248) FENER RUM PATRİKHANESİ VE EKÜMENİKLİK MESELESİ
Yayin Tarihi 29 Mayıs, 2008
Kategori TÜRK DÜNYASI
FENER RUM PATRİKHANESİ VE
EKÜMENİKLİK MESELESİ
Fener Rum Patrikhanesi’nin kuruluşu Bizans dönemine kadar uzanmaktadır. Siyasî faaliyetleri ise 1453’ten sonra Fatih’in, Rum-Ortodoks cemaatini teşkilâtlandırıp başlarına patrik seçtirerek, “millet başkanı” statüsüyle hem ruhanî, hem de sosyal alanda yetkiler vermesiyle başlar.
Patrikhane, Doğu Roma İmparatorluğu zamanında bile böylesine geniş imtiyazlara sahip olmamasına karşın; özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama ve gerileme devirlerinde kendisine sağlanan bu imtiyazları devlete karşı bir silâh olarak kullanmıştır. Kilise cemaatinin millî duygularını sürekli körükleyerek, Yunan-Rum milliyetçiliğinin temsil odağı olmuştur. “Megalo İdea” fikri temel dünya görüşü olmuştur.
Fener Rum Patrikhanesi, tek başına bir kurum olarak Lozan Antlaşması’nda yer almamıştır. Yani Lozan Antlaşması’nda, patrikhaneyi ilgilendiren özel bir madde yoktur. Kısaca, patrikhanenin tek hukukî ve sosyal dayanağı, Türk devleti ve Türk milletinin hoşgörüsüdür.
Lozan Antlaşması’nın 39. maddesi: “Bütün Türk halkının din ayrımı yapılmaksızın kanun nazarında eşit olacağı” esasını öngörmektedir. Bu madde genel hukuk kuralları içinde hak-yükümlülük İşlemini geçerli kılmaktadır. Daha açık ifade ile, Türk Devleti’ni oluşturan tüm kurum ve kişiler uluslararası anlaşmalarla kendisini kabul ettirmiş olan TC devletinin yasalarına uymak zorundadır. Patrikhane, -TC’nin bir kurumu olarak- bu devletin kurallarına uymak zorundadır. Kendisini ulusal yasalarımızın üstünde görmek gibi bir lükse sahip değildir.
Nitekim bu değerlendirmelerle yapılan idarî tasarruflarla, Patriğin TC vatandaşı olması, Türkiye’de ikamet etmesi gibi bağlayıcı şartlar, rahmetli Atatürk zamanında belirlenmiş ve yürürlüğe konmuştur. Bu uygulamayı zorlamak isteyen güçler tarafından 1925 yılında seçilen yabancı uyruklu patrik Konstantin Araboğlu 29 Ocak 1925’te sınır dışı edilerek yeni patrik seçimine gidilmiştir.
Öte yandan dikkati çeken bir diğer husus ise 1930’a kadar başpapaz olarak anılan patrikhane başkanının bu tarihten itibaren patrik olarak anılmaya başlamasıdır.
İkinci Dünya Savaşı’nın çalkantılı zaman ve zemininde hareketlilik gösteren Patrikhanenin bu tutumundan, ABD rahatsız olmuştur. 21 Şubat 1946’da patrik seçilen Maksimos‘un Sovyet yanlısı olduğu iddiaları üzerine, ABD’nin de etkisi ile yeni aday aranmaya başlamış ve sonunda Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu Athenagoras üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Patrik Maksimos, 1948’de istifa ettirilerek yerine Athenagoras atanmıştır.
Bu olay patrikhane tarihinde ilktir. TC vatandaşı olmayan birinin -usulüne uydurularak Türk vatandaşı yapılması yoluyla- atanmasının yanı sıra, Athenagoras ile beraber patrikhane, “uluslararası” bir görünüm almıştır.
Athenagoras, 1972’deki ölümüne kadar süren patrikliği döneminde Hıristiyan dünyası ile ilişkileri sıklaştırmıştır. Yerine seçilen Gökçeada ve Bozcaada Metropolidi Dimitrios‘un patrikliği döneminde, patrikhanenin Hristiyan dünyası ile ilişkileri daha da artarak devam etmiştir. Bu dönemde Papa II. Jean Paul İstanbul’a gelmiş, bu arada patrik; Moskova’yı ve ABD’yi ziyaret etmiştir.
Dimitros’un ABD ziyareti, patrikhane açısından bir dönüm noktasıdır. Bu ziyarette patriğe, -hiçbir hukukî dayanağı olmamasına karşın- “Cihan patriği” unvanı verilmiştir. Bu unvanla Fener Rum Patrikhanesi kurumu, evrensel bir boyuta taşınmış; uzun yıllardır ikili ilişkilerde TC’ye karşı dayatılan -ancak kabul ettirilemeyen- ekümenizm tezinin uluslararası plâtformda tartışılmasına yol açmıştır.
Ekümenizm ise Fener Rum Patrikhanesi’nin tüm dünya Ortodoks Hristiyanlarının merkezi olması, TC kanunlarının üstüne çıkarak uluslararası hüviyetle sonuçta özerk bir hüviyete kavuşmasıdır.
Dimitrios’un, 1991’de ölümü ile patrik seçilen TC uyruklu Kadıköy Metropolidi Bartholomeos (Vartholomeos) dönemi patrikhanenin hızla dışa açıldığı çok hareketli bir dönemdir. Öncekilerine göre, oldukça genç yaşta patrik seçilen Bartholomeos, uluslararası konjonktürün de yarattığı koşullarla popülaritesini gittikçe artırmaktadır.
Ekümeniklik Meselesi
TC’nin bir kurulu olarak, Fener Rum Patrikhanesi, Türkiye’de kalan Rum azınlığın dinî hizmetlerini yerine getirmek için vardır. Oysa -özellikle son yıllarda-patrikhane tarihten gelen bir alışkanlıkla hâlen “ekümenik” olduğunu iddia etmektedir.
“Ekümene” (Gr. Oikoumene, Oikoumenos); eski Grekçe’de “sürekli yerleşim alanı” anlamına gelmektedir. Aynı zamanda üstün bir kültür anlayışını ifade eder.
“Ekümenik”, evrensel, dünya çapında anlamında kullanılmaktadır. 20. yüzyılda ise Hıristiyan mezhepleri arasındaki farklılıklara dokunmaksızın misyoner amaca yönelik olan kiliselerarası birliği ifade eder. Hareketin merkezi Cenevre’dir. Cenevre’de egemen olan Protestan etiğinin Calvinist; Almanya’da ise yine Protestan kiliselerinden olan Lutheran kiliseleri ile bağlantılıdır. Fener Rum Patrikhanesi de bu hareketin içindedir; öncülerindendir.
Fener Patrikhanesi, ekümenik ideolojinin yeryüzündeki Ortodoks temsilciliğini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İlk hedefleri tüm Ortodoks metropolitleri ve kiliseleri bir araya toplayarak devlet ve millet kavramının üzerine çıkmaktır.
Atatürk milliyetçiliğini kabul etmiş olan ve Misak-ı Millî’yi vazgeçilemez temel prensip kabul eden TC’nin kendi sınırları içinde yeni bir güç odağını (hedefleri ve temel stratejileri kendisi ile çelişen) kabulü söz konusu olamaz. Bu durumu daha açık olarak anlatmak gerekirse: TC’nin bir kurumu olan adalet sistemimiz, YÖK, MEB, sağlık kuruluşlarımız, diyanet işleri başkanlığımız, güvenlik örgütlerimiz vs. kendilerini TC kanunlarının ve millî bütünlüğünün üstünde görmeleri nasıl ki mümkün değilse; Fener Rum Patrikhanesi de bu kuruluşlar gibi davranmak ve diğer milletlerin kurumları ile işbirliğine girerken TC’nin temel prensiplerine uymak zorundadır. Patrikhanenin tüm dünya Ortodokslarının merkezi (YENİ VATİKAN) olmak iddiası TC’nin temel stratejileri ve prensipleri ile uyuşmamaktadır. Bu açıdan, patrikhanenin 1994’te yaptığı hata hiçbir şekilde kabul edilemez: 1994’te patrikhane tarafından tertiplenen toplantı öncelikle “Konstantinopolis toplantısı” adıyla gerçekleştirilmek istenmiş; devletin itirazı üzerine “Boğaziçi Toplantısı” olarak yapılmıştır. Aynı toplantının sonuç bildirgesi İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanmıştır. İngilizce metinde yer alan ve patriğe atfedilen, “Ben Konstantinopolis’deki ekümenlik tahtının varisiyim” ifadesi Türkçe metinde yer almamıştır. Bu ayıp hâlen düzeltilmemiştir.
Prof. Dr. Kenan Erzurumluoğlu
Yorumlar
“248) FENER RUM PATRİKHANESİ VE EKÜMENİKLİK MESELESİ” yazisina 9 Yorum yapilmis
Yorum yap
Amerika,İngiltere ve İsrail’in müştereken siyasi ve iktisadi amaçlı müdahaleleri olmasa,Patrikhane ve Patrik konusu,başımızın derdi olmayacaktır.
Bu büyük çıbanbaşı ve beladan,şikayet etmekle kurtulmamız mümkün değildir.Zira;bulunduğumuz coğrafyanın özellikleri sebebiyle daima iç ve dış husumetlere maruz kaldığımız ve kalacağımız pek tabiidir.
Belalardan kurtulabilmemiz için kendi kendimize yeterli hale gelerek başkalarına muhtaç olmaktan kurtulmak;dünya üzerinde kurulacak her masaya eşit ağırlıkta oturmasını başarmak;gerçek hedeflerimize yönelerek hedef kovalamak ve her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelmek şarttır.Bunu başarabildiğimiz takdirde huzurlu,mutlu ve güçlü bir Büyük Türkiye hedefimizi gerçekleştirebiliriz.
Bunu başaramadığımız takdirde;kendi kendimize yetersiz ve daima başkalarına muhtaç hale geliriz ve “Otur!” denilen yerde oturan;”Kalk!” denilen yerde kalkan,iç ve dış gailelerle boğuşan huzursuz,mutsuz ve zayıf bir ülke halinde yaşamaya mahkum oluruz.
Bunun için de sulh,sükun,huzur ve güven ortamı içersinde geçirebileceğimiz 15-20 yıllık bir zaman dilimine ihtiyacımız vardır.Ne yazık ki; bizi,birbirimize düşüren iç ve dış provokasyonlara yenik düştüğümüz ve iç ve dış husumetlerin gerçek mihraklarını anlayamadığımız için,muhtaç olduğumuz bu zaman dilimini,hiçbir zaman yakalayamadık.
Bütün faaliyetlerimizi,bu istikamette geliştirmemiz şarttır.
Hüsnü Akıncı
Hüsnü Akıncının yorumuna aynen katılmakla birlikte ilave edeceklerim olacaktır.Takip edilecek kaynak: Ataürkün nutkudur.Başka bir yol aramak abesle iştigaldir.Bu konuda en büyük görev Türk Gençliğine düşmektedir.Yani,ATATÜRK Gençliğine…. Nemutlu Türküm diyene.
Fener Rum Patrikanesinin Ekümenlik Konusu ve bu konuyu kaşıyan İngiltere,USA,İsrail ve diğerleri ; Kısacası Hristiyan Ortodoks aleminin Politikası kendi açılarından haklı.
Bize düşen; bu politikaları çürtmek. Nasılmı? ATATÜRKün Gençliğe Hitabesi Bu ve benzeri konularda en büyük belge.Çözümü başka bir yerde aramak abesle iştigaldir.NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
RUM-FENER PATRİĞİ,EKÜMENLİK PEŞİNDE ONDAN KİMSENİN ŞÜPHESİ OLMASIN!ONA YARDAKÇILIK YAPAN,İŞADAMI ÇEVRELERİ ÖNAYAK OLARAK ABD’NİN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYORLAR.BARTONOLEZ,AMACINA ULAŞMAK İÇİN HERTÜRLÜ YOLU DENEMEKTEDİR.KORUMALARI ESKİ KGB ELEMANLARIDIR.TÜRKLERDEN YA DA KENDİ ÇEVRESİNDEN KİŞİLER BULUNMAMAKTADIR.EKÜMENLİK ,RUS SİYASETİNİNDE İŞİNE GELMEKTEDİR.BİZİM İÇ VE DIŞ SİYASET YETKİLİLERİ BENİM TABİRİMLE,”UYU UYU YAT UYU.”FÖRMÜLÜNÜ UYGULAMAKTADIRLAR.MUTLAKA BİRİLERİ TÜRK YASALARINI PATRİK BEY’E İYİCE ANLATMALIDIR.AKSİ TAKDİRDE ,LEGAL BİR TUTUM İÇİNDE ÜLKEMİZİ KÖTÜLEMEKTE,DEMOKRSİNİN OLMADIĞINI DÜNYAYA YAYMAKTADIR.RUM-PONTUS’UNDA İLLEGAL TAKİPÇİSİ OLDUĞU KANAATİNDEĞİZ.SAYGILARIMLA
bir araştırm yapıyorudum çok işimi gördü bu yazıda emeği geçenlere teşekkür ederim
neden fener rum patrikhanesinin ekümenligine karşısınız fener rum patrikhanesinin ekümen olması türkiye için çok yararlıdır kalben desteklyorum eger türkiye demokratik hukuk devleti ise fener patrikhanesinin ekümenligine destekvermeli ruhban okulu açılmalı açıldıgı zaman da ilk ögrencisiolmaktan gurur ve onur duyarım bir türk olaraktan fener rumpatrikhanesinin ekümen olmasını ruhban okulunun açılmasınıkalben destekliyorum saygılar
Fener Rum patrikhanesinin ekümen olmasına zinhar karşıyım.Adamların hayali zaten bu.Haydi destek veriyorum diyen arkadasa cevaben yazayım.Yunanistan’ın Türk bölgesinde bizde büyük bir cami yaparak özerklik isteyelim.İzin verirlermi.Temelini bile kazdırmazlar.Adamlar Türk müftüyü bile seçemezken neyin Ekümenikliği….
Köprülü Paşayı rahmetle anar ruhuna Fatihalar gönderiyorum…
Adamı sakalından kilisenin çanı na asarlar burası türkiye.Köprülüler bitmedi henüz,madem ki osmanlı torunuyuz…
selamlar.
Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 11 Ekim 2009
Sayın BAŞBAKAN;
Bugün tertiplediğiniz basın toplantısında, gazetecilerin sorusuna cevap olarak şu ifadeleri kullanmışsınız:
“AK Parti, 7 yıllık iktidarında heyecanını, hassasiyetini kaybetmedi. AK Parti, parti içi demokrasiyi en işleten bir partidir. AK Parti, ezberleri bozan bir rol üstlenmiştir, öncü rolünü sürdürüyor. AK Parti Türkiye’ye, ilkleri yaşatmıştır. Yedi yılda Türkiye’nin itibarını yükseltmiştir. Türkiye’yi yüceltmeye devam edeceğiz.
İktidarımız döneminde birçok engelle karşılaştık. Geri adım atmayacağız. Türkiye’nin kazanımlarını istikrara kavuşturmalıyız.
Açılım sürecinin içinden geçiyoruz. Bunun bir milli birlik projesi olduğunu söyledim. Bunu farklı yerlere çekme gayreti olanlar var. Başta terör olmak üzere bütün sorun alanları bunun içinde yer alıyor.
Azınlıkların dini grupların sorunları var. İşsizlikle ilgili sorunlar var. İnsanın var olduğu yerde sorunlar olacaktır. Bunları asgariye indirmenin yollarını arayacağız. Bu devletin projesidir, muhatabı da millettir.
Acele etmiyoruz, aslında geç kaldık. Bu sorunlara el atılmadı. Bu sorunlarla beraber mi yaşayacağız? AK Parti olarak yeni sürece hazırız.”
Türkiye’de olup, bitenleri yakından ve dikkatli biçimde izleyen bir vatandaş olarak merak ediyorum:
1-Heyecanınızı kaybetmediğinize inanmaktayım. Aksi olsaydı; bu kadar dolaşamaz ve her gün topluma yönelik demeçler veremezdiniz. Ancak; AKP’nin parti içi demokrasiyi en iyi işleten bir parti olduğuna inanmak zordur. Bu, yalnız partinize ait bir husus da değildir. Zîra; Türkiye, yürürlükteki Seçim ve Siyasî Partiler Kanunları sebebiyle, halkı dışlayarak ikinci seçmen konumuna düşüren ve siyasî parti liderlerini ilk ve son söz sahibi yapan ÇARPIK ve AZICIK bir DEMOKRASİ ile idare edilmektedir.
Gerçek olan bu fiilî durum sebebiyle; Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarını değiştirerek Türkiye’yi, tam anlamı ile HÜR VE DEMOKRAT bir ülke yapmayı düşünüyor musunuz?
2-Partiniz, hangi ezberleri bozmuştur ve öncü rolünü sürdürerek, Türkiye’ye hangi ilkleri yaşatmıştır? 7 yıl önce TÜRKİYE’NİN İTİBARI yok muydu? Sizden evvelki iktidarlar, Türkiye’yi yüceltmek için çalışmamışlar ve zillete mi mahkûm etmişlerdir?
3-İktidarınız döneminde hangi engellerle karşılaştınız ve “geri adım atmayacağız” dediğiniz adım nedir? “İstikrara kavuşturmalıyız” dediğiniz kazanımlar nelerdir?
4-İçinden geçtiğinizi ifade ettiğiniz açılımlar nelerdir? Önceleri, “Kürt açılımı”, sonraları “Demokratik açılım”, şimdi de, “Millî Birlik Projesi” olarak belirttiğiniz açılımların içeriği nedir? Açılımları, farklı yerlere çekme gayretinde olanlar kimlerdir? Terör sorunu, Türkiye’nin yarattığı bir sorun mudur?
5-Azınlıkların, dinî grupların hangi sorunları vardır? Bunların istekleri nelerdir ve nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz? Dikkatinizi çekmiş olmalıdır: Fener Rum Patrikhanesini ziyaret eden Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreo’ya; 1820’li yılların Patriği Grigoryos’un iz takipçisi günün Patriği Bartalemeo, “Başbakanımız.” diye hitap etmiştir. Patrikhanenin istekleri bellidir ve bilinmektedir. Bu istekler, devletimizin ve milletimizin projeleri olabilir mi?
Münasebet aldığı için kimsenin bilmediği ve bilenlerin az olduğu veya unuttuğu önemli bir hususu bilgilerinize ve takdirlerinize arz etmek istiyorum:
1950’li yılların başlarında günün Tarabya Metropoliti YAKOVOS, Türklüğe, İslâmiyet’e ağır hakaret içeren ve Hz. Peygamberimize “ZORBA”, Kur’an-ı Kerim’e de “ÇÖL KANUNU” diyen “NURLU UFUKLARA” adlı bir risale (kitapçık) yayınlayarak, İstanbul’da dağıttı. Yakovos, bu risalesinin bir bölümünde şu ifadeleri kullanmıştır:
“Türkler, Hristiyanlığı kabul etmedikleri sürece rahat yüzü görmeyeceklerdir. Bu gerçeği çok iyi bilen Fatih Sultan Mehmet hristiyanlığa meyilliydi ve hattâ, gizlice hristiyan olmuştu. Etrafından çekindiği, için hristiyan olduğunu açıklayamamıştı.”
Bu risalesi sebebiyle Yakovos, Türk vatandaşlığından çıkarılarak Türkiye’den kovulmuştu ve hiçbir surette Türkiye’ye girişine izin verilmemişti. Amerika’ya yerleşen Yakovos, orada da Türk ve İslâmiyet düşmanlığına devam etti. 1967 yılında patrik Atenagoras ölünce Amerika, Yakovos’ın, Fener Rum Patriği yapılmasını talep etti ve hattâ, Türkiye’ye dayattı. Demirel Hükümeti, direnerek, Amerika’nın bu isteğini reddetti.
Yakovos’ın Türkiye’ye giriş yasağı, 1989 yılında Turgut Özal tarafından kaldırıldı ve Türkiye’ye gelen YAKOVOS, devlet konuğu muamelesi gördü.
6-“Acele etmiyoruz, aslında geç kaldık. Bu sorunlara el atılmadı. Bu sorunlarla beraber mi yaşayacağız.” dediğiniz sorunlar nelerdir ve AKP olarak hangi yeni sürece hazırlanmaktasınız?
Bu soruları, kamuoyunun zihni karıştığı ve merak ettiği için sordum. Zihin karışıklığında ve merakında, kamuoyu haklıdır. Zîra; geçmişteki bazı olaylar, bu meraka ve zihin karışıklığına sebep olmaktadır. İşte bir örnek:
“ 16 yıl önce, yani 1993 yılında, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın Turgut Özal’ın cenazesine katılması sebebiyle, DEMİREL HÜKÜMETİ’nin Ermenistan politikası konusunda verilen GENSORU ÖNERGESİ sırasında, Refah Partisi adına söz alan Kayseri Milletvekili ve bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL, şu sözleri söylemişti:
“Hükümet, bu politikasıyla geleceğimizi, gerçekten ipotek altına almıştır. Ki; Ermenistan Cumhurbaşkanı cenaze merasimine katılma cesaretini göstermiştir.
Sizin nasıl bir uzlaşmacı olduğunuzu, Türkiye’nin menfaatlerinin sözkonusu olduğunda; sizin, şahin gibi davranamayacağınızı bildiği için, yüzünüzün ne kadar yumuşak olduğunu bildiği için cesaret bulmuş ve Türkiye’ye gelmiştir.
Siz Bana; bir ülke gösterin ki; kardeşlerimiz savaş halinde olacak, kardeşlerimiz katledilecek ve onlar katledilirken, “BUNUN MÜSEBBİBİ TÜRKİYE’DİR” diye demeçler verecek; o kardeşlerimiz katledilirken “AVRUPA’NIN HARİTALARI BELLİDİR, YERİNE OTURMUŞTUR. FAKAT, ORTADOĞU’NUN, ASYA’NIN HARİTALARI, NİHAÎ ŞEKLİNİ ALMAMIŞTIR.” diye açıklama yapacak. KARS’IN Ermenistan toprağı olduğunu iddia edecek. Bütün bunlardan sonra O ADAM, Türkiye’ye gelecek ve siz de, elini sıkacaksınız.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu konuşmayı yaptığı zaman, şu anda “tabanımız” olarak vasıflandırdığınız vatandaşlarımız, bu konuşmayı onaylamışlar ve takdir etmişlerdir. Bugün aynı insanların, farklı bir uygulama ve niyet gördükleri için zihinleri karışmış ve merakları artmıştır. Bu zihin karışıklığını ve merakı gidermek, hükümetinizin en önemli görevidir.
Sayın BAŞBAKAN;
Maruz kaldığımız İÇ VE DIŞ HUSUMETLER sebebiyle TÜRKİYE, sıkıntıda ve zordadır. Bu sıkıntı ve zorluklar, başkalarının hatırı ve dayatmalarına güvenerek çözülemez. Batı ülkeleri, Türkiye’nin üniter yapısına, birlik ve beraberliğine göz dikmişlerdir. Her istedikleri yerine getirildiği takdirde dahî, yeni isteklerle karşımıza çıkacaklardır. Kıbrıs, AB Avrupa Birliği ve Irak meselelerinde olduğu gibi, yeni istek ve dayatmalarla karşımıza çıkacaklardır. En sonunda da; Güneydoğu’da bir Kürt devletinin kurulmasına ve İstanbul’un uluslar arası bir yönetime bırakılmasına razı olun!” diyeceklerdir.
Bu sebeple; sorunların, iç siyaset malzemesi yapılmadan, hislere hitap edilmeden aklın, mantığın ve ilmin tahtında gündeme getirilmesinde zaruret vardır. Gerçek anlamdaki “Millî Birlik Projesi” de bu istikamette gerçekleştirilmelidir.
Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
Türkiyede SoN KaRaRı KiM veriyor?
http://www.turkcebilgi.com/kose-yazisi/13983/turkiyede-son-karari-kim-veriyor