183) TÜRKLÜĞÜN JEOKÜLTÜREL BOYUTU

Yayin Tarihi 31 Mayıs, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

TÜRKLÜĞÜN  JEOKÜLTÜREL 

BOYUTU

Biz bu sunumumuzda, Türklüğün tarihi kültürünün, Türklüğün bekası itibariyle öneminin Türk dünyası halk kültürü ve bilhassa halk inançları kültürü bakımından izahını yapmaya çalışacağız. Böylece araştırma faaliyet alanımız olan Türk halk inançları sahasının sorunlarını da tartışıp paylaşabilme imkanını bulmuş olacağız. Daha ziyade, kültür stratejilerine deyinip, kültürün stratejik bir obje olabileceğini halk kültüründen, halk inançları kültüründen hareketle izahını yapmaya çalışacağız. Bunu yaparken Türkiye merkezli, batı Türklüğü öncelikli Türk dünyasının etno-sosyal ve etno kültürel sorunlarına, Türklüğü de içine alan küresel ve bölgesel kültür stratejileri itibariyle bakacak, karşı stratejiler üzerinde durmaya çalışacağız. Batı Türklüğü tartışılırken geliştirilecek olan şablon, belirlenen normlar dikkate alınarak Türklüğün diğer kesimlerine ve giderek Türk dünyası geneline uygulanabilecektir.

 

          Çıkış noktası olarak Türk halk kültürünün alınması, bu kültürün sadece emsalsiz, zengin oluşundan ötürü değildir. Bu kültürün özelliğinin birlikte yaşanılan halklarla beraber senteze ulaşılabilmiş olmasındandır. Türk halk inançları kültürü ise, oryantalizmin bunca gayretlerine ve bu kültürün sahiplerinin stratejistliğine rağmen, kültür cephemizin düşünülemeyen belki de yegane mevzisidir.

 

          Konuya girmeden evvel bazı soruların cevaplandırılması, inceleme konusunun sınırlarını belirleme adına yerinde olacaktır. Türk dünyası denildiğinde bu alemi oluşturan halkların tadadı yapılabilmiş midir? Bu sorunun cevabı Türk dünyası  başlığı altında toplanılan ve Türk soylu kitleyi oluşturan toplum kesimleri midir? Türk halklarından olabilmenin kıstası nedir? Yegane kıstas Türk dilli olmak mıdır? Soydaşlığı belirleyen faktör dil ve akraba olabilmenin kıstası muhakkak kan bağı mıdır? “Dili dilimden dini dinimden” olma kıstası hala yegane ölçü müdür? Ölçü bu ise Türkçe’yi farklı olan anadilinden daha iyi kullanan ve kader birliği yapılan birlikte yaşanılan halkların konumu ne olacaktır? Bize göre iç ve dış dinamikler de dikkate alındığında “akraba topluluklar” kavramı Türk kültür kimliğinin Asli unsuru olarak ele alınabilmelidir. Kültür genlerimizin bilhassa halk kültürü genlerimizin tayin edici ortaklık karakteri Türk soylu olmaktan daha az önemli sayılmamalıdır. Sadece din birliği ve sadece dil birliği Türklüğün stratejik bir obje olması için yetmemektedir. Bütün dalları ile halk kültürünün önemi bu noktada strateji belirleyici olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sosyolojik gerçek, dış emperyalist stratejiler karşısında ortak duruş belirleyebilme itibariyle de özel önem taşımaktadır. Anadili Türk dil grubuna girmesi itibariyle Türk dünyasının asli unsuru kabul edilen bir kesim Anadili olan dili unutup, unutturulup başka bir dille konuşur olmuş toplum gibi,  Anadilinin yerini Türkçe’ye bırakmış birlikte yaşanılan toplum kesimi kültürel Türklüğün dışında müteala edilmemelidir. Bize göre aynı yaklaşım tarzı din için de geçerli olabilmelidir. Artık Türk dinli olmayı dar anlamda Müslümanlık değil, geniş anlamda İslamiyet olarak alınabilmelidir.        

 

          Anti-emperyalist, çağdaş, demokratik ve realist Türk ulusunun yeniden inşası projesinde yer alacak olan kültür mühendisleri yalın halde dil ve dinin kimlik belirleyiciliğini tekrar tartışmalıdırlar. Bu sorunun aşılabilmesinde “Türk Dili” ile “Türk Dini”nin bağlantısına çözüm getirebilmelidir. Türk adının alınışındaki veya Türklüğün oluşumundaki mistik muhteva aydınlatılabilmelidir. Türk Töresi’nin dar anlamda sadece bir soya mensup insanların ilişkilerinin belirleyicisi olmadığının anlaşılması, Türk halk kültürünün Güney Sibirya uluğ  Türkistan, İdil-Ural, Kafkasya, Orta Doğu ve Balkanlarda gösterdiği müşterekliğin temel nedenini izah etmiş olacaktır. Keza Atlı Bozkır medeniyetinin hüküm sürdüğü geçmişteki coğrafyada, bugün yaşayan halklar, Türklüğün, bu medeniyetin izlerini taşıyan kültür akrabalarıdırlar.

 

          Bu noktada, Türk sosyolojisinin daha sağlıklı bir ifade ile, Türk sosyal yapısının etnisite anlayışına tanım getirmeli ve Türk milli etnisitesinin tanımı yapılabilmelidir. Bu yapılamadığı taktirde, Türklük birlikte yaşanılan İslam halkın din kesimi sayısınca etnisite ile karşı karşıya getirilecek ve her tarikat veya İslam’ın farklı yorumlanışı Türklük dışı unsurlar olarak sahnelenebilecektir. AB karşısında Alevilik için yapılmak istenilen de olduğu gibi, Müslüman Türk halka yönelik bu tehdit diğer dinlere mensup Türk Kültürlü halkları da beklemektedir.

 

          Türk dünyasının günümüzde devleti olan Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen ve gibi büyük kesimlerinin kültürel bütünlüklerinin sağlanılmasında zamanın Türklüğün lehine işlediğini söyleyebilmek oldukça zordur. Diğer taraftan Anadili Türkçe olan Anadolu’nun Müslüman halkı üzerinde de kimlik farklılığı arayışlarının yapıldığı bilinirken kültürün, dil ve din gibi unsurlarının dışında müştereklik sağlayan bir unsurunun üzerinde durulmalıdır ki, bize göre bu unsur halk kültürüdür ve merkezinde halk inançları kültürü vardır. Nitekim öyle bir halk kültürü alanı yoktur ki, içeriğinde halk inançları da bulunmasın.

 

          Alevi inançlı Müslüman Türk kesimlerden yola çıkılınca, Türk kültürel kimliğinin belirlenmesinde, teorik birliktelik kapsayıcı ve çözümleyici olmalıdır. Türklerin tespiti yapılabilen ilk dinlerinin semavi olduğunun izahı, Tanrıcılığın tek Tanrılı olduğunun bilinmesi, daha sağlıklı bir ifade ile, Türklerin İslamiyet’e girdiği bilinen tarihten çok daha evvel, İslamiyet’i yaşadıklarının açıklık kazanması, Türklerin ilk ilahı tebligatçıları ile son tebligatçı arasında ilahi mesajın mahiyeti itibariyle bir ihtilafın olmayacağını ortaya koyacaktır. Bu noktada, Alevi inançlı Müslüman kesimde yaşanılan dini hayatın, Türklüğün bir dönemde mensubu bulunduğu dinin akaidi ile günümüzde mensubu bulunduğu dini akaidin birlikte yaşandığını ortaya koyacaktır ki, her iki dönemde mensubu olunan din esasen farklı olmayıp geniş anlamda İslam’dır.

 

          Farklı inançların hayata geçirilmeleri halk kültürünün diğer alanlarında olduğu gibi, asimilasyona karşı demokratik olunacaktır. Entegrasyonun şeklini ve nispetini halkların özgür iradeleri belirleyecektir. Bu proje Türk kültürlü halkların bulundukları coğrafya ve siyasi yapılanma farklılığına rağmen Türklüğün bütünlüğünü koruyarak kültür olarak da yaşamasını sağlayacaktır.

 

          Halk kültürü çalışmalarında teoriden ne anlıyoruz? Türk dünyası tarih ve kültür çalışmalarının değerlendirilmesinde en ciddi ve olmazsa olmaz eksikliği teori ve metot birliğinin olmayışıdır. Teorisizlik veya ortak bir teoride birleş ilememiş olmanın doğurduğu sıkıntıların araştırılmamış olması yapılan sosyal bilimler içerikli çalışmaların belirli bir istikamete yönlendirilmelerini önlemektedir. Buna paradigmanın halk kültürü boyutundaki eksiklik de denilebilir.

 

           “Türk Ata başlangıç noktası onun duyuru dili Türkçe ve onun şeriatı akaidi Türk töresi ve törenin yayıldığı alanın Türk coğrafyası olduğu” anlayışı teorik çerçeve olarak belirlendikten sonra bu istikametteki çalışmalarda metot birliği sağlanılabilmelidir. Türk dünyası tarih ve kültür çalışmalarında özellikle halk kültürü alanında yapılmış çalışmaların ve çalışma yapanların envanterlerinin  çıkarılmadığı sürece ortak metot belirlenemeyecektir. Bu da araştırmacıyı monografi derleyicisi olmaktan ileriye götüremeyecektir.

 

           Türk halk kültürü çalışmalarından alınan hasılanın belirlenip bilindiği  zaman milli ve kültürel kimlik alanındaki önemi görülebilecektir. Türklüğün stratejik obje oluşturmasında Türk kültürü ne derece önemli ise, Türk kültürünün Türk kimliğinde belirleyici unsur olmasından hareketle, Türk dili Türk tarihi kadar Türk halk kültürü de belirleyicidir.

 

           Bu paradigma, Türkiye’nin güvenliğini yakın çevresinin etno-sosyal yapısından hareketle sağlamayı da hedeflemektedir. Zira bu çevrenin etno-kültürel özellikleri Anadolu demografisinin sosyo-kültürel ve etno-sosyal yapısından farklılık arz etmemektedir. Böylece, sayıca çok nüfuzca az halklarla birlikte batı Türklüğü anti-emperyalist kültürel bir yapı geliştirebilir ki, bu yapılanmanın otodinamiğini  halk kültüründeki müştereklikler oluşturmaktadırlar.

 

           Bu paradigmanın anti-emperyalist karakterini demokratik oluşu sağlayacaktır. Birlikte yaşanılan halkların demokratik kültürel edinimlerindeki sınırını ve kullanım hudutlarını, toplumun genel nüfusu içerisindeki bu halkların nüfus nispetleri belirleyecektir. Bu uygulama tercihi, az sayılı halkların haklarının yok sayılması gibi  anti demokratik bir uygulamaya meydan bırakmaz iken, toplumun çoğunluğunu teşkil eden kesime karşı da, anti-demokratik davranılmamasını temin edecektir. Böylece birlikte yaşanılan halklar dış emperyalizme karşı anti-emperyalist davranırlarken aralarında da demokratik bir denge kurmuş olacaklardır.

 

           Türklüğün sosyo kültürel alana uyguladığı bu ulusal paradigma, Türkiye için Türkiye Türklüğü şartlarında geçerli olurken; örneğin Kırgızistan Türklüğü için de Kırgızistan şartlarında geçerli olacaktır. Böylece aynı zamanda ırkı gen akrabalığı olan Türk kesimlerin Türk olarak algılanması ile bir ortak kültür unsuru olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk anlamındaki Türk kavramları arasında gerekli paradigmatik ihtilaf izale edilmiş olacaktır.

 

           Jeokültür itibariyle Türklük ve halk kültürü bize neler düşündürüyor? Bilindiği gibi kültür de ekonomi gibi, coğrafya gibi stratejik bir güç olup jeokültür olarak bilinmektedir. Topyekün milli gücü meydana getiren unsurlar arasında kültürel potansiyel bir güç oluşturduğu gibi aidiyeti  belirleyici oluşu itibariyle de askeri, ekonomik v.s. güçlerin de merkezlerindedir. Bu noktada Türklük özelde bir stratejik güç ise, Türklükten hareketle Türkün menfaatini korumak veya Türklükten yola çıkılarak Türklüğe verilecek zarar önlenilebilecek ise, Türklüğün mahiyetinin muhtevasının bilinmesi gerekir. Bu noktada belirleyici unsur halkın içinde yaşamakta olan kültürdür. Bu yapılamadığı taktirde, nüfusun çokluğu bir kuru kalabalık, sahip olunması sağlanılamamış bir zenginlik ve birlikte hareket edilemediği için kendisini kesen kılıç konumu aşılamayacaktır. Türklüğün mahiyetini ve muhtevasını belirleyen unsurlardan birisi de kültür, halk kültürü ve halk inançları kültürüdür. Türklüğün kültürden hareketle bekası söz konusu olunca sosyo-kültürel yapı etno-kültürel özellikler bu itibarla özel önem arz etmektedir.

 

           Türkiye Cumhuriyeti projesinin mimarları bunun şuurunda oldukları için, Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu, Etnografya müzelerini, alanı özel seçilmiş olan DTCF Fakültesini kurdurmuş ve hareketin lideri Mustafa Kemal Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” demişlerdir.

                   

          Sonuç olarak söylenilebilir ki, halkların anti-emperyalist birlikteliklerini sağlayan halk bilimi çalışmalarında teori noksanlığı ve metot birliğinin sağlanılamamış oluşu jeokültürün anlaşılamamış ve bunun sonucu olarak da post modern dönemde gerek süper gücün dünya ve bu arada Türk bölgesi hakimiyetinde, etnisiteden yana ulus devlet karşıtı bir strateji izlediği bilinirken, Türklüğün Türk Kültürel kimliğindeki yeri yeterince bilinemediği belirtilemediği nedeniyle, Kürtlük Türklüğün dışında mütalaa edilmekte kalınmamış, Irak dan başlanılarak Türklük karşıtı bir yapılanmaya dönüştürülebilmiştir. Bölge halkını Güneyde Evanjelizm Kuzeyde Gregoryanlık kültürünün bir parçası haline getirilmek istenilmiştir. Gerekli halk kültürü çalışmalarının yapılıp hasılasının ulusal politikaya yansıtılamamış oluşu, ayrımcılığa itilmiş gençlerin, Türk Dünyası Araştırma Merkezi örneğinde olduğu gibi bu amaçlı kurumları basmaya sevk edebilmiştir.

 

          Ermeni-Türk ihtilafı Azerbaycan ve Türkiye de, tarihte olduğu gibi günümüzde de, aynı bütünün parçaları olmalarına rağmen bu konulu stratejide iki Türk kesim farklı cephelere itilmek istenilmiş; mono milliyetçilik ve etnik temizlik yapmak isteyen Ermeniler, süper güçten özel destek görmüşlerdir. Bu gelişmeye paralel olarak Azerbaycan ve Anadolu Türklerine farklı kültürel kimlik giydirilmek istenilmiştir.

 

          Türk kültür milliyetçiliğinin dar anlamda bir soyun milliyetçiliği olmadığının izahı engellenmek istenilmiş, bu alanda çalışma yapan kişi ve kuruluşlara ilgisiz kalınmış hatta baskı yaptırılabilmiştir.

 

          Kuzey Kafkasya‘ya süper gücün girişi ile, büyük bir kısmı aynı zamanda Anadolu’da yaşamakta olan Kuzey Kafkasya halklarının ve İran’a girişi ile de İran halklarının Irak‘da olduğu gibi etnik ayrışmayı sağlayıp bağımsızlıklarını elde edecekleri savunulmuştur. Buradan hareketle söylenebilir ki, sosyal çözülmeye yönelik yapılan girişimlerin halkların anti-emperyalist dayanışmasını kurmak olduğu anlatılamamıştır. Anlatılma isteği aynı baskı ile karşılanılmış, anlatanlar Türkiye’deki Amerikan karşıtı hareketin öncüleri olmakla suçlanılmışlardır.

 

          Etno-sosyal, etno-kültürel yapının incelenmesinin önemi kavranılamadığı için yabancı sermayenin bağımsız ulusal politikaların oluşmasını önlediğine ve sivil toplum örgütlerinin anti emperyalist dirençlerinin de dolaylı yollarla kurulabileceğine şahit olunmuştur.

 

          Halkların bulundukları yurtlarında kendilerini hür, bağımsız ve demokratik temsil hakları için yaptıkları saygın mücadelelerin yerini etnisite merkezli uydu  yapılanmaların olması için yapılan mücadeleye bırakmaları teşvik edilmektedir.

 

          Türklüğün yeni kültür mühendisliği çalışmalarında halk kültürünün öneminin dikkate alınması ve akraba toplulukların genel Türklük kapsamında  ele alınması, kültürün ve Türklüğün stratejik bir obje olarak algılanması kültür emperyalizmini ve ona alet olanları yok eder mi, tabii ki hayır. Ancak Türklük bilimi çalışmalarına yeni bir stratejik muhteva kazandırabilir.

Dr. Yaşar KALAFAT

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap