245) KAYNAKLAR VE İHTİYAÇLAR İÇİNDE SUYUN ÖNEMİ

Yayin Tarihi 7 Eylül, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

Kaynaklar ve İhtiyaçlar İçinde Suyun Önemi

Dünya nüfusunun yaklaşık 6 milyara ulaştığı, bunun, bir milyarının yaşama standartlarının olmasına karşılık kalan kısmının giderek yoksullaşmakta olduğu, mevcut kaynakların ise, gelişmiş ülkelerin kontrolünde bulunduğu çeşitli yorumlarda ifade edilmektedir.

Gelişmiş olan ülkelerin başında yer alan ABD’nin ham madde kaynaklarına olan ihtiyaçları örnek olarak ana hatları ile ifade edildiğinde,

Tüketmekte olduğu demirin %34’ünü, Boksitin %88’ini, nikelin %92’sini, manganezin %99’unu, kromun %100’ünü, tungustenin %25’ini, bakırın %21’ini, Çinkonun %24’ünü, kurşunun %28’ini, kalayın %66’ını, tabii kaucuk ve tropik ürünlerin %100’ünü, şekerin %40’ını ithal etmektedir.[1]

Dünya nüfusunun %4,5 oluşturan ABD, %26’i petrol olmak üzere, dünya kaynaklarının ortalama %30 yakın bir bölümünü kullanmaktadır. Aynı şekilde AB’de gelişmiş ekonomisi ile, ABD’den sonra da, Japonya gibi gelişmiş ekonomiler de aynı şekilde muhtelif kaynaklara artan biçimde ihtiyaç duymaktadır.

ABD’i tek kutuplu dünya stratejisinde dolar kontrollü küresel etkinliğini sürdürebilmek aynı zamanda, EKONOMİK, POLİTİK, ASKERİ, KÜLTÜREL VE YÜKSEK TEKNOLOJİK GÜÇ parametrelerinin sürekliliğini sağlayabilmek için, küresel düzeyde ihtiyaç duyulan kaynakları da denetiminde tutmak durumundadır.

Politik hedefleri içinde ABD’nin yaklaşımları hatırlandığında,

· Dünya enerji kaynaklarının kontrolü,

· Dünya su kaynaklarının kontrolü,

· Dünya haberleşme sistemlerinin kontrolü,

· Liberal ekonomi modeli içinde sermaye akışlarının sağlanması için, demokratik siyasal yapılara destek verilmesi,

· Terörizme karşı ittifaklar içinde ortak eylem stratejilerine destek verilmesini ön görmektedir.

ABD’in soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra ağırlıklı olarak görüntüye gelen uygulamalarına dikkat edildiğinde, dünya enerji kaynaklarının çoğunda kontrolü sağlanmıştır. National Security Agency (NSA) aracılığı ve Echelon sistemleri ile de, küresel düzeyde dünya haberleşme araçlarını kontrol etmekte olduğu, Demokrasiye geçmemiş ülkelerde olaylara destek vererek bu ülkeleri de liberal ekonomiye dahil etmek amacıyla hedefleri içine almakta bulunduğu, küresel düzeyde ortaya çıkmakta veya çıkarılmakta olan terörist eylemlere karşı ise harekete geçtiği güncel olaylarda izlenmektedir.

İfade edilen hususlar dışında konunun “SU” ile ilgili cephesine gelindiğinde ve olaya gene küresel düzeyde bakıldığında, bu kaynağın da,dünya ihtiyaçları içindeki öneminin her geçen gün artmakta bulunduğu, birçok çevrede dikkate sunulmaktadır.

Gezegenimizin 2/3’ünü kaplamakta olan denizlerin çeşitli nedenlerden dolayı giderek kirlenmeleri de ekosistemde ortaya çıkan tehlikeler içindedir. Denizlerdeki kirlenmelerin endüstriyel atıklardan başka, çeşitli kimyasal döküntülerin de katılmasıyla mevcut tehlikenin boyutlarını büyütmektedir.

Denizlere akan kirletici maddelerin; %10’u deniz taşımacılığından, %10’u sıvı sanayi atıklarından, %5’i petrol platformlarından, %5’i çeşitli katı atıklardan, %30’u kanalizasyonlardan, %20’i tarım ilaçlarından, %20’i de hava kirletici maddelerden oluşmaktadır.[2]

Dünyanın dört bir yanında insanlar suyla ilgili sorunlar yaşamaktadır. Dünya nüfusunun 1/3’ü, mevcut kaynakların, su talebini karşılayamadığı ülkelerde yaşam mücadelesi vermektedir. Bir milyarı aşkın insan temiz içme suyu bulamamaktadır. Bu sayının önümüzdeki 25 yılda nüfus artışıyla birlikte daha da katlanacağı tahmin edilmektedir. Sorunun, su kaynaklarının tükenmesinden ziyade, yeryüzünü kaplayan suların geri dönüşüm sayesinde milyonlarca yıldan beri su miktarının değişmediği de dikkate alındığında, konunun, göllere, nehir ya da yer altı sularına karışan kimyasal atıkların içilebilir suları giderek kirletmesi ile bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır.

“Mevcut tatlı su kaynaklarına göre,%68.7’in buzulların, %31,1’i yer altı sularının %0.8’in permafrost, %0.4’ünün de yer üstü ve atmosfer sularının oluşturduğu görülüyor”; “Yer üstü ve atmosfer sularının dağılımına göre, %67.4’ü tatlı su göllerinin, %12,2’i toprak rutubetinin, %9.5 atmosferin, %8.5 sulak alanların, %1.6’nı ırmakların, %0.8 kadarının da biota oldukları anlaşılıyor”; “ Çekilen sularla ilgili olarak, %69 tarıma, %21 sanayi alanlarına, %10 da ev kullanımında tasarruf edildiği görülüyor”; Coğrafyanın sağladığı imkanlara göre su kaynaklarının genel dağılımı ise, %97,5’in tuzlu su alanları, %2.5 de tatlı su kaynakları oluşturuyor”[3]    

İfade edilen değerlerden de anlaşıldığı üzere, insanlığın kullanabilir tatlı su kaynaklarının coğrafyanın geneline göre, sınırlı değerler ifade ettiği anlaşılmaktadır. Dünyada yaşayan ve yoksulluk sınırında bulunan 48 ülkenin nüfuslarının önümüzdeki 50 yıl içinde en az üçe katlanacağı da analiz içeriğinde yer almaktadır.

Dünyada halen 25 ülkede büyük su sıkıntısı yaşanıyor. Önümüzdeki yıllarda bunun artacağına kesin gözüyle bakılıyor. Günümüzde kişi başına 7 bin 250 metreküp olan elde edilebilir su miktarının 2025 yılında 4 bin 800 metreküpe düşeceğine dikkat çekiliyor.[4]

Genel durum içersinde yukarıda ifade edilen değerler dikkate alınarak, konu Türkiye’nin su ihtiyacına göre analiz edildiğinde ise, farklı değerlendirmeler içinde aşağıdaki hususlar görüntüye gelmektedir.

Türkiye’de nüfus artışından dolayı kişi başına düşen içilebilir su miktarında görülen azalma yıllara göre şu şekilde olmuştur:

· 1955 yılında 8509 m3 olmuştur.

· 1990 yılında 3626 m3 olmuştur.

· 2025 yılında 2186 m3 olacağı tahmin edilmektedir.[5]

4/8 Ekim 1993 tarihleri arasında Devlet Bakanı Mehmet GÖLHAN ise, Orta Doğu’da işbirliği ve Kalkınmanın Bir Unsuru olarak SU adlı konuşmasında, Türkiye’de kişi başına düşen su düzeyinin 2000 yılında 2500m3, 2010 yılında ise 2000m3 ineceğini söylemiştir.[6]

Her iki rakam grubu İsveçli Hidrolojist Malin FALKENMARK’ın yeterli su miktarı olarak literatüre dahil ettiği 10000m3 miktarının oldukça altında kalmaktadır.[7]

Türkiye’nin coğrafi imkanlarına bakıldığında, baraj gölleri hariç su kaynağı olarak kullanabileceği irili ufaklı 60 civarında göle sahip bulunduğu görülür. Baraj göllerinin sayısı ise 72 civarındadır. Nehir havzalarının sayısı 26 olup, küçük akarsular değerlendirmeye dahil değildir. Türkiye’de yıllık ortalama yağış 642 mm.dir. Fırat ve Dicle nehirleri yüzey sularının 1/3 oluşturmaktadır. Toplam yıllık yer altı suyu potansiyelinin 10.000km3 olabileceği tahmin edilmektedir.[8]

Çeşitli ülkelerde sınır aşan sular nedeniyle ihtilaf nedeni olanların genel dökümü ise şu şekilde görülmektedir:

· Hindistan ile Bangladeş arasında Ganj Nehri dolayısıyla,

· ABD ile, Meksika arasında Rio Grande nehri nedeniyle,

· Guatemela ile Meksika arasında Usumacinte,Suchiate ve Grijalva nehirlerinden doğan sorunlar nedeniyle,

· Lesotho Krallığı ile, Güney Afrika Cumhuriyeti arasında, Senqu Oranj sularından ötürü,

· Swaziland ile Güney Afrika Cumhuriyeti arasında Komati nehri nedeniyle sorunlar olmuş, anlaşmalar ve protokollar ile suların kullanımı ve paylaşımları esasa bağlanmıştır.[9]

           

Türkiye ile ilgili olarak sınır aşan sular nedeniyle ihtilafa neden olan veya olabilecek durumda bulunanlar ise şu şekildedir:

· Türkiye ile Yunanistan arasında, Meriç nehri nedeniyle,

· Türkiye ile Bulgaristan arasında Meriç ve Tunca nehirleri nedeniyle,

· Türkiye ile, Gürcistan, Ermenistan ve Nahcivan arasında ayrı ayrı “Çoruh, Posof çayı, Kura Nehri, Arpaçay, Aras Nehri” nedeniyle,

· Türkiye ve İran arasında, Aras, Sarısu, Karasu nedeniyle,

· Türkiye ve Irak arasında Dicle ve Fırat Nehirleri nedeniyle,

· Türkiye ve Suriye arasında, Fırat, Asi Nehri, Afrin, çağçay suyu ve Kuveik suyu nedeniyle zaman zaman ihtilaflar olmuş ve anlaşmalara bağlanmıştır.[10]

        

Görüldüğü üzere,Türkiye’nin coğrafi konumu itibariyle, ihtilaf alanları içinde sınır aşan suların da hiçbir ülkede olmadığı şekilde çok geniş bir periferi bulunmaktadır. Bu da ülke güvenliği ile ilgili sorunlar arasında dikkate alınması gereken ayrı ve önemli bir diğer faktördür.

         

Kullanılabilir su kaynaklarındaki kirlenmeler dikkate alındığında, Orta Doğu’da bol su kaynaklarına sahip tek ülke olarak Türkiye, stratejik bakımdan kuvvetli bir konuma sahip olmaktadır. Bölge nehirlerinin büyük çoğunluğu Türkiye’den doğmakta ve bu da Türkiye’ye kaynaklar üzerinde etkili bir kontrol sağlama olanağı vermektedir.[11]

         

Seyhan ve Ceyhan nehirlerinden akan su miktarı ortalama günde 39 milyon m3 olup, bunun 23 milyon m3 kullanılmakta, 16 milyon m3 denize dökülmektedir.[12]

         

Arap ülkelerinin yüzeydeki su kaynaklarının toplamı 296 milyar m3. Yer altı su kaynakları 43 milyar m3 tahmin edilmektedir. Bilinen yer altı havzalarının tahmini toplamı da 7.723 milyar m3 olarak varsayılmaktadır. 1991 yılı itibariyle bölgenin kişi başına yıllık payı 1550m3 olmuşken, 2000 yılında bu rakam 1200m3 civarına düşmüştür.[13]

         

Türkiye’nin yıllık ortalama su potansiyeli 196 milyar m3 olarak hesaplanmıştır. 2010 yılında bir diğer görüşe göre Türkiye’de kişi başına 2000m3 suyun düşeceği var sayılmaktadır.[14]

         

Suriye’nin, Fırat üzerinden saniyede 500m3 su alması kararlaştırılmış durumdadır, bunun %58 Irak’a bırakılacaktır, bu faraziyeye göre hesaplanan su potansiyeli, 21,64 milyar m3/yıl olarak hesaplanmaktadır. Kişi başına düşen su ise “çeşitli kaynaklara göre” 1800 ile 3000 m3/yıl olarak değerlendirilmektedir.[15]

         

Yaklaşık 80 milyar m3/yıl su potansiyeli olan Irak’ın, kişi başına düşen 5500 m3/yıl su kapasitesi ile bölgenin su kaynakları bakımından zengin bir ülke olmasını gerektirmektedir.[16]

         

Dicle nehrinin toplam yıllık ortalama doğal akım miktarı “48.67” milyar m3 Bu potansiyelin %52. Türkiye’de oluşmaktadır.[17]

         

Fırat ve Dicle Havzalarının yıllık ortalama toplam potansiyeli 85.26 milyar m3. Bu potansiyelin 56.60 milyar m3’ü Türkiye sınırları içinde oluşmakta olup, müşterek havzanın %67’ni teşkil etmektedir..Buna mukabil Türkiye, Fırat havzasından 14.60 milyar m3, Dicle Havzasından da 8.20 milyar m3 olmak üzere, toplam yılda ortalama 22.80 milyar m3 su kullanmak durumunda görülmektedir.[18]

         

Görüldüğü üzere Türkiye uluslar arası sözleşmelerden doğan vecibelerini yerine getirerek kendi topraklarından çıkan suların tasarrufunda komşuluk ilişkilerini gözetmektedir. Ancak küresel sorunlar dikkate alındığında, kullanılabilir su kaynaklarındaki daimi kirlenme ve artan ihtiyaçlarla, kaynaklar arasındaki ilişkide, ters orantılı bir durum devam etmektedir. Orta Doğu’daki su sorunu ile ilgili yorumlar içinde konunun ileriye yönelik hassasiyetine yer verilmekte olduğu da izlenmektedir!…

“Su Savaşları” kitabının yazarları John Bulloch ve Adel Darwısh’in tespitlerine göre, Arap ülkelerine ulaşan suların %85’nin Arap olmayan ülkelerden gelmesidir. Bulloch ve Darwısh kitaplarında, bilim adamlarına göre 2000 yılında pek çok ülkenin 1975’de sahip oldukları suyun yarısına sahip olacaklarını, ama su ihtiyacının iki katı artacağını hesaplamaktadırlar. Kısıtlı su kaynaklarıyla Orta Doğu’da durum pek çok yerden daha kötü olacağı tahmin edilmektedir. 1989’da bölgenin toplam nüfusu 314 milyon, büyüme oranı %2.8 iken, bu rakam 2000 yılında 400 milyonu geçmiştir. 25 yıl sonra ise iki katına çıkacaktır. Sadece bu rakam bile bir krizi göstermektedir. Bunun yanı sıra, israf, milli çıkarlar için geleneksel çatışmalar, kentleşme ve sanayileşme söz konusu krizin tahminlerden önde geleceğine işaret etmektedir. Bir kriz noktasına varılacağı şimdiden kesindir ve bilim adamları bunun zamanını hesaplamışlardır. 2050 yılı demektedirler.[19]

          

Farklı bakış açıları içinde yapılan değerlendirmelerin ve rakamsal değerlerin, birbirine yakın sonuçlar verdiği görülmektedir… Türkiye’nin GAP yatırımlarını gerçekleştirmesini takip eden süreçte, terör eylemlerinin giderek hız kazandığı zaman aralığının suya yatırım yapıldığı dönemle örtüştüğü de hatırlanacaktır…

         

Olaylara tekrar genel hatları ile bakıldığında, yukarıda da ifade edildiği üzere, KAYNAKLAR VE İHTİYAÇLAR yalnız bölge ülkelerinin değil, ESAS OLARAK KÜRESEL GÜÇLERİN POLİTİK HEDEFLERİNDE YER ALMAYA BAŞLAMIŞTIR.

SU FAKTÖRÜ DE enerji ve diğer ham madde kaynakları gibi bu politik hedeflerin başında bulunmaktadır…

          

Amerikan ve Avrupa şirketlerinin önümüzdeki on-onbeş yıl içinde su kaynaklarının %65 / 70’ni ele geçirmeleri ön görülmektedir. Şirketler bu işi Dünya Bankası ile birlikte yürütmektedir. Su işletmecisinin Türkiye’nin siyasal arenasında dolaşan hareketçilerle ne işi var dememek gerekiyor… Açık toplumlaşan her ülkede başta enerji, maden ve su işletmeleri yabancıların eline geçmektedir. Türkiye’de de İzmit, Bursa, Antalya gibi kentlerin su işletmeleri yabancıların eline geçmiştir. Bir örnek olarak Güney Amerika ülkelerinden Bolivya’da su işletmesi ABD’li şirketlerin eline geçmişti Şirketlerin sermaye getirerek işletmeleri yenileyeceği propagandasıyla bu devirin sonunda görüldü ki, şirketler Bolivya’ya sermaye transferi yapmamışlardı. İşletmeyi sürdürebilmek için de birdenbire suya %30 zam yaptılar. Bolivya’da halk ayaklandı ve güvenlik güçleriyle yer yer çatışmalar oldu… Türkiye’deyse Belediyelere yerleştirilen özerkleşme ve özelleştirme felsefesiyle kentlerin su işletmeleri Batı Kartellerinin eline geçmektedir… Örneğin İngiliz-Alman ( RWE AG) şirketi Thames Water İzmit su işletmesini ele geçirmiştir. Thames 46 ülkede 51 milyon müşteriye sahiptir. İzmit su işletmesi ise dünyada özelleştirilen en büyük işletme olarak görülmekte ve 2020 yılına dek müşteri sayısının 600.000’den 1.600.000 ulaşacağı sanılmaktadır. Thames’in örgütsel ilişkileri Water partnership Councill, Water Aid, Business Partners for Development, Water and Sanitation Cluster, World Panel on Water İnfrastucture Financing, İnternational Water Association Dünya Bankası ile sıkı ilişkiler sonucunda,banka ülkede ya da kentle kendi koşulu olarak işletmelerin özelleştirilmesini dayatıyor ve şirket arkadan geliyor. Bu arada işin içine bankerler ve para oyuncuları da karışmış oluyor.[20]

         

Genel manzara içinde ve güncel olaylar kapsamında, mahalli idareler yasası ile, merkezin vesayet yetkisinin daraltılması veya tamamen kaldırılması söz konusu olması durumunda, muhtemel gelişmelerin neler olabileceğinin, yukarıdaki örneğe göre değerlendirilmesi mümkündür. Bu bağlamda, Türkiye’nin yakın gelecekte neler ile karşılaşabileceğini de tahmin etmek hiç de zor görünmemektedir!….  

DARALAN KAYNAKLAR İLE ARTAN İHTİYAÇLARIN durumu doğru analiz edilmeden aceleci kararların sonuçları ülkeye ve topluma büyük yükler getirebilecektir!.. Olaylara iyi niyetle yaklaşırken, uluslar arası konjonktürdeki çıkar çatışmalarının da iyi hesaplanmaları ve özellikle büyük güçlerin POLİTİK HEDEFLERİNİN çok iyi tahlil edilmeleri gerekmektedir.

Av. Ergun ÖZGEN


 


[1] Claude Julien, “Amerikan İmparatorluğu”, sf.279.

[2] National Geographic, Türkiye Eylül 2002 Eki.

[3] National Geographic, Türkiye Eylül 2002 Eki.

[4] Cumhuriyet, 25 Mart 2004.

[5] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak. Yay., sf.41.

[6] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak.Yay., sf.41.

[7] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak.Yay., sf.41.

[8] Mehmet GÖLHAN, Devlet Bakanı, Ankara Su Konferansı Ayna, s.2, sf.64.

[9] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak. Yay., sf.53/56.

[10] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak. Yay., sf.58/66.

[11] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak. Yay., sf.71.

[12] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak.Yay., sf.81.

[13] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak.Yay., sf.88.

[14] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak.Yay., sf.91.

[15] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak.Yay., sf 91.

[16] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak. Yay., sf. 92.

[17] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak. Yay., sf. 93.

[18] Yeni Bir Hidrostrateji, Harp Ak. Yay., sf. 94.

[19] 10 Ocak 1996, Türkiye Gazetesi.

[20] “Sivil Örümceğin Ağında”, Mustafa Yıldırım, sf.198.

Paylaş:

Yorumlar

“245) KAYNAKLAR VE İHTİYAÇLAR İÇİNDE SUYUN ÖNEMİ” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. DİDAR YUNA yorum tarihi 23 Ekim, 2008 16:43

    SUYUN KONTROLÜNÜDE ANLATSALAR ÇOK İYİ OLUR HİÇ BIYERDE YOK

Yorum yap