175) “TÜRK” AİLESİ

Yayin Tarihi 3 Nisan, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

“TÜRK” AİLESİ

 Han ve hanım

İslam öncesi ve sonrasında “Türk Ailesinin Sosyo-Kültürel Nitelikleri”..

 

GİRİŞ
Aile, bir toplumun temel toplumsal kurumlarından birisidir. Toplumu ayakta tutan, temel öğelerdendir, insan türünü üretmek ve sürdürmek gereksiniminden doğmuştur. Başlıca işlevlerinden birisi budur. Üretim-tüketimde bulunmak gibi ekonomik, çocuğun toplumsallaştırılması, eğitimi, korunması, sevgi, serbest zamanların değerlendirilmesi gibi pek çok işlevleri olan, bütün toplumlarda en fazla evrensellik gösteren bir kurumdur. Bu özelliklerini dikkate alarak şöyle bir tanım verebiliriz: “Aile, biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün sürekliliğini sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal yönleri bulunan toplumsal bir birimdir.”

Burada, ailenin bu özelliklerini dikkate alarak, Türk toplumunda onu oluşturan öğeleri rol, konum ve ilişkiler çerçevesinde ele alacağız. Konu, İslam öncesi ve sonrası olmak üzere iki kesimde incelenecektir. Konunun sadece antropolojik açıdan değil, Türk tarihinin gelişmesi ve akışı içinde ele alınması, onun birtakım yanlışlıklardan arınmasını sağlar. Bu nedenle bazı kişilerin değerlendirmelerini ihtiyatla karşılamak gerekir.

Eski Türk ailesine ilişkin kaynaklar çok sınırlıdır. Mevcut kaynaklardan elde edilen bilgiler burada değerlendirilmiştir. Kısmen de destanlara başvurulmuştur. Çünkü destanlar da o zamanki Türk ailesinin yaşam biçimlerini yansıtmakta idiler.

İSLAM ÖNCESİ TÜRK AİLESİ

Ögel’e göre Hunlarda baba ailesi(Temeli dışardan evlenmeye dayalıdır), Moğollarda ise ana ailesi egemendir.

Moğollarda kadın, çocuğu doğuncaya kadar kendi evinde kalır. Dullar bir daha evlenemezler. Oysa, Hunlar ve Göktürklerde böyle bir gelenek yoktur. Eberhard’a göre, Türkler, aracılar ve görücüler yoluyla evlenme geleneğine sahip bir kavimdir. Çin tarihsel metinleri, Türk ailesinin birçok ahlaksal özelliklerini sıralamaktadır ki, bunlar günümüz aile modeliyle büyük ölçüde uyum sağlamaktadır. Ögel’e göre Türklerde yalnızca baba ailesi görülüyor ve ana ailesinin izlerine rastlanmamaktadır. Türklerde toplumun çekirdeği aileden oluşur. Bu da baba, oğul ve torunlardan oluşur. Evlenip giden kızlar ile onların çocukları aileden sayılmazlardı. Eski Türklerde babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bu nedenle annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileri olurdu. Babanın mirası anneye değerdi. Çocukların vasisi oydu.

Bekâret anlayışı: Türklerde İslam öncesi de vardı. Türkler bakire kız için, “Kapaklığ,” yani kapalı kız diyorlardı.
Ev kadını için “Evci” denirdi. Göktürklerde “Eş” denirdi.

Sümerlerle Türkler arasındaki yoğun ilişki, Gılgamış Destanı’nın proto-Türkler için bir sıfır noktası oluşturabileceğini göstermektedir. Gılgamış Destanı’nın ortaya koyduğu aile yapısı ve evlenme biçimi; 19. yy. Avrupasında bir aile evrim kuramını, yani ilk aile modelinin serbest cinsel ilişkilere dayalı olduğu tezini reddetmektedir. Sümer aile tipi, tamamen karı-koca ilişkisini yansıtan kutsal törenlerle düzenlenmiş nitelikleri ortaya koymaktadır.

Proto-Türklerin, Bahaddin Ögel’e göre Eski Türklerin en önemli temsilcileri Hunlardır. Eski Türklerde “Kuma” deyimi, çok eski bir Türk sözüdür. 1. ve başhatundan sonra alınan kadınlara “Kuma” denirdi. Hun ve Göktürk tarihinde babalar ölünce, erkek çocukların annelerinin kumaları ile evlenmeleri çok görülürdü. Bu husus, baba ölünce aileyi bir çatı altında toplama geleneğidir. Levirat denen “Kayın alma” da yaygındı. Eşi ölen gelin, kayınla evlenmekteydi. Böylece eşi ölen kadın ve çocukları sokakta kalmazdı.

Bu yoldan aile, kişilerin güvenliğini koruyordu. Bu gelenek, Türkdoğan’a göre günümüzde de devam etmektedir. Örnek olarak Kars yöresindeki Azerilerde “Dinsel önderle dulların seramonik evlenmeleri.” Bu tür evlilikler, ailede dengeyi bozmama eğilimini yansıtır. Buna, dinsel öndere atfen, “Ahunt Tipi Evlenme” denir.

“Kalın,” bir aile malıdır. Evde erkek çocukların kalın üzerinde miras hakkı vardır. Kalın verilen gelin, artık erkek ailesinin bir malı olmuştur.

Kalın, babanın oğullara, evlenme payıdır. Başlıksa, kız ailesine verilen bir armağandır. Baba malından kızlara bir pay düşüyorsa bu da kızın çeyizidir. Kalınsız kız verme geleneğine yine anıtlarda rastlıyoruz. Genellikle öldürülen bir kişinin ailesine, kalınsız bir kız veriliyor ve böylece, anlaşma yoluna gidiliyordu.

Çekirdek ailenin evrenselliği, hem Sümerlerde hem de Türklerde kanıtlanmış durumda, Sümerlerdeki gibi kadının kutsallığı bu anıtlarda da yer almaktadır.

Direnkova ve Yakinof gibi araştırmacılar Türklerin tarih sahnesine ataerkil ve dıştan evlenme biçimiyle çıktıkları görüşündedir.

Tek eşle evlilik, Türk ailesinin karakteristik bir özelliğini taşır.

Görücü yoluyla evlenme: Eski Türk geleneğinde yoktur. Radloff, Altaylılarda kadın ve erkek arasındaki konuşma ve görüşme serbestisinin çok uzak geçmişlere dayandığı kanısındadır. Kalın, yaygın olarak taksitle ödenirdi. Fakat kız kaçıranlara, kalını peşin olarak ödeme zorunluluğu konmuştur.
Bugün Güney Anadolu yörüklerinde eğer kalın tam olarak ödenmemişse, gelinin çocukları olsa bile yine de kızın babası, damada gidip çocuklu kızını alıp kendi evine geri getirebilir. Yani kalınsız nikâhın bile hükmü yok. Kalın, babanın sağken oğullarının evlenebilmeleri için verdiği paydır. Oğul, babadan bu hakkını zorla alabilirdi. Baba malından kızlara da bir pay düşüyordu ki bu da kızın “çeyiz” iydi. Kalın anlaşması, karşılıklı bir akittir. Aynı zamanda karşılıklı bir armağanlaşmadır. Gelinin vardığı erkek sakat ya da iktidarsız çıkarsa, kadın bundan dolayı şikâyet edebilir ve kalını geri verme yoluyla kocasından ayrılabilirdi. Kadın kısır çıkarsa, kız evi, ya kalını geri verir ya da gelinin kız kardeşlerinden birini kalınsız olarak verme yükümlülüğündeydi.
Öldürülen bir kişinin ailesine, kalınsız bir kız veriliyor, böylece, anlaşma sağlanıyordu. Yine, kısır ya da baba evinden gelme bir hastalıkla ölen gelinlerin yerine de kız kardeşleri kalınsız olarak verilebiliyordu.

Anadolu’da ve Orta Asya’da “Nikâh,” yaygın olarak kalın anlaşmasından sonra ve kız evinde kıyılır. Nikâh kıyılmadan önce, kalın ve çeyizlerin miktarı da saptanır. Nikâhın yanında, su içme ve sakal kesimi gibi İslam öncesi geleneklere de başvurulur.

Ancak, Türklerde nikâha rağmen, gerdeğe kadar gelinin yüzü tabu sayılırdı. Bu husus, ancak gerdekte, görümlük denen, tören ve armağanlardan sonra kalkardı.

Bazı Türklerde de, evlilik, ancak ilk çocuğun doğmasıyla tamamlanıyordu. Çocuk doğmadıkça, evlilik ve nikâh yürürlüğe girmiyordu.
Düğün ise Türklerde bir toydur. Buna Harzemşahlar çağında “Gelin toyu” denmiştir. Dede Korkut‘ta, nişan toyuna “Küçük düğün,” evlenme toyuna da “Ulu düğün” denir.

Toy ya da düğün bayrağı da bütün Türklerde görülen yaygın bir gelenektir.
Düğün aşı ve açları doyurma anlayışı da bütün Türklerin ortaklaşa inançları arasındaydı.

Toy ve düğün ateşi de Türk toylarının bir özelliğidir. Yarışlar, güreşler gibi tören şenlikleri, bütün Türk toylarında görülen eğlencelerdir.
Gerdek kavramı, daha çok Oğuzlar, Türkmenler ve Batı Türkleri tarafından geliştirilmiştir. Gerdeklik, gerdek evi biçiminde Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Gerdek odasının, ayrı  bir kutluluğu vardır.

Sağdıçlık da Göktürklerden beri var. Sağdıç, güveyin hem kılavuzu hem de dostudur. Sanal akrabadır.

Yenge de gelin kılavuzudur. Geline yol gösterir. Bunlara “Danışık” da denir. Kız evinden gelen çeyizlere de yengeler bakar.
Ailede ahlak ilkeleri olarak şunlar söz konusuydu: güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlama, sözünü yerine getirme, sadelik, öğünme, yiğitlik ve mertlik.

Hakanların hoşlanmadıkları hususlar: Yalan, zulüm, harislik, acelecilik, hareketlilik, doymazlık, hiddetlilik, içkicilik, sözünden dönme, inatçılık.

Abdülkadir inan, Türklerin tarih sahnesine ataerkil ve dıştan evlenme yoluyla aile kuran bir kavim olarak çıktıklarını ileri sürer. Manas destanında dıştan evlenme geleneğine geniş yer verildiği görülmektedir. Manas’ın kahramanları hep çapulla elde ettikleri kızlarla evleniyorlar, savaşlarda ganimet elde ederek aldığı kızlarla Manas’ın evlendiğine tanık olmaktayız. Radloffa göre Dede Korkut destanında kadınların toplumsal konumları yüksektir. Birden fazla evliliğe, bir işaret olsun yoktur.

Proto-Türklerin aile yapısının temelde monogami diye ifade edebileceğimiz tek eşli bir evlilik modeline dayandığını, ailenin kutsal ve sevginin önemli olduğunu söyleyebiliriz.
Kök Türk ailesinin birkaç kuşağı bağrında barındıran, babanın ataerkil etrafında kümelenmiş bir aile olduğu söylenebilir.

Kök Türklerin de dış evli oldukları kesinlikle bilinmektedir. Oğlanlar ev kurup(Çadır) oba içinde kalmakta, kızlar ise kalın karşılığında yad ellere gelin gitmekteydi. Kök Türkler atayerlidirler. Asya tarihinde, güveyi anayerinde bir süre tutma geleneği her zaman olmuştur. Hunların doğusunda oturan Vu-huanlarda, güveyi, kadının ailesinin yanına gider. Erkek, kadının bütün akrabalarına hizmet eder, kadının ailesi için çalışır.

Güveyilik sistemi, verilen bir kıza karşılık, karşı ödülleme olarak sunulan Güveyi hizmeti olarak tanımlanır. Hizmet süresi yıllara ya da çocuk sayısına göre değişebilir. 10. yy. da Kutluk erkekleri, kızın velisine bir yıl hizmet ederlerdi.
Kök Türk beylerinin çok karılı evlilik yaptıkları kuşku götürmez. Bu konuda yeterli belge yok. Fakat, dillerinde “öğ” sınıflandırıcı kavramının varlığı, çok karılık lehine bir sanı uyandırmaktadır.

Çin yıllıklarında söz edilen bir kayıt var. O da, “Leviratus” dur.

Kök Türklerde baba ve amca ölünce onların oğulları ya da küçük kardeşleri, geriye kalan dullarıyla evlenirler. Baba, amca ve ağabey ölünce, öz ana ve kız kardeşler dışında onların dul ve yetimleriyle evlenme geleneğine, Leviratus deniliyor. Tibet’ten Kore’ye dek  bütün Asya kıtasında bu gelenek egemen. Bu gelenek Hunlar’da da vardı. Ayrıca 13. yy. ın bütün zenginleri, Moğol ve Tatarların(Kuman, Oğuz, Türk)Leviratus uyguladıklarını yazıyorlar.
10. yy. da tek bir istisna şu: Kutluk kadınları ömürleri boyunca sadece bir tek erkekle evlenir. Kocası ölen kadın, bir daha hiç evlenmez.

Leviratus kurumu, kadın alan ve kadın veren oğuşlar arasında ittifakı ve böylece barışı sürekli kıldığı için vardır, işte Leviratusun gördüğü işlev budur. Göçebe çobanlar dış evlilik yaparak başka oğuşlarla kız alıp verirken, bağlaşma temeli üzerinde onlarla ittifak kuruyor ve böylece birlik halinde barışı sağlıyorlardı.

Kız kaçırma: Eski Türklerde evlenme, kız kaçırma ve yağma yoluyla olmuştur. Yakutlarda ve Altay Türklerinde son zamanlara değin evlenme, ancak kız kaçırma yoluyla meşru evlenme sayılmıştır.

Abdülkadir İnan bunu şöyle anlatıyor:
“Yakutlarda, evlenmeye karar veren delikanlı, kendi soyuna mensup bütün gençleri toplar ve büyüklerinin huzurunda ‘Kam ayini’ yaptırırdı. Akına gidecek atların bağlandığı kazıkların dibine tulumlarla kımız konur ve kam da bu kımızları atların koruyucusu olan Itik ruhuna saçı ederdi. Altay Türkleri arasında, bugün de erkek ve kız tarafları kendi aralarında sözleştikleri halde delikanlı, kendi soyundan olan yiğitlerle beraber kızı kaçırır. Kırgızların Manas destanında eski usulün hatırası olarak yağma ve kaçırma yoluyla evlenmeden söz edildiği gibi barış yoluyla, yani ‘Kalın’ ödeyerek evlenme de tasvir edilmektedir.”

Manas’ın kahramanları hep çapul yoluyla elde ettikleri kızlarla evleniyorlar. Bugün Şeriarda “Gelin Çalma” geleneği vardır. Gelini, babasının ve akrabasının elinden alma, Türklerde ve Moğollarda bilinen bir âdettir. Kalın ödendikten sonra, güvey, gelini götürmeye gelir. Fakat kızı kolay alamaz. Çünkü kız iyice saklanmıştır. Damat onu uğraşarak, güçlük çekerek meydana çıkarmak zorundadır (Ibn Fadlan).

Kalın yerine Kırgızlar ve Başkurtlar “Süyeksatımı,” Yakutlar “Sulu” derler. Abdülkadir İnan, birinciyi, boydan birinin, yabancı bir boya satıldığını, kalın malının da onun karşılığı anlamına geldiğini, “sulu” kelimesinin de, eski Türkçede fidye-i necat, kız kaçıran boyun cezadan kurtulmak için verdiği mal demek olduğunu açıklamıştır.

Türklerde aile kurumunun kökenlerine inen araştırmacılar, başlangıçta bugünkü anlamda bir ailenin bulunmadığı, karı-koca ve çocuklar arasında aile denemeyecek gevşek ilişkilerin olduğu, asıl bağlılığın klan üyeliği olduğu, akrabalık terimlerinin buna göre belirlendiği ve eski Türkçede “Aile” kelimesini karşılayan herhangi bir kelimenin bulunmadığı hususlarında birleşmişlerdir.
Ataerkil kabile ve aşiret dönemlerinde, evliliklerin kız kaçırma suretiyle olduğu görülmektedir.

Gökalp, Türklerde evliliğin endogamik olduğunu belirtir. Gökalp, bunu il aşaması için söylemekte ve endogamiyi Türklerde kadın-erkek eşitliğinin temeli saymaktadır. Altay ve Yenisey boylarında egzogami hâlâ yürürlüktedir. Bugünkü Altaylılarda her kabile birkaç yüz nüfustan ibaret olmasına rağmen, hiçbir kabile kendi içinden evlenmez.
İlk evlilikler anayerli evlilik şeklindeydi. Ataerkilleşmeden sonra evlilikler kız kaçırma ve yağma suretiyle olmaya başlar.


Döl alma geleneği: İnan, evlatlık kurumunu incelediği bir makalesinde bu kurumun kökenini “çok eski devirlerde, ihtimal ki anaerki çağında meşru sayılan döl alma geleneğinde aramak gerektiğini belirtir. Eski Roma ve Araplarda çok açık olan bu geleneğin, Orta Asya göçebe kavimlerinde gizli kapaklı olarak korunduğunu biliyoruz” demektedir. Ona göre, 19. yy ortalarında Kara Kırgızlar’da geleneğin bulunduğuna dair söylentiler vardır. Yakutların eşlerinin başkalarından doğan çocuklarını öz evlat saymaları, döl alma geleneğinin meşru sayıldığı bir devirden kalma geleneklere dayanır.
Oğuzlar’da, evlenirken kızın rızası alınırdı. Volga Bulgarları arasında evlenmek isteyen kişinin, istediği kızın başına bir örtü atması ve böylece kızın onun eşi olması geleneği yaygındı. A. İnan’a göre bu, bir çeşit “kız kaçırma” geleneğiydi.

Eski Türklerde çok eşlilik var. Oldukça da yaygındı. Bazı kaynaklarda çok eşliliğin sadece hanlara özgü olduğu, bazı kaynaklarda ise hiç olmadığı iddia edilir ki bu doğru değildir. Çünkü kadın sayısı fazladır ve yakınlarının dullarla evlenmesi koşulu vardır.


Zina: Ibn Fadlan, Oğuzlar’da oğlancılığın da büyük suç olduğunu belirtmektedir. Kutluklar’da ve Hiyongnular’da da zina çok büyük suçtur.

Kutluklar’da, zina eden erkek ve kadın yakılırken, Hiyongnular’da evli bir kadına tecavüz eden kişi ölüme mahkûm edilir. Genç bir kızı iğfal edenden ise büyük bir fidye alınır ve o kızla evlendirilirdi. Takyular’da tecavüz eden kişi iğdiş edilir. Bütün bu kavimlerde düşmanlara aynı hareketi yapmak suç sayılmazdı.

Eski bir İnanıştan, yılda bir kez bir çeşit serbest ilişki geleneğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Eski Türkler yılda bir kez doğal şehvetin galeyanıyla vücuda gelen bir aşk gecesine İnanırlardı.

Boşanma: Ögel, eski Türklerde kalın yanacağı için, aile üyelerinin buna karşı çıktığını ve bu yüzden boşanma olayının görülmediğini söylemektedir.
Eski Türklerde, öldürülen bir kişinin ailesine karşılık olarak, kalınsız bir kız verildiği de görülmektedir. Ayrıca, karşılıklı dünür olma (kız değiş tokuş etme) durumlarında da kalın ödenmezdi. Yiğitler, aralarında anlaşırken, bazen birbirlerine kız kardeşlerini vereceklerine dair söz verirlerdi. Karşılıklı dünür olma geleneği, en çok, Kırgızlar’da yaygındır.

 

Kınalızade’ye göre, bir insan, koşullar uygunsa evlenmelidir. Bundan maksat, hem Muhammed ümmetinin neslinin çoğalması, hem de nefsin günah ve kötülüklerden korunmasıdır. Zira, Peygamber, çocuk doğuran kadınla evleniniz, çoğalınız buyurur.
İslamiyet, toplumsal yaşamı da düzenleyen bir din olarak aileye ilişkin pek çok hükümlere sahiptir.

İslami uygulamaya baktığımız zaman eski Türk geleneklerinin de sürdürüldüğü dikkatimizi çekmektedir. Bu konuda İslami döneme geçtikten sonraki destanlar bize bir fikir vermektedir. Şimdi bu destanlardaki aileye ilişkin yönlere bir göz atalım.

Manas Destanı’nda aile: Manas, eski Türk kavmi olan Kırgızların milli destanıdır.

Baba/Koca: Aile ve cemaatin reisidir. Güç ve otorite simgesidir.

Anne/Kadın: Evde ikinci önemli kişidir. Onun önemi, doğurganlığına bağlıdır. Erkeğine bir evlat veremeyen kadın meyvesiz ağaçtır. Kadın erkeği gibi cesur ve savaşçı olmalıdır. Ama onun temel rolü, kocasının isteklerini yerine getirmek, kocası savaşa gidecekse onun savaş elbiselerini, silahlarını ve atını kocasına hazırlamaktır. Kadının güzel ve şanslı olması tercih nedenidir.

Aile içi ilişkiler: Aile büyükleri, töre ve dinsel etkenler içinde bir ilişkiler bütünü söz konusudur.

Divan-ı Lügat it-Türk’te, evlenecek olan kişilerin birbirini görüp tanıyarak mı, yoksa görmeden mi evlendiklerini gösterecek bir kayıt bulunmamaktadır.
Dede Korkut Hikâyeleri’nde Bamsı Beyrek ile Banu Çiçek’in beşik kertme nişanlı olmalarına rağmen birbirlerini yakından tanımadıkları anlaşılıyor.

Türkler arasında egzogaminin, yani dışarıdan evlenmenin daha yaygın olduğu söylenebilir. Eski Türk toplumunda, hele göçebe yaşam biçiminde kadınla erkeğin kaçgöç içinde bulunamayacakları da açıktır. Bu nedenle evlenecek kişilerin aynı toplumda yaşıyorlarsa konuşup anlaşma olmadan da birbirlerini en azından tanıdıklarını düşünmek mümkün.

Manasta Levirat tipi evlilik var. Yani buna bir tür aile içi evlilik denebilir. Nedeni: Kadının sahipsiz ve korumasız kalmaması, malların bölünmemesi, çocukların aile çevresinden çıkmaması gibi bugün de az sayıda uygulanan gelenek var.

Kız istemek için ata binip (atlanmak) kız aramak gerek. O halde istenecek kızda aile içinden değil, uzaktan biri olacaktır.

Çakıp Han’ın, oğluna layık bir kız bulabilmek için Asya’nın büyük bir bölümünü dolaştığı anlaşılmaktadır. Bu da bize, Manas’ın geleneğe göre evliliğinin büyük bir ihtimalle egzogami, yani aile dışından evlilik olacağını göstermektedir.

Destana yansıyan Kırgız Türklerinin evliliklerinin genellikle aile dışından ve birbirlerini görmeden gerçekleştiği, zorunlu hallerde aile içi-kayınla-evlilik olduğu, kız kaçırmaya zaman zaman başvurulduğu, erkeklerin birden fazla kadınla evlenebildikleri anlaşılmaktadır.

Aile dışından evlilik, Türk boyları arasında yaygın bir gelenektir. Kız evine dünürcü gönderildiği ve bunlara “sawçı, yorığçı, yazığçı, arkuçi” dendiği belirlenmiştir. Dünür olarak gelen kişi,

Tadacak mısın tuzunu
Verecek misin kızını


biçimindeki kalıp sözünü kullanır. Tıpkı bugün Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile kalıbının kullanıldığı gibi.

Aile, Türklerin yaşamında çok önemli bir toplumsal kurumdur. Manas’da önemli konularda danışma ve fikir teatisi var.

Namusun, edep yerleri ve cinsel organların korunması ile ilgili olduğu görülmektedir. Namus sözcüğü cinsel organları ifade için kullanılmıştır.

Evliliklerde denklik esastır.

Manas’ın yansıttığı aile, ataerkildir. Geleneksel geniş aile tipindedir. Birlik beraberlik, küme duygusu, biz duygusu egemendir.

Sözlü kültürün önemli bir malzemesidir. Türk ailesinin İslamiyet etkisinde gelişen dönemine ışık tutuyor.

Manas destanında kızda aranan özellikler, toplumca istenen ve kabul gören tarafları şöyle sıralanmaktadır:
Biricik kızım Kanıkey
Yalnız bacadan gün gördü
Suyu yalnız evde içti
Seçilmiş atlara bindi
Uzaktan gelme bal yedi
İnce elbise ile rüzgâra çıkmadı
Soğuk nedir hiç bilmedi
Hiç gece kapıya çıkmadı
Dünden kalma yemek yemedi


Manas’daki bu değerler sisteminin günümüzdeki yansımasını bir Erzurum türküsünde şöyle görüyoruz:

Erzurum’un içinde
Güngörmedik güzel var


Görüldüğü gibi, kızın bütün dünyası baba evidir. Ne gördü, ne tattı ise baba evinde görmüş ve tatmıştır.

Evlenme: Kaçırma ya da savaşta ganimet alma yoluyla evliliklerin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu tür evlilikler makbul değildi. Bu tür alınan kadınlar, bir çeşit cariye olarak kalmaktadırlar. Asıl ideal olan, atanın gidip istediği, dünür olduğu bir kızla, geleneklere uygun olarak yapılan evliliklerdir. Armağanı ve çeyizi ile gelen kadın makbul tutulmaktadır. Aksi durumda kadının toplumda kabulü zorlaşmaktadır.

Dünürcülük görevini, Çakıp Han,
Elçiliğe ölüm yok,
Kılavuzluğa horluk yok


diyerek atasözü haline gelmiş bir kalıpla ifade etmektedir.

Çakıp Han bu sözüyle, kendisinin bu işde sadece görevli olduğunu, çıkacak sonuçtan kendisinin sorumlu tutulamayacağını dile getirmektedir.

Aşa salacak tuzu var,
Kamkey denilen kızı var


mısralarında karşımızda bir kalıp var. Aşa tuz salmak ve tuzu tatmak, kız vermek suretiyle akrabalığı, dolayısıyla Türklerde tuz ekmek hakkı denilen bir kabulle, aralarında oluşacak bir hukuku ifade etmektedir.

Kız kaçırma: Mehmet Kaplan, bu konuya, kahramanlık ile aşkı birleştiren kız kaçırmanın Türkler arasında çok eski bir gelenek olduğunu ifade ederek bir açıklık getirmektedir.

Kız veya aile tarafı iffet ve faziletini göstermek, erkek, kahramanlığını kanıtlamak için mücadele şarttır. Bu nedenle evlenmeler bir savaş manzarası alır. Bu davranış biçimi, güç ve yiğitliğin asli değer olduğu göçebe örfüne tamamen uygundur.

Dede Korkut Destanlarında kadının kültürleyicilik rolü belirgindir.

Bu destanların önemli bir yönü, tek kadınla evlilik yapma, aile kurmadır. Tek erkek, tek kadından oluşan çekirdek aile söz konusudur. Destan, kadını erkeğe eşitler. Kadını iffet ve sadakat simgesi sayar. Kadını, aileyi kuran ve koruyan bir yere yükseltir. Kadını kahramanlığı ile de öne çıkarır. Ahlaki değerleri ailesel değerlerle özdeşleştirir. Aile yapısında sevgi, saygı, sıra anlayışına dayalı bir dayanışma görülür.

Dede Korkut Kitabı’ndaki kardeşler arası ilişkiler, sevgi, saygı, vefa gibi değerlere bağlıdır. Kardeşler arası bir dayanışmayı görüyoruz destanda.

Öldürülen kişinin intikamını almak da kardeşin görevidir. Kardeşi esaretten kurtarmak da aynı biçimde kardeşin görevine girer. Sürekli savaşların yarattığı şok olma düşüncesi, dayanışmayı gerektirmiştir. Güçlü olma yolu, çok kardeşliliği gerekli kılmıştır.

Oğuzlarda, bir baba, ölünce oğulu üvey annesi ile evlenebiliyordu. 10. yy. da Oğuzlarda başlık ya da kalın geleneği vardı. Birbirini seven aileler, daha beşikteyken birbirine nişanlanmaktaydılar. Oğuzlarda dış evlenme geleneğinin bulunduğu hükmü verilebilir. Destan kahramanları, iyi ata binen, kılıç kuşanan eş istedikleri görülüyor.

Destanlarda kadınlara yüksek ve değerli bir yer verilmektedir. Destanlarda, anaya karşı saygı her vesile ile belirtiliyor, Ana hakkı, Tanrı hakkıdır deniliyor.
Destanlarda kardeş sevgisi ve kardeşe sahip olmanın önemi, türlü vesileler ile belirtiliyor.

Destanlarda, saygı davranışları arasında selam vermek ve el öpmeden söz ediliyor.

Eski atlı göçebelerin aileleri, Romalılarda olduğu gibi efendi sınıfını oluşturmakta ve kan kardeşliği ile bağlı zümrenin emri altında, esirler, sığıntılar ve metbular bulunmaktadır. Aile reisi bütün malın sahibidir.

Aile efradına yapılacak işleri o gösterir. Çocukları üzerinde nüfuzu torunlarından herhangi birini kendisine evlat edinerek yetiştirecek derecede sınırsızdır.

Ailevi ata hakkına dayanan (patriyarkal) ve dışardan evlenme (exogomi) toplumsal biçimlerine uygun (patrilocal nizam) temeldi. Yeni kurulan aileler, koca tarafını tutardı. Yeni gelen kadın kocasının ailesine hizmet eder ve onun malı sayılırdı. Onun için kadını pederinden, eski ailesinden satın almak gerekirdi. Bedeli kalın çeşitli ehli hayvanlardan; at, deve, koyun vb. terekküp ederdi. Ibn Fadlan 10. yy. da Oğuzlarda aynı geleneğin cari olduğunu söylüyor. Kalın ödendikten sonra, nişanlısına damat yalancıktan bir kız kaçırmayla kavuşuyor. Bu, eskiden cari, gerçek kız kaçırma âdetinin kalıntısıdır.

Kaçırma yoluyla ya da ganimet olarak alınan kadınlar, beraberlerinde çeyiz getirme şansına sahip olamamaktadırlar.

Ailede ananın da bir nüfuzu var. Türk aile yaşamında çocukların babalarına karşı saygı göstermeleri geleneği, efsanevi Türk hükümdarı Alp Ertunga’ya dayanmaktadır.

Evlenme işinde çok defa “Arkuçı” ya da “Savcı” adı verilen aracılar gerekliydi. Bugün “Elbir” denen bu aracılar dünürler arasında gidip geliyorlardı. Akrabalık kurmak isteyen iki taraf, bu aracı eliyle birbirinden karşılıklı kız istiyordu.

Alınacak kızın bakire olması şart değildi. Fakat, bakire kız almak bir idealdi. Ancak bunun gerçekleştirilmesi, büyük başlık verilmesine bağlıydı. Dünür, daha doğrusu damad adayının ailesi (babası ve annesi) , kız tarafına bir at verir. Buna “başlık” denir. Yetiştirme hakkı, yani kızını yetiştiren babanın hakkı demektir. Sonra, yine dünür, bir elbise verir, buna da “südlük” yani süt hakkı adı verilir. Bu, gelinlik kızı emziren anneye aittir. Bundan sonra, gelin adayının kardeşine bir şey verilir. Buna da “Ağırlık” denirdi. Oğlan tarafı, gelin adayına ve kız kardeşine elbiseler verirdi ki, buna “Yandış” adı verilirdi.

Düğün sırasında “Saçı” adı verilen para saçılıyordu.

Evlenecek kızın çeyizini hazırlamak, yalnız ana babaya değil, bütün akrabasına düşen bir görevdi. Akrabalar, gelini donatmak için elbise ve mal yardımı yapıyorlardı.
Sağdıç, o zaman da aynı adla vardı.

Selçuklu devrinde birden fazla kadınla evlenmenin bulunduğu Kaşgarlı Mahmut’un eserinde, Kuma anlamına gelen “Küni” kelimesinin geçmesinden anlaşılıyor. Bugün, “Günü” biçimini alan bu kelime, kıskançlık demektir. Bundan, günülemek mastarı yapılır.

Ana ve babayı da içine alan kadının akrabalarına dünür deniyordu.

SONUÇ

En eski Türk topluluklarından günümüzdeki göçebe Türk topluluklarına değin bütün Türk toplumlarında bazı istisnalar dışında evlilik, tek kadın almak biçiminde olmuştur. Kadın oldukça serbest, buna karşılık iffet ve namusuna düşkün. Kadınla erkek, devlet işlerini birlikte yürütüyor.

Âbidelerden anlaşıldığına göre Türkler tek kadınla evleniyordu. Uygurların çoğu tek kadın alıyordu. Rasonyi, bunu Maniheizm Budizm’e bağlar. Doğu Hunlarda ve Göktürklerde bu etkilerin hiçbiri olmadığı halde, tek karılılık vardı. Rasonyi, ileri sürdüğü tezi, ikinci eş zevce için eski Türkçede Türk kökünden kelimeye rastlanmadığına bağlıyor.

Kız kaçırma, dıştan evlenme, kalın vererek kız alma, babaerkillik, genellikle birkaç kuşağın bir arada yaşadığı geniş aile kayın alma (Levirat) gibi ortak özellikler gösteren Türk ailesi bu özelliklerin çoğunu sürdürmektedir. Bu özellikler İslam öncesi ve sonrası dönemlerle birleşmiş olarak bugüne kadar gelmiştir.

Bunların yanında üyeler arasında saygı, sevgi, dayanışma, yardımlaşma usulüne uygun evlilik (söz kesme, nişan, nikâh, düğün, akrabalık gibi) ve sapmalardan uzak bir aile yapısı da ailede bulunması gereken uygulama ve değerlerdir.

Bu kadar uzun dönem aileye ilişkin olarak belirttiğimiz bu özelliklerin bugün de sürüp gitmesi, Türklerin aile kurumuna verdiği önemi göstermektedir. Kuşkusuz her dönemde bazı yozlaşmalar ve sapmalar belli oranda görülebilir. Bugün de bu yozlaşmalar var. Ama aileye ilişkin temel öğelerin şimdiye değin değişmemesi, Türklerin aileyi toplumun temeli olarak görmeleriyle açıklanabilir.

 

NOT : Heddam Sitesine Teşekkür Ederiz.

ziyaretcidefteri21111126.gif

Paylaş:

Yorumlar

“175) “TÜRK” AİLESİ” yazisina 8 Yorum yapilmis

  1. Samet Acar yorum tarihi 3 Nisan, 2008 20:53

    Böyle bir konuyu işlemenizesasta sevindiricidir.Çünkü,ailenin oluşumunu ve gelişimini bilgilendirminiz genç kuşaklar için önem arz eder.Size bu bilimsel çalışmalırnızdan dolayı sağol diyor,başarılarının devamını diliyorum.Acaroğlu

  2. ebru yücel yorum tarihi 1 Nisan, 2009 18:58

    güzel bilgiler

  3. servet ül yorum tarihi 22 Kasım, 2010 20:48

    çok teşekürler gerçekten güze yazımış.ama keşeke dipnotları da yazsaydınnz.

  4. afife naz yavuz yorum tarihi 18 Nisan, 2011 20:25

    güzel olmuş ben her zaman böyle araştırmalar yaparım ve çok güzel bir şey buldum teşekkürler

  5. araştırmacı yorum tarihi 30 Ekim, 2013 20:04

    dipnotları alabilseydik iyiydi

  6. Hasan Erden yorum tarihi 19 Ocak, 2015 09:17

    Türk AİLESİNİ YIKMA SAVAŞI nerelerden SEVK ve İDARE ediliyor?
    http://www.gunisigigazetesi.net/y-4794-b-Turk-ailesini-yikma-savasi-nerelerden-.html

  7. Prof. Dr. Nurullah Çetin yorum tarihi 6 Şubat, 2015 12:13
  8. Prof. Dr. Nurullah Çetin yorum tarihi 13 Kasım, 2015 09:27

Yorum yap