247) TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-3

Yayin Tarihi 29 Mayıs, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

 

TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-3

(GÖÇEBELİĞİN OSMANLI DÖNEMİ)

image0011.gif

 

Orta Anadolu’daki Moğol baskısı ve Selçuklu şehzadelerinin kendi aralarındaki kargaşa, Bizans için batıdaki göçebe tehlikesini dayanılmaz boyutlara ulaştırıyordu. Argun ve Gazan Han zamanında Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri kesif bir biçimde Orta-Asya’dan Anadolu’ya ve Azerbaycan’a dolmaya devam etti. Anadolu’yu göçebe Türkmen beylikleriyle dolduran bu kargaşada, özellikle Bitinya’nın göçebeler tarafından işgalinin ardından Osman Beyin aşiretinin önlenemez yükselişi başladı.

Osmanlıların Türkmen göçleri sırasında Anadolu’ya geldikleri, Moğol istilasıyla birlikte daha batıya çekilen Türkmenlerin yoğun göç ve gaza faaliyetleri sonucunda da devletin oluştuğu bir gerçektir. Yine kaynaklarda olayların betimlenişi göstermektedir ki, uç bölgelerindeki beyliklerde olduğu gibi, Osmanlı Beyliği’nde de başlangıçta çok canlı bir konar-göçer yaşamı sürmektedir. Yaylak-kışlak hayatı, konar-göçerlere mahsus mamulatın temel ekonomik kaynak olması, kadınların toplumsal rolleri başta olmak üzere anlatılan gelenek ve görenekler, ilk Osmanlı padişahlarının bağlı oldukları hükümdarlık ananeleri ve yaşantıları, askeri ve dini örgütlerin içeriği bariz bir konar-göçer hayatını gözler önüne sermektedir. Kısacası Osmanlılar da göçebeydiler; Bizanslılar onlarla uğraşabilmek için Katalan paralı askerler getirmişti. Katalanlar, 1303′lerde Kyzikos çevresine akın yapan, aileleri ile birlikte seyahat eden, atlıları piyadelerinden fazla olan binlerce göçebeyi görünce şaşkınlıklarını tarihe kaydetmek zorunda kaldılar. Osmanlı ordusu, ancak Orhan Bey zamanında yerleşikliğe geçmeye başladı ama 1330′lar da hala göçebelik sürüyordu. Zira o tarihte Orhan Bey oğullarından birini koyunları otlatmakla görevlendirmişti ve İbni Haldun’un yazdığına göre; Bursa’yı başkent ilan eden Orhan Bey, kentin eteklerindeki çadırında kalmayı sürdürdü.

Bu arada yeniden yerleşiklik sorununa gelecek olursak: Anadolu’daki ilk Türkmen iskanlarının, büyük aileler halinde Orta Asya’dan göç eden Türk boylarının, Bizanslılardan, ya da yerli halklardan boşalan veya boşaltılan kent ve köylere kondurulmalarıyla gerçekleştirildiğini söylemiştik. Türk akınları sırasında Bizans – Anadolu kentlerinin nasıl bir fiziksel değişime uğradığı konusunda çeşitli varsayımlar ileri sürülmektedir. Kentlerde Türkler tarafından yapılan dinsel ya da sivil işlevli yapıların sergilediği yüksek inşaat kalitesi, plan çözümleri ve mimari bezeme anlayışı, bunların büyük bir olasılıkla akıncılarla birlikte, ya da hemen sonra boy göçleriyle gelen, İran ve Orta Asya kent kökenli mimarlar gözetiminde yerel işçilerce yapılmış olabileceklerini düşündürmektedir. Ancak, klasik çağ Anadolu kentinin düzgün ızgara plan şemalarına karşılık Türklerle gelen kentleşme anlayışı daha homojen, topografyanın gereklerine uygun ve zaman içinde gelişen bir yerleşme düzenini yansıtmıştır. Örneğin, Osmanlıların ilk yıllarında Bursa kalesinin alınması ve zaman içinde bu kentin ilk Osmanlı başkenti olarak gelişmesi, bu anlayışa ilginç bir örnek oluşturmaktadır.

Ancak bir imparatorluk at sırtında zapt edilebilir ama at sırtında yönetilemezdi. Yönetim için yerleşim, düzenli vergi alınacak bir tebaa ve uygar-kentli sivil memurlar gerekiyordu. Gereken yapılmakta gecikilmedi. Osmanlılar, giderek göçebelikle bağlarını kopardılar, göçebelerin çıkarları onları ilgilendirmemeye başladı. Göçebelerin yerleştirilmesi ana hedef haline geldi, bu nedenle onları tebaa statüsüne getirmek için ağır vergiler kondu. Göçebeleri yerleşik hale getirebilmek, çadırlarını bozdurabilmek için ardı ardınca vilayet kanunları çıkartıldı. Timur’un Osmanlılara karşı elde ettiği 1402 zaferi göçebelere bir soluk alma şansı vermişti ancak Timur askerlerini Anadolu’dan çektikten sonra, Osmanlılar kayıplarını acımasızca telafi ettiler.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin talihi, esasen Fatih devrinde döndü. Tıpkı Selçuklu payitahtı gibi Osmanlı yöneticileri de Türk ve Türkmenlere düşman kesildiler, bu isimler hakaret olarak kullanılmaya başlandı. Çandarlı Kara Halil Paşa yerine Rum Mehmet Paşalar, Zağanos Paşalar kaim oldu. Fatih’in hocası Akşemseddin’in yazdığı bir mektupta, Fatih’i “…amma Türkman’dan gafil olmayasız. Anın da ipin salıvermeyisiz, bilmiş olasız” diye uyarması payitahtta gelişen Türk düşmanlığının tipik bir işaretiydi. II. Bayezıd’ın göçebe bağımsızlığını önlemek üzere yaptığı düzenlemeler, I. Selim tarafından acımasızca uygulanacaktı. Ancak göçebeler, daha dün seçimle işbaşına getirdikleri beylerin payitahta yerleştikten sonra nasıl böyle birdenbire kendisine yabancılaşmış hükümdara dönüştüğünü anlayamadılar; bu düzenlemeleri benimsemediler; giderek bir sorun kaynağı haline geldiler, ayaklandılar, Sultanlarını terk ederek kendilerine Şah aradılar.

Yörük-Türkmen boyları, bu kez gerisin geriye Şahlarına doğru göçe koyuldular. 1499′da Erzincan’da Ustacalu, Karamanlı, Rumlu, Tekeli, Zülkadir, Afşar ve Varsak aşiretleri Şah İsmail’e katıldılar. Beyazıd 1502′de Safevi destekçilerini sadece güney batı Anadolu’daki Teke ve Hamid’ten değil, platonun başka yerlerinden de çıkararak Koron ve Modon’a sürdü, 1507-1508 de Safevi mevkilerine geçişi önlemek için doğu sınır bölgelerini kapatmaya çalıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş devrinde Anadolu’dan Rumeli’ye olan göçlerin devlet eliyle yapılanları taltif makamında idi. Henüz devlet için bir gaile değillerdi. Yönetici kesim de gene Türkmenlerdendi. Oysa sözünü ettiğimiz bu sonraki göçler ise, sürgün mahiyetindeydi. Kızılbaş Türkmen aşiretlerinden devlete başkaldırması muhtemel olanlar Rumeli’ye sürülmeye başladılar.

Tüm bu süreç boyunca “Türk” sözcüğü Osmanlı kaynaklarında giderek değer yitirmeyi sürdürdü, “etrak-i bi idrak” haline geldi; Beyazıd’ın veziriazamının da öldürüldüğü Şahkulu ayaklanması bastırıldı. İran Safevileri, 16. yüzyılda Osmanlı ile savaşa tutuştuğunda İran güçleri büyük ölçüde Türklerden, Osmanlı ordusu ise büyük ölçüde Balkan halklarından oluşuyordu. Safevi süvari birliği, Çaldıran’da Osmanlı top ateşi karşısında dağıldı, Anadolu göçebelerinin başarısız Mesihleri ile aralarındaki sıkı bağlar artık kopmuştu. Arkalarında Şah’ın desteği olmayan göçebelerle ilgili iskan kanunnamelerini uygulamak, onları yerleşik hayata zorlamak çok daha kolaydı. Ama yine de tam başarı sağlandığı söylenemezdi. Örneğin 1830′lu yıllarda bölgeden geçen Batılı gözlemciler, Konya-Karaman ovası, çadırlarda oturan, at yetiştiren Yörüklerle dolu olduğunu yazdılar. 1904′de aynı bölgeye gelen başka Batılı bir gözlemci, Akşehir yakınlarında Sultan Dağı göçebelerin ancak kısmen yerleşebildiklerine, sadece yazları çadırlarda kaldıklarına ve kendilerine Yörük demeye devam ettiklerine tanık olmuştur.

Doç. Dr. Erol Göka

 

Paylaş:

Yorumlar

“247) TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-3” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Samet Acar yorum tarihi 13 Haziran, 2008 12:19

    TÜRKLER YURT İÇİNDE BİLE GÖÇEBELİK YAPMAKTADIR.GÖÇEBE BİR YAŞAM YÖRÜK TÜRKLERİNDE DEVAM ETMEKTEDİR.COĞRAFİYAYI DAHA İYİ TANIMAKTADIRLAR.

Yorum yap