediyoruz. Arapçadaki muallim / muallime, İspanyolcadaki profesor / profesora gibi eril ve dişil şekiller bizim dilimizde mevcut değildir.

Artikellerin bulunmaması Macarca istisna olmak üzere bütün Ural-Altay dillerinde ortak bir özelliktir. Belirsiz artikel yerine bu dillerde ya bir sayı sıfatı kullanılır ya da hiç bir şey kullanılmaz. Belirli artikel olarak Macarcada ünsüzle başlayan kelimelerden önce a, ünlüyle başlayan kelimelerden önce az kullanılmaktadır. Az anyam “annem”, ebben a városban“bu şehirde” örneklerinde olduğu gibi.

İsim ve fiil çekiminin eklerle yapılması bütün Ural-Altay dillerinde ortak bir özelliktir. Yalnız, Japoncada isim çekiminin eklerle değil son çekim edatlarıyla gerçekleştirildiği düşünülürse Japonca istisna edilebilir. Ayrıca Japoncada ve Korecede fiil çekimi şahıslara göre değişmez; ancak muhatap olunan kişinin statüsüne göre fiil çekiminde farklılıklar görülebilir. Arkadaşla, anne-babayla, öğretmenle konuşurken fiilin aldığı ekler değişir. Mesela Japoncada arkadaşlarla konuşurken “geldi” anlamında kita, daha saygılı bir ifade kullanılacak birisiyle konuşurken kimashita denir.

İyelik eklerinin bulunması konusunda Japonca ve Korece istisnadır. Japoncada şahıs zamiri ve genitif edatı no birlikte kullanılarak iyelik belirtilir: anata no namae “senin adın” gibi. Korecede de şahıs zamirine -e genitif eki getirilerek iyelik belirtilir. Macarcada hal ekleri iyelikten sonra gelirken, Fincede iyelik ekleri hal eklerinden sonra gelmektedir.  Macarcahaz-a-m-ban “ev-i-m-de” örneğinde eklerin sırası aynı bizdeki gibidir. Fakat Fince kodi-ssa-ni  derken koti “ev”, -ssa bulunma hali eki, -ni 1. teklik şahıs iyelik ekidir. Kotinin -ssaekini alınca kodi olması Ural dillerinde izlerine rastlanabilen ünsüz almaşmasının bir neticesidir. Ancak Ural-Altay dillerinde genel olarak kelimeler çekim eki aldıklarında -bazı ses olayları dışında- kökte değişme görülmez.

İşte başlıca hususiyetleri bu şekilde olan Ural-Altay dilleri, adından da anlaşılacağı gibi, Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılırlar. Ural kolu da yine Fin-Ugur ve Samoyed olmak üzere ikiye ayrılır. Fin-Ugur kolunda ise muhtelif dalları ile Fince, Macarcayı da içine alan Ugurca ve Permce vardır. Samoyed koluna ise çeşitli kolları ile Samoyedce girer. (ERGİN, 2004:9)

Türkçenin de içinde bulunduğu Altay kolu üzerinde daha sonra durmak üzere Türkçenin Ural dilleriyle ilişkisine biraz değinelim. Ural dillerinden Macarca ile Türkçe arasındaki benzerliklere verilen yaygın bir örnek vardır: A zseb-e-m-ben sok alma van “ceb-i-m-de çok elma var”. Bu örnekte sırasıyla a belirli artikel, zseb “cep”, sok “çok”, alma “elma”, van“var” anlamlarındadır. 1. teklik şahıs iyelik eki her iki dilde de aynıdır.  Zseb /jeb/ ve almakelimeleri Türkçeden Macarcaya geçmiş olan kelimelerdir. Sok /şok/-çok ve van-var arasındaki ses benzerlikleri de hemen dikkati çeker.

Macarcanın 3. teklik şahıs zamiri Türkçedeki “o” ile kıyaslanabilecek şekilde dişi ve erkek cins için aynıdır: ő. Türkçede  3. çokluk şahıs için nasıl 3. teklik şahıs zamirine çokluk eki getirilip “onlar” deniyorsa, Macarcada da aynı özellik görülür: ő “o” + çokluk eki k > ők“onlar”.

Ural ve Altay dillerinin ortak özelliklerinden biri de yukarıda değinildiği gibi “malik olmak” fiilinin bulunmamasıdır. Mesela Macarca egy húg-o-m és kettő öcs-e-m van “bir kız kardeş-i-m ve iki erkek kardeş-i-m var” cümlesinde Türkçede olduğu gibi iyelik eki ve var kelimesi kullanılmaktadır.

Ancak bu benzerliklerin dil akrabalığından dolayı mı yoksa yoğun kültürel alış verişlerin neticesinde mi olduğu belli değildir. Türkler’in “Türk” ismi altında tarih sahnesine çıktıkları sıralarda, bugünkü Moğol, Mançu ve Tunguzlar’ın cedleriyle, güneyde Çinliler’le, Batıda Fin-Ugorlar’la temas halinde bulundukları malumdur. (TEMİR, 1992: 3)

Fin-ugur halklarından olan Macarlar, Volga ve Ural arasında, Bylaya – Kama vadisinde yaşarlarken, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara sürüldüler ve orada Türk toplulukları ile karıştılar. M.S. V. yy.dan IX. yy.a kadar Don ırmağının ağzında kurulan On-Ogur (On Ok) birliği içinde yaşadılar (Avrupalıların Macarlara verdiği Hungar adı, On-Ogur’un islav dillerindeki söylenişinden gelir). IX. yy. başlarında Hazarların hakimiyeti altında yaşayan Macarlar, yedi kabileye bölünmüşlerdi ve soydan geçen önderler tarafından yönetiliyorlardı. En kuvvetli kabilenin başkanı, bütün milletin de başkanıydı. Doğu komşuları Peçeneklerin baskısıyle batıya doğru göç eden Macarlara, Kavarlar (veya Kabarlar) denen bazı Hazar aşiretleriyle, birtakım küçük Türk kabileleri katıldı. (Meydan Larousse, 1992:523 [c.XII])

Bizans tarihinde Macarlara “Türk”, Macaristan’a ise “Türkiye” deniliyordu. Macaristan’ın Transilvanya bölgesinde oturan Türk asıllı Szekely (Sekel) kabilesi 16. yüzyıl ortalarına kadar eski Orhun alfabesini ve oyma yazısını devam ettirmiştir. (ÖZDEK, 1990: 98)

Macarcada bulunan Türkçe kelimelerin bir kısmının Macarlar on-ok birliğine katıldığı sırada, bir kısmının da Osmanlı Devleti’nin Macaristan’ı ele geçirdiği zaman Macarcaya girdiği çoğu örnekte anlaşılabilir. Ancak Macarcada ses uyumunun bulunması, eklerin dizilişindeki, söz dizimindeki ve ifade biçimlerindeki benzerlikler ile sahip olmak fiilinin bulunmayışı gibi bir takım özellikler bir etkileşimin sonucu mudur, yoksa bunlar Eski Macarcadan beri Macarcada bulunan özellikler midir?

Günümüzde de Ural dil ailesine bağlı Permcenin bir kolu olan Udmurtça ile Türk dilinin bir kolu olan Tatar Türkçesi arasında etkileşim olduğu görülür. Mesela Tatar Türkçesi Min sine yaratam ile Udmurtça Mon tone jaratiśko  -kelimesi kelimesine- “ben seni seviyorum” demektir. Min-Mon, sine-tone ve yaratam-jaratiśko /yaratişko/ arasındaki ses ve yapı benzerlikleri dikkat çekicidir.

ALTAY DİLLERİ:

Dil toplulukları arasında Ural-Altay dil ailesinin, adından da anlaşılacağı üzere iki büyük kolundan biridir; Türkçenin de bu koldan olduğu kabul edilir. Bu bölüme giren diğer diller Moğolca, Tunguzca, Mançuca ve bazı bilginlere göre de Kore ve Japon dilleridir. Ancak Kore ve Japon dillerini bu aileden olup olmadığı henüz şüpheli olduğu gibi, dil ailesinin tamamını veya Türkçenin bu grubun içinde yani bu dillerle akraba bir dil olduğunu da tereddütle karşılayan dilciler vardır. Altay dil birliğini bir gerçek olarak kabul edip, mukayeseli bir Altay grameri üzerindeki çalışmalara karşılık, bazı dil bilginleri tarafından da Türk lehçe ve şivelerinin başlı başına bir dil ailesi meydana getirdiği ve Ana Türkçe denilen tek bir dilden türemiş olduğu ileri sürülmektedir.

Dil birliğine ad olan “Altay” kelimesi dağ silsilesinin adıdır. Kaynak bakımından Türkçe altun, Moğolca altan kelimeleriyle açıklanır ve “altın dağları” anlamına gelir. Terim olarak filolojiye girişi nispeten yenidir. Bu grup veya bu gruba giren Türk lehçe ve şiveleri önceleri Fin-Tatar, Türk-Tatar ve Turani gibi terimlerle de adlandırılmışlardır. (Meydan Larousse. 1992:378 [c.I])

Altay Dillerine Genel Bir Bakış:
1. Türk Dili

Türk dilnin tarihi bilinen en eski yazılı belgeleri Bilge Tonyukuk (m.s. 716), Kül – İç – Çor (m.s. 719 – 723), Kültigin ve Ongin (m.s. 732), Bilge Kağan (m.s. 735) olup Köktürk devresine aittir. Bu anıtlarda 6000 kadar kelime vardır. 12 hayvanlı Türk takvimine göre işaretlendikleri halde, devre başlangıcı bilinmediğinden, yazılış tarihleri belli olmayan yazıtlardan Talas grubunun en geç V. veya VI. yy.’a ait olması gerekir. (…) Yenisey güneyi ile batısındaki taşlardan bazılarının V. yy.dan bile önceye ait olması ihtimali bence çok kuvvetlidir. (TUNA, 1992:11)

Türk dili yazıyla takip edilebilen tarihi boyunca hep aynı kalmamış, diğer dillerde olduğu gibi bir takım değişikliklere uğramıştır. Ahmet Caferoğlu, Türk dilinin devrelerini şöyle sıralamıştır:
1. Altay devri = Türk-Moğol dil birliği
2. En eski Türkçe devri = Proto Türk dil birliği
3. İlk Türkçe devri
4. Eski Türkçe devri (VI.-IX. yüzyıllar)
5. Orta Türkçe devri (X.-XV. yüzyıllar)
6. Yeni Türkçe devri (XVI.-XX. yüzyıllar)
7. Modern Türkçe devri (Bugünkü canlı ve edebî Türk şiveleri)

Türk dilinin daha Eski Türkçe devresinden itibaren yabancı dillerden kelimeler almaya başladığını görüyoruz. Ancak, o devreden günümüze kadar dilimizin kelime kadrosu değişmiş olmakla birlikte dilin iç yapısı ve ekler çok az değişmiştir. Bugün de Türk dilinin farklı şive ve lehçeleri arasında kelime farklılıkları olduğu halde dilbilgisi yönünden sadece küçük farklılıklar görülmektedir. Böylece, başlangıcından itibaren geçen uzun zamana rağmen Türk dilinin bütünlüğünü sürdürdüğünü söyleyebiliriz.

Türk dilinin bugünkü lehçeleri kendi aralarında 4 grup oluşturmaktadır. Türkiye, Azerbaycan, Horasan ve Türkmen Türkçeleri Oğuz grubunda yer almaktadır. Gagavuz Türkçesi de bu gruptadır ancak dil özellikleri nedeniyle Türkiye Türkçesinin Rumeli ağızlarına dahil edilebilir. Karayim, Karaçay, Kumuk, Tatar, Başkırt, Kazak, Karakalpak, Nogay ve Kırgız Türkçeleri Kuman-Kıpçak grubunda; Özbek ve Uygur Türkçeleri Uygur grubunda; Altay, Hakas ve Tuva Türkçeleri ise Kuzeydoğu Türkçesi grubunda yer almaktadır.

Yakut, Çuvaş ve Halaç Türkçelerinin tasnifi konusu yukarıda sayılanlardan farklıdır. Yukarıda sayılanları şive olarak kabul eden görüşe göre bunlar lehçedir. Lehçeleri yakın ve uzak lehçeler olarak ayıran görüşe göre yukarıdakiler yakın lehçeler, bunlar uzak lehçelerdir. Fakat bugün bu üç lehçenin ayrı birer dil olma yoluna girdikleri görüşü daha kabul edilebilir gibi gözükmektedir.

Tarihinin eskiliği, konuşanlarının sayısı ve Altay dillerinde görüldüğü söylenen özelliklere en çok uyması gibi yönlerden Altay dilleri arasında en önemli yerin Türk diline ait olduğunu söyleyebiliriz.

2. Moğol dili

Moğol dilinin en eski yazılı belgesi m. s. 1225′ten kalmış olan Yesunke taşıdır. En önemli belge Manghol un Niuça Tobça’an (Yüan-ç’an ao pi-şi) Moğollar’ın Gizli Tarihi m. s. 1240, veya bazılarına göre biraz daha geç, yazılmıştır. (TUNA, 1992:13) Moğol dilinin bilinen en eski yazılı belgesinin Türk diline kıyasla çok sonraki bir tarihe ait olması Altay dil teorisinin problemlerinden birisidir. Moğol dili bu tarihten önce Türk dilinden farklı bir dil iken daha sonra etkileşim yoluyla Türk diline yaklaşmış da olabilir. Dolayısıyla bu iki dil arasındaki akrabalık derecesinin daha kuvvetli biçimde anlaşılabilmesi veya kanıtlanabilmesi Moğol dilinin daha önceki yüzyıllardan kalma yazılı belgelerinin bulunmasıyla mümkün olabilir.

Altay dilleri içinde birbirine en çok yakınlık gösteren, Türkçeyle Moğolcadır. Moğolcanın Türkçeyle biçim, söz varlığı, sözdizimi açısından birçok yakınlıkları vardır. Kimi ekler her iki dilde eştir. Örneğin iyelik gösteren -i (Ahmet’in evi, atı kullanımlarında olduğu gibi), -a/-e yönelme durumu eki (dativus) bu arada sayılabilir. Özne-tümleç-yüklem sırası da aynıdır.

Söz varlığı açısından Türkçeyle Moğolca arasındaki eşlik ve benzerliklere birkaç örnek verelim: Organ adlarından kulak, Moğolcada qulaġu ‘kulak’, ‘kulak kiri’ biçimindedir: omuz, omuruġun ‘göğsün üst bölümü’ biçimine dönüşmüştür; saç, saçug biçiminde ve ‘alın perçemi’ anlamındadır. Topuk’u Moğolcada toyik olarak görüyoruz. Bu örnekleri kolaylıkla çoğaltabiliriz. İnek, öküz, buzağı, teke, koyun, koç, kuzu… gibi hayvan adlarındaki yakınlık ve benzerlikler, “anlamak”, “yapmak, etmek”, “çağ”, “yıl”, “katı”, “güç”, “güçlü” gibi soyut kavramların karşılıklarındaki yakınlıklar, yeşil, sarı, kara, gök gibi renk adlarındaki ortaklıklar küçümsenecek nitelikte değildir. Buna, sayı adlarında ilk bakışta belli olmayan yakınlıkları da ekleyebiliriz. (Aksan, 2007:114)

3. Tunguz Dili

Tunguz dilinin bilinen en eski yazılı belgeleri, artık ölmüş bulunan Cuçen Dili’ne aittir. Bunlardan ilki m.s. 1413, ikincisi 1433′ten kalmadır. Genel olarak bu dildeki belgeler XV – XVI. yy.dandır. (TUNA, 1992:16)

Tunguz dilinin Altay dilleri arasında en silik dil olduğu ve bir müddet sonra ölü bir dil haline gelme olasılığının bulunduğu söylenebilir.

4. Kore Dili

Türkçe, Moğolca, Tunguzca gibi geleneksel Altay dil ailesinin bu üç dili arasındaki yakın ilişki kadar olmasa da, Korecenin bu dil gruplarıyla aynı yapıya sahip olduğu ve bunlar arasından da, özellikle Tunguzca ile yakın bir dil ilişkisinin olduğu sonucunu çıkartabiliriz.(İK.SŎP, 2003:8-9)

Kore Dili’nin en eski yazılı belgeleri 1443′ten başlayarak XV. yy.’a aittir. Bunlar, daha çok, ufak parçalardır. Asıl belgeler, daha sonraki devrelerde görülür. Bu millî yazı ile yazılmış belgeler dışında, Orta Korece için Çi-lin Lei-şi (sun Mu tarafından 1103-1104′te düzenlenmiştir)’de 350 kadar Korece kelime bulunmaktadır. (TUNA, 1992:17)

5. Japon Dili

Japon Dili’nin en eski belgesi, ufak bir parça olan Nihon şoki’dir ve m.s. 712′de yazılmıştır. Bu bakımdan Tonyukuk’tan biraz daha eski, fakat onunla ölçülemiyecek kadar kısadır. Bundan sonra, en önemli belge olan Manyôşû gelir. Aslında 4516 şiirlik bir dergi olan bu belge m.s. 672 öncesi ile 732′ye kadarki üç dönemi içine alıyordu. m.s. 771′den sonra, ve zamanın dil özellikleri ile, yeniden yazılmış olup son dönemden 32 şiir verir. Şu halde, Japon dilinin- tarihi bilinen- en eski yazılı belgeleri ile Türk dili yazılı belgeleri yaşıttır diyebiliriz. Altay dillerinin en eski yazılı belgeleri bu iki dile aittir. (TUNA, 1992: 18)

Sonuçlar:

1. Altay dilleri teorisi başlangıcında çok kabul görmüş ancak sonradan yapılan yeni araştırmalar sonucunda tartışmalı hale gelmiştir. Bu teoriye karşı çıkanlar olmakla birlikte henüz bu teori çürütülememiştir.

2. Altay dillerinin en tipik örneği ve güçlü temsilcisi Türk dilidir.

3. Altay dillerinin genel olarak ilk yazılı belgelerinin çok eski tarihlere uzanmaması teorinin doğrulanmasını güçleştirmektedir.

4. Altay dillerinin Ural dilleriyle olan akrabalığı konusu da henüz açıklığa kavuşmamıştır.

http://ctle.pau.edu.tr/?page_id=45

Kaynakça:

AKSAN, Doğan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, c. I, Ankara, 2007 (4. baskı).
CAFEROĞLU, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, İstanbul, 2000 (4. baskı).
ERGİN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul, 2004.
İK.SŎP, İ, İ SANG.ŎK, ÇAE VAN, KORE DİLİ, Çev. Sultan Ferah AKPINAR, Ankara, 2003.
ÖZDEK, Refik, Türkler’in Altın Kitabı, c. I, İstanbul, 1990.
ÖZKAN, Ertuğrul, Macarca Konuşma Kılavuzu, İstanbul, 1992.
TEKİN, Talat, Japonca ve Altay Dilleri, Ankara, 1993.
TEMİR, Ahmet, “Ural Altay ve Altay Dilleri”, Türk Dünyası El Kitabı, c. II, s. 3-6, Ankara, 1992².
TUNA, Osman Nedim, “Altay Dilleri Teorisi”, Türk Dünyası El Kitabı, c. II, s. 7-58, Ankara, 1992².
YÜCE, Nuri, “Türk Dili ve Lehçeleri”, İslam Ansiklopedisi, c. XII/II, s. 468b-530b, İstanbul, 1987.
“Altay dilleri”, Meydan Larousse, c. I, s. 378, 1998
“Macaristan”, Meydan Larousse, c.XII, s.522-536, 1992

image001

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap