264) İSRAİL’İN SU POLİTİKASI
Yayin Tarihi 24 Eylül, 2008
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
İSRAİL’İN SU POLİTİKASI
Önümüzdeki yıllarda pek çok ülkenin şimdilerde sahip oldukları suyun ancak yarısına sahip olacakları, su ihtiyacının iki katı artabileceği tahmin edilmektedir. Su kaynakları kısıtlı olan Ortadoğu ülkelerinde durumun daha kötü olacağı değerlendirilmektedir. Genel olarak bakıldığında Ortadoğu bölgesinde su sorunu direkt bir çatışmaya yol açmasa da bölge devletleri arasında zaten çok yüksek olan çatışma potansiyelini artırmakta ve güvenlik algılamalarında hassasiyet yaratan diğer faktörlerle beraber ele alınarak sorun yaratma doğrultusunda kullanılabilecek bir unsur haline gelmektedir. Bu nedenle, gelecekte Ortadoğu bölgesinin su kökenli çatışmalarla yüzleşme ihtimalinin hayli yüksek olacağı söylenebilir. Türkiye-Suriye-Irak, Suriye-İsrail-Ürdün, Mısır-Sudan gibi ülkeler arasında her gün gelişmekte olan su sorununun, yakın gelecekte Ortadoğu’nun gündem konularından en önemlisini teşkil edeceği üzerinde birleşilmektedir. Bölgenin sömürgeci dönemden gelen düzensiz ve suni sınırları bir çok konuda olduğu gibi su kaynakları konusunda da temel belirleyici durumundadır ve çoğu devlet de su kaynaklarının eşitsiz paylaşımı üzerinde durmaktadır. Bölge genelindeki su kaynaklarının kıtlığı ise bu huzursuz ortamı daha da gerginleştirmektedir. Örneğin Nil’in sularının paylaşımı konusunda Mısır, Sudan, Etiopya arasında ciddi anlaşmazlıklar mevcuttur. Ürdün, İsrail, Filistin, Suriye ve Lübnan için hayati kaynak olan Şeria Nehri, fiilen İsrail’in kontrolünde bulunmaktadır. Bölgede diğer bir önemli su havzası olan Dicle ve Fırat nehirlerinden faydalanma konusunda da Türkiye, Suriye ve Irak’ın paylaşım hususundaki çekişmeleri sürmektedir.
Bu yazı kapsamında Orta Doğu bölgesinde yaşanan su sorunu değil İsrail’in Orta Doğu bölgesi genelinde izlediği su politikaları açıklanacaktır. Ancak bu türden bir incelemenin Orta Doğu bölgesi genelinde farklı ülkeler arasında hüküm süren su çatışmalarının nedenini de dolaylı yoldan açıklayacağına inanıyoruz.
İsrail’in Su Politikaları: Hemen hemen tüm politika ve projelerini din ile irtibatlandıran daha doğrusu hemen tüm politikalarına Tevrat üzerinden yön vermeyi “olmazsa olmaz” kabul eden İsrail devleti 1948 yılından bu yana bütün komşularından su temin edebilmek için uzun soluklu politikalar geliştirmiştir. Bu süreçte İsrail hem artan nüfusuna su sağlamak, hem de bölgede politik açıdan elini güçlendirebilmek için kaynaklar yaratmıştır. İsrail’in su politikalarına başlama tarihi eskilere dayanmaktadır. Teberiye-Necef arasında hazırlanan, Milli Su Şebekesi Projesi’nin başlama tarihi 1963’tür. Ancak, bu proje milat olarak kabul edilmemelidir çünkü Israil 1948’de kurulmasıyla devletin sınırlarını, suya göre belirlemişti. 1967’de çıkan savaşın en önemli nedeni Şeria nehrinin sularıydı. Moshe Dayan, hem kendilerinin, hem de Arapların su kaynaklarını kontrol altına almak için bu savaşa girdiklerini söylüyordu. Altı Gün Savaşı sonucunda Golan Tepeleri ile Şeria ırmağının değişimi bile gündeme gelmişti. Israil, kuzeyindeki Galili Denizi’ne su akışını engelleyecek olan Suriye’nin baraj projesine karşı çıkmış ve böylesi bir baraj olması halinde sert tedbirler almaktan çekinmeyeceğini dile getirmişti. Suriye’nin Ürdün ile birlikte Yarmuk Nehri üzerinde bir baraj yapma projesi Israil’in tepkisi üzerine askıya alınmıştı. Aynı zamanda, Sudan’daki Jonlei Kanalı da Israil tarafından uzunca bir süre şiddetle eleştirilmişti.
Ürdün’de bulunan ve Ürdün topraklarının önemli bir kısmını sulayan Şeria Irmağı, Israil için bulunmaz kaynak olmakla beraber, Ürdün’deki su rezervini kendi topraklarına aktarması oldukça zor görünüyordu. Bunun için Israil, bütün teknolojik imkanlarını ve ABD ile mevcut tüm politik ilişkilerini kullanarak, Galili Denizi ve Yarmuk Irmağı’ndan boru hatlarıyla Tel-Aviv’e su pompalamaya başladı. Bu pompalama yolu ile Israil su ihtiyacını bir biçimde karşılarken, Tel-Aviv’e gelen bu su İsrail için aynı zamanda bir çeşit politik rahatlama oldu. Böylece Israil Arap topraklarındaki suya egemen olarak, bir biçimde, Orta Doğu’daki su savaşının galibi olarak kendini tayin ediyordu.
Diğer yandan Batı Şeria’daki su kuyuları da zaten Israil için önemli birer kaynak durumundadır. Şeria nehri haricinde Israil Batı Yakası’ndaki su kaynaklarının da % 90’ını kullanır durumdadır. İsrail’in Batı Şeria’daki su kaynaklarının %90’nını kullanması bir milyonun üzerindeki Filistinlinin yaşadığı topraklarda susuzluğun ciddi boyutlara ulaşmasına ve dolaylı olarak da iki taraf arasındaki gerginliğin kronikleşmesine katkı sağlamaktan başka bir sonuca hizmet etmemektedir.
Israil’in su kaynaklarının başında Şeria Irmağı geliyor, bunu Golan Tepeleri izliyor, Güney Lübnan’daki kaynaklar da şu an Israil’in elinde. Lübnan, Suriye ve Filistin’de bulunan su kaynaklarını kullanarak, iktidarını güçlendiren ve aynı oranda rakiplerinin gücünü kıran Israil aynı dönemde, Manavgat sularına da talip oldu. Nil ve Fırat su kanallarının ve Manavgat suyunun İsrail için ne ifade ettiğini açıklamak İsrail’in bölgede yürüttüğü su politikalarının daha rahat anlaşılmasını sağlaması bakımından gayet önemlidir.
İsrail – Nil ve Fırat : Israil için iki önemli su kaynağı vardır: Nil ve Fırat. Israil’in Nil nehrine ilişkin birbiriyle bağlantılı ve realize etmeyi başardığı üç temel hedeften bahsedilebilir. Bu hedeflerden ilki; Nil üzerinde kurulacak olan kanallardı. İsrail’in bu hedefi 1984 yılında gerçekleşir ve kanal yapılır. Bu kanal sayesinde Israil, Etiyopya ve Sudan gibi Nil’in iki önemli musluğunu elinde tutan devleti yanına çekmeyi başarmıştır. Böylece İsrail’in ikinci hedefi de gerçekleşmiştir. Üçüncü olarak İsrail, Etiyopya ve Sudan’ı yanına çekerek Mısır’ı istediği zaman tedirgin edecek bir güce de sahip olmuştur. Böylece İsrail Nil’e ilişkin tüm hedeflerini kısa bir süre içinde tamamlamıştır. İsrail’in Nil nehri hedefleri kapsamında; İsrail’in Nil nehri politikalarına ilişkin geçmiş dönemde ortaya atılmış olan “komplo teorileri”nden biri ise olayın bir diğer tarafını göstermesi bakımından önemlidir. Bu komplo teorisi direkt Sudan’a ilişkindir. Bu komplo teorisi’ne göre; Sudan’da patlak veren iç isyanlarda büyük pay İsrail’indir. Any-Nya olarak bilinen iç karışıklık, Mossad’ın silahları ve askeri gücü ile beslenmiştir. Uganda, Çad, Etiyopya ve Kongo üzerinden kurulan istasyonlar da bu ayaklanmaya destek vermiş ve sonunda Anyn-Nya gerillaları Israil’e götürülerek eğitilmiştir. Hartum yönetimi ile Any-Nya gerillaları arasındaki çatışma 1972 yılında sona ermiş ve İsrail hedefine ulaşarak, Sudan’ı en azından 1985’e dek yanına çekmeyi başarmıştır.
Israil’in diğer ayağı ise Fırat’tır. Israil’in bölgeye yönelik ilgisini de bu şekilde okumak gerekmektedir. Israil’in bölgeye ve de dolaylı olarak GAP’a ilgisinin başlangıç tarihi 1993 yılıdır. Israilli işadamları zaman zaman bölgeyi ziyaret ederek, Urfa’dan toprak almak istediklerini, burada fabrika kurmak niyetinde olduklarını söylerler. Türkiye’nin Kürtleri ihmal ettiklerini ve kendilerinin geliştirecekleri politikalarla Kürtlerin en azından ekonomik anlamda gelişmesine yardımcı olacaklarını, bu gelişmenin ise Türkiye’yi ayrılıkçı Kürt hareketi bağlamında rahatlatacağını, hatta Kürt meselesinin ortadan kalkacağını vurgularlar.
1993 yılında Israil Tarım Bakanlığı’ndan gelen bir heyet, GAP’a yüklüce bir yatırım yapar. Israil bölgede yer alan Devlet Çiftlikleri’yle de ilgilenir. En yoğun ilgiyi ise Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği’ne gösterir. Bölge genelindeki devlet üretme çiftliklerine ilişkin projesini uygulamaya koyamayacağına kanaat getiren İsrail GAP’tan hisse alabilmek için faaliyete geçer. GAP’tan hisse almak isteyen İsrail kökenli firmalar arasında alanında öncü bir çok firma vardır. GAP bu firmalar için iki anlama geliyordu; Israil’de olmayan su ve toprak. İsrail’in ikinci GAP atağı 1996 yılında yaşandı. Israilli firmalar bu tarihte önce Ankara’ya sonra da Urfa’ya geldiler. Israil Tarım Bakanlığı GAP bölgesinde arazi alımına resmen başvurmuştu. Israil’in Ankara eski Büyükelçilerinden Davit Granit, Israil’in sulama alanında Afrika’da başardıklarını belirterek, sulama ve deniz suyundan istifade etmenin bütün teknik olanaklarını Türkiye’nin bu bölgesinde kullanabileceklerini söylüyordu. Şimon Peres bir yandan suyun insanlığın ortak malı olduğunu söylerken, diğer yandan Suriye’nin Golan sularını Türkiye’nin ise Fırat’ın sularından Israil’e vermesini talep ediyordu.
Manavgat Barış Suyu Projesi: 1990’ların ortalarından beri, Türkiye ve İsrail birçok askeri savunma projeleri geliştirmiş ve ortak askeri tatbikatlar düzenlenmiştir. 1987 yılında Barış Suyu Projesi adı altında Seyhan ve Ceyhan nehirlerinden Ortadoğu’ya su ihraç etme fikri dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından ortaya atılmıştır. Özal’ın ölümü, suyun politik malzeme olarak görülmesi, Barış Suyu projesi kapsamında İsrail devleti’nin de bu projeden faydalanabilecek olması ve bu duruma Arap ülkelerinin ciddi muhalefet göstermeleri bu projenin gelişmesine imkan vermemiştir. Barış Suyu projesinin tüm bu nedenlerle işlevselleştirilememesi neticesinde bu projeye alternatif olarak Manavgat Suyu Projesi gündeme getirilmiştir. 1999 yılında İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın Türkiye’yi ziyareti sırasında aynı dönemde İsrail’de yaşanan büyük kuraklık da gündemde olmasıyla, uzun bir boşluktan sonra ilk defa Manavgat nehrinden Israil’e su satılması gündeme geldi. Bu nedenle Türkiye Manavgat ağzında suyun ihraç edilebilmesini sağlayacak tesisler için, 150 milyon dolarlık bir yatırım yaptı. Manavgat Çayı Projesi, günde 500 milyon metreküp suyu denizde tankerlere yükleyerek yurtiçi ve yurtdışı ihtiyacı karşılamak üzere planlandı. Projenin yılda 300 milyon dolar gelir sağlaması hesaplandı. Manavgat suyunu kullanmaya başlaması ile birlikte toplam su gereksinimin sadece %3’lük gibi oldukça küçük bir kısmını karşılayabilecek olan, geliştirmiş olduğu projelerle su ihtiyacının büyük bir kısmını Şeria nehri sularından, Golan tepelerindeki su kaynaklarından ve Batı Şeria’daki su kuyularından temin edebilen İsrail’in Manavgat suyunu almak için girişimde bulunması olayın sadece ekonomik boyutu göz önünde bulundurulduğunda tereddütle karşılanabilir. Ancak, İsrail’in bu teşebbüsünün siyasi ve stratejik boyutları incelendiğinde İsrail açısından gayet pragmatik bir sonuca ulaşılacaktır. Benzer sorular Türkiye’nin bu projeye “evet” demesine ilişkin olarak da yöneltilebilir. Ancak, verilecek cevaplar işin yine pragmatik boyutunu ortaya koyacaktır.
İsrail’in Manavgat suyunu isteme nedenleri çok özetle şu şekilde açıklanabilir : 1. Teberiye Gölü’ndeki su seviyesinin düşme tehlikesi Israil’i kaygılandırıyordu. İsrailli yetkililer henüz 1991 yılının başında, Israil’deki su rezervlerinin tehlike altında olduğunu söylüyor, su sorununu gündeme getirirlerken, mevcut sularda 2000 yılında bir azalmanın olacağını ve Israil’in 2000 yılına kadar su sorunu ile karşılaşacağını belirtiyorlardı; 2. Su konusunda bölgede sadece bir ya da birkaç devlete bağımlı kalmamak için önemli su rezervlerine sahip olan ve “uzlaşılabilir” olarak değerlendirdiği tüm devletlerle su konusunda projeler geliştirme yoluna gitmek; 3. “Pragmatik” olarak nitelendirilebilecek amaç, İsrail’in suya olan ihtiyacını bu proje ile karşılamayı amaçlaması değil, Orta Doğu bölgesinde bir müttefik olarak ihtiyaç duyduğu Türkiye ile ilişkilerini bu proje üzerinden sağlamlaştırmak istemesidir; 4. Manavgat Suyu’nu almak isteyen İsrail’in, suyu alma karşılığında GAP bölgesinde bazı ayrıcalıklar istediği de bilinmektedir. İsrail’in, eğer ayrıcalık sağlayabilirse bölgede ‘nanoteknoloji’ ağırlıklı çalışmalar yapacağı belirtilmektedir; 5. Çeşitli ülkelerle yaptığı ya da yapmayı planladığı anlaşmalarla Orta Doğu bölgesinde su konusunda konumunu güçlendirmek ve su üzerinden Orta Doğu politikaları genelinde güç kazanmak.
Türkiye’nin Manavgat suyunu İsrail’e satmayı içtenlikle ve tüm şartları gayet kolaylaştırarak kabul etmesinin temel nedenleri arasında ise şunlar sayılabilir : 1. Türkiye’nin Manavgat suyunu İsrail’e ucuza satmayı kabul etmesinin temel sebebi, İsrail ile 1990’lı yılların ortalarından itibaren yoğunlaşan ilişkinin pekiştirilmesi ve hatta süreklilik kazanması; 2. Manavgat suyunun Türk ekonomisine maddi hiçbir fayda sağlamadan Akdeniz’e dökülmesi; 3. İsrail’in satın alacağı su karşılığında Türkiye’ye sayısı belirsiz tank ve uçak teknolojisi satacak olması; 4. Bu su projesi üzerinden Türk-ABD ilişkileri bağlamında yönlendirici faktör olan ABD’deki Yahudi lobisini İsrail devleti ile kurulacak sıkı ilişkilerle Türkiye lehine etkileyebilmek.
Manavgat Suyu Projesi’nden Neden Vazgeçildi: Türkiye’nin Manavgat Nehri’nin sularının İsrail’e satılmasını içeren projeden, Türkiye ve İsrail’in ortak kararıyla vazgeçildi. Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz gibi yöneticilerin destek verdiği proje kapsamında 200 milyon dolarlık yatırım yapılan Manavgat’tan su almak isteyen tek ülke olan İsrail’le 1999’dan itibaren pazarlıklar yapılıyordu. 30 Ocak 2006 tarihinde Türkiye-İsrail Ortak Su Grubu toplantısında, proje bir kez daha görüşüldü ve ortak kararla projenin iptali benimsendi. Manavgat yerine Akdeniz’e dökülen Göksu Nehri’nin suyundan yararlanılmasını teklif eden İsrailliler, Akdeniz altından boru hattıyla suyun taşınabileceği önerisini dile getirdi. Türk yetkililer ise önerinin inceleneceğini söylemekle yetinmişlerdir.
Son dönemlerde İsrail’e su, doğalgaz ve fiberoptik kablolarla elektronik bilgi taşıyacak üçlü bir hattın Akdeniz altından inşa projesinin gündemde olduğunundan bahsedilmekte ve bahse konu bu proje diplomatik bazı çevrelerce doğrulanmaktadır. Diplomatik çevrelere göre, bir yıldır konuşulmakta olan proje üzerindeki çalışmalar somutlaşmış ve fizibilite çalışması yapılmış değil. İsrail’in Manavgat Suyu projesinden vaz geçmesine neden olan unsurlara ilişkin olarak geliştirilecek senaryolar kapsamında en olasılıklı olanı; Manavgat Suyu projesine ödeyeceği ücret karşılığında sadece su satın alabilecek olan İsrail’in bu üçlü projeye biraz daha fazla yatırım yaparak hem su hem doğalgaz hem de eloktronik bilgi satın almayı daha mantıklı ve faydacı olarak değerlendirmiş olabileceğidir.
Bazı kesimlerce İsrail tarafından projenin iptal edilmesine neden olarak gösterilmekte olan; su gibi hayati bir konuda İsrail’in dış bir ülkeye bağımlı olmak istememesi ve yine İsrail’in deniz suyunu arıtma projesini Türkiye’den Manavgat suyunu satın alma projesinden daha az maliyetli bulduğu gibi gerekçeler gayet zorlama gerekçeler gibi görünmektedir çünkü bu tezlerin anti tezi olarak “İsrail projeyi imzalama aşamasında bu iki unsuru farkında olmamış olamaz” şeklindeki bir tez rahatlıkla geliştirilebilir.
İsrail’in su politikalarını çok ciddi su sıkıntısı çektiği için değil ancak Orta Doğu’da yer alan belli başlı su kaynaklarının kontrolünü elinde bulundurmak istediği için geliştirmiş olduğu gayet açıktır. İsrail’in Orta Doğu su kaynaklarının kontrolünü elinde bulundurma girişimlerine sevk eden temel düşünce ise İsrail’in su konusunu hemen her devlet gibi politik bir araç olarak kullanma arzusudur. Ancak, İsrail’in bugüne dek Orta Doğu coğrafyası bağlamında “su” üzerinden geliştirdiği bu politik manevralar yine Orta Doğu politikaları bağlamında ciddi krizlere yol açmıştır. Bu politik manevraların İsrail-Arap savaşları ve sürtüşmeleri kapsamında aktif rol oynadığı öne sürülmektedir. Yine 1948’den itibaren yaşanan çoğu sorun içinde İsrail’in bölge kapsamında izlediği stratejik su kaynaklarına sahip olma politikasının etkili olduğu düşünülmektedir. Özellikle 1967 yılındaki “Altı Gün Savaşları”nda, savaşın çıkmasında su kaynaklarının önemli rolü olduğu bilinmektedir. İsrail’in su politikaları Ortadoğu Barış Sürecini de doğrudan etkilemektedir. İsrail’in Golan tepelerindeki fiili durumu sürdürmesinde, bu tepelerin stratejik önemi kadar, buradaki su kaynaklarının İsrail açısından taşıdığı jeoekonomik önem de etkili olmaktadır. Yazı kapsamında açıklamaya çalıştığımız tüm bu ve diğer nedenler dikkate alındığında ne İsrail’in ne de Orta Doğu bölgesindeki su sorununa müdahil olan diğer devletlerin yakın gelecekte bu sorunu barışçıl bir biçimde çözmeleri mümkün görünmemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Gamze Güngörmüş Kona
TÜRKSAM
Yorumlar
“264) İSRAİL’İN SU POLİTİKASI” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
doğal kaynak suyu 5 dekar arazisiyle satılıktır. saniyede 200lt suyuyla beraber iletişim 05372198944
Tirebolu ilçesinin 10 km.doğusunda denize dökülen özlü deresi boşu boşuna akmaktadır. Üzerine rahatlıkla kaya dolgu tipinde baraj ya da HES yapılabilir.Hatta,Tanker veya boru hatları ile dünyanın herhangi bir noktasına rahatlıkla taşınabilir.Niçin değerlendirilmiyor?