256) ESKİ TÜRKLERDE İKTİSADİ YAŞAM

Yayin Tarihi 4 Haziran, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

Eski Türklerde İktisadi Yaşam

gokturk-parasi.gif

Eski Türklerde iktisadi hayatı incelemek istiyorsak, kanımca hayvancılık, ziraat, el sanatları, ve ticarete öncelikle değinmek gerekir. Bu alanlar o döneme özgü Türk iktisadi yapısı içinde önemli yerler işgal ederler.

Hayvancılık eski Türkler için hakim iktisadi faaliyettir diyebiliriz. Bununla birlikte göçebe yaşam tarzı da Türk iktisadi yaşamını doğal olarak şekillendirecektir. Fakat bu demek değildir ki yerleşik hayat yoktur. Batının kanısının ve bilinen kanının aksine; Türklerde yerleşik hayatla göçebe hayat bir arada gitmiştir.

Eski Türklerde hayvancılık içinde koyun yetiştiriciliği önemlisidir. Talas’ta yapılan 6-8.yy.lara ait kazılarda sırasıyla en çok koyun (%55) ve büyükbaş hayvan kemikleri görülmüştür. Yetiştiriciliği ise daha sonraki dönemlerde yaygınlaşmıştır. Bunun günümüz Anadolusunda da devam ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca üzere “tuz” hayvanlar için önemli bir maddedir ve hayvancılığın geliştiği yerlerde tuz pazarları da gelişmiş durumdadır. Hayvancılığın bunun getirdiği göçebe yaşam tarzının eski Türklerde hakim tarz olduğunu söylemiştik. Göçebelik iktisadi yaşama hakim, ayrıcada bir not olarak eklemek faydalı olur ki bu da Türk hayatında asıl makbul olan göçebelik olduğundan Oğuzlar yerleşik kardeşlerini “yatuk” diyerek ayıplamışlardır. Yine hayvancılığın bu kadar gelişmiş olması Eski Türklerin daha çok tükettikleri gıda maddesinin olmasını gerektirmiştir. Hatta Prikos’un bulunduğu meşhur ziyafette Atilla yalnız et yemiştir.

Bildiğimiz anlamda şehir yaşantısı (surlarla çevrili olarak) Türklere daha geç dönemlerde girer (6.-7. yy.lar). Kurulan bu şehirlerin etrafında tarım yapılan ziraat alanları vardır. Bu alanlarda yetiştirilen ürünler şehrin ihtiyaçlarını karşılamak maksatlıdır. Yani kapanık bir yapı görülür.

Uygurlarda bu yapının görüldüğünden söz edilebilir ki zaten ziraatte eski Türkler içinde en çok Uygurlarda (R. Kızlasov). Ziraatle hayvancılığın bir arada görüldüğünü Karluklar, Oğuzlar ve Kırgızlarda da görürüz. M.Ö. 1.yy. ortalarından kurganlardan “ezme taşı” denen aletlerin çıkması da Türklerin ziraatle yakından ilişkili olduklarını gösterir. Fakat şu da bir gerçektir hayvancılık hakim olduğundan ve bazı bitki türlerinin atların temel gıda maddesi olmasından dolayı da (yani hayvancılığın bir dalı olmasından dolayı da) tarımın ikinci plana itilmesini açıklamak mümkün görünmektedir.

Daha ileriki zamanlarda taşlar daireleşip bir mil etrafında döndürülmeye başlanıyor ve un üretimi ev ekonomisi aşamasında az da olsa başlıyor. Kısacası eski Türklerde hayvancılık yanında önemli olmasına rağmen, genel görünüme şöyle bir bakarsak hayvancılığın bir yan dalı olarak gelişmiş, yeterlilik ön planda olmuş (yani dış ticarete konu olmamış) bir uğraş olmaktan öteye gidememiştir.

Giyimle ilgili faaliyetlerin de eski Türk iktisadi yaşantısında çok önemli bir yeri vardı. Bu faaliyette en büyük yeri “deri” tutmakla beraber, ayakkabıcılıkta uzmanlaşmanın olduğunu görüyoruz. Hatta bir kısım şehirlerde bu konuda uzmanlaşmalarda görülmektedir.

Yine o dönemde görülüyor ki keçe imalinde de en usta olanlar Türklerdir. Terzilik hepsine nispeten azdır. Fakat ilginçlikle görülüyor iğne o dönem Türkler arasında çok kıymetlidir. Hatta değeri zaman zaman Z. Veli Togan’ın belirttiğine göre bir deve bile olmuştur.

Şunu da eklemek gerekir ki Romalılar keten gömlek giyildiğini ilk defa Hunlarda görmüşlerdir.

Eski Türklerin yaşantısında demir ve diğer madenlerin çok önce işlendiğini görüyoruz. Genelde yazılı kaynaklarda demirciliğin son olduğu ondan önce bakır, bronz ve altın işlendiği yazar. Bakırlığ, bakır-balık isimli çok eski şehirlere de rastlarız. Bu şehirlere isminin verilmesi şüphesiz ki buralarda oldukça çok bakır madeni olmasından dolayıdır.

Eski Türkler demiri en çok silah yapmakta kullanıyorlardı (kılıç vb.), hatta Farab şehri Karlukların silah üretim merkeziydi. Türk kılıçlarının hayvan figürlü kabzaları altın levhalarla kaplanır ve kıymetli taşlarla süslenirdi. Görülüyor ki demircilik ve madencilikte Türk iktisadi yaşantısında oldukça önemlidir.

Ticari hayata bakarsak mal mübadelesi şeklinin (trampa) olduğunu görürüz. Yani ürün fazlası ihtiyaçların birbiriyle değiş-tokuş edilmesini sağlamış, bunun içinde bazı yerler Pazar olarak önem kazanmıştır. Bu değiş-tokuş olayına genellikle toplumlar arasında bakmak gerekir. Çin, İran gibi ülkelerle ticaret yaygındır. Uygurlar zamanında ticaret en çok Çinlilerle yapılmıştır. Bir diğer önemli unsur toplumlar arasında rekabete sebep olan ticaret yollarıdır. İpek yolu bu anlamda çok önemlidir. Ayrıca Türklerde para kullanımı önceden beri olmasına rağmen 7. yy.da kendi paralarını kullanmaya başlamalarıyla işlerlik kazanmıştır. 7.yy.dan önce ise Çin, ve Bizans paraları kullanmışlardır.

Yukarıda bahsettiğim üzere; özelliklede batılı bilim çevrelerinin göçebe barbar diye niteledikleri eski Türkler aslında hiçte öyle aşağılanacak bir yaşam sürmemişlerdir. Aksine görüldüğü gibi göçebelik hakim olmasına rağmen iş bölümü de oldukça gelişmiştir. Hocamız Prof. Dr. Tuncer Baykara’nın bu konu hakkındaki görüşlerini açıklamamız konuyu yeterince aydınlatacaktır sanırım:

Türklerin tamamen göçebe oldukları, onların ziraat bilmedikleri yolundaki kanaatler, tarihimizin içinde de yaygın şekilde yanlış anlaşılmıştır. Göçebe Türkler, yakın zamanlara kadar hep yerleşik nedir bilmeyen, bu sebeple yerleşik medeniyetin bir baş belası olarak tasvir edilmek istenir. Bu düşünceyi Hunlar çağından itibaren takip etme mümkündür. Fakat 19. yy.da, hatta günümüzde ise, Türkler özellikle Anadolu Türkleri çiftçi olarak kabul edilirler. Bu hususiyet, bilhassa geçen yüzyılda Anadolu’da tamamen geçerli gibiydi. Rum ve Ermenilerle yan yana oturan Türklerin ziraate itilmeleri, ticaret ve sanatı onlara bırakmaları başka sebeplerle olmuştur. Fakat vaktiyle ziraat nedir bilmedikleri söylenen göçebelerin, bir zaman sonra en usta ziraatçi olmaları, elbette onların tevarüs ede geldikleri ziraat geleneğinin bir neticesidir. Bu bakımdan, eski Türk hayatında ziraatin varlığından şüphe dahi edilmemelidir… Zira ziraatin bir ölçüde varlığının kabulü, Türklerde bir zaman için daha hakim karakter olan hayvancılığı anlamakta büyük önem taşımaktadır.”

KAYNAKÇA

KAFESOĞLU, İbrahim. “Türk Bozkır Kültürü” , Ankara 1987

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap