270) TÜRK SANAT MÜZİĞİ TARİHÇESİ
Yayin Tarihi 12 Haziran, 2008
Kategori KÜLTÜREL, TÜRK DÜNYASI
TÜRK SANAT MÜZİĞİ TARİHÇESİ
Çağlar öncesinden mîras edindiğimiz Türk Müziği, gerek makamsal, gerek çalgısal, gerek sözel, gerek dizemsel unsurlarıyla gâyet özel bir mevkî ye sâhiptir. Kaynakların eksikliği ve yetersizliği yüzünden, bu müzik türü hakkına bilgilerimiz oldukça kısıtlı ise de, İslâmiyet öncesi Türk Müziği, Orta Asya gelenekleri ve yaşantısıyla bağdaşıklık kurmuş eski ve kayıp bir kültür olarak günümüzde incelenmektedir .
Oysa, İslâmiyet’in yükselişiyle beraber, Al Kindî (801-873) gibi İslâm bilginleri tarafından; Pisagor (m.ö. 582-500), Sokrates (m.ö. 470-399), Eflâtun (m.ö. 428-347) ve Aristo (m.ö. 384-322) gibi Antik Yunan felsefecilerinin eserleri tercüme edilerek, bunların özümsendiği yepyeni bir kültürel akımın etkisinde, Geleneksel Türk Mûsikîsinin oluşmuş olduğu saptanmaktadır .
Özellikle Geleneksel Türk Mûsikîsi ile ilgili nazariyata dayanan eldeki ilk veriler, bizi Al Fârâbî (873-950) dönemine götürmektedir . Türk kökenli olduğu düşünülen bu bilginin, Orta Asya coğrafyasında zamânının kültürel birikimlerini özümseyerek, o dönemki uluslararası bilim dili Arapça ile, birçok başka eserinin yanı sıra, mûsikî nazariyatını konu edinen; eski Yunan filozofu Pisagor’un çalışmalarından esinlenerek yazdığı, “Kitâbü’l Mûsikî’ül Kebir” adlı bir edvarı bilinmektedir .
Fârâbî’yi izleyen birkaç yüzyıl içinde, 995 yıllarından elimize ulaşan ihvânü’s sâfâ (dostlar meclisi) risâleleri [6]; İbn-i Sînâ’nın (980-1037) mûsikî üzerine yazıları ; Mevlevîliğin kurucusu Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin (1207-1273) “sûfî mûsikî”ye yeni bir yön verişi ; Safiyüddin Urmevî’nin (1216-1294) ses perdelerini, makamları ve ikâları açıklayan “Kitâbü’l Edvar”ı ; mûsikî ilmi üzerine Kutbettin Şirâzî’nin (1236-1311) uğraşıları ve “Cami’ül Elhan”, “Telhis-i Cami’ül Elhan”, “Kenzü’l Elhan”, “Zudbetü’l Elhan”, “Şerhü’l Kitâbü’l Edvar” , “Makâsidü’l Elhan” , “Feva’id-i Âşere” , “Zikrü’l Negam Usûlha” ve “Ruh Perver” gibi çeşitli nazarî eserleriyle tanınan Abdülkâdir Merâgî’nin (1360-1435) varlığı , göze çarpmaktadır.
İslâmiyet sancağını 14. yüzyıldan başlayarak devralan Osmanlı Devleti’nde, II. Murat’a (1404-1451) sunmuş olduğu “Edvâr-ı Mûsikî”siyle bilinen Hızır bin Abdullah’ın; bu edvarı aynı yıllarda Türkçeye çeviren Amasyalı Şükrullah’ın (1388-1464) ve II. Murat’a itâfen yazdığı Muradnâme’sinde mûsikî ilmine bölüm ayırmış olan Bedr-i Dilşad’ın isimleri fark edilmektedir. Yine o dönemde yazıldığı bilinen nazarî eserler arasında, Bedr-i Dilşad’a ait “Nekâvetü’l Edvar” , Merâgî’nin oğlu Abdülaziz Çelebi’ye ait bir başka “Nekâvetü’l Edvar” ve Fetullah Şirvânî’nin edvarı bilinmektedir.
Anadolu’nun, Diyâr-ı Acem’in, Horasan’ın ve Mâverraünnehr’in ilim ve kültür merkezleri hâline geldiği 15. ve 16. yüzyıllarda, Türk Mûsikîsi adıyla tanıdığımız müzik türünün alt yapısı iyice hazırlanmış ve nazarî temelleri atılmış görünmektedir. Bundan başka, Geleneksel Türk Mûsikîsi’nin icrâsında çarpıcı bir dönüşüm yaşanmış, ümmü’l makâ mat (makamların anası) olan Rast dizisini eskiden beri târif etmek üzere kullanılan Yegâh, Dügâh, Segâh, Çargâh, Pençgâh, Şeştgâh, Hetfgâh, Heştgâh adlı sesler; çalgılar için ses sahasını genişletmek maksadıyla, makâmın kararı olan yegâh perdesi bir tam dörtlü aralık tize göçürüldüğünden, Rast, Dügâh, Segâh, Çargâh, Pençgâh Nevâ, Âşiran / Şeştgâh Hüseynî, Evc / Segâh-ı Sâni (Eviç) ve Gerdâniye adlı seslere izdüşürülmüştür. Daha sonra Rast dizisindeki sesler, bugün tanıdığımız şeklini, yâni Rast, Dügâh, Segâh, Çargâh, Nevâ, Hüseynî Âşiran, Eviç ve Gerdâniye hâlini almıştır .
İstanbul’un fethiyle Orta Çağ’ın sona erdiği yıllarda, mûsikî makamlarına ve usûllerine eğilen Lâdikli Mehmet Çelebi’nin, “El Fethiyye fî’l Mûsikî” adlı bir eserini Fâtih Sultan Mehmet’e (1432-1481) ithaf ettiği, bundan başka, yine mûsikî ilmine değinen “Zeynü’l Elhan” adlı eserini 1483’te II. Bâyezid’e (1447-1512) sunduğu bilinmektedir. Aynı dönemin tanınmış bir diğer nazariyecisi de, “Makâsidü’l Edvar” başlığını taşıyan eseriyle, Merâgî’nin torunu olan Mahmut Çelebi’dir 16. 15. yüzyılın sonlarına doğru, II. Bâyezid’in oğullarından Şehzâde Korkut ve Ahmet de, o dönemin seçkin mûsikîşinasları olarak göze çarpmaktadırlar. Şehzâde Korkut’a hocalık etmiş olan Zeynel Abidin ise, 16. yüzyılın başında tanınmış isimlerdendir .
16. yüzyılda, Yavuz Sultan Selim’in (1467-1520) Doğu fetihleri, ganîmet getirdiği kadar kültür ve ilim insanlarını da Osmanlı Sarayına çekmiştir. Pâdişah, bizzat sefer düzenlediği vilâyetlerdeki usta mûsikîşinasları berâberinde başkente taşımıştır . Bu evrede İstanbul’a getirilen Hasan Can Çelebi (1490-1567), I. Selim’in has nedimi olduktan sonra, Enderun’da mûsikî hocalığı yapmıştır 2. Yine bu dönemde, daha ziyâde Şiî kökenli halk yığınlarına karşı ezici bir siyâset güden I. Selim, hilâfeti ele geçirerek bir “Sünnî-Alevî kutuplaşmasına” geçit verdiğindendir ki, Anadolu’da Saray-Halk karşıtlığı had safhaya ulaşmıştır . Bunun uzantısında, Türk Müziği tarihinde, Alevî-Bektaşî Müziğinin ve dolayısıyla Halk Müziğinin, Osmanlı Saray Mûsikîsinden ciddî ölçüde ayrıştığı yeni bir evre başlamış olmaktadır.
Kânûnî Sultan Süleyman’ın (1494-1566) hükümdarlığı esnâsında, Osmanlı İmparatorluğu’nun askerî gücü ve kültürel birikimleri zirveye varmıştır. Ayrıca, “tasavvufî mûsikînin konservatuarları” olarak adlandırabileceğimiz Mevlevîhâneleri, imparatorluğun dört bir köşesine yayılmış ve kökleşmiş oldukları görülmektedir 2. Bu evrede, görkemli şenliklerde ve törenlerde, büyük çapta mûsikî fasılları tertiplendiği anlaşılmaktadır 23. Bu dönemde tanınmış bir mûsikîşinas, “Şevknâme” adlı eseri ile bilinen Abdül Ali Efendi’dir” .
Sonraki dönemlerde, dînî mûsikî yapıtlarıyla, Hatip Zâkirî Hasan Efendi (1545-1623) , bestekârlığıyla Gâzî Giray Bora Han (1554-1607) ve II. Selim’e (1524-1574) sunduğu “Saznâme” ile Durak Ağa (ö. 1566) 2, göze çarpmaktadırlar. Osmanlı Devleti’nce Sâfevîlere karşı düşmanlık politikasının sürdürüldüğü 16. yüzyılın sonlarına doğru, Alevî-Bektaşî tarikatına bağlı olduğu anlaşılan halk ozanı Pir Sultan Abdal ve Celâli isyancılarından olduğu düşünülen halk kahramanı ve ozanı Rûşen Ali Köroğlu 2, Halk Müziği’nin ölümsüz temsilcileri olarak anılmaktadırlar.
17. yüzyılın başlarında, I. Selim zamanında olduğu gibi, Doğu’ya yapılan seferler sâyesinde Osmanlı Sarayına ganîmet ve kültür nakledilmiştir. Bu çağda, bestekâr da olan Sultan IV. Murat’ın (1611-1640), hânendeliği ve sâzendeliği ile meşhur Şahkulu’nu Bağdat’tan İstanbul’a getirttiği bilinmektedir . Bir sonraki evrede, büyük halk ozanı Karacaoğlan’ı (1606-1679), tanburî bestekâr Benli Hasan Ağa’yı (1607-1664) , bestekâr Mevlevî Yusuf Dede’yi (ö. 1670) ve Batı notasyonu ile yazdığı “Mecmua-i saz-ü söz” adlı eseriyle tanıdığımız Ali Ufkî lâkaplı Polonya asıllı Albert Bobowski’yi (1610-1675) anabiliriz . 17. yüzyılın sonlarına doğru ise, Hâfız Post (1630-1694), Buhûrizâde Itrî (1640-1712), Hâfız Kömür (1645-1690), Çömlekçizâde Recep Çelebi (ö. 1701) ve Seyyid Nuh (ö. 1714) gibi bestekârlar, IV. Mehmet (1642-1687) dönemi Osmanlı Saray Mûsikîsinin doruğunu yansıtmaktadırlar . Yine bu dönemlerde yetişen Ahtâbî Mehmet Beğ, Âhenî Çelebi, Ahmet el-Mehterî, Derviş Ali Şir-ü Ganî, Hatipzâde Osman Çelebi, Kazzaz Hasan Çelebi, Nailçe Mehmet Efendi, Odabaşızâde Efendi, Şehlâ Mustafa Çelebi, Tesbihîzâde Emir Çelebi, Taşçızâde Recep Çelebi gibi mûsikîşinaslar dikkatimizi çekmektedirler .
Lâle devrinde (1711-1730) ise, Beyoğlu Kulekapı Mevlevîhânesi Şeyhi Nâyî Osman Dede (1652-1730) ve Moldavya Prensi Dimitri Kantemir (1673-1723), mûsikî transkripsiyonu ve nazariyatı üzerinde ayrı ayrı çalışmışlar, kendi isimlerini alan notasyon sistemleri geliştirmişlerdir . Lâle devrinin son bulmasına îtibâren Nîzâm-ı Cedid (1793-1806) yıllarına değin; mûsikîşinas ve şâir Nâzım Yahya Çelebi (1650-1727), bestekâr ve tanbûrî Enfî (Burnaz) Hasan Ağa (1670-1729) , kadın bestekâr Dilhayat Kalfa (ö. 1740) , Rum asıllı bestekâr ve hânende Mîr Cemil Zaharya (1680-1750), bestekâr Tanbûrî Mustafa Çavuş (1689-1757) , bestekâr Ebubekir Ağa (1685-1759) , bestekâr Tâb’i Mustafa Efendi , 1749’da kaleme aldığı “Tehfîmû’l Makâmat fî Tevlîdi’n Negâmat” adlı eseriyle bilinen Kemânî Hızır Ağa (ö. 1760) , mûsikîşinas padişah I. Mahmut (1696-1754) , mûsikîşinas Abdülhâlim Ağa (1710-1790) , Türk mûsikîsinin Batı müziğiyle karşılaştırmasını yapmak üzere aldığı notlarla bilinen Fransız dragoman Charles Fonton (1725-1805) [38], bestekâr Hacı Sadullah Ağa (1730-1807) , Hızır Ağa’nın bestekâr oğulları Vardakosta Seyyid Ahmet Ağa (1730-1794) ile Küçük Mehmet Ağa (ö. 1803) ve mûsikîşinas Hâfız Şeydâ Abdürrahim Dede (ö. 1799) , yaşamışlardır.
19. yüzyılın başından Tanzimat dönemine doğru; Rum asıllı bestekâr Tanbûrî İsak (1745-1814) , Nâyî Osman Dede’nin torunları ve mevlevî bestekârlar Ali Nutkî Dede (1762-1804), Abdülbâkî Nâsır Dede [39] (1765-1821) ve Abdürrahim Künhî Dede (1769-1831) , mûsikîşinas padişah III. Selim (1761-1808) , tanbûrî mûsikîşinas Nûman Ağa (1750-1834) , Kömürcüzâde Hâfız Mehmet Efendi (ö. 1835) , kendi adını taşıyan nota sistemini îcâdeden Ermeni asıllı mûsikîşinas Hamparsum Limoncuyan (1768-1838) , ünlü bestekâr Hammâmizâde İsmâil Dede Efendi (1778-1846) , bestekâr Şâkir Ağa (1779-1840) ve kardeşi Kemânî Mustafa Ağa (ö. 1840) , Enderun mûsikîşinaslarından Kemânî Rıza Efendi (1780-1852) ve mûsikîşinas padişah II. Mahmut (1785-1839) , gibi değerli sanat adamları karşımıza çıkmaktadırlar.
Tanzimat Fermânının îlân edildiği 1839’lardan Cumhuriyet’in îlân edildiği 1923’e kadar geçen süre içinde ise, “Mûzıka-yı Hümayûn” şefleri Guiseppe Donizetti (1788-1856) ve Callisto Guatelli (1820-1899) , “Muzıka-yı Hümâyûn” hocalarından bestekâr Basmacı Abdi Efendi (1787-1851) , tanbûrî ve bestekâr Keçi Ârif Mehmet Ağa (1794-1843) , bestekâr Dellâlzâde İsmâil Efendi (1797-1869), bestekâr Kazasker Mustafa İzzet Efendi (1802-1879) , üstad Eyyubî Mehmet Bey (1804-1850) , bestekâr Hâşim Bey (1815-1868) , bestekâr Tanbûrî Büyük Osman Bey (1816-1885) , Keçi Ârif Efendi’nin bestekâr oğlu Rıfat Bey (1820-1888) , hâfız bestekâr Zekâî Dede (1824-1897) , bestekâr Hacı Faik Bey (1831-1891) , neyzen bestekâr Bolâhenk Nûri Bey (1834-1910) , bestekâr Tanbûrî Ali Efendi (1836-1890) , Ermeni asıllı bestekâr Nikoğos Ağa (1836-1885) , operetleriyle meşhur Ermeni asıllı Dikran Çuhacıyan (1840-1898) , şarkılarıyla tanınmış Rum asıllı mûsikîşinas kardeşler Lâvtacı Civan (Zivanis) Ağa (ö. 1910) , Lâvtacı Andon (Batrik Kiryazis-Mumcu) (ö. 1925) ve Lâvtacı Hristo (Hristaki Kiryasiz) (ö. 1914), “Hâlim Paşa Nota Kolleksiyonu”nu yazmış olan Ermeni asıllı bestekâr Asdik Ağa (Asadur Hamamcıyan) (1840-1913) , şarkılarıyla ünlü Hacı Ârif Bey (1841-1896), bestekâr Medenî Aziz Efendi (1842-1895) , kadın bestekâr Leylâ Saz (1850-1936) , bestekâr Giriftsen Âsım Bey (1851-1929) , bestekâr Kemânî Tatyos Efendi (1858-1913) , şarkılarıyla ünlü Şevki Bey (1860-1891) , bestekâr Rahmi Bey (1865-1924) , mûsikîşinas Muallim İsmâil Hakkı Bey (1865-1927) , şarkılarıyla bilinen Selânikli Ûdî Ahmet Bey (1870-1928) ve ünlü kemençe ile tanbur ustası Tanbûrî Cemil Bey (1873-1916) gibi değerli sanat adamlarını görmekteyiz.
Bu noktada, Tanzimat devrinden başlamak sûretiyle, Batı kültürünün yavaş yavaş Türkiye’ye aktarıldığını, birtakım çevrelerin bu kültürü yeğlediğini ve böylece Türk Mûsikîsinin, sanat alanında “ecnebî rakipler” edindiğini ve onlardan esinler aldığını kaydetmek yerinde olacaktır .
20. yüzyılın başından ortalarına kadar, ûdî, çellist, kemençe zen ve bestekâr Ali Rıfat Çağatay (1867-1935) , Zekâî Dede’nin bestekâr oğlu Ahmet Irsoy (1869-1943) , bestekâr Lem’î Atlı (1869-1945) , müzik kuramcısı ve tanbûrî bestekâr Suphi Ezgi (1869-1962) , müzikolog ve neyzen bestekâr Rauf Yekta (1871-1935) , bestekâr Râkım Erkutlu (1872-1948) , bestekâr Abdülkâdir Töre (1873-1946) müzikbilimci ve bestekâr Hüseyin Saadettin Arel (1880-1955) Ermeni asıllı bestekâr Ûdî Arşak Çömlekçiyan (1880-1930) , kânun virtüozu Âmâ Nâzım Bey (1884-1921) , Giriftsen Âsım Bey’in bestekâr oğlu ûdî, giriftsen ve piyanist Mûsâ Süreyya Bey (1884-1932) , bestekâr ve ûdî Şerif Mûhittin Targan (1892-1967), bestekâr Refik Fersan (1893-1965) , hâfız bestekâr Saadettin Kaynak (1895-1961) , solist bestekâr Münir Nûrettin Selçuk (1899-1981), bestekâr Selâhattin Pınar (1902-1960) , müzik kuramcısı ve bestekâr Ekrem Karadeniz (1904-1981), müzik araştırmacısı Mahmut Râgıp Gâzimihâl (1900-1961) ve Tanbûrî Cemil Bey’in bestekâr oğlu tanbûrî Mesut Cemil (1902-1963) gibi eşhasın Türk Mûsikîsi üzerine yenilikçi ve kuramsal uğraşılarını görüyoruz .
İşte bu dönem zarfında, Alla Turka ile Alla Franga kültürlerin ayrışmaya başlaması sâyesinde, Türk Mûsikîsinin yanısıra Batı Müziği birikimlerinin de ayrıca edilindiğini gözlemlemek mümkündür, ki bu olgu, 20. yüzyılın başlarında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk Beşleri ekolüyle, keza Çağdaş Türk Müziği denilen ve Türk Mûsikîsinden ayrı bir mevkîye sâhip olan “Batı-Türk Müzik Kültürü” senteziyle sonuçlanmıştır.
Bu doğrultuda, 20. yüzyılın ortalarından günümüze kadar gelen dönem, çağdaş akımların Türk Mûsikîsiyle serbestçe kaynaştığı ve onu daha farklı boyutlara taşıdığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.10. yüzyılda yaşamış olan Al Fârâbî’den Timurlenk’in öldüğü 1405’e kadar geçen süre, Türk Mûsikîsinin nazarî yönleriyle açıklandığı ve yazılı hâllere aktarılmaya başlandığı “oluşum dönemi”ni kapsamaktadır. Bu dönemin sonlarına doğru, pek şöhretli bir mûsikîşinas olan Abdülkâdir Merâgî, bir sonraki “evre” ‘nin tohumlarını ekmiş, Türk Mûsikîsine yeni bir yön vermiştir.
Bunu mütâkiben, 15. yüzyılın başından Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı 1512’ye değin; anlatıla geldiği şekilde, Türk Mûsikîsinin ses perdeleri ve makamları üzerinde birtakım nazarî değişilikler yapılmıştır. Bu da, Diyâr-ı Rum’un ve Balkanlar’ın dört bir köşesine Mevlevîhânelerin yayıldığı, Konstantinopolis’in fethedilip, Bizans imparatorluğu kalıntıları arasına Enderun Saray Okulunun kurulduğu, kökleştiği ve Orta Asya’dan Ali Şir Nevâî, Hüseyin Baykara, Ali Kuşçu, Şâdî gibi ilim adamlarının İstanbul’a cezbedildiği bir “dönüşüm dönemi”, kezâ “bir nevî Rönesans” olarak, karşımıza çıkmaktadır.
Bunun uzantısında, 16. yüzyılın başından IV. Murat’ın öldüğü 1640’a dek, Doğu’ya düzenlenen seferler sâyesinde, Osmanlı Sarayına Orta Doğu’dan getirilen müzik ve sanat adamlarının faaliyet gösterdiği, Şiî-Sünnî mezhepler arasında derin ayrışmaların patlak verdiği “şark dönemi” vukû bulmuştur.
17. yüzyılın ortalarından Lâle devrinin sona erdiği 1730’a kadar, Avrupa-i Barok ve Rokoko etkilerin Osmanlı Sarayına nüfûz ederek, zamanının şark kültürüyle apayrı bir sentez oluşturduğu “klâsik dönem” süregelmiştir. 1730’dan İsmâil Dede Efendi’nin 1836’daki ölümüne dek uzanan dönem ise “son klâsik dönem” olarak adlandırılmaktadır.
Tanzimat fermânının îlân edildiği yıllardan ikinci dünya harbinin sona erdiği 1945’e kadar süren akım ise “romantik dönem” olarak anılmaktadır.
20. yüzyılın ortalarından günümüze kadar gelen dönem ise “çağdaş dönem”dir.
Böylelikle, bin seneyi aşkın renkli Türk Mûsikîsi târihinden kısaca bahsetmiş bulunuyoruz (Bkz. Şekil 1). Şüphesiz bu konuda daha pek çok araştırma yapılması gerekliliği söz konusudur ve dileriz ki, bu çalışmamız o yönde gayret sarf edecek olanlara bir nebze olsun ışık tutar
KAYNAK:
Yorumlar
“270) TÜRK SANAT MÜZİĞİ TARİHÇESİ” yazisina 69 Yorum yapilmis
Yorum yap
[…] 270) TÜRK SANAT MÜZİĞİ TARİHÇESİ […]
yhaa bn bnu deil batı müziginin tarihini isdioM.. OFF :S
bunu yazıcısı olmayan biri yazmaya kalkışsa vay haline diyecek yok !!! biraz kısaltın yani azaltın:)
yhaaa ben biraz daha net bilgi ve kısa ve öz istioomm yhaaa!!
yaaa türk sanat müziğinin tarihi ve gelişimi yokmu yaaaaa üfffffffffffffff
çok doğru söylemiş gökçecik
ya ben bu müzik öğretmeninin varya neymiş batı müziği türk snaat müziği türküler türk po müziği araştır diyo bayılcam şimdi
hoca sen beni öldürecekmisin benne anlarım türk sanat müziğinden yaaaaaaaaaaaa nolur kısaltın şunu bıktııııııııııım
ya bu nedir kardeşim . bu kadar uzun mu olur bu yazı.ben bu yazıyı alayıma yazdırsam asırlar sürer.tek kelimeyle cansu ya katılıyorum.
wryaaaaaa bn bu müsiq örtmeninin … siz yine iyisinz bn 7 dane müsiq türü araştırıorm … yazılıda sorjaqmış ..!!! :(:(
ya ben daha kısa ve açıklamalı istiyordum hiç olmamıış
ya bu ne biçim şey yaa hoca ödev veriyo bu yazıyı kim okuyupta yazcak daha kısa ve öz daha açıklamalı istiyoruzzzzzz………!!!!!!!!!
bune böle kısaltın şunu yetkililere sesleniyoruz
çok uzun ve çok karmaşık
yaf siz yine iyisiniz ben daha bunu yazacam,kökenini,çalgı türlerini,bu müzik türünü kimler söyledigini araştırıcam yaaa!!!!
_->|OkUlA HyR|>-_
öffffffff yaz yaz bitmiyor ben ne yapacam bu akşam aman yinede olsun güzel birşey keşke kısa olaydı mehmet esat dinç [email protected]
BU NE KARDEŞİM YA HOCADA VARYA BU KONULARA GÖRE NOTLARI VERİCEKMİŞ BEN YANDIM BU KADAR UZUN KONUYU NASIL ANLATIP DA SORU SORUCAM ÖFFFF COK İŞİMİZ VAR MÜZİKTENDE SOĞUDUM
ehh iştee güsel olmuşş birazz daha kısaltsanız…. 🙂
saolun
yazmıcksanız yorum yapmayınız
bu konuyu müzik ödevi için araştırıyorum daha kısa olsaydı daha iyi olurdu
Kardeş çok uzun nasıl okuyup anlatıcam.Ödev var ama emeğine saygı.Teşekkurler.
bu konu müzi ödevim hoca not verecekmiş yha ama bu çok uzun ama yinede sağolun ödevim için yardıcı oldu teşekkürler:)
şunu biraz kısaltın
biz gençler olarak türk sanatı seviyoz ama nie uzatıyonuz seyidiye selamlar
biz sizi seviya-oruz bize msn gönderim-n meselaa emell sayın
yha ofleyıp durmayın alın fıstık gibi yazı uşeniyosunuz hah ozaman kısacık biligi bi tıkla eline gelsın olurmuya azıcık kaldırın kıçınızıda yazın oh ii olmuş bu az bile sizin gibilere destan lazım hem delimisniz adamlar bılgi vermiş siz kısaltıcaksınız her paragraftan ikişer cumlre çıkartamıyormusunuz e tabi bu lafları demenize bakılırsa yapamazsınız benimkide lllaf işte nermincim senin adresini versdım malum cvp yazarlarsa verisi ağızlarının paylarını
bu a.q bunu ben elle yazamam buraya yazanlar ne yaptı acaba yazıcıdan çıkartılsa bile baya bi beklenir
inşallah bu ödevden 100 alırım
nolur biraz daha kısaltın:((((
bu konu benim için çok önemli bulmalıyım
biraz daha kısa olsaymış daha iyi olyrdu
ya yokmu kısası üfffffffffffffffffffff bayılıcam şimdi
xD ßen 2 günde bitirdim ve 1oo aLdm 😛
fakat 2 günde anamı ağlatacak bir yazıydı biraz daha kısa olsa olmezdiniz.
elerinize sağlık uzun istiyodum bulamıyodum çook teşekkürler
yha ofleyıp durmayın alın fıstık gibi yazı uşeniyosunuz hah ozaman kısacık biligi bi tıkla eline gelsın olurmuya azıcık kaldırın kıçınızıda yazın oh ii olmuş bu az bile sizin gibilere destan lazım hem delimisniz adamlar bılgi vermiş siz kısaltıcaksınız her paragraftan ikişer cumlre çıkartamıyormusunuz e tabi bu lafları demenize bakılırsa yapamazsınız benimkide lllaf işte nermincim senin adresini versdım malum cvp yazarlarsa verisi ağızlarının paylarını
bunu yazana kadar anam ağladı yaaaaaaaaaaaaaaaaa ne bu türk sanat müziğinden çektiğimiz ama olsun yine 90 aldım teşekürler……………
bunu yamak çok kolay hepsini kısalttım odevdende 100aldım!!??”++%%&&//(())==;;,,–
bu çok bir yazı ama ama sizin sayenizde 100 aldım teşekkürler
yaaaaaaaaa bune böyle nasıl yazıcam bunun ve öğretemne nediyicem
hepinizde kısa kısa yazın kimdedi siz4e hepsini yazın diye
üffffffff bu çok uzun ben bunu yazamamki bunu biraz kısaltsalar olmazmı? müzik hocası valla basacak 0 ı varya ben bu ödevi……. …… …… …… ….. …….. ….. …. …. … … … … … … … … .. ……… …….üf pardon amaben bu ödevi …..
çok uzunmuş yha
ohhhhhhhhh be üzerimden büyük bir yük kalktı varya çok rahatladım iyi şimdi 0ı yemekten kurtulduk çokkkkkkkkkk amaaaaaaaaaaa çokkkkkkkkkkk rahatladım ama bayabi uzunduya olsun yinede deydi
ya bu ne ya türk hak müziginin genel özelligi yok mu yaa off oof bu ne bıcım ttnet
çokkkkkkkkkkkkkkkkkk uzun biraz kısa olsa yazardım
bune yha çok uzun 1 ocakta gidecek bu perfonmans ödevi
ama yazılıraımız aralıkta başlıyo
olamaz böle birşey yha çok uzunn
bune ya çok uzun ben bunun nesini yazacam
ya bune ya ooff hoca bizi düşünmüyor ki düşünse bu ödevi vermezdi…..ama yinede güzel
ya uff bu ne ya nebiçim bişi bu öğretmenden 0ı yicez bascak 0ı kalcaz derten kısasını paylaşalım???
K lasik anlamda Türk Sanat Müziği çeşitli İslam müziklerinin oluşturduğu zengin birikime dayanan Osmanlı müzikçilerinin ürünü olan makamsal bir müziktir.
Araştırmacılara göre Türk Sanat Müziği’ne ait 590 MAKAM adı belirlenmiş, ancak bunlardan pek çoğunun bugün örneği bile kalmamış,çoğu unutulmuş,önemli bir bölümü de kullanılmaz olmuştur. Günümüzde ise kullanılan makamların sayısı100’ügeçmez.Bunlardan ise ancak 40-50’si yaygın olarak kullanılmaktadır. Makamlar arasında gerçekten apayrı bir anlatım gücü taşıyanlardan bazılarını makamlar kısmında görebilirsiniz. Türk Müziği’nde doğaçlamalar dışında, yalnızca bestelenmiş yapıtların biçimlenişine katkıda bulunan ve usül adı verilen bir öğe daha vardır.Usül’ler çeşitli uzunluktaki kuvvetli ve zayıf vuruşların belli bir düzen içinde ortaya çıkan birer ritim kalıbıdır.
Çeşitli Türkçe metinlerde 100’ün üzerinde usül adı geçer. Ancak 80 kadarının örneği günümüze gelmiştir.
TÜRK SANAT MÜZİĞİ TARİHÇESİ VE TÜRK SANAT MÜZİĞİ ESERLERİ
Daha 19. yüzyılın ortalarına doğru, Osmanlı müziğinde Batı etkileri görülmeye başlanmış, yüzyılın sonlarına doğru ise bu etkiler oldukça güçlenerek, genelde teksesli (monodik) yapıdaki Osmanlı müziğini çoksesli (polifonik) hale dönüştürmeye yönelik çalışmalara olanak sağlamıştı.
1923’te Cumhuriyetin ilanı üzerine, o sıralarda Avrupa’da müzik eğitimi gören Cemal Reşid Rey Türkiye’ye dönmüş ve İstanbul’da kurulan müzik okulunda hocalığa başlamıştı. Bu arada, bazı yetenekli gençler de, Cumhuriyet yönetimi tarafından, müzik eğitimi almak üzere Avrupa’nın çeşitli kentlerine gönderildiler. Bu gençler yurda döndükten sonra Çağdaş Çoksesli Türk Müziğinin temellerini atan ve sonraları Türk Beşleri olarak adlandırılan grup oluştu. Bu grubun ortak amacı, geleneksel Türk Müziği temalarını kullanarak eğitimini aldıkları Batı Sanat Müziği değerleri içinde çağdaş çoksesli yeni yapı ortaya çıkarmaktı. Sonraki aşamalarda, daha özgür çağrışımları hedefleyen her besteci, halk ezgilerinin renklerini ve gizemini kendine özgü bir yolla yorumlamış ve giderek bilinen halk ezgilerini doğrudan ele almak yerine, soyutlama yöntemleri ile farklı sentezlere ulaşmaya çalışmıştır.
Türk beşleri olarak bilinen kadro; Cemal Reşit REY, Ulvi Cemal ERKİN, Hasan Ferit ALNAR, Ahmet Adnan SAYGUN ve Necil Kazım AKSES’den oluşmaktadır. Türk beşlerinden sonra bu alanda, Nuri Sami KORAL, Kemal İLERİCİ, Ekrem Zeki ÜN, Bülent TARCAN, v.d. ikinci; Sabahattin KALENDER, Nevit KODALLI, Ferit TÜZÜN, İlhan USMANBAŞ, Bülent AREL, İlhan MIMAROĞLU, v.d. üçüncü; Muammer SUN, Cenan AKIN, Cengiz TANÇ, Kemal SÜNDER, İlhan BARAN, Yalçın TURA, Ali Doğan SİNANGİL, v.d. dördüncü kuşak olarak bu alanda ürünler vermişler ya da vermeye devam etmektedirler. Bu kuşaktan sonra da yine bu alanda, giderek artan oranda bir çok besteci ürün vermeye devam etmektedir. Günümüzde ise bu alanındaki besteci sayısı 60’a yaklaşmıştır. alllınnnnn arkadaşlar
YAW BUNEDİR BİZİM BU ÖRETMENLERDEN ÇEKTİMİZ
acayip uzun yha benbunu ölürüm de yazamam
çok uzun ben bunun ne olduğunu sormuştum yani tanımını
yaaaa bu ne kardeşim ödev hazırlicam roman değil sayenizde müzik korkulu rüyam oldu sağolun yane
BuNe YaW BaRİi KiTap YaZSaYdıNIz
ben tarihçesini sordum bu roman yazmış biraz kısa ve öz olsa olmazmıydı
ya bu ne ? bunu nsl özetlym braz az olsaymş sanki ne olurddu:??!
bu ne ya maşşallah roman roman insanlar nasıl yazacak ya
daha kısa olsa ıyı olur yazana kadar canım cıkar yahu 🙂
bence benim sınıf üstü ve çok karışık ve sıkıcı
bune bee bn bunu yzmaya klkışsam ölürümmm bnce
of bu yazıyı yazana kadar kalan ömrümün hepsi bitecek
bu ne kardeş özet deil roman ya :p
qercekten abi bu biraz kisa deiL mi bence siz biraz daha yazinda milletin trafoLari patLasiN …!!
Yawwww arkadaş bu ne böyle abicim bunu dahada kısaltsanız olmaz mıydı bu kadar kişinin şikayetiyle lütfen yaniii
bilgiler için teşekkürler fakat biraz daha kısa olabilirdi
Bu kadar güzel ve övgü dolu yorumlar alacağımı bilseydim, vallahi de billahi de daha uzun yazardım.
Orijinal PDF şurada:
http://www.ozanyarman.com/files/musikitarihce.pdf
İlk yayınlandığı ağ-köşesi şudur:
https://web.archive.org/web/20110803121553/http://www.turkmusikisi.com/makaleler/tmkbb.htm
Aşırmayı geçtik, güzel sözleriniz ve dilekleriniz için teşekkürler bu arada! 🙂
Esenlikle,
Dr. Oz.
Not: Gerek olağan hayatta, gerek internette sosyalleşirken, doğru düzgün Türkçe kullanalım, böylece palavradan değil, hakikaten “yerli ve milli” olalım. Yes? Banane deme, Tmm de. 😉