124) TARİH BAŞA SARIYOR-10
Yayin Tarihi 19 Şubat, 2008
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
Gül 1995: Sizi köşkün kulübesine koyacaklar
Teslimiyet belgesine Başbakan Erdoğan ile birlikte imza atan Abdullah Gül, Meclis kürsüsünde AB için
şöyle diyordu: Avrupa’nın Zenginler Kulübü’nün köşkünde, bahçedeki bir barakaya girdik diye sevinerek geldiniz
Abdullah Gül, 1995 yılında TBMM’nde bu AB için şöyle konuşuyor ve büyük alkış alıyordu!:
“Siz o profesörün (Erol Manisalı) dediği gibi, Avrupa’nın Zenginler Kulübü’nün köşkünde, bahçedeki bir barakaya girdik diye sevinerek geldiniz. Halbuki ben, şunu hatırladım: Bizim atalarımız -bugün onların ruhunu yâd ediyor ve bugün onların davasını güdüyoruz- bir gün, Avrupa’ya nasıl gitmişlerdi, Osmanlı Avrupa’ya nasıl gitmişti? Avrupa’ya siz böyle gittiniz. Ben bunu karşılaştırarak doğrusu çok üzüldüm. Değerli arkadaşlar, Avrupa Parlamentosu’ndaki münakaşaları takip edin. Türkiye oralarda nasıl rencide edilecek ve Türkiye oralarda nasıl kötü durumlara düşürülecek, göreceksiniz.
Serbest dolaşım yok…
Şimdi ben soruyorum; Yine Sayın Dışişleri Bakanı ’1963 Ankara Antlaşması yürürlüktedir; biz ona dayanarak, bunları uyguluyoruz’dediler. Peki, o antlaşmaya göre, 1986’dan itibaren Türk vatandaşları Avrupa’da serbestçe dolaşmayacaklar mıydı? Bu hakkı niçin almadınız o zaman? Ankara Antlaşması, daha önce yaptığınız anlaşmalar bu hakkı verdiyse, niçin onlar diretiyor, ’Hayır, benim çıkarıma değildir; Türkiye’de 10 milyon işsiz vardır; Türkiye’nin nüfusu büyüktür, gelir Avrupa’yı işgal eder, istediği yerde oturacak, istediği işi yapacak. Ben bu imzaladığım, taahhüt ettiğim 1986 yılında uygulamaya girecek, dediğim antlaşmayı tanımıyorum’diyor da, siz nasıl oluyar da hâlâ 1963 Antlaşması’ndan bahsediyorsunuz?
Hiçbir direniş olmamaktadır…
1982 yılından itibaren, mâli yardım yapmayacak mıydı, Ankara Antlaşması veyahut da diğer anlaşmalara göre? Burada herşey tek taraflı olarak gitmektedir. Avrupa’nın menfaatleri söz konusu olduğunda tavizler verilmektedir, vazgeçilmektedir; fakat Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda, hiçbir direniş, hiçbir ısrar olmamaktadır. Bu şudur: ’Ne pahasına olursa olsun, Türkiye Avrupa Birliği’ne girecek, Türkiye Gümrük Birliği’ne girecek’anlayışıdır.
Halkın beyni yıkanıyor…
Avrupalının fert başına geliri nedir; 20 bin dolar civarındadır. Siz neyi alacaksınız, neyi alacaksınız? Alım gücünüz mü olacak? Ama bunların reklamı yapılacak. Eğer bugün reklam harcamaları 5 trilyonsa, 20 trilyona çıkacak. Tabii ki medya, tabii ki gazeteler, tabii ki televizyon kanalları bunu alkışlayacak, halkın beynini yıkayacak. (…) Şimdi neyin savunmasını yapıyorsunuz Allah aşkına? Hepimiz Türkiye’de işsizlikten bahsetmiyor muyuz; hepinizin odasına gelen insanlar, ’bana iş, iş’diye gelmiyor mu? Yarın göreceksiniz, batan sanayi karşısında, odanıza ’iş’diye gelen insanların sayısı 10 misline çıkacaktır. Bunarı üzülerek söylüyorum; ama bunlar gerçektir. Türkiye’de gerçek ilim adamları da bunları söylüyor; fakat televizyon programlarındaki müzakerelere bakıyorsunuz, oralara çıkarılan herkes, resmî yayın organı gibi, herkes, bir pembe tablo çiziyor. Niçin bir tane de, ilim adamlarından, politikacılardan, bunun farklı yanını söyleyenler çıkarılmıyor, konuşturulmuyor, halktan gizleniyor? Çünkü, Türkiye’de çıkarcılar, bunun peşindedir. (RP sıralarından alkışlar.)
Yabancı sermaye çökertecek…
Yabancı sermaye gelecek, deniliyor. Doğru, yabancı sermaye gelecek; ama, yabancı sermaye Türkiye’ye yatırım yapmak için gelmeyecek. Yabancı sermaye, rekabet karşısında sarsılan Türk sanayiini, fabrikaları, hisseleri, getirdiği birkaç yüz bin dolarla satın almak için gelecek. (RP sıralarından alkışlar.)
Kıbrıs gitti…
Kıbrıs meselesi Türkiye için dolaylı olarak bitmiştir; iddia ediyorum burada. Kırk yıllık Kıbrıs meselesi; çünkü, siz imza atmışsınız ve demişsiniz ki: ’6 ay sonra, Kıbrıs’la AB arasındaki üyelik anlaşması başlayacaktır.’Bu ne demektir; Avrupa’yı bilen herkes biliyor ki, 6 ay sonra, bir sene sonra, Rum Kesimi -ki, Avrupa’nın gözünde, Kıbrıs’ı Rum Kesimi temsil etmektedir- AB’ne tam üye olarak girecektir. (…) Daha iki ay önce, Avrupa Konseyi Parlamentosu’nda alınan Kıbrıs’la ilgili karar, Türk Ordusu’nun işgalci olduğunu… Birleşmiş Milletler’in bile diyemediği hakareti yaptığı kararları aldılar. Dolayısıyla Kıbrıs davasının Brüksel’e taşınması, Yunanistan’ın, zaten yıllardır uğraştığı bir şeydi ve dolaylı olarak bitmiştir. (…) Bu millî davada, sizin burada, ’Ben de şöyle yaparım’demeniz bizi hiç ilgilendirmez; çünkü, onu yapabilecek gücü olmayacaktır Türkiye’nin. Bunu söylüyorum. Eğer olsaydı, Türkiye, AB’nden daha önceki anlaşmalardan doğan haklarını elde edebilirdi. (RP sıralarından ’Bravo’sesleri, alkışlar.)
Utandım…
Ne üzücüdür ki, dün, Brüksel’den dönen heyet burada, sözüm ona, göstermelik, neşeli şeylerle karşılandı. (RP sıralarından, ’Davulla, zurnayla’sesleri.) Ben, kendi adıma utandım bundan. Davul zurnayla karşılandı. Türkiye içinde bitmiş, tükenmiş, ekonomiyi berbat etmiş, halkı yaşamıyor gibi yaşamaya mahkum etmiş, evet halkı yaşamıyor gibi yaşamaya mahkum etmiş bir hükümet, kendi halkına karşı başarılarıyla övünemiyor.
Düyun-u umumiye…
Kapitalist onlar… Düyun-u Umumiye’yi hatırlayın, tek parti devrinin ideologları, onları tenkit ede ede bu halkın beynini yıkadı. Fakat ne yazık ki aynı duruma Türkiye’yi düşürmekle meşguller.”
Aynı yılın sonlarına doğru (13 Ekim 1995), aynı partinin (Refah Partisi) Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener de (AKP Hükümeti’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı) TBMM kürsüsünde dile getiriyordu:
“Washington talimatları, Avrupa Birliği talimatları, IMF talimatlarıyla bu ülkede hiçbir şey halledilemez. (RP sıralarından ’Bravo’sesleri.) (…)
Bu paketler neyin nesi arkadaşlar? Bu IMF’nin, Dünya Bankası’nın hazırladığı paketler ne işe yarıyor? Bu IMF, paketlerine Türkiye’de yaşayan insanların sorunlarına çözüm bulmak için mi üretiyor, getiriyor, önümüze koyuyor?.. Yoksa, kendi ülkesindeki sermayenin çıkarlarını devam ettirmek için mi? Bunun çözülmesi gerekir.
IMF reçeteleri ile Türkiye’nin hiçbir yere varamayacağı açıktır. IMF reçetelerine teslim olmuş bir başbakanla Türkiye’nin sorunlarının çözülemeyeceği de açıktır.”
Ne ilahî tesadüftür ki, iktidara geldiklerinden itibaren AKP Hükümeti de (Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı; Abdüllatif Şener de, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak!) aynı kaderi yaşadı ve Türkiye’ye yaşattı!..
AKP Milletvekili Ramazan Toprak gibi, bu gerçeği gören bazı AKP’liler durumu, “AB, alacakmış gibi; biz de girecekmiş gibi yapıyoruz” sözleriyle özetlediler.
Avrupa Parlamentosu’ndaki münakaşaları takip edin. Türkiye oralarda nasıl rencide edilecek ve
Türkiye oralarda nasıl kötü durumlara düşürülecek, göreceksiniz.
Ne üzücüdür ki, dün, Brüksel’den dönen heyet burada, sözüm ona, göstermelik, neşeli şeylerle karşılandı. (RP sıralarından, ’Davulla, zurnayla’ sesleri.) Ben, kendi adıma utandım bundan.
Papazın heykeli önünde AB Anayasası’na imza
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 29 Ekim 2004’te İtalya’nın başkenti Roma’da Avrupa Birliği Anayasası’nın imza törenine katılmıştı. Gül ve Erdoğan ikilisi, AB Anayasası’na Hıristiyanlık dünyası için tarihi öneme sahip Campidolio’da Papa X. Innocenizo’nun heykeli önünde imza atmıştı. İmza töreninin ardından Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Avrupa Birliği liderleriyle fotoğraf çektirmişti.
Yorumlar
Yorum yap