221) 9 EYLÜL-EGE’NİN KURTULUŞU VE SONRASI
Yayin Tarihi 14 Mayıs, 2008
Kategori TÜRK DÜNYASI
9 Eylül–Ege’nin Kurtuluşu ve Sonrası
Batı Anadolu, Yunan Kuvvetleri çekilirken, çok büyük kayıplara uğradı. Dünyada hiçbir Orduda mevcut bulunmamasına rağmen, Çekilen Yunan birliklerinde daha önceden oluşturulmuş olan özel “yakma ekipleri” bu dönemde en başarılı Yunan askerleri olarak faaliyet gösterdiler. Deniz’e kadar bütün Türk şehir ve kasabaları büyük bir soykırıma uğratıldı ve yakıldı. Uygulanan taktikler hep aynı idi. Şehir veya kasaba Yunan ve yerli Rum askerleri ile kuşatılıyor, orada yaşayan gayrimüslimler tahliye ediliyor. Türkler Cami, samanlık, okul gibi kapalı yerlerde toplanıyor veya evlerinden çıkmama talimatı alıyor, askerler /çeteler evlere dalıp altın, gümüş ve namus gibi değerlerden istediklerini alıyor ve evleri gaz dökerek tutuşturuyorlardı. Şehirden çıkmak isteyenler kurşunlanıyor ve alevler içinde kalmaya zorlanıyordu.
İzmir’e Mustafa Kemal Paşa ile röportaj yapmak için gelmiş olan ve orada bulunan gazeteci ve yazarlardan Halide Edip (Adıvar) Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Ruşen Eşref (Ünaydın), Asım Us ve Falih Rıfkı (Atay) İstanbul’a dönüşlerini Batı Anadolu üzerinden Bursa’ya doğru yaptılar ve gördükleri yıkım ve felaketleri “İzmir’den Bursa’ya” adlı bir kitapta topladılar. Falih Rıfkı Atay’ın izlenimlerinden bir bölüm şöyledir:
“Henüz çürümeyen cesetler ve neredeyse henüz tüten yangınlar içinden geçiyorduk. Yanıp külleri savrulan Manisa’ya, cetlerimizin şehrine iki eli böğründe bakakaldık. Yunanlılar çekilişlerinde yok edici bir Tahrip yapmışlardı. Yanmayanlar, vakit bulup da yakamadıkları, yaşayanlar fırsat bulup da öldüremedikleri idi. İki millet arasında yalnız birinin arta kalacağı bir boğazlaşma geçmiş olduğunu görüyorduk. Yunanlılar Batı Anadolu’yu Türkler için oturulmaz bir çöle çevirmek istemişlerdi…”(1)
Tahmin edileceği gibi batılı yazar ve gazeteciler bu olaylara asla temas etmemekte, dikkatleri Yunan kaçışı ve İzmir Yangını üzerine yoğunlaştırmaktaydılar. “İzmir yangınını kim, niçin çıkarmıştır” sorusu yıllarca tartışıldı. (2) Richart Reinhart, İzmir’in külleri adlı romanında olayların arifesinde Ermenilerin durumunu şöyle anlatıyor:
“Ermeniler, dehşet içinde. Ermeniler el bombaları ve asit şişeleriyle silahlı İzmir’e dolmuşlardı. Cepleri mermi doluydu, Siyahlar giyinmiş Ermeni kadınları dinamit taşıyor, erkek çocuklar duvarların dibine gaz yağı tenekelerini yerleştiriyorlardı. Kırmızı kukuletalı Şeytan söylevine devam etti.
-Kalemiz burası bizim. Hz.İsa’nın kılıcı koruyacak bizi. Bizleri buradan atmağa kalkacak olurlarsa bizlerle birlikte onlar da yanacaklar.
ve kalabalık: “Yakacağız onları! Yakacağız” diye tekrarladı.“(3)
Ereskoviç adındaki bir gözlemcinin anılarından naklen Mustafa Turan yangın olayını şu şekilde anlatmaktadır.
“Büyük yangın, 13 Eylül 1922 sabahı Ermeni mahallesinden çıkmıştır. Ermeni kilisesi yakınındaki bir evden çıkan yangın hızla yayılmıştır. Aynı zamanda Ermeni kilisesinde de yangın çıkmış, bunu Basmahanedeki bir Ermeni’nin evinde çıkan yangın, sonra da Soğukçeşme karşısındaki diğer bir Ermeni’nin evinde çıkan yangın izlemiştir. Bu sırada Ermeni mahallesinin en az 25 yerinde yangın çıkmıştır. İtfaiye ekipleri, Asya Dimitri mahallesindeki evlerin korunmasına çalıştıkları sırada Peştemalcıbaşı’nda yangın çıkmış ve şehrin her tarafını sarmıştır.” (4)
Olayda Ermenilerin ilişkisini belirleyen önemli bir başka husus
“İtfaiye birliklerinin çalışmasını engellemek için birçok Ermeni’nin itfaiye birliklerinin üzerine ateş açmasıdır.” (5)
Biz İzmir yangınını sadece “bütün ümitleri tükenmiş ve ülkeden kaçmaya hazırlanan” Ermenilerin geride işe yarar hiçbir şey bırakmama arzusu sonucuna bağlamak istemiyor, aynı amacı taşıyan işgalci Yunan Gücü’nün oynadığı son perde –yıkım operasyonunun bir parçası olduğuna inanıyoruz. Aşağıdaki satırlar, 9 Eylül’den kısa bir süre sonra İzmir’e gelen ve oradan da Ankara’ya kadar gidip, liderlerle görüşen bir İngiliz gazete, muhabiri Grace Mary Ellison’un anılarından alınmıştır.
“Manisa’daki 14.000 evden 13.000′i yanmış, 1.000 kadar sağlam ev kalmış, Alaşehir’de 4.800 evden sadece 100 kadar evin kaldığı görülüyordu.”(6)
Camilere doldurulup yakılmış insanları gördükçe bayan Ellison isyan eder:
“Fransa‘da buna benzer yıkılmış yerlerin bulunacağını bana iddia edemezsiniz. Ben, Fransa‘nın savaş sırasında her yerini gezdim. Orada insanlar bir köy yıkılmışsa ötekine göç edebiliyorlardı. Evet, Almanlar da orada çok yıkım yaptılar, bunu küçümsemiyorum. Ama onlar hiçbir zaman kadınları ve çocukları ateşe vermek için kiliseye sokmadılar. Köylerin toptan yakılması, davarların öldürülmesi, normal savaş kurallarından sayılmamalı. Kadınların boğazlarının kesilmesi, Yunanlıları uygarlığın çok dışına çıkarmıştır.“ (7)
İngiliz gazeteci, bu vahşet haberlerinin batı basınına duyurulmamasından, sansürden de şikâyetçidir. Ankara’dan Bursa’ya gelirken yanında bir Amerikalı gazeteci ile yolda gördükleri karşısında kızgınlığa kapılırlar.
“Arabamız geçtiğimiz köylerdeki yıkıntılardan, Yunanlıların barbarlığından söz ederken arkadaşımın sıkıntıları patlama derecesine geliyordu. “Biz dürüst davranmadık” diye bağırdı. “Ben ne Yunanlıyım, ne de Türk taraflısıyım. Ve şu anda Hıristiyanlıkla da işim yok. Fakat bu gördüklerimiz hakkında ses çıkartmayışımızı, anlayamıyorum. Siz ve ben acele edelim. Bir değişiklik olarak biraz gerçeği yazalım!” Ona bir şeyler yapılmasına, hiç olmazsa Ankara hakkında gerçeklerin biraz bilinmesine boşuna çalıştığımı söyledim. Eğer yazılarımda Yunanlıların yaptığı mezalime ait bir kelime varsa, yazı işleri müdürünün makası hemen işe koyuluyor ve gerçekler söylenmemiş ve duyulmamış olarak kalıyordu.“ (8)
“İstanbul’da Amerikalı ve İngiliz özel muhabirleri, birkaç casus aracılığı ile, dedikodu ve kulak dolması sözleri bir araya getirip (dış dünyaya) gönderdiklerini içtenlikle, itiraf etmişlerdir… İstanbul’da yabancı basın mensupları Rumlardan para alıyor, her gazete muhabirinin Yunanlılar tarafından para desteği gördüğünü öğreniyorum.”(9)
Ünlü yazar Ernest Hemigway de bu gruba dahildir. Batıya Yunan ve Ermeni cinayetleri konusunda bir tek kelime duyurmadığı halde, yazılarında Yunanlıların kaçışı sırasında gördüklerinden “Hıristiyanlık adına” acı duyduğunu, Trakya’dan göçen Rumlarla birlikte yürüdüğünü dramatik bir şekilde anlatacaktır. (10)
Özetlemek gerekirse, İzmir’e doğru ilerleme ve çekilme çok süratli olmuştur. Buna rağmen Yunan Ordusu Ege’yi baştan aşağı yakmış, yıkmış, sayısız cinayet ve tecavüz suçu işlemiştir. 9 Eylül’den bir gün dahi geçmeden İzmir de yanmaya başlamıştır. Günümüze kadar İzmir’i yakma sorumluluğu üzerinde değişik spekülasyonlar yapılmış ve hatta suç Türk ordusuna yüklenmeye çalışılmıştır. Biz bu konuda hiçbir yorum yapmadan, Manisa’yı, Alaşehir’i, Salihli’yi, Bursa’yı, Bandırma’yı ve diğer köy ve kasabaları kim yakmışsa yıkım onun eseridir demekle yetineceğiz.
11 Ekim 1922 günü İsmet Paşa, General Harington, General Charpy ve General Manbelli arasında imzalanan Mudanya mütarekesi ile savaş dönemi kapanmış oldu. Mustafa Kemal daha Ankara’ya dönmeden, Ankara ve İstanbul’da bazı kişiler “Yunandan kurtulduk, bakalım Mustafa Kemal’den ne zaman kurtulacağız“ demeğe başlamışlardı.(11) Çünkü onlar politika istiyorlar, vazifelerinin “politika yapmak” olduğunu iddia ediyorlardı. Mustafa Kemal bir keresinde onlara karşı kesin tavrını koymuş ve
“Hayır efendiler, bizim vazifemiz politika yapmak değildir. Topraklarımızdaki düşmanları süngümüzle boğmaktır. Bunu yapmazsak politika, manasız bir laftan ibaret kalır”(12) diye gerçeğe davet etmişti.
Yine ilk anlarda aynı insanların “paramız yok, silahımız yok, ordumuz yok, o halde nasıl yapacaksın?” diye karşı çıktıklarında Mustafa Kemal, “para olacak, ordu olacak, bu milletin istiklali kurtulacak” cevabını vermişti.(13) Şimdi bütün sözleri kehanet gibi gerçekleşmişti ama yine de bir kenara çekilmeli bundan sonrasını politikacılara bırakmalıydı. O bir askerdi ve politikanın inceliklerinden pek anlamazdı. Amma bundan sonra ülkenin kaderi tamamen bu politikadan anlamayan! askerlerin avuçları içinde idi ve onlar ulusa, topluma, devlet yapısına kendi arzu ettikleri ve en doğru bildikleri biçimi vereceklerdi. Tıpkı savaş gibi, barış içinde yıllardır düşledikleri an gelmişti ve o anda her şeyi hazırladılar.Zaferden sonra siyasi gelişmeleri özellikle İngiliz Hükümeti’nin dünyayı yeni bir Haçlı seferine davet eden davranışlarını Mustafa Kemal İzmir’den izliyordu. Başvekil Rauf Beyle Dışişleri vekili Yusuf Kemal Bey’ler de İzmir’e geldiler.(14) İtalya‘dan dönen Fethi Bey’de İzmir’e gelerek Mustafa Kemal Paşa’nın grubuna dahil oldu.(15) 28 Eylül’de İzmir’e gelen Fransız Başbakanı Poincare’nin temsilcisi Franclin Bouillon’u Gazi, yanında Rauf Bey, İsmet Paşa, Fethi Bey olduğu halde karşıladı.(16) Bu, Mustafa Kemal’in gelecekte ülkenin iç ve dış politikasında bu üç asker arkadaşının etkili roller oynayacağının bir işaretiydi.
Mustafa Kemal 29 Eylül’de İzmir’den ayrılarak, 2 Ekim’de Ankara’ya geldi. O gün Ankara büyük bir çoşku içindeydi. Olayın şahitlerinden biri anılarını şöyle naklediyor:
“Gazi Mustafa Kemal Paşa, Başkumandan olarak, müstevli Yunan ordularını İzmir’den Akdenize döktükten sonra İstasyon-Meclis yolundan Mareşal üniformasıyla geçmişti. O zaman bu caddeden istasyona kadar halılar serilmişti, muhtelif yerlere zafer takları yapılmıştı. Bütün mebuslar (her iki grubu temsilen 12 kişilik bir heyet ve isteyenler) ona karşı çıktılar. Paşa yaya olarak ilerliyordu. Ben onu stadyumun olduğu yerden doya doya seyrettim, coştum ve bağırdım.”(17)
Mustafa Kemal 4 Ekim’de Mecliste ünlü zafer konuşmasını(18) yaparken özetle verdiği sözü tuttuğunu, zaferin yüce milletinin ve onun değerli temsilcilerinin eseri olduğunu belirtmiş, zaferi kazanan ordu için çok samimi ifadelerle şunları söylemiştir:
“Arkadaşlar! Sözlerime hitam vermeden evvel kemali iftiharla şunu arz edeyim: Bu hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından ibaret olan milletimiz bütün cihana karşı en yüksek mevkii hürmeti ve mevkii izzeti kazanmıştır. Milletimiz biperva iftihar edebilir. Bu en kuvvetli şeraitle hakkıdır ve böyle bir milletin aciz bir ferdi olmakla en büyük saadeti hissediyorum“(19)
Dr. M. Galip BAYSAN
DİPNOTLAR :
(1) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, S.331 (İstanbul-1984).
(2) David Walder: The Chanak Affair S.177 ( Hutchinson of London- 1969)
(3) Richard Reinhart: İzmirin Külleri ( The Ashes of Smyrna ) S.419. ( Hürriyet Yayınları, istanbul)
(4) Mustafa Turan, İstirdatta İzmir Büyük Yangını, S.214, 220 (Nihat Atsız ve Necdet Sancar Armağanı, Medrese Kitabevi, Afyon-1995).
(5) Aynı Eser, S.224.
(6) Grace Mary Ellison, An English women in Angora, S:74-75 (Hutchinson Co. London –1923): Türkçesi Bir İngiliz Kadını Gözüyle Kuvay-ı Milliye Ankarası, S.69-71 (Milliyet Yayınları, İstanbul –1973), Ayrıca Bknz. Bilge Umar İzmir’de Yunanlıların Son Günleri S.267-345 (Bilgi Yayınevi Ankara –1974).
(7) Aynı Eser, S.74,79.
(8) Aynı Eser, S.123, An English Women S.260.
(9) Aynı Eser, S.141.
(10) Michael Llewellyn Smith, : Anadolu Üzerindeki Göz , S.348 ( Hürriyet Yayınları, İstanbul-1978)
(11) F. R. Atay, Babamız Atatürk, s.86 (Babamız Atatürk, Bayrak, Atatürkçülük Nedir?Atatürk Ne İdi? Bateş A.Ş. İstanbul- 1980)
(12) Aynı eser, s.77
(13) Aynı eser, s.78
(14) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam-3, s.25 (Remzi Kitabevi, İstanbul- 1966); David Wolder, The Chanak Affair, s.243-282 (London-1969)
(15) Cemal Kutay : Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s.324 (İstanbul-1978)
(16) Ş.S.Aydemir, Tek Adam-3, s.24
(17) Enver Behnan Şapolyo : Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin İç Alemi, s.170-171 ( İnkılap ve Aka Kitabevi,İstanbul- 1967)
(18) Söylev ve Demeçler-I, s.265-287 ( TTK Ankara- 1989)
(19) Aynı eser, s.286
Yorumlar
“221) 9 EYLÜL-EGE’NİN KURTULUŞU VE SONRASI” yazisina 9 Yorum yapilmis
Yorum yap
YUNANLILARI ABD Yİ AVRUPAYI DOST İTTİHAZ EDİNENLERE DUYURULUR
Değerli Türk genci ve Türk gibi düşünen arkadaşlarım,Türkiye Cumhuriyeti’nin dostu olan hiç bir ülke yoktur.Ekonomik menfaatlar karşılığı söz konusudur.Üç iklim tipi olan güzel yurdumuzun ,jeopolitik ve jeostratejik yönünden önemi sayılmayacak kadar çoktur.Gevşekliğin ,ülkeye heran zararı vardır.Ülkemizi her yönden üstün kılan durumları lütfen bilelim,sahip çıkalım.Ülkemiz “Ne mutlu Türk’üm “diyenlerin ülkesidir.Atatürk deneyimlerden gelip geçmiş .Neticeği söylemiştir.Bizlere kalan görev ,onun politikalarını uygulamaktır.Arkadaşlar,ülkemiz,ne faşizm,ne koninizm,ne teokrat zihniyetin yeri olmayacak,olmamalıdır.Tam bağımsız ,Atatürk ilkeleriyle donatılmış bir Türkiye olmalıdır.Demorkrası Türk milletinin doğsında vardır.Acaroğlu
9 Eylül 1922 üzerine Gecikmiş Bir yazı
http://www.antalyabugun.com/index.php?page=makale&MID=13749
İzmir’in kurtuluşu ve İŞbirlikÇi Vali İzzet Bey
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=623
http://www.aydinpost.com/o-bayrak-icin-sehit-oldular–31211yy.htm
http://www.aydinpost.com/izmiri-kim-yakti–31145yy.htm
http://www.aydinpost.com/demiryollari-birligin-timsaliydi–30941yy.htm
http://www.aydinpost.com/padisaha-isyan-eden-gazete–29832yy.htm
DEVLET ADAMLIĞI DERSLERİ ve RİCALLERİMİZ!..
Yüreği vatan-millet ve bayrak aşkıyla dopdolu şanlı bir ecdadın torunları olarak şu güzelim ülkemizi muasır medeniyet seviyesinin üzerine taşımak isteyen ve Atatürk’ün rozetini yakasına takıp, sözde Atatürkçülükle bir yere varılacağını iddia edip, Atamızın hayat yolunu bilmeyen kuş beyinli ricallerimize aşağıdaki tarihi vakıayı arz etmekle inanıyorum ki, geleceğimizin teminatı sevgili gençlerimiz, şanlı ecdatlarına ve atasına lâyık iyi bir evlat olacaklardır..
Tam tarafsız gözle işte ATATÜRK ve işte onun yolunda olduğunu sürekli iddia edip bugüne kadar bu toplumun önünde gidip, milletini aşağılayan, bu asil insanları peşinden sürükleyip giden ricallerimizi siz değerlendirin!.. Bu ruh yapısı içinde olup, halen yakalarına rozet takmakla kendilerini Atatürkçü olarak niteleyen kişileri de halkımız çok iyi tanıyor artık!.
Evet, Atatürk’ün baş yaveri Salih Bozok anlatıyor. Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk gecesinin tarif edilemez sevincini yaşıyordu. İzmir’deki yeni evinde Mustafa Kemal Paşa ilk gecesini çalışarak geçirdi. Kendisi için zengin bir sofra hazırlandığı halde hiçbir yemeğe dokunmadan ufak tefek ile karnını doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı. Ertesi sabah erkenden uyanmıştık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik ve doğruca Vali’nin odasına girdik. Vali, İngiliz Konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince Vali ayağa kalktı ve Konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos, iyi Türkçe biliyordu. Paşa Vali’ye sordu:
-Konu nedir?.. Vali anlattı:
-Sayın Konsolos, İngiliz tabasından olan vatandaşlar ile Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkların güven altında bulunduklarını belirtir bir “güvence” istiyorlar. Ben kendilerine herkesin eşit biçimde güven altında olduklarını bildirdim. Mustafa Kemal Paşa, Konsolos’un Türkçe bildiğini biliyordu, öyle olduğu halde öfkesini belirtmek için sordu:
– Ee, peki daha ne istiyormuş? Bu soruya Konsolos Türkçe cevap verdi.
-Tebamiz hakkında hükümetinizden yazılı teminat istiyorum! Konsolos garip bir biçimde diklenmişti. . Paşa’nın sesi havada kırbaç gibi şakladı:
-Yunanlılar zamanında kendi tabanızı daha emniyette mi görüyordunuz? Konsolos gerisinde İngiliz devletinin bulunduğunu belli eden bir kasılma ile: -Evet, dedi. Yunanlılar burada iken tabamızı emniyette görüyorduk.
—Öyleyse buyurun tabanızla birlikte Yunanistan’a gidin, efendim! Konsolos kendisinden umulmayacak bir cesaret gösterdi: -Yani majestelerimin hükümetine savaş mı acıyorsunuz? Mustafa Kemal iyice öfkelenmişti fakat öfkesini tuttu ve
Konsolos’a:
-Siz kiminle ve ne konustugunuzu biliyor musunuz? Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanıyım. Savaş açmaya, barış yapmaya hakkım var. Siz kimsiniz!.. Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz efendim!.. O kasım kasım kasılan Konsolos, Mustafa Kemal Paşa’nın son cümlesi üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti. Mustafa Kemal Paşa arkasından bir süre baktıktan sonra Vali’ye döndü:
-Yüz vermeyin Vali Bey! Bunlar karşılarında hala Babaili Hükümeti var sanıyorlar. Bir zırhlısı önünde pusacak, bir blöfü önünde yelkenleri suya indirecek “devletçik” sanıyorlar bizi! Küstahlığın derecesine bakın, bana “Savaş mı açıyorsunuz?” diye soruyor, barut kokan bir odada sorduğuna bak! Savaş halinde değil miyiz sanki! Kollarında ve omuzlarındaki işaretlerden amiral rütbesinde olduğu anlaşılan İngiliz Donanması Komutanı, Hükümet Konağı’nın kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa’nın odasına doğruldu. Nazik, fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref önüne çıkıp ne istediğini sorunca:
-Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istiyorum! Dedi. Birlikte odaya girdiler kapı kapandı. Amiral önce:
-Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale’deki başarınızı rastlantıya borçlu olmadığınız, kanıtlanmış oldu. Büyük bir askerle tanışdığım için memnunum. Amiral bir süre sonra konuya girmiş:
-Ülkenin kontrolünüz altında bulunan bölümünde bizim Tebamız ve sizin azınlıklarınızdan Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güven de midirler?
—Hiç kuskunuz olmasın Amiral! Türkiye’deki bütün insanlar gibi tabanız ve sözünü ettiğiniz azınlıklar da TBMM Hükümeti’nin eşit koruması altındadır. Suç işlemeyenler, kendilerini bu memlekette benim kadar güvende sayabilirler.
—Suç işleyenler Sayın Amiral, dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de adaletin huzuruna çıkarlar… Suçlu iseler, cezalarını elbette çekeceklerdir…
—Fakat Paşa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumların bazıları, şımarıklıklar yapmış olabilir. Bugün bu insanlar yerli halkın düşmanlığı ile yüzyüzedirler. Ermeniler için de başka acıdan ayni şeyleri söyleyebilirim. Biliyorsunuz, arkadaşlarının büyük bir bölümü göce zorlandı ve önemli bir bölümü de hayatını kaybettiler. Bu ruh tedirginliği içinde Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır. Bağışlanması, höş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır! Son cümleye kadar Amiral’i gülümseyerek dinleyen Mustafa Kemal Paşa, dünyanın koparacağı gürültü ile kendini tehdide girişince, sözünü bıçak gibi kesmiş:
-Şu “Efendi Devlet” rolünü bir kenara koyunuz Amiral!.. Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz!.. İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç işleridir; kimsenin bu içişlere karışmasına müsaade etmem! Majestelerinin devleti memleketimizin azınlıkları ile uğraşmaktan vazgeçsinler! Kim bize saygı beslemezse, bizden saygı beklemeye hakkı olmaz! Amiralin benzi kül gibi olmuş:
-İngiltere Hükümeti’nin tabasını her yerde koruma hakkı, devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz… İste o zaman Mustafa Kemal Paşa’nın tepesi iyice atmış:
-Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız! Türk ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı (o dönemde İngiliz donanması İzmir limanında bulunmaktaydı) boşaltacak güçtedir de… İsterseniz, Türk’e ihanet eden tabanızın ve azınlıklarınızın adaletten kaçan sefillerini geminize doldurabilirsiniz! Donanmanızın da en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum! Mustafa Kemal Paşa’nın cümleleri, art arda Osmanlı tokatları gibi Amiralin yüzünde sakladıkça, Amiral ne yapacağını şaşmış ve en sonunda:
-İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz? Demiş. İste Paşa burada son sözünü söylemiş: – Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması’nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık… Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Fakat görüyorum ki, nezaketimizi kötüye kullanmak eğiliminiz var… Buna müsaade edemem. Bizim gözümüzde “barış antlaşması yapmamış” iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi DERHAL karasularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum! Bir balmumu heykeline donmuş Amiral. Sise-gerine girdiği Mustafa Kemal Paşa’nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçülmüş ve sonunda kekeleyerek:
-Affedersiniz! Demiş ve yerlere kadar eğilerek geri kapıya gidip dışarı çıkmış. Ruşen Eşref hem düşünceli hem de gülüyordu:
-Paşa, Amirali anasından doğduğuna pişman etti. “Kendisinin Türk topraklarında bir savaşçı olarak bulunduğunu Paşa’dan öğrendiği zaman sapsarı kesildi… Tutuklanacağını, tutsak edileceğini sandı. İnce dudaklarını ısırıyor, parmaklarını birbirine kenetlemiş titriyordu. Karşısında Babıâli Paşası bulacağını sanıyordu herhalde… “İngiltere devletini kendi devletine eşit gören ” bir Paşa ile karsılaştığı için, ihtiyatsızlık edip karaya çıktığına kim bilir nasıl lanet etmiştir… Aradan bir saat geçti geçmedi… İngiliz gemisinden bir müfreze ve bir teğmen çıktı. Amiralden devleti adına bir ültimatom getiriyordu, Başkomutan’a kendi eliyle verecekti. Paşa’ya bildirdim;
-“Gelsin”dedi. Teğmeni içeri aldım. Ruşen Eşref tercümanlık yapıyordu. İngiliz çakı gibi bir teğmendi. Paşa’nın karşısında gösterişli bir selam verdi ve Ruşen Eşref aracılığıyla ültimatomu Paşa’ya ulaştırdı. Paşa:
-Peki teğmen! Hükümetimiz ültimatomunuzu inceler ve hükümetinize gereken karşılığı verir. Siz geminize dönebilirsiniz… Teğmen önce dışarı çıkacakmış gibi bir hareket yaptı, sonra da Ruşen Eşref’e dönüp:
-Başkomutan ellerini öpmeme müsaade buyururlar mı? Ruşen Eşref, teğmenin dileğini Paşa’ya söyledi, Paşa:
-Nereden icap etmiş sor bakalım!.. Dedi. Teğmen:
-Asker olarak zaferlerine, insan olarak kendisine hayranım… Lütfetsinler… Teğmen Paşa’nın elini öptü, Paşa da teğmenin yanağını okşadı. Odayı boşalttık. Az sonra Ruşen Eşref’i çağırdı: Metni okudunuz mu? Ne istiyorlar?
—Paşam Amiral ile görüştüklerinizin yazı ile de pekiştirilmesi isteniyor.
—Öyleyse Halide Hanım’ı (Edip Adıvar) bulunuz, hemen tercümesini yapsın ve metin olarak bana getirsin… Öte yandan bir kopyasını şifre ile Dışişleri Bakanlığına gönderin gerekeni yapsınlar… Durumu, ordu komutanı Nurettin Paşa’ya da bildiriniz. Gerekiyorsa benimle temas etsin. Olay kısa bir süre içinde şehirde duyulmuştu. İngiliz ve Fransızlar, kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilere bindirmeye başlamışlardı. Nitekim birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler…
İşte lider özelliği taşıyıp dünyayı kendisine hayran bırakıp giden Atatürk ve silâh arkadaşları, işte onun ölümünün ardından onun izinde olduğunu haykırıp, Türk milletini dünya ülkeleri karşısında “muasır medeniyet seviyesi üzerine” taşımaları gerekirken; Atatürk’ün tam aksine bu necip milleti yıllarca: ”Yerinde say uyguladım marş” sloganıyla kalkınmış dünya ülkeleri arasında aciz duruma getiren liderlerimize bu necip milletin hakkını ne derece helâl edip etmeyeceğini de yüce Türk milletinin takdirlerine sunuyorum… Arktık halkımız gerçekleri bir bir öğreniyor, herkesin olsun efendim!..
Son günlerde ülkemizde, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve çevremizde dönmekte olan olaylar karşısında tavır belirleyen ülkemizin değerli yöneticilerini, Atatürk’ün “kırılıp-eğilmeyen”, halkını her şeyin üzerinde tutan, bütün başarılarını halkına borçlu olduğunu göğsünü gere gere haykıran, Atamıza yürekten layık, eli öpülesi rical olmaya davet ediyorum…
http://www.olay53.com/yazi/devlet-adamligi-dersleri-ve-ricallerimiz..-911.htm
Asker görevini yapmıştır
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=14446
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
Türk Gençliğine, ilkokul eğitiminden başlayarak üniversite eğitiminin sonuna kadar gördüğü bütün tarih derslerinde Osmanlı Devleti’ni Sevr Anlaşması ile bölmeye ve sömürge hale getirmeye çalışan en büyük düşmanların İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Ermeniler (Ermeniler bu süreçte daha devlet kuramamışlardır. Batılı devletlerden aldıkları destekle birlikte Sevr Anlaşmasında gösterilen topraklarda bir Büyük Ermenistan Devleti kurulması için çalışıyorlardı.) olduğu öğretilmiştir ve hala öğretilmektedir.
Bu bilgiler doğru ancak eksiktir.
Çünkü Millî mücadele sürecinde Amerika;
Türkiye’yi işgal etmek ve Sevr Anlaşması ile Wilson ilkelerini geçerli kılmak için Türk Topraklarına 1 tümen asker, yüzlerce misyoner, casus, istihbarat görevlisi, üst düzey komutanlar ve savaş gemileri göndermiş hatta kendi işgalini kolaylaştırarak meşrulaştıracak bazı insanları da satın almıştır.
Amerikan işgali öyle bir hal almıştır ki bir kısmı Dolmabahçe Sarayı’nın önüne demirlerken bazı gemiler ise bölgeyi kontrol altında tutması ve bilgi toplaması için Samsun’a gönderilmiştir.
İşin garibi ise; İstanbul’da İngiliz gemilerinin, İzmir’de Yunan Gemilerinin Marmara ve Ege açıklarında yanında duran Amerikan Gemilerinin, 1. Dünya Savaşında Trabzonun işgalinde de, Rus gemileri ile Kardeniz açıklarında bulunmasıdır.
Bize anlatılan tarihte; bunca kaynağa ve fotoğrafa rağmen 1. Dünya Savaşı ve Türk İstiklâl Savaşı’nda Amerika kelimesinin bile bulunmaması bir başka dikkat çekici husustur.
1918 yılından 1923 yılına kadar Türk denizlerinde bulunan Amerikan gemileri ve bulunduğu bölgeler şunlardır:
1. USS Alden (İstanbul- Samsun)
2. USS Arizona (İzmir- İstanbul- Batum)(2. Dünya savaşındaPearlHarbour’da Japonların bombaladığı gemi)
3. USS Noma (İstanbul)
4. USS Martha Washington (İstanbul)
5. USS Dyer (İzmir- İstanbul)
6. USS Du Pont (İstanbul)
7. USS Whipple (İstanbul)
8. USS Roper (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
9. USS Fox (İstanbul- Karadeniz)
10. USS Gregory (İzmir- İstanbul- Batum)
11. USS Luce (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
12. USS Manley (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
13. USS Tattnall (İstanbul)
14. USS Humphreys (İstanbul- Marmara- İzmit)
15. USS Sands (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
16. USS Sturtevant (İstanbul- Samsun- Trabzon)
17. USS McFarland (İstanbul- Karadeniz)
18. USS Kane (İstanbul)
19. USS Hatfield (İstanbul)
20. USS Bainbridge (İstanbul)
*Bu bilgiler Hulki Cevizoğlu, 1919’un Şifresi (Gizli ABD İşgalinin Belge ve Fotoğrafları), Ceviz Kabuğu Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2007” isimli kitaptan iktibâs edilmiştir.
İSTİKLÂL SAVAŞI ve amerika FOTOĞRAFLARI
Yunanlıların İzmir’in İşgalinde ABD Bayrağı
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
Mütareke yıllarında Osmanlı Sarayı önünde demirli 5 adet Amerikan savaş gemisi.
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği gün Beyoğlu- İstiklal Caddesi (24 Temmuz 1908)
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
Erzincan adliyesi önü, Pankartta Fransızca olarak “Yaşasın Wilson Prensiplerinin 12. Maddesi yazıyor. (24 Eylül 1919)
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
ABD Deniz Filo’suna ait “USS Bainbridge (DD-246)” adlı savaş gemisi, 1922 yılında işgal edilmiş İstanbul’da Kabataş açıklarında.
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
Bandırma’da ABD ve Yunan bayraklarıyla işgalcileri karşılama töreni (Temmuz 1920)
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
1. Dünya Savaşındayız. Trabzon Hükümet Konağına Rus işgal birlikleri gelecek. “İşbirliği” içindeki Ermeni ve Rumlar, onları karşılamak için bekliyor. Ellerinde ABD bayrağı da var. (1916)
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
…
Millî kinini unutan bir milletin, millî kimliğini koruması imkansızdır.
Millî kin, tarihteki ve günümüzdeki hain ve düşmanları tanımakla, bunların milletimize yaptıklarını bilmekle olur…
Millî kin, bir milletin ayağa kalkmasındaki etkenlerden biridir…
Rabbim’den dileğim Türk Genci, “gerçek” tarihini öğrensin ve o tarihten ders çıkarsın.
Zirâ Türk’ün cesaretinin de, asaletinin de ve şerefinin de kaynağı Türk Tarihi’dir…
Tarihimizi iyi bilmeliyiz.
Tarihimizden ders çıkarmalıyız.
Tarihimizden çıkardığımız derslerle geleceğe hazırlanmalıyız.
Murat ÇALIK
http://muratcalik.com/116-turk-istiklal-savasi-ve-amerika.html
İZMİR’in Yunanlılar tarafından işgaline ABD Donanmasıda katılmıştı.İZMİR’in işgal
edildiği o KAHPE günde ABD Donanmasının İZMİR İşgal Gemilerinden,
1)-USS(ABD) MANLEY Savaş Gemisi raporu:
“15 Mayıs Perşembe günü sabah saat 08._de,Yunan Askerleri karaya çıktılar.Yunan
Askerlerinin İzmir’e gelişi Helen toplumunda büyük heyecan yarattı.Kıyılardaki
kayıklar,rıhtmdaki Müttefiklerin Askeri Gemilerini karşıladı.Rıhtımdaki Savaş
Gemileri süslenmiş ve hepsinin sirenleri çalıyordu.İZMİR’de her yerde Yunan
Bayrakları görülüyordu.Karaya ayak basacak Yunan Askerleri güvertede silah çatmış bekliyordu.”
Rapor devam ediyor.
“Yunan’lıların,İZMİR’i işgali sırasında İZMİR Liman’ında bir kaç Amerikan Savaş
Gemisi’de vardı.Ve eğer “ARİZONA”Donanma Gemisinin Kaptanı Albay Dayton’un
tavsiyeleri Müttefik Devletleri(ABD-İngiltere-Fransa-İtalya)dinlenseydi.Büyük
ihtimalle,Yunan’lıların TÜRK Katliamları daha az vukubulacaktı.(Buraya DİKKAT)Çünkü
USS ARİZONA Donanma Gemisinin Kaptanı Albay Dayton”İZMİR’i ÖNCE İtilaf Devletlerinin
işgal etmesini daha sonrada İZMİR’i Yunan’lılara teslim edilmesi gerektiğini teklif
etti.”
Rapor devam ediyor.
“İngiliz Kruvazör’ünün Kaptanı,bize Yunan Askerlerinin TÜRK’lere karşı yaptıkları
vahşet ve saldırılarından duydukları rahatsızlığı iletti.(Bu ifadelerdende
anlaşılacağı gibi demek ki İZMİR işgal güçlerinin Başkomutanlığı ABDdedir.)İZMİR
Körfezinde deniz üzerinde yüzen yüzlerce ceset vardı.Yunan Bayraklı küçük
botlar;deniz üzerindeki bütün cesetleri kontrol ediyor.Cesetlerin ,elbiselerinin
ceplerini kesiyor sonrada bu cesetlerin elbiselerini ve ayakkabılarını
çıkarıyorlar.”
Rapor devam ediyor.
“Yunan askerleri ,esir aldıkları oldukca kalabalık ve içlerinde yüzlerce
çocuk,kadın,genç,ihtiyar , TÜRK’leri çember içine alarak yürütüyor.TÜRK’lerin
tümünün ELLERİ HAVADA yada BAŞlarının üstünde.Yunan Askerlerinin etrafında ve
yanlarındada sivil rumlar öfke içinde bağırıyorlar ve TÜRK’lere hakaret ediyorlar.Bu
,öfkeyle haykıran kalabalıklardan ürken çok yaşlı bir TÜRK’ün sırayı bozarak yana
doğru kaymasına sinirlenen bir Yunan askeri(Buraya DİKKAT)silahının dibciğiyle yaşlı
TÜRK’ün kafasınaı vura vura ezdi.Sonrada kanlar içinde kalan yaşlı TÜRK’ü diğer
Yunan askerleri tekmeyle denize yuvarladı.Bu olaya karşı gelen BİR TÜRK SUBAYI
,Yunan Askerlerince kurşun yağmuruna tutularak öldürüldü.Arkadan gelen sivil
rumlar,öldürülen TÜRK SUBAYININ elbise ve ayakkabılarını aldılar cesedini tekmelerle
denize yuvarladılar.”
Rapor devam ediyor.
“H.M.S Adventure Donanmasının(İngiliz Kraliyet Donanması) Albayı bize gelerek
Yunanlıların yaptıklarından tiksindiğini söyledi.
Hadiseler ABD’nin İZMİR’deki İstihbarak Temsilcilerine ve ABD Yetkililerine duyuruldu.Yunan Katliamnı anlatanepey uzunca olan bu bildirim 17 Mayıs 1919 da yapıldı.Ancak katliam yetkililerce ve Türk Hükümetince epey süre kamuoyuna bildirilmedi.Aylar sonra İstanbul’daki İtilaf Devletleri Komisyonu,bölgede bir inceleme yaptıktan sonra,İstanbul’a döndü.İtilaf Devletleri Komisyonunda (O günden bugüne hiç değişiklik yok.Afganistan,Irak işgalindede İtilaf Devletleri bu sefer Koalisyon Güçleri
oldular)Amerika,İngiltere,Fransa ve İtalya’yı temsil eden dört delege ile yirmi
sekreter ve tercümandan oluşuyordu.AMERİKA’nin İSTANBUL’daki Yüksek Komiseri Amiral M.L.Bristol bu soruşturmada Amerika’yı temsil ediyordu.”
(18 Mayıs 1919 USS MANLEY Donanma Gemisi İZMİR_Anadolu)
İZMİR Katliamları İstanbul Hükümeti ve İstanbul İşgal Kuvvetlerinin İşbirliğiyle
aylarca Dünya Kaomuoyundan gizlenmişti.
Hatta Avrupa Basınında katliamlar;iğrenç bir iftira kampanyasıyla TÜRK’lerin İZMİRDE vahşice hem yerli rumlara hemde yerli ermenilere saldırdıklarını asayişi bozduklarını yazıyor.İZMİR Valisi İzzet ‘de Avrupa ve İstanbul Basınının bu kahpe iğrenç iftiralarına demecleriyle
katılıyor.
Valilik olarak asla “asayişi bozan TÜRK’lere müsamaha edilmeyecek” diyerek
İşgal güçleriyle işbirliği yapıyor…”İstanbul Hükümeti”nden aldığı talimatlarla
Katliamcı,işgalci Yunan Askerlerine her türlü kolaylığı gösteriyor.
İSTİKLAL SAVAŞIMIZDA;TÜRK Yurdunda işgalci ABD Savaş Gemilerinden bazılarının
adları, ABD Donanması Bayrak Gemisi NAMHA,ABD Donanması Destroyeri GREGORY,ABD Donanması Destroyeri ROPER,ABD Donanması Destroyeri MANLEY
Acaba bu Savaş Gemilerinde kaç ABD Askeri VARDI?
Ve 18 Kasım 2009 Gazetelerden (!):
Irak’tan Amerika’ya dönmekte olan ABD Savaş Gemisi eğlenmek için 3500 personeliyle İZMİR Limanı’na demirledi.Eğlenmek için karaya çıkan ABDli askerlere İZMİR’liler tepki gösterdi.Bu ABDli tam 3500 Asker eğlenmek için niye Yunanistan’da,İtalya’da;Fransa’da karaya çıkmadılarda İZMİR’de karaya çıkarma yaparak eğlenmeye geldiler acaba?
Tesadüfe bakınız ki ,eğlenmek için İZMİR’e çıkarma yapan 3500 ABD Askeri,gemilerine döndükten 3 gün sonra pkakalı dtpliler konvoylarla İZMİR’e çıkarma yaptılar.
Hemde ABD Savaş Gemisi İZMİR Limanında demirliyken…
Haydi bakalım efendiler !!!!!!!!!!!
Topunuza rastgele!!Hem içerden,hem dışardan !!
Topunuza rastgele!!Hem içerden “Açılım”,Hem dışarda”Açılım”!!
Açıldınız,saçıldınız!
Yıllardır besleyip büyüttüğünüz çıngıraklı yılanlarınızla , T ÜRK’E KAN kusan silahlarıyla”TÜRK’e Örtülü Soykırım”yaptırdınız.Binlerce TÜRK gencinin(Asker-Polis-Sivil)tertemiz kanları halen daha kabirlerinde akarken,eli kanlı katilleri affettiniz.
Şimdi O kahpe katillere tıslayan çatal dilleriyle TÜRK’e kendi ÖZ YURDUNDA ,her gün 24 SAAT satılmış TV.lerinizde TÜRK’e karşı KİN kusturuyorsunuz.
TÜRK’ün Ebedi Başkomutanı(Başbuğ)Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK diyor ki!
“Hatt-ı Müdafaa yoktur,Sath-ı Müdafaa vardır.O Satıh bütün VATANdır”
Artık “SON”un “SON”u gelmiştir.
Ama kimin “SONU”gelmiştir??Anlayana !
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE-İNADINA SONSUZA KADAR
Saygıyla Gülsev Eyüboğlu
http://glsev.blogspot.com.tr/2012/05/izmirin-isgalinde-abad-donanmasi.html?m=1