251) TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-5

Yayin Tarihi 31 Mayıs, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

 

 

TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-5

(TOPLUMSAL YAŞANTIMIZDAKİ GÖÇEBELİK GÖRÜNÜMLERİ)

image0011.gif

 

Göçebeliğin yerleşik toplumsal hayatta kendilerini dışarı vurmalarının ilk işaretleri, yaşama tarzı düzeyindedir. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarındaki iskan siyasetleri sayesinde daha Anadolu’ya gelişimizi izleyen yıllarda Türklerin bir kısmı şehirler, kasaba ve köyler gibi yerlerde yaşamaya başlamışlardır. Ama iskan edilmiş olmak, iskan edilenlerin hemen şehir hayatına, yerleşik yaşama uyum sağladıkları anlamına gelmez. Örneğin 16 ve 17. yüzyıllara ilişkin yapılan araştırmalar, o sıralarda göçerler ve yerleşiklerin yaşam tarzları arasında belirgin bir fark olmadığını bildirmektedir. Bize göre yerleşiklik ve göçebelik arasında yaşam tarzı düzeyinde, insanın mekanla ve eşyayla ilişkileri açısından belirgin bir farklılık olmaması günümüz için de geçerlidir.

Örneğin Anadolu’da yerleşik düzene geçen Türk göçebeleri, eski alışkanlıklarından tümüyle vazgeçmemişler, kentlerde oturdukları halde, mevsimlik göçlere büyük önem vererek yaz ve kış aylarında mekan değiştirmeyi sürdürmüşlerdir. En küçük kasabadan, en büyük kente kadar hemen bütün Anadolu yerleşmelerinin yazlık olarak kullandıkları bir yakın yerleşme daha bulunmaktadır. Başkent olmadan önce Ankara’daki Çankaya bağları, Konya’nın Meram bağları, Muğla’nın Karabağları, Adana’nın Bürücek, Mersin’in Namrun, Beypazarı’nın İnönü yaylaları bu tür yazlık yerleşmelerin tipik örneklerindendir. 1920′lerden sonra Batı’dan gelen yeni bir yaşam biçimi olarak, yaylaya çıkmak yerine deniz kenarlarına göç etmek geçerli hale gelince, özellikle İstanbul’da, “kent içi göç” diyebileceğimiz bir yer değiştirme türü izlenmiştir. Yazın Türkiye’nin en sıcak bölgelerinden biri olan Antalya – Side sahillerinde de deniz kenarına yapılan mevsimlik göçlerin ilginç bir yapı türünden yararlandığını izleyebiliyoruz. Genellikle iç bölgelerdeki yoksul köylülerce kullanılan, altı ya da sekiz ahşap direkle yerden yükseltilerek serinletilen, bir kaç bölümlük bu barakalar, bölgenin turistik bir merkez olmasından ve büyük otellerin yapımıyla doğal güzelliklerini büyük ölçüde yitirmesinden sonra, yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.

Bugün en gelişmiş Türk kentlerinde dahi oradan oraya  taşınmayı, yazları yaylaya çıkmayı, bayramda seyranda hemen soluğu köyümüzde almayı sürdürmemizde; kentlerde modern bir yaşam içindeymiş gibi gözüksek de, ev içi yaşantımızı adeta çadırda yaşıyormuşçasına evin bir odasında devam ettirip en güzel eşyalarla donattığımız salonu misafirler için ayırmamızda, geceleri uyumak için yer yatağı açıp sabah onları yüklüklere kaldırmamızda; çoğumuz ekonomik koşulların dayatmasıyla yapsa bile, unumuzu bulgurumuzu, yufkamızı, tarhanamızı, pastırmamızı, sucuğumuzu köyümüzden getirmemizde; ağız tadımızın biçimlenmesinde (”köy yiyecekleri” diye bildiğimiz bu yiyecekler, doğrudan doğruya göçebe yaşam tarzıyla bağlantılıdır ve göçebelik yaşantısı sırasında Türk yaşama kültürüne katılmışlardır) eski psikolojimizden izleri belirgin biçimde görmek mümkündür.

Göçebeliğin günümüz toplumsal hayatında dışa vuran özelikleri konusunda birçok başka saptama yapılabilir. Örneğin, bugün  kullandığımız “Sormak ayıp olmasın” sözü, Dede Korkut’ta da vardır ve göçebe yaşamla ilgilidir; Yörük-Türkmenlerde “çor“, ruh hastalığı, “çorlu“, ruh hastası demektir ve bu sözler halen kullanılmaktadır; “lök gibi oturdu” ve “beserek gibi adam“, “maya gibi kız” deyimleri göçebelerin deveciliğinden kalmadır; günümüz Türk soyadlarında yaygın yeri olan “mazman“, keçi kılından ip örenlere, “mutaf” ise bu ipleri dokuyanlara denir. Yine aynı şekilde Türkçede “mal” ile “hayvan“ın hala aynı anlama gelmesi, “mal canın yongasıdır” gibi deyişler, Türklerin yabancıların da ilgisini çeken at ve hayvan sevgileri göçebelikle bağlantılandırılmaktadır.

Göçebelikten Türk grup davranışına yansıyanlar, toplumsal hayatta hemen kendini gösteriveren bu işaretlerle sınırlı değildir. Böyle ilk bakışta kendilerini ortaya sermeseler de en kentlileşmiş, uygarlaşmış görünümler sergileyen toplum kesimlerimiz de dahil olmak üzere grup davranışımızın temellerinde göçebe psikolojisinin etkileri bulunmaktadır. Örneğin yıllardır Almanya’da yaşayanların Anadolu’dan Batı’ya gidip yaşayan insanların çocuklarını bir türlü istedikleri gibi eğitememeleri ve onların otoriteyi içselleştirmelerini sağlayamamaları hakkındaki gözlemleri büyük olasılıkla göçebe köklerimizle ilgilidir.

Şimdi toplumsal hayatta hemen kendilerini göstermeseler bile, dikkatli bir incelemeyle zihniyet yapımızda, psikolojimizin işleyişinde yani grup davranışımızda bulunacak olan göçebe ruh halinin ne olduğuna ve bu ruh halinden hangi izlerin kaldığına geçebiliriz. Ama bunlara geçmeden önce bir noktayı daha açıklığa kavuşturmalıyız. “Türk grup davranışı” adını verdiğimiz  ve aynı adlı kitabımızda ayrıntılarıyla ortaya koyduğumuz tezimize göre, Türklerin tarihleri boyunca değişime dirençli olan davranış tarzları bulunmakta, bu davranış tarzlarını da onların ilksel inançları (Eski Türk Dini), soy-sop tarzı örgütlenmeleri, göçebe-hayvancı-savaşçı toplumsal özellikleri, yazıya değil söze dayanan kültür yapıları belirlemektedir ve tüm bunlar birbirleriyle bağlantılıdır.

Göçebe ruh hali, pek tabidir ki, parçası olduğu Türk grup davranışının diğer yanlarıyla çok sıkı ilişki içindedir ve bunları birbirinden ayırt etmek çok zordur. Örneğin göçebe ruh halinin ana özellikleri, kolektiviteye, dayanışmaya, eşitliğe, kandaşlığa çok önem vermesi; kendisini doğa karşısında üstün görmemesi, doğadaki her şeyin de kendisi gibi canı olduğunu düşünerek kutsallaştırması, hatta Gök, toprak, rüzgar, su, ağaç, dağ, orman gibi doğa güçleri etrafında kültler oluşturulması, onların bir tür Tanrılaştırılması; doğayla saygı-korku karışımı bir duyguyla ilişki kurmaya yönelmesidir. Tüm bu göçebe ruh hali özellikleri, aynı zamanda Eski Türk Dini’ne de temel sağlarlar. Sözünü ettiğimiz çalışmamızda Eski Türk Dini’nin bugün süren etkileri konusuna ayrıntılı biçimde değinilen bu özelikler, bir bakıma süren göçebe ruh halinin de kanıtıdırlar. Yine örneğin  Türklerin soy ve sopa dayalı örgütlenmeleriyle de göçebelik arasında doğrudan bir ilişki vardır ve bugün “soylu-soplu” veya “soyu sopu temiz olmak” ya da “soysuzluk” konusunda en kentlileşmiş yörelerimiz de bile dilimize yerleşmiş ve popüler davranış analizimizde önemli bir yer tutan deyimler ve küfürler, bu ilişkinin mirası olsa gerektir. Aynı şekilde, Türk toplumunda kadının yeri, tek-eşlilik, doğurganlığa ve erkek çocuğa verilen değer de Türk grup davranışının temel görünümlerindendir ve bu Türklere özgü, tam pederşahiliğe asla uymayan görünüm, hala konar-göçer olan Yörük ve Türkmen topluluklarında çok barizdir. İşte, şimdi biz, Türklerin göçebe yaşam tarzlarının bugün psikolojilerine yansıyan etkilerinden bahsederken Türk grup davranışındaki parçaların birbirleriyle olan tüm bu bağlantı ve ilişki noktalarını biliniyor kabul edecek ve bilerek ihmalden geleceğiz. Bundan sonraki yazılarımızda Türklerin grup davranışı haline gelmiş, tarihleri boyunca değişime direnç göstermiş davranış demetinin içinden yalnızca göçebelikle ilgili olduğunu sandıklarımızı özenle aradan çekip çıkarmaya çalışacağız.

Doç. Dr. Erol Göka

 

Paylaş:

Yorumlar

“251) TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-5” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. emine öner yorum tarihi 5 Ocak, 2009 16:58

    bu sitede harika ama ardığımı bulamıyorum biraz fazla bilgi vermeli

Yorum yap