144) İNGİLİZ GÖZÜYLE “UYGUR” OLMAK!

Yayin Tarihi 11 Temmuz, 2009 
Kategori SOSYAL

Çin’de bir günlüğüne Uygur olmak!

image00130.jpg

İngiliz gazeteci Uygurların çektiklerini anlayabilmek için bir günlüğüne Uygur oldu ve aç kalma tehlikesiyle karşılaştı.

Çin’in Sincan Eyâleti hafta sonu yaşanan ve 140’dan fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan ayaklanmalarla sarsıldı. Tiananmen Meydanında yaşananlardan 20 yıl sonra cereyan eden en şiddetli olaydı bu. Bu trajedi, Çin toplumuna âşina olanlara şaşırtıcı gelmedi. Asıl şaşırtıcı olan çok daha sık yaşanmaması.

Karayla kuşatılmış devasa Sincan’ın Çin’in parçası olması meselesi sadece 115 yıl evveline gider. Asya’nın en istikarsız bölgesidir burası. Çinlilerin pek çoğuna göre kuzeybatı bölgesi, medeni dünyanın bittiği, Çin Seddi’nin viraneye dönmüş kesimlerinin toprağa doğru battığı yerdir. Çin değerlerinden uzak, barbarlığın ve tehlikenin da başladığı yerdir.

Wen Ding, İngiltere’de yaşayan bir Çin vatandaşı. Pekin’de yayınlanan bir gazetenin editörü olan babasıyla birlikte Sincan’a defalarca seyahat etmiş. Sincan’ın başkenti Urumki “sokaklarında yürümesi öylesine korkutucudur ki”, “ben ve babam, her ikimiz de gerçekten istenmediğimizi hissediyorduk. İnsanlar çok tehlikeli görünüyordu.”

Rastgele bir Çinliye Uygurlar hakkında soru yöneltin, şunları öğreneceksiniz: (Bir) uyuşturucu satarlar (iki), gizli olarak silah bulundururlar ve (üç) insanları kolayca – hatta zevkle – öldürürler.

Ben Şangay’dayken, Sincan’dan gelip buradaki bir lokantanın önünde sıcak Uygur ekmeği yapan iki fırıncıyla arkadaş olduktan sonra, bu kaba ve iğrenç ırkçılığı birinci elden tecrübe ettim. Çince konuşanı, saçlarım siyah ve yüzüm sakallı olduğundan kendimi kolayca Uygur olarak gösterebileceğimi ve Han Çinlilerin Uygurlara nasıl da kötü davrandığını bizzat keşfedebileceğimi söyledi.

Görev duygusuyla Doğu Türkistan’da kullanılan ve adına takke dedikleri şapkayı giyip ekmek satmak üzere işe gittim. Müşterilerin çoğu batılı yüz hatlarımın farkına varmadı – gizlenmek için bir sakal ve etnik şapka yeterliydi belli ki. İnsanlar, kendimi İngiliz olarak tanıttığım zamanlara nazaran daha kıvrak ve çevik hareket ediyorlardı. Bir ara bisikletli bir adam gelip durdu ve bana işaret etti. Arkada oturan kız arkadaşına gururla: “Bu bir müslüman” dedi.

Daha kötüsü henüz başa gelmemiş. Aileme hediye almak üzere ertesi gün açık pazarlardan birine gittim. Sincan fırınının bitişiğindeydi. Tezgahlardan birinde bir kadın duruyordu ve belli ki kısa bir süreliğine Türkistanlı fırıncı kılığında çalışırken beni görmüştü. Tezgahındaki kıytırık şeylerden satın almaya kalktığımda yüzünü öteki yana çevirip “senin gibilere burada mal satmıyoruz” dedi.

Bu tutumları ve ırkçı klişeleri onlara ilham eden – balıkçıların eşleri değil – Propaganda Bakanlığının galeyana gelmiş muhayyilesidir. Komünist Parti, vatandaşlarının sürekli bir korku halinde olmasını tercih ediyor ve Japonya şamaroğlanı olarak kullanılmaya musait olmadığında Sincan’a müracaat ediliyor. Çin gazeteleri, deliye dönmüş “Uygur ayrılıkçıların” veya “aşırıların” Han Çinlilerine saldırıp soyduklarını veya öldürdüklerini anlatan hikayelerle dolu.

Bu iğrenç klişelerin merkezinde bazı hakikat kırıntıları var. Uygurlar Çin’de yasadışı (çok küçük) uyuşturucu pazarlerını idare ediyorlar. Ancak başka bir iş yapmalarına izin verilmeyen 14.yüzyıl Floransa yahudileri gibi Uygurların da Sincan dışında iş bulabilmeleri aşçılık yahut kuru üzüm satıcılığıyla sınırlı. Şangay’daki Avrupalı ve Amerikalılara uyuşturucu satma işi, ayartıcı ve kazançlı bir iş teklifidir.

Uygurların bu şekilde ayrımcılığa mâruz kalmalarının nedenlerinden biri, Çinliye benzememeleridir. Yüz hatları, Orta Asya, Türkiye ve hatta Rusya’dakilere çok benziyor. Uygur mutfağı ve giyim tarzı, Şangay veya Pekin’de görülebilecek tarzlara dünyalar kadar uzak. Dilleri, Mandarin Çince’sinden ziyâde Özbeklerin diline daha yakın.

Doğu Türkistan’ın bu farklı kültürü, Kültür Devrimi’nin karanlık yıllarında, tahmin edileceği üzere, vahşice baskı altına alındı. Hükümet, bu uzak bölgenin denetimini kaybetme paranoyası yaşıyordu ve telafi etme kaygısıyla gayri komünist tüm faaliyetlerin üzerine ezici bir güçle gitti. Câmiler yıkıldı, dini kıyafetler yasaklandı ve yerel diller kanundışı ilan edildi. Mao döneminde Sincan ekonomisi öylesine kötü idare edildi ki 1960’larda yaklaşık 60.000 kişi gerçek bir cehennemden Sovyetler Birliğine! Kaçtı. Bu adaletsizlikler – üstüne bir de 1949’da Uygurlara verilen tam özerklik vaadinde durulmamış olması – gerilimi körüklemeye devam ediyor ki patlak veren son şiddet olaylarının nedeni de budur.

21’nci yüzyılda, Uygurların dini özgürlüklerine resmen izin veriliyor fakat İslam inancıyla Komünist kanunlar arasında yapılacak bir evliliğin asla mutlu bir beraberlik olmayacağını görmek için sosyoloji eğitimi almış olmaya da gerek yok.

Dahası, Han işçilere Uygurların yerini alsınlar diye özendirici cömert teşvikler sunuluyor ve Uygurlar, Tibetliler gibi, kendi yurtlarında ikinci sınıf vatandaş haline geliyorlar.

Bu insanların anlaşılabilir bir kızgınlıklarının olduğu ve Komünist davaya bütünüyle kayıtsız oldukları meydandadır. Katliamın devam edeceğini öngörebiliriz.

Editörün notu: Bu makalenin yayınlanmasından sonra geçen süre zarfında Urumki’de öldürülenlerin sayısı resmi açıklamalara göre 156’ya yükseldi. Yaralıların sayısı ise 1.400’den fazla

Joseph Mackertich


Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap