166) KENDİNE HAYRAN İKİ ADAM…

Yayin Tarihi 24 Nisan, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

Kendine Hayran İki Adam,

İki Hâlet-i Ruhîye

image00159.jpg

Bir insanın kendisine hayran olmaya başlaması en tehlikeli psikolojik eşiklerden birisidir.

TUNCAY ÖZKAN…


Bir “liderin” programını duyurur gibi…Lütfetmiş…”Vatandaşlarla birlikte” gelecekmiş! Tuncay Özkan’ın kendisi ne? Vatandaş değil mi?

Kanaltürk’te şöyle bir ses:
“Beni niye kimse aramıyor demeee! Gel kendin katııılll…Biz kaç kişiyiz görsünleeer…”

Bu sesli jenerik akşama kadar dönüyor…

Ses, Tuncay Özkan’ın sesi…

Tuncay Bey kusura bakmasın ama, öyle haber okumaya, propaganda metinleri seslendirmeye yatkın bir sesi yok.. Karga gibi!

Kanalda başka kimse kalmamış gibi bu çağrıyı kendi sesiyle okuma hırsından anlıyoruz ki Tuncay Bey kendisine bir hayli hayran. Kendisine olan hayranlığı, kendi sesine şehvet duyma noktasına kadar ilerlemiş vaziyette..

Tuncay Özkan’ın “kendisine hayran” olduğunu başka hallerinden de anlıyoruz:

Mesela, 12 Nisan’da Ankara’da miting var..

“Biz Kaç Kişiyiz Platformu'”ndan cep telefonumuza mesaj geliyor:
“Tuncay Özkan, miting alanına vatandaşların yer aldığı otobüslerde gelecektir..”

Bir “liderin” programını duyurur gibi…Lütfetmiş…”Vatandaşlarla birlikte” gelecekmiş! Tuncay Özkan’ın kendisi ne? Vatandaş değil mi?

Bir insanın kendisine hayran olmaya başlaması en tehlikeli psikolojik eşiklerden birisidir.

Bu ruh haline, kendimizde veya yakınımızdaki birinde rastlarsak derhal uzman yardımı almaya başlayalım! Yoksa ileride Allah korusun, başımıza türlü çeşitli dertler açılabilir…

Geçen gün, Biz Kaç Kişiyiz Platformu’nun toplantısı var. Güzel. Allah önlerini açık etsin.. Ben de kontör atıp üye oldum…

Ancak Tuncay Özkan’ın sahnede duruşu öyle bir sunilik, öyle bir böbürlenme, öyle bir zoraki liderlik iddiası taşıyor ki..

Sonra o amigo havası da hiç hoş değil..

İnsanlar, “haydi eller havaya” anlayışı ile coşturulup sloganlar attırılıyor falan…Tatil yerlerinde aptal turistlere yaptırılan animasyonlar gibi..

Bu arada Tuncay Özkan, yerden bâlâ bir yere çıkmış, gözlerinde gurur, hırs ve “inançla” kitleyi kartal bakışlarıyla tarıyor…

Bir başında kalpağı, bir de “Ben bu millete her şeyi öğrettim, bir tek hizmet etmeyi öğretemedim” demesi eksik..

Bir de Pazar günleri Kerimcan Kamal’la bir sohbet programları var bunların…

Bu iki arkadaş kusura bakmasın ama, ben hayatımda bu kadar saygısız bir program görmedim. Hiçbir hazırlık yok!

Yataktan kalktıkları gibi kameranın karşısına oturuyorlar, sabah gazetelerini bile okumuş değiller…

“Hani neydi şu Avrupa Komisyonu’ndaki AKP‘li? Neyse, adını unuttum şimdi.. o şeyettiydi.. Ne dediydi? Şey dediydi…Neyse, gene unuttum…Amaaan boşver yav! İyi gidiyoruz di mi? İyi gidiyoz, iyi gidiyoz…Reklama girelim mi? E hadi girelim bari…”

Tamamen böyle konuşmalar yapıyorlar… Kimsenin ne ne dediğini, ne adını hatırlamıyorlar. Bütün dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanıyorlar.

Koskoca Türkiye’de herkes aptal, herkes suskun, herkes korkak, bir kendileri ortaya atılmış cansiperâne savaşıyorlar.

Zaten laf dönüp dolaşıp kendilerine geliyor:
“Biliyor musun…Ergenekon’da her alınana beni soruyormuş savcı…Demeee! Niye soruyor ki? Tuncay Özkan’ı diyormuş nereden tanıyorsun diyormuş… İnanmıyorum!”
“Alın beni de ulan! Almazsanız nâmertsiniz! Almazsanız alçaksınız! Mustafa Kemal’in askeriyim ben!! Alın lan, alın, alın, alınnnn!!”

diye program bitiyor…

Beyler…Yemin ederim, bu yazıyı yazmamak için kendimi çok engelledim.

Bizi şurada, en fazla iki bin kişi okuyor.

Eleştirilerimize Tayyip Erdoğan‘ın size baktığı gibi bakabilirsiniz, yani, “Boşver ya! Nasılsa üç-beş kişi bunlar.. Bir koyun bile güdemiyorlar!” diyebilirsiniz…

Ama olmuyor böyle…Gidişiniz hiç gidiş değil…

Muhalif olmak ciddiyet ister, saygınlık ister, tabilik ister, alçakgönüllülük ister, sakinlik ister…

 

ERHAN GÖKSEL

 

image00223.jpg

 

Aslında dinlemek istiyoruz “bilgiye ve detaya dayalı” muhalif konuşmalarını…

Tabii, iki saat boyunca giderek yükselen, yükselen yükselen sesine ve “işte şimdi infilak edecek!” gerilimine dayanabilirsek!

Erhan Göksel’in o koca gövdesi birden yarılıyor, içinden çıkan sıvılar ekranlarımızdan oturma odamıza, salon takımlarımıza, minderlerimize akmaya başlıyor. Kovalar, paspaslar yeterli olmuyor temizlemeye.

Pes ediyor ve kendimizi hakaret, kin, garez, buğz, öfke denizinin azgın dalgalarına teslim ediyoruz…

Haydi AKP‘ye, Tayyip Erdoğan‘a, Ertuğrul Özkök’e, Aydın Doğan’a kızıp köpürüyorsun da, bizi ve programın zavallı sunucusu Yılmaz Tunca’yı (belli ki kendisinin teyzeoğlu, Göksel’in de yakın ahbabı olan Ömer Göktuğ’un talimatıyla bu işi zoraki yapıyor) niye dövüp duruyorsun?

Pazar akşamları Erhan Göksel’den öyle bir dayak yiyoruz ki pazartesi sabahı gidecek bir işi olanların vay haline!

Bu değerli anketçi, araştırmacı ve fikir adamımızda şöyle bir halet-i ruhiye var:
“Her şeyi ben biliyorum…Bu ülkede muhalefet yapma cesaretine sahip olan tek kişi de benim! Benim yüksek fikirlerimden feyz almayan başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı vesairenin vay haline! Zaten kaybedecekler demektir…Benim fikrimi sormazlarsa, ben de onları zalim muhalefetimle cezalandırırım..Özal akıllı adamdı, bu hataya düşmedi. Özal döneminde ben “Bakanları atayan danışman” olarak bilinirdim…”

(Özal’dan bahsederken sürekli “senli-benli”bir ifade kullanıyor..Oysa Özal 1927, Göksel 1959 doğumlu! Evet danışmanıydı ama yine de böyle bir samimiyet biraz gayr-ı tabi geliyor insana…)

“Her şeyi de size ben mi anlatacağım canım! Biraz merak edin, okuyun, öğrenin…”

Evet, bu cümleyi aynen sarfetti!

Oysa, o saate kadar oturup kendisini izleme zulmüne göğüs gerenler, zaten anlattıklarından bir şeyler almak isteyen insanlar…Öyleyse bu öfke, bu aşağılama kime?

Bu öfke şuna:

Anketçinin egosu, bizlerin onun fikir ve bilgilerine duyduğumuz “saygı ve ilgiyle” doymuyor.
“Bu ülkeyi yönetenler benden akıl almalı” diyor.

Gözünü bu derece yüksek bir yere diktiği için de bizlere, yani gecenin o saatinde kendisini izlemeye kerem edenlere içten içe kin duyuyor.

(Hani, siz birine aşıksınızdır, ondan ilgi beklerken gelip size hiç mi hiç hoşlanmadığınız başka biri aşık olur..Siz de öfkenizden o zavallıyı aşağılayıp durursunuz…İşte onun gibi…)

Bu psikolojiyi nereden anlıyoruz?

Bunu, şu cümleden anlıyoruz:
“Şimdi arkadaşlar haber verdiler…” (o anda önüne not falan da gelmiyor ama her nasılsa programına yönelik tepkileri anında izleyebiliyor…)
“Şu anda Çankaya Köşkü’nde bizi izliyorlarmış…” (31 Mart Pazar gecesi Gül ile Erdoğan Köşk’te buluşmuşlardı)…

Evet, işi gücü bırakmışlar, televizyonu açmışlar Erhan Göksel’i izliyorlarmış!

Bunu söylerken nasıl bir kıvanç, nasıl bir gönenme, nasıl utangaç bir gururlanma…

Söylediği şeye kendisi de inanıyor. Öylesine inanıyor ki yanaklar pembe pembe…

Derken, unutuyor Köşk’tekilerin kendisini izlediğini, veya “gerçekler” aklına geliveriyor birden bire bağırmaya başlıyor!

Kime? Yılmaz Tunca’ya…

“Ertuğrul Kürkçü’ye hain diyemezsin sen! Dedirtmemmm! Dedirtmeemmm!!”

Yılmaz Tunca, gecenin o saatinde bütün beyefendiliğini seferber edip elinden zor kurtuluyor…

Sonra, herkesi “bilgisizlikle” suçluyor. Oysa kendisi, İsveç’teki ladin kerestesinin metrekare fiyatından Amerikan medyasının sermaye yapısına kadar her şeyi biliyor! Üstelik, hiçbirimizin söylediklerinin tersini iddia etme şansımız yok..

Nasıl olsun ki?

İkinci kalite Küba şeker kamışının Amerikan iç piyasasında hangi fiyattan gittiğini biz nereden bileceğiz?

Her şeyi biliyor da…

Şöyle bir bilgiden mahrum olmasıyla bizi şaşırtıyor:

Bağıra bağıra:
“İddiayla söylüyorum! Özelleştirme Başkanı Metin Kilci yanacak! Unakıtan hiçbir şeye imza atmadığından, Yüce Divan’a Kilci gidecek!”

Oysa Yüce Divan’da bürokratlar yargılanmazlar. Yüce Divan’da en üst düzey siyasi sorumlular, yani başbakanlar ve bakanlar yargılanırlar…

Paranoya da had safhada…Herkesi programını sabote etmeye çalışmakla suçluyor. Sataştığı insanların yayına bağlanmasını engellemeye çalışıyor.
“Ben gittikten sonra bağlayın!” diye çocuk gibi tepiniyor. Reklam aralarına da karışıyor. Reklam arasını “kendi programına yapılmış bir sabotaj” sayıyor.

ABD’deki televizyon kanallarının bilmem hangi tekellere ait olduğunu ezbere sayan bu adam, reklamın programının yarattığı arzı gösterdiğini düşünemiyor..

Çatacak kimse kalmayınca, sıra ayda 600 YTL’ye gecenin o saatine kadar çekim yapan gariban kameramanlara geliyor:
“Stüdyoda sesten durulmaz oldu..Kendi aralarında konuşarak beni sabote ediyorlar…Hööö!”

Bir hormon bombası gibi Erhan Göksel.

İki saat boyunca irili, ufaklı yüzlerce kez infilak ediyor..Evde kaçacak yer bulamıyoruz. Bir gün kendine hakim olamayıp Yılmaz Tunca’nın boğazına sarılacak diye de kalbimiz küt küt ediyor. Kilosu oldukça fazla; kendisine de bir şey olabilir…

 

Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat

ziyaretcidefteri21111126.gif

 

Paylaş:

Yorumlar

“166) KENDİNE HAYRAN İKİ ADAM…” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Metin YILMAZ yorum tarihi 24 Nisan, 2008 23:36

    Al birini, vur ötekine!

Yorum yap