211) KIBRIS DAVAMIZ BİTTİ Mİ?

Yayin Tarihi 23 Temmuz, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

KIBRIS DAVAMIZ BİTTİ Mİ?

“Efendiler! Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin (Akdeniz Bölgesi’nin) ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Kıbrıs Türk Toplumu lideri ve birinci Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş diyor ki;

Akritas Planı’nı Megal-i İdea dosyası ile birlikte okuyanlar eğer 1955-59 ve 1960-63 yılları ile 1963’den bu yana cereyan eden olayları izlemişlerse varacakları tek bir sonuç “Kıbrıs’ta yaşayan iki halktan TEK HALK, iki milletten TEK MİLLET yaratmanın mümkün olmadığı ve olmayacağıdır“.

400 yıl bir arada yaşamış fakat bütünleşmemiş, asimile olmamış bu iki eşit halk “müşterek bir devleti” (fiili ve etkin garantilere rağmen) ancak üç yıl yürütebilmişlerdir. Çünkü uzak ve yakın tarihleri, Kıbrıs’a bakış açıları, birbirlerini değerlendirmeleri BİRLEŞMEK-BÜTÜNLEŞMEK yönünde olmamıştır.

Rum tarafının 1800’lerde başlayan ENOSİS tutkusu ve Türk’ü düşman görüşü, Kıbrıs Türklerine “dini ve milli düşman Türkiye’nin Kıbrıs’taki kalıntıları” gözü ile bakışı, dil ve dinle kültür ayrılığı, milli köken ve milli sadakatteki ayrılık bütünleşmeyi engellemektedir.

Biz kanlı badireden Barış Harekâtı ile kurtarıldık. Rum liderler “Kıbrıs’a sahip çıkmak için” önlerine konan her uzlaşma formülünü reddettiler. Hâlâ “Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkmak için” uğraşmaktadırlar. Önlerindeki aşılmaz engel KKTC’dir. KKTC’ni koruyan garantör Türkiye’nin askerleridir! Mücadele bunlardan kurtulmak içindir.

Ömrünün son elli yılını Kıbrıs Türklerinin bağımsızlığı için mücadele vererek geçiren Denktaş’ın Kıbrıs Barış Harekâtının 34’üncü kutlama törenleri maksadı ile kalabalık bir ekiple adaya gelen Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Talat’ın söylemlerini dinlerken üzüntüsünden kahrolduğunu hissedebiliyorum. Çünkü bu ikilinin ağzından devletin ismi olan KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) sözü hiç çıkmamıştır. Her ikisi de el birliği ile Rumların istediği “Tek Millet- Tek Devlet” sloganı ile kurulacak Rum kesiminin egemenliği altına girecek Kıbrıs Türk Devletinden bahsetmektedir.

Başbakan Erdoğan; “İnanıyorum ki, Kıbrıs Türk Devleti kesinlikle kurulacaktır. Hükümetimizin bunun dışındaki bir şeye evet demesi mümkün değildir ifadesi ile açıkça Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımadığımızı beyan etmektedir.

Oysa milli davamız Kıbrıs hakkında esas uygulama kararını verecek olan makam Türk Milleti’nin milli iradesini temsil eden TBMM’dir. 21 Ocak 1997’de dünya kamuoyuna açıkladığı KKTC kararını TBMM’nde bulunan 7 parti oy birliğiyle imzalamışlardır. Kararın 3. paragrafında şöyle denmektedir:

Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’ta etkin ve fiili garantisini eksiksiz sürdürecektir. KKTC’ne vaki olacak bir saldırı aynen Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılmış bir saldırı olarak telakki edilecektir.” Kararın 7. paragrafının son cümlesinde de “Bu milli davada TBMM ve Türk milletinin tam birlik içinde olduğu gereği bilinmektedir” ifadeleri ile davanın sahibinin Türk milleti olduğu vurgulanmaktadır.

Güya biz  bu hafta Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Kıbrıs Türk toplumu ile birlikte bütün adaya gerçek barışı getiren Barış Harekâtının 34’ncü yıldönümünü kutluyoruz. Fakat kutlama sözü buraya uymuyor. Çünkü gelinen noktada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini Rum kesimine ve dolayısıyla Avrupa’ya yamamaya çalışan AKP ve CTP hükümetlerinin konuya bakış açıları 34 yıl önce kazanılan zafer ile örtüşmüyor. Bu ikisi artık birbirine yabancı kavramlar haline gelmiştir. Bugün kendi elimizle KKTC’ni teslim etmeye hazır olduğumuzu en üst düzeyde dillendirdiğimiz bir ortamda zaferi kutlamanın da fazla bir anlamı da kalmamıştır.

Bugün Kıbrıs Türk toplumu 1974’lere göre belki daha zengin ve daha müreffeh bir yaşam sürüyor. Fakat insanlar eskisine göre bezgin, yılgın, ürkek, güvensiz ve hatta karma karış bir ruh haleti içindeler. Kanlarıyla ve canlarıyla kurdukları cumhuriyetlerinin kendi yöneticileri tarafından ortadan kaldırılmak istenmesini kahraman mücahitler hayretle ve derin bir üzüntü ile seyrediyorlar. Türk askerinin güvencesi altında geçen 34 yılda genç nesillerin nasıl duygusuzlaştığını ve milli benliklerinden uzaklaşarak Rum kesimine teslimiyete evet dediklerini anlayamıyorlar. Ve bu kişiler küresel güçlerin bu küçücük toplum üzerinde yıllardır sürdürdüğü yoğun psikolojik harekât baskısını çok iyi biliyorlar.

Annan Planına “evet” dediği anda bütün kapıların önünde açılacağı vaadine kanan ve kendisine verilen sahte sözlerin hiç birisi gerçekleşmediği gibi ülkesini huzur dolu günlere taşıyan Denktaş ve ekibinin de tasfiye edildiği bir ortamda Kıbrıs Türk toplumunun kafası darmadağın edilmiştir. Bugün ne istediğini, ne yapacağını, neye iyi  ve neye kötü diyeceğini bilemiyor. Kuşatılmışlığın, çaresizliğin ve sahipsizliğin acı örneklerini yaşıyor.  Bir şeyler arıyor ve bekliyor ama aradığının ve beklediğinin ne olduğunu bilmiyor.

Kıbrıs Türkleri; tek güvencesi olarak gördüğü anavatan Türkiye’nin AB’nin oyununa kanarak adada Enosis’i sağlayacak Annan Planından yana tavır almasını hazmedemiyor. Ve özellikle AK Parti yönetiminin Rum Kesiminin adanın tamamını temsil eden Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ye katılmasını ( bütün yasal güçlülüğüne rağmen) önleyecek tavır içine girmemesini de anlayamıyor.

Annan Planına “evet” diyerek kurdukları bağımsız Türk devletinden vazgeçmeyi kabul ettiklerini dünyaya ilan eden soydaşlarımızın bugün yöneticileri tarafından aynı hedef doğrultusunda çalıştıklarını görürken 20 Temmuz zaferinin anlamı kaldı mı?

20 Temmuz 1974 Barış Harekâtını gerçekleştiren Türk Askeri; Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri adı altında bir tek Türk kanının dökülmesine izin vermemiştir. Adada huzur ve güveni sağlamıştır. Silahlı Kuvvetler komuta kademesi her fırsatta verdiği beyanatlarla; “kesin çözüm olana kadar tek bir Türk askerinin dahi adadan ayrılmayacağına” dair kesin güvenceler vermiştir. Ama uğrunda can verip kan döktüğü Kıbrıs Türk halkı bu askere referandumda verdiği “evet” oylarıyla oylarla “Ben seni istemiyorum. Evine dön. Ben senin beni öldürmelerinden kurtardığın Rumlarla bir arada yaşamak istiyorum. Seni, bayrağını ve devletini istemiyorum” demiştir. Bugünde bu isteğini bizzat yöneticileri vasıtasıyla tekrarlamaktadırlar.

AK Parti döneminde verdiğimiz tavizler sonucunda bugün yedi yüz bin kişilik küçük ülke arkasına 25 AB ülkesini alarak yetmiş milyonluk Türkiye’ye kafa tutmaktadır.

Türkiye ve KKTC için kısa vadede eşit şartlarda AB üyesi olmak bir hayaldir. Dolayısıyla AB odaklı politikalarımız da geçersizdir. Şimdi KKTC’nin gerçek bir hedefi olmalıdır. O’da Türkiye dışında diğer ülkelerin de 34 yaşındaki bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletinin dünya devletlerince tanınmasını sağlamaktır.. Bugünkü belirsizliğin ilelebet devam etmesi mümkün değildir. Bütün uzuvları sağlam ve sağlıklı olan ve 34 yıldır kurumsal varlığını sürdüren bu devletin dünyadan görülmemesine imkân yoktur. Mutlaka tanınacaktır. Bu kaçınılmazdır.

KKTC’nin tanınması için önce Türkiye’nin ve KKTC’ni yönetenlerin KKTC’nin ayrı bir devlet olduğuna inanmaları gerekir. Yani Mehmet Ali Talat ve Ferdi Sabit Soyer ikilisinin kendi bağımsızlıklarına inanması gerekmektedir. Oysa Cumhurbaşkanı Talat KKTC’nin bağımsızlığına inanmadığını Türk televizyonlarından defalarca dile getirmiştir. Talat ile birlikte bugünkü KKTC yönetimi de kendisini bağımsız görmemekte ve tanınmamakta özellikle ısrar etmektedir. Cumhurbaşkanı TALAT; Londra Türk Radyosu’na yaptığı bir konuşmasında “KKTC’nin tanınması bir nostaljidir” demiştir. Bu kişi KKTC Başbakanı sıfatıyla davet edildiği İngiltere’de kendini ve temsil ettiği Türk devletini inkâr etmiştir. Seçimle atandığı ülkesinin tanınmasının bir hayal olduğunu söyleyebilmiştir.

Sonuç olarak; 20 Temmuz 2008’de KKTC’de kutlanacak bir zafer kalmamıştır. AK Parti yönetiminin de tam desteğini alan Talat yönetimi teslimiyet zihniyeti ile hareket ederek kazanılmış zaferlerin üzerine gölge düşürmüştür. Çare, Kıbrıs Türk toplumunun aklını başına toplaması ve kendisine bir daha barış harekâtı yaşatmayacak siyasi kadroları iktidara taşımasından geçmektedir.

Dr. Tamer Tahir KUMKALE

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap